Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
KJasik liberal öğretinin pek sevdiği bir düstür vardır. Bir insanın özgürlüğünün başladığı yerde, bir başkasınınkinin bittiği söylenir. Oysa bence iç içe geçiyor yaşamlarımız, birbirine sızıyor hikâyelerimiz. Benzer şekilde geçmiş, bugünün içindc yaşıyor. Hal böyleyken, kendimizi ve hayatımızı sürekli dışarıdan yalıtmaya çalışmak yapay bir temizlik harekâtı, sterilizasyon ve aslında depolitizasyon demek. Bunlara karşı durmak gerektiğine inanıyorum. Kimdir size el veren, yol/yön tutturan romancılar/yazarlar^ Sevdiğim romancüar arasında özellikle şunları sayabilirim: Hermann Hesse, John Fante, Iris Murdoch, Jeanette Winterson, Michel Tournier, SylvieGermain, ItaJo Calvino, Manuel Puig, Mario Vargas Llosa'yı sayabilirim. Bizden de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın külliyatını, Peyami Safa'nın kasvetengiz damarını, Refik Halit Karay'ın dilini, dille ilişkisini; Sevgi Soysal'ın tüm yapıtlarını, Sevim Burak'ın kenarlarda duruşunu, Ihsan Oktay Anar'ın ve Murathan Mungan'ın hayal ile hakikati harmanlamalarını, ve bir de Hiiseyin Rahmi Gürpınar'ı çok severim. Bunların dışında okumaktan keyif aldığım pek çok isimden biri de Reşat Ekrem Koçu. Bir de Beşir Fuat, Halil Cibran, ve Hallacı Mansur? Hedir onlarla arantzdaki kanbağt, uzakltk/yakın lık? Kimilerinin dilini, kimilerinin yazma ya da yaşama algılama biçimlerini seviyorum. Ama kimileri var ki, onlarla tarihsel ve mekânsal sınırların ötesinden kurulmuş bir ruhdaşlığımız olduğuna inanıyorum. Ruhdaşlık benim için lcilik bir kelime. Ruhdaşım olan insanları adeta hayvani bir içgüdüyle hisseder, bulur ve çıkarırım. Roman düşüncesıni açalım biraz da; nedir sizce roman, günu'müzde romanın insan t iyileşlirıci, duygusal/düsünsel yönden, eğitici bir yanı olduğuna inanır mıstmz? Romanın bir edebi tür olarak bu topraklara nasıl geldiğini, daha sonra da nasıl bir gelişim çizgisi izlediğini gözardı etmemek gerekir. Hrken dönem Türk romancıları sadece erkek olarak değil birer baba olarak görülmeli. Jale Parla'nın da Babalar ve Oğullar adlı kitabında altını çizdiği gibi, erken dönem türk romancıları bir oğul olarak algdadıkları topluma neyin iyi, neyin kötü olduğunu göstermek isteyen babalardı. Ya da böyle davranmaya gayret ettiler. Gelişim çizgisi boyunca Türk romanı bu damardan hiç kurtulamadı. Romancılar, kahramanlarını yukarıdan tayin ettiler; hislerini değil, akıllarını öne çıkartarak kurgu yaptılar; bu kurgu içinde tezler öne attdar ve birer misyonla yazdılar. Ben tezli roman yazmıyorum. Romanın ardında muhakkak bir tez, romancının da bir misyonu olması gerektiğine inanmıyorum. Siz niçin yazarsınız, roman yazmak sizin için ne anlam ifade cdiyor? Niçin yazdığımı bilmiyor, bilme gereğideduymuyorum. "Yazıyorum çünkü?" diye başlayan cümlelerden rahatsızlık duyuyorum. Romana da, yazmaya da illa ki bir işlev yüklemek zorunda değiliz. Insan niçin yaşadığını hem bilir, hem de bilmez bir yanıyla. Yazmak da böyle bir şey. Cevabınız vardır, ama bir yanıyla da tam olarak niçin yazdığınızı hiçbir zaman bilemeyebilirsiniz. Romanın doğduğu ortam, sizin yazma süreciniz, bu bagİamda oluşturduğunuz dil üzerinde duralım Evct, ö'nce o ortamın eksemnden, sizin oradaki yogunlasma/yazma sürecinden söz eder misiniz? Şimdiye kadar hiçbir romanımı kendimi her şeyden soyutlayıp, eve kapanarak yazmadtm. Tam tersine. Iki temel sebepten ötürii kendimi yaşamdan yalıtarak yazmam mümkün değil. Birincisi, maddi şartlarun buna elverişli değil. Ben de bu ülkedeki pek çok insan gibi yazmanın yaCUMHURİYET KİTAP SAYI 647 nı sıra başka şeyler yapmak durumundayım yaşayabilrnek için. Ikincisi, galiba mizacım da buna elverişli değil. Hiçbir zaman tek bir uğraşı hayütımın merkezine yerleştirmedim. Açıkçası Bit Palas onlarca gündelik işin ve koşuşturmanın ortasında yazıldı. Sabah fatura ödeyip, öğlen üniversitede ders verirken; ev taşıyıp, ev sahipleriyle kavga ederken, bir yandan doktora tezine devam edip, bir yandan da yalpalayıp düşerken? Böylesine bir kaosun ortasında biçimlenir romanlarım. Dtl konusundaki haktşmtz, romana ağdtrdıg'ıntz, yer etmesini istedigtniz dil düşüncenızi açalım istiyorum. Romanlartnıza bu açtdan baklığımızda arkaik bir dil örgüsü görüyoruz. Roman dili üzerine neler söyleyeceksinız ? Genellikle roman sözkonusu olduğunda dil ikinci planda tutulur. Bu önkabul uyarınca, bir romanda aslolan ne anlattığınızdır, onu nasıl anlattığınız değil. Türk romancılığının gelişimi içinde de dilin yer yer özensizce kuÛanıldığını görebiliyoruz rahatlıkla. Dil hep şiirin meselesi, şairlerin derdi olmuştur. Romanda ise akıl ve mantık öne çıkarılmıştır. Erkeksi bir mühendislik ile özdeşleştirilir roman. Bu noktada benim romancıhğımın ayrıştığını, farklı olduğunu düşünüyorum. Dil benim nazarımda büyük öneme sahip. Açıkçası romancıların kendi yazdıkları metinlere sanıldığı kadar hâkim olduklarından da emin değilim. Ben bu kadar hâkim değilim en azından. Ne dile, ne de içeriğe. Yazmanın bir yanıyla ciddi bir kurgu ama bir yanıyla da bir vecd hali olduğuna inanıyorum. Yazmanın esrikliğini, kontrol edilemezliğini, kahpeliğini seviyorum ben. Bizde Osmanlı son dönemden bu yana romancıya "baba" rolünü atfedenbiryapıolagelmiş. Belli misyonlarla yazan romancılar, kendilerini metne hâkim ve okurun üstünde görmeyi kanıksamışlar. Oysa eansız bir namur, biçimlenmeyi bekleyen bir çamur değildir dil. Dilediğiniz gibi abp oynayamazsınız onunla. Çünkü bir süre sonra o da sizinle oynamaya başlar. Bazen siz bulmazsınız, yazı gelir bulur sizi. Alır, yıpratır, hırpalar, silkeler atar. *Bit Palas 'ın değişken bir yüzü var. Bir tür başkalaştırma eylemini öneeliyorsunuz. Ben ve öteki, biz ve siz.. Bu aralıktan bakınca; yabancılaşma, tutunamama halleri hep baskın geliyor. tçteki yolculuğun izlerini örten bir yolculuğa çıkar(ır)ken, o saklı kalanın sanrısını nissettiriyorsunuz. Burada şunu sormak isterim: romancı/yaratıcı ben ile 'öteki' ben arasındaki yakın uzak duruşun gerçekliği... Yani yazarken ne kadar siz, ne kadar 'öteki ben' var anlatınızda? Başta da söylediğim gibi, roman yazarken tezatların peşine düşüyorum. Kendi içimdeki başkasını, başkalarındaki ben'i arayarak. Bu çok soyut gelebilir ama bir kez böyle bir algılamaya açarsanız beyninizin kapılarını, bunun mümkün olduğunu görürsünüz. Tasavvufu bu vüzden severim. Birbirinden ayrı ayrı Juran parçaların içindeki, arasındaki bağları gösterebildıği, küçüğü büyüğe, parçayı bütüne bağlayabildiği ve sonra da her şeyi tekrar parçalayabildigi için. Roman karakterlerinin önemli bir kısmı metnin içinde, yazdıkça şekillenerek gelişir. Yani ben önceden düşünüp, şöyle şöyle bir karakter yaratayım, onunla da şu şu mesajı vereyim demiyorum kendime. Yaşamalarına izin veriyorum karakterlerimin. Yaşamalarına, beni şaşırtmalarına ve kendi yollannı bulmalarına. Wittengstein'ın çok sevdiğim bir sözü vardır. "Yazarken bazen elimi izlerim hayretle" der. "Meğer neler biliyormuş elim". Ben de böyle yazıyorum. Bazen oturup kendi karakterlerimin kâtipliğini yapıyorum. O yüzden bana değil, en iyisi kendilerine sormalı onları. Roman karakterlerim ilk bakışta benden çok farklı görünen insanlar gibi duruyor. Oysa onlar benim ruhdaşlarım. Or tak bir ruhsal paydamız var. Pinhan' daki hermafrodit heterodoks derviş, Şehrin Aynaları' ndaki dinsiz Musevi, Mahrem'deki seyirlik insanlar ve şişko kadın, Bit Palas' ın kompleksli sıradansıradışı sakinleri? Onlarla aramda bir gönül bağı var. Iki şekilde yaratabilirsiniz karakterleri nizi. Muktedir yaratıcı gibi yukarıdan yönlendirmeye çalışırsınız karakterleri. Ve her birini belli bir misyonla, bir şeyi temsilen, bir işlevle atarsınız yukarıdan. Buna ben yukarıdan aşağıya yazma diyorum. Babayazarın merkezi yapılanması. Öte yandan daha ademimerkeziyetçi bir yapıkurmak da mümkün. Bırakalım aşağıdan yukarıya biçimlensin roman karakterleri. Kendi kendilerini yaşatsınlar, kendi isimlerini kendileri bulsunlar. Icığına cıcığına baştan sona planlanmış bir kurgu olmasın roman. Âpollon'dan ziyade Diyonusus'a yakın dursun. Su gibi aksın, kendi yolunu bulsun. Ve akarken mümkün mertebe "hâkim yazar" rolünü de beraberinde sürükleyip parçalasın. Roman bıçımım' konuşalım istiyorum. Yazma sürcandekıyolunuzun önündeduranları, sık uk dönâüğünüz mecralan, alışvcrtştc olduklannız.. O hiçım üzerinde çaliiirken kımlerle yüzyü'zesınızdir; nelerdir sizi besleyen, önünüzü açıp yol/yordam gösterenler? Bir yanıyla pek çok somut unsur sayabilirim. Kitaplar, bilgiler, entellektüel donanım, roman kurguları, somut gözlemler... Ama öbür tarafta daha soyut bir kaynak var. bügiden ziyade sezgiden beslenen. Romanın, benim romancılığımın son tahlilde o soyut damar tarafından biçimlendiğini düşünüyorum. Sezgi bana yönümü gösteriyor. Bilgi ve akıl ve kurgu ise o yöne doğru nasıl gideceğimi. Sanrılı duygular, yıliktığin dui, çözülmenin aymazlıgı ve tükenisin götürebileccğikıyı... Bir Palas, biraz da bu altüst oluşun resmını/suretıniyansıtır, Bu ktyılarda vezınmenin sizin için anlamına dö'nüp haktıfcınızda, kurdugunuz dilin katmanlartyla örtihen, aynsanlar nelerdı? Dilde de içerikte de benzer bir "çok katmanklık" peşinde olduğumu söyleyebilirim. Bit Palas' ta da bu rahatlıkla görülebilir. Bu bağlamda şunu da sormak isterim: içgö'zü açık anlatıcısınız. O bakışın karsıtastığı durumları anlatınıza tasırken ne türden bir ayıklama yapar, onları benzerınin ötesinde bir kimtig'e büründürürsünüz; yani burada yakınuzak tutluklannız nelerdir? Romanlarımı okuyanlardan en sık duyduğum sözlerden biri de gözlem gücümün çok yüksek oldıığu yönünde. Bu doğru olabilir ama ben gözlem yanmaktan oturup başka insanları gözetlemeyi anlamıyorum. Gözlem, illa da dışa dönük bir eylem olmak durumunda da değil. Bit Palas' ta anlattığım bütün karakterler zaafları, kompleksleri, takıntıları, kuruntulan olan insanlar. Son derece canlı soluk alıp veren karakterler bunlar. çünkü aynı kompleksler, takıntılar bende de var. uzaktan bakmıyorum karakterlerime. Anlattığım romana tepeden yaklaşmıyorum. Zaten içinde olduğum şeyi anlauyorum, zaten içimde olanı? Gününüzu yazıya böldü'Jlünüzde, siz nerede en çok durursunuz; yazmak eylemi mi, okuma yordamı mı, yoksa gezmek/yaşamak uğrasımı daha çok içine alır sizi? Asla kendimi yalıtarak yazmadığım için, yazmak ve yaşamak zaten iç içe Denim için. Edebiyatın memuriyete dönüştüğü,kalem efendiliğine kanştığı kavşaktan uzak durmak gerektiğine inanıyorum. illa ki her gün düzenli saatler arasında yazmakta diretmektense, daha plansız, hesapsız ve fütursuz yazan bir damara yakın durmayı tercih ederim. Yüksek bir hedefe odaklanarak, o hedefe varabilmek için düzenli adımlarla tırmana tıtmana yazmak, tutup bir bankada kariyer yapmaktan farklı değil. Sanatın bir esrikliği olmalı, anarşizme açılan pencereleri, kapıları. Ayıklıktan ziyade sarhoşlukla bağlantılı bir şey benim için yazı. Bunun son derece yıpratıcı bir yanı var şüphesiz. Ancak kendi küçük hayatlarımıza gömülüp, kapılarımızı dışarıya kapatarak yaptığımız her şey bir müddet sonra kendi içine kapanmaya, daralmaya mahkum. Tanpınar, Ahmet Haşim'den söz ederken onun hayatı "kasten daralttığını" söyler. Ben de "kasten genişletip, bozmaktan" yanayım mümkün mertebe. Yazarlığın çok tehlikeli bir yanı var bence. Zaten şişkin olan egolarımızı daha da şişirmeye meyyal bir mecra bu. Yani bir şeyi yoktan var etmek, yaratmak, kendinizi nerkesten farklı, her şeyden öte görmeye alışmak? bir de bakmışsınız ki şişivermiş egonuz. Faniliği, geçiciliği ve aslında yaptığımız her şeyin ebediyetle değil, olsa olsa "şimdi" ile ilgili olduğunu unutmamayı tercih ederim. Mütereddit ruhları seviyorum ben. Egosu kalbur gibi delik deşik, sürekli havakaçıran, su alan, batıp batmamakta kararsız mütereddit ruhlar?. "Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyanınca felaketler Daşlar" divorCioran. Yazarların, bilhassa romancıların içindeki peygamberler hep uyanık, hep tetikte, gününü bekliyor. Bundan köşe bucak kaçmak istiyorum. Kahramanları ya da kanramanlık sevdalarını sevmiyorum. Brecht'in sözü kulağıma küpedir daima: "Toplumca ihtiyacımız olan şey kahramanlar değil, kahramanlara ihtiyacı olmayan bir toplumdur olsa olsa" Nasıl yazarsınız; araç gereçlerinız, yazdtğtnız ortam. ..Biraz bunlardan söz edin istiyorum. • Günün her saati yazabilirim ama özellikle geceleri. Sessizlikte çalışamamam. Muhakkak bir ses olmalı. Bir değil bin ses olmalı. Sokaktan geçenler, kavga edenler, radyo, müzik, insan sesleri, komşuların tartışmalan? yaşamm sesleri olmalı. Bir de bügisayar olmalı. Elyazımı görmeye tahammül edemem. Bunun dışında hiçbir şart yok. Yenilerde neler var yazma gündemintzde? Bugünlerde doktora tezime ağırlık verdim. "Türk Modernleşmesinin övdüğü ve sövdüğü kadın prototipleri ve marjinaliteye tahammül sınırları' üzerine çalışıyorum. Teşekkür ederim. • SAYFA 5