Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
aşırı biçimde var. Yüzleri Arayan Adam'da seksi meta durumuna getirmiş. llişkileri kadın erkek eksenine oturtmuş olan Ilgın Olut, aşkı da buna, seks ilişkisine indirgemiş. Müzik, bar ve Mustafa da araya sıkıştırılmış farkhlıklar olmaktan öteye gidememiş. Mahrem'in aşırılığa kaçmadığını söyleyebiliriz. Bir reklam bülteni demenin daha doğru olacağını düşündüğümü anmaktan kendimi alamadığım 1 layat Roman'da cinselliği sıradanlığı içinde ele alıyor, eşcinselliği meşrulaştırma çabası içinde görünüyor. Bir sapkınhk denemesi saydığım Kinyas ve Kayra'da da aşırılıkları, sadist rantazileri, seksomanyak tipleri, hasta ruhlan yasal, sıradan, olağan bir dille anlatan Hakan Günday'ın rantezilerini Kırmızı Pelerinli Kent'le ya da Eksik Taşlar'la aynı kefede değerlendirmek istemiyorum. Eksik Taşlar'da Erdinç gibi birinin nerdeyse damızlık gibi her kadına sıılanan, kazanova gibi her kadını ayartan biri olmasını da romanın tip yaratma yükümlülüğünü bir ölçüde dile getirmiş bu romanın kendi tipine ters bir etik ve davranış içinde göstermesini, yersiz buluyorum. Roman tipi karakteristik olandır; genelin yansımasıdır. Yaşanan yer Belçika'da olsa seks özgürlüğü de olsa o dönemin örgütlü marksistlerini doğru yansıtmış olacağını düşünmüyorum. Romanların bir başka özelliği dünya ölçekli olmalan; bu da Türkiye'nin dışa açılmasının sonucu olup tarihine ters düşmüyor; hatta aydınlatıcı oluyor. Sözgelimi bu konuda da aşırıbğıyla dikkat çeken Kinyas ve Kayra, dünyanın her yerinegöndermiş kişilerini; Liberya, Abidjan, lstanbul, Ankara, Mersin, Fransa, Meksika, Lüksemburg, Grand Bassan, Gambia, VeraCruz, Fildişi Sahili, Şam... Kırmızı Pelerinli Kent'te roman kişisi Brezilya'ya gitmiştir; öykü orda geçer; ama, Istanbul'la bağİantılıdır; orayla sınırlı değildir. Alayın Kızları, Mısır, Türkiye, îstanbul, Güneydoğu'da geçer. Eksik Taşlar, Türkiye/Ayvalık/îstanbul, Belçika, Fransa'da geçer. Genç yazarlarda görülen bir özellik de çağın simgelerini kullanmaları. Bunlar bir bakıma kaçınılmaz olarak, hayat anlatıldığı için atlanamayacak yansunalar. Cola, CİTÎBANK, dolar, capuccino, wiskiy, Mc Donald's, uyuşturucu, AIDS, HIV, Nazizim, Sosyalizm. Dünya ölçekli bu roman fonunda doğa yok denecek kadar az. Bu yokluğun yansıması bir realite. Bu çağda özellikle kişiler tartmla uğraşmıyorsa ve köyde yaşamıyorsa genellikle doğaya uzak yerlerde yaşıyorlar. Yüzleri Arayan Adam'da doğanın, mevsimlerin yerini vizeler, sınav tarihleri vb. almış. Ankara'da yaşanan öykülerin nerdeyse hiçbirinde romanda olmazmış gibi doğa yok; ama yazar nasıl oluyorsa sonuncfa ortaya Güney Alrika'da çıkıyor ve biz dünyada doğal ortamların var olduğunu anlıyoruz ya da yazar ancak o zaman anımsıyor!... Eksik Taşlar'da nerdeyse hiç doğa betimiyok. Vedat'ıyürüyüşlere, bisiklet gezilerine çıkarsa da Dönüş de bu konuda önemli bir pasaja sahip değil. Kırmızı Pelerinli Kent'te görünümden, doğadan ancak panoramik biçimde söz ediliyor. Kente uzaktan bakılıyor. Olayların, toplumun o canlı kanlı, o içinden betimlemesini doğaya gelince göremiyoruz. Romanlar bu özellikleriyle dönemin doğaya yabancılığının kanıtı sayılabilirler. Romanların bu bağlamda da üzerlerine düşeni yaptıklarını söyleyebiliriz. Ama Türkiye'nin mimarisi, doğası, devleti, yıırttaşı ve kurumlarıyla artık çürümekteolduğuna ilişkin birbelirti yok. 12 Eylül'ün ve 'yaşanmış savaşın' savaşların izlerini taşımayan bireyler nasıl bireylerdir, nasıl kişilerdir ki onlar bir romanın konusu olabilsinler? Bu tarihten soyut kişileri seçmiş romanlar yalancı olmazlar mı? 14 Eksik Ta$ların vazarı Ylğlt Bener Kuşkusuz bir yazınsal yapıt kurgusal bir yapıttır; olay ve kişiler tamamen belgelere dayalı hatta belgesel olabileceği gibi tamamen hayali deolabilir. Ancak nangi durumda olursa olsun okuyııcuyu inandırmak, onda gerçeklik duygusu yaratmak zorundadır; başka türlü onu dünyasına alamaz ve okunması bir azaba dönüşür. Bu, hem olaylar açısından gözetilmiş olmalıdır hem anlatım olarak... Gerçek bir olayı masal diliyle anlatamazsınız; t i r masalı da gerçekçi bir dille anlatamazsınız. Bu noktada özellikle Kinyas ve Kayra ile Mahrem bir çelişki içinde sayılırlar. Mahrem bu çelişkiyi dil kullanımında, biçeminde gösteriyor. Kinyas ve Kayra olay ve kurguda. Tam bir ABD filmi öyküsü. Seks, şiddet, nevroz, dehşet, aksiyonun biri bitmeden biri başlıyor. Eksik Taşlar: Erdinç'in onca olaydan ve kopukluktan sonra Shari'ye yazdıfiı mektupta gereksiz ayrıntılar var. Bövle bir ilişld ve ortamda yazılabilecek bir mektup gibi değil. Devrim'le Shari arasındaki cinsel etkileşim çok erken ve hızlı değil mi? AraJarındaki kavgayı, çatışmayı Laetricia ayrılma nedeni görürken Devrim aşk başlangıcı olarak yorumluyor. Bu bana Doğu ile Batı'ya ilişkin farklılık ve özelliklere ilişkin çok önemli bir belirleme gibi geldi. Günümüzdeki dil tartışmalarına da pratik, güzel bir vollamada bulunuyor. (202203) Belki de flamanlarla valonlar arasındaki çatışma olaylarla verilse daha uygun olurdu. Genel olarak düşünceler sıkıcı olmayan diyaloglara, sıradan olaylara yedirilmiş, akıcılık gözetilmiş, korunmuş olarak... Anlatıcının durduğu yer, dumşu belirleyici olduğu için belki de başka türlüsü olanaklı değil; ama, sanırım bu nedenle anlatımda bir dışarıdanlık var; Yetmişli yıllarda yaşananların kuşatıcılığı, heyecanı, doğallığı yakalanamamış. Erdinç'le Devrim arasındaki tartışma bir mülakat havası içindegeçiyor. Yer yer metin bir tirada dönüşüyor. Romanın yaklaşık seksen sayfası bu diyaloglardan oluşuyor; iistelik romanın sonunu oluşturuyor. Romandan çok bir tiyatroyıı andmyor burası. Babasıyla konuşurken Devrim birden sol kültür birikimine sahip biri gibi konuşuyor; oysa başlarda bu alana yabancı olduğu anlaşılıyor. Baba oğul arasında çabuk bir samimiyet gelişmiş olmuyor mu? Iki yabancı insanın birbirlerine ısınması süreci olmaz mı? Aslında Erdinç yaşadıklarıyla, yaptıklarıyla ve söyledikleriyle keyfi yerinde biri gibi görünüyor; ama, oğlu onun acı çektiğini düşünüyor ve Erdinç oğlunun bu görüşüne katılıyor. Kendini cezalandır Kısaca mış oluyor Erdinç. Kendini cezalandırma böyle mi olur? Bu olayları yaşamış olanların kaçta kaçı Erdinç'in AyvaLk'taki hayatına sahip olmuştur? Gelecek kuşakları geç, şu anda bu kitabın okuyucuları bile Yetmişli yıllarda örgütsel etkinlikler içinde bulıınup Avrupa'ya kaçan, olmadı geri dönenlerin iyi koşullarda olduklarını bu romana bakarak çıkarmaz mı; böyle bir izlenim gerçeklere ters düşmez mi? Eksik Taşlar gibi bir romanın bunları da gözetmiş olmaşı gerekirdi. Alayın Kızları: Mucize Özünal yer yer dünya görüşünü öznel biçimde dışavurmaktan kendini alamıyor. 26. sayfanın ikinciparagrafıyla 25. sayfanın son paragrafında didaktizme düşmekle kalmıyor, kadın erkek ayrımı olarak algılanacak anlatımlar kullanıvor. Buna karşılık Yüzler Arayan Adam'da aynı biçimde Ilgıt Olut bilinçaltından kaçırıyor yanlılığını: "Bunların tatmin edilmediği zamanlarda boşalamayan bu duygu yükü anlaşılmaz kaprislerfzaten anlaşılacak bir yanı olmaz) duygu değişkenlikleri, sinirlilik, aşırı istekler olarak erkeklerin karşısına gelir."(131) Dönüş: Daha çok öyküye benziyor; ister istemez öykücülüğünü kanıtlamış bir yazarın romanı bunu akla getirir diye bu benzerliği dile getirmemek doğru olmaz. Ya da en azından şunu söylemek haksızlık olmaz: Roman bir tür olarak önemli olayları, geniş bir perspektifle ele alır; buradaysa ne bir tipten söz edilebilir, ne döneme genel bir perspektifle baktığından ne olaydan. En azından bunları taşımavan bir romandır denebilir. Vedat, kasabasını sevmivor; Istanbul'a dönmekte aklı ve lstanbul'a döndürüyor onu yazar. Bu bir dönüş müdür; bir kaçış mı? Nereye aittir Vedat; Istanbul'a mı kasabasına mı? Sanırım adı Dönüş olan bir romanın bunu da ortaya koyması gerekirdi. Bence romanları roman kılan yanlardan biri de büyük iddiaları en azından tartışmaya açmasıdır. Dönüşteki dönüşler tartışmamız gereken önemli olgulardır; Dönüş'ün bunu yüzeysel geçmiş olması Kavukçu'nun kendi seçimi deyip geçebilir miyiz? Yüzleri Arayan Adam: Onceukle kurgu başarısız. Koray'ın aşkları, ilişkileri, sevişmeleri başkişi olduğu anlaşılan Efe'nin depresyonuna ve öyküsüne ne katkısı var. llgi kuramadım. Aynı biçimde Burçak'ın Teoman Bey'le evliliği de öylece romana bir katkı sağlamıyor. Çiğdem Anlatıyor bölümüne gelince, insan bu da nerden çıktı demekten kendini alamıyor. Bu insanların öyküleri gerçekte bu biçimivle yaşanmış da olabilir; sanat gerçeği olduğu gibi anlatmak zorunda değil; bu bir anı ya da biyografi değil ki. Sanatın/romanın gerçekten, tarinten, anıdan farkı fazlalıkları ve anadüşünce ye, ana olaya uygun olmayan yan olayları atmaktır. Dahası yan olayları, yan düşünceleri ana olaya uydurmaktır. Bu tutumu Amerikan filmlerinin etkisine mi bağlamalıyız, olaylar ve kişiler toplumsal ilişkilerden, iktisadî bağlamından soyutlanıyor. Yüzleri Arayan Adam'da da her şey TİP fakültesi çevresinde gelişiyor; ama sanki fakülte uzayda bir yerde. Başka meslekler, başka ilişkiler yok gibi. Sözgelimi Çiğdem'in ailesi bu ana olayın kaçınılmaz kıldığı bir durum olduğu için herhalde dışında başka kimse girmiyor anılan roman kişilerinin hayatına. Kişilerin ne kardeşleri var, ne ana babaları, onlar rahat rahat evlerine flörderini alsınlar, birlikte yaşasınlar diye kimse onları rahatsız etmiyor. Türkiye'de hangi yaşta olursa olsun insanlar çevrelerinden aile bağlarından bu denli bağımsız değiller. Bu kadar rahat hareket edemezler. Roman bu bakımdan Türkiye'nin hiçbir çağına uygun değil. Fonda genellikle yaşadığımız çağ olsa da küçük Dasit olaylara dayanıyorlar çoğunluk. Böyle bir genel eğilimden söz edilebilir. Eksik Taşlar bu yönüyle diğerlerinden ayrılır. O eksenine 12 Mart askeri darbesini almıştır. Iki kültürün siyasal yöntemleri bir alt katmanı oluşturur. Dönüş için de 12 Eylül'e ilişkin dense de bu olay sorunuymuş gibi görünmüyor; hatta yansıması bile hissedilmiyor. Kinyas ve Kayra hicbir sayfasında bir romancı sorumluluğuyla yazılmış izlenimi vermiyor. Genç romancılara, ilk romanlara özgii yazarın dağarcığındaki her şeyi yazması türünden bir heyecanla akhna hayaline gelen her şeyi yazmış yazar. Mahrem'de kanımca bir aksiyon eksikliğinden söz edilebilir. Kurgudaki başarısı, özellikle mahrem kavramına bakışunızı etkileyecek bir ustalıkla olusturduğu kurgu samyorıım ondan bunu bekleyen okuyucuların olay ve aksiyon görme beklentisini karşılayamayacak. Oykü, serencam, olay, trajedi yok da var gibi davranmak olmaz. 132. sayfadaki gözbağı tanımı gibi bir gözbağı mı bu. Mahrem, okuyucunıın gözbağına yeni düğümler mi atıyor. Bu Kelile Dimne'den, Binbir Gece Masallan'ndan tanıdık öykü içindeki öykü, metin içinde metin biçimindeki kurgu, sır bozulmasın diye midir? 159. sayfadaki Batılı seyyah, Doğulu kadın öyküsü buna, mahremiyet kaybına karşı bir gönderme midir? Mahrem yazarının bilinçli seçimi olmasa bile böyle anlaşılan postmodern bir tekniğe sahip. Bunda başarılı olduğunu söyleyebiliriz. Öyle ki bu yöntemi kullananların yaptığı gibi aktarılan metinlerin kime ait olduğu, hangi kaynaktan yapıldığını belirme gereği de duymamış. Oykü, mekan ve zamanTconusunda da aynı karışıklığı görüyoruz. Sentez değil, karışıklık. Bazen Paris'e, Bazen XVIII. Yüzyılın Istanbul'una bazen bugüne gezdirip duruyor okuyucuyu. Bir yazınsal metin, dile getirmek istediklerinden farklıdır çoğu zaman; metnin sözcesi, anlatımı, dili, içeriği yazarın usuna bile getirmediği anlamlara, anlamalara yol açabilir; okuyucuda çoğaltılıp istenmeyen anlamlara varabilir. Oyleyse bir yazarın bunu bilerek dilini, düşüncelerini ve yan olayları da özenle işlemesi gerekir. Özensiz davranıldığında bin yıl öncesini anlatan tarih filminde kamyon görünmesi gibi onanlmaz gaflar yapdır. Eğer kendinizi yalnızca diline geleni yazan Lir anlatıcı olarak sınırlıyor/sorumsuz davranabilir görüyorsanız sorun yok. Yayınevlerinin de sizin gibi kişisel/ticari kaygısı çerçevesinde Selpak gibi kullanılır atılırsınız. Olan topluma, insanlığa olur; bir kötülük yapacak kadar gücü varsa yapıtınızın; yoksa kâğıt mendil gibi ömrünüz birkaç günlük olur. Eğer kendinize, yazdığınız dile, edebiyata, tarihe ve topluma karşı etik, insanî sorumluluklar taşıyorsanız özen göstermek zorundasınız. Ve işiniz zordur. Sözümüz zoru seçenlere... • (hayrikako@hotmail.com) CUMHURİYET KİTAP SAYI 647