03 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Kapak konusunun devamı. *~ dığı çağrışımın peşine düşüyorum. Yazının bir bakıma "iz siirmek' olduğuna inanıyorum; çağrışımların izini sürerek yazmak. Bu açıdan hem Proust, hem Ahmet Hamdi Tanpınar'ın roman örgülerinde karşımıza çıkan çağrışımlar vasıtasıyla hem geçmişe hem de gerçekdışına uzanan geçişleri kendime oldukça yakın bıılduğumıı da söylemeliyim. *Peki, yazma duygusundan söz etmenizi istiyorum. Nasılbir itki kaynağı sizi yazıya vöneltti, roman yazmaya hangi duyguyla yol aldınız? Belli bir noktadan sonra ancak iki şekilde yazarlık yapmak mümkün. Bir: yazıyı yazarlıktan daha çok önemseyip severek. Iki: yazarlığı yazıdan daha çok önemseyip severek. Bu iki kapı tamamen farkJı yollara açılır. Yazarlığı öne çıkararak yazanlar, ister istemez, sonuçlara odaklanarak yazarlar. Yani bir kitabı yazmadan önce onun nasıl karşılanacağını, ne kadar ses getireceğini, kendi yazarlık kariyerleri içinde nasıl bir yerde duracağını inceden inceye hesapfayarak. Burada aslolan yazarlık kariyeridir, yazının cazibesi ya da itkisi değil. Benim için hâlâ yazı, yazarlıktan daha önemli, daha ön pıanda. Bunun kökleri çocukluğuma kadar uzanıyor. Son derece yalnız, asosyal, kopuk, kesintilerle örülü, yabancılaşmış bir çocukluk, ilk gençlik ve gençlik dönemleri boyunca, nayatımda süreklilik arzeden yegâne şey yazı oldu. Ironik bir siireç bu. Yalnızlığınızdan kurtulmak için yazmaya başlayıp da, yazabilmek için yalnız kalmaya can atıyorsunuz sonunda. Yazıyla aramdaki bağ o kadar sıkı, o kadar köklü ve bir o kadar hüzünlü ki, yazarlık bile giremez yazıyla aramıza. Dönüş/dönüstürme/dönüşüm düsüncesinin ktyılarına uzanıyorsunuz ilk rotnanımzla. Konu ve izlek olarak seçiminizden, bunu yazma sürecinizden söz eder misiniz? İlk kitabım Kem Gözlere Anadolu, bir öykü kitabı. Ancak ben kendi yazarlık miladımı bu kitapta değil, ilk romanım olan Pinhan'da buluyorum. Yazdığım tüm kitaplar içinde Pinhan'ın çok özel bir yeri var benim için. Pinhan' ı çok seven bir okur kesimi var ki, onların bu kitapla kurdukları ilişki, diğer kitaplarımla kudukları ilişkiden tamamen farklı. Pinhan bir edebi eser olmakla birlikte, bir vecd halidir aynı zamanda. Islam heterodoksisinin dilini, geleneğini, izlerini adım adım takip ederek kendi yolunu bulan bir romandır. Kaybolmayı göze alarak yol alan bir roman. Bu hPliyfebirkaç ayrı katmandan okuyabilirsiniz Pinhan'ı. Sadece üst katmanda okuyanlar, romanı ve olay örgüsünü okurlar sadece. Ama alt katmanlara inen okurlar, hikâye içinde hikâye, dinsizlik içinde din, inanç içinde inançsızlık, hayal içinde hakikat, kaos içinde kosmos bulacaklardır orada. Şehrin Aynalan da değişken bir izlek. Bu sürece hazırlıktan hiraz söz edin istiyorum, o yaptnın kuruluşuna sizi götüren neydi? Şehrin Aynaları, romanlarım içinde tarihsel dokusu en yoğun olan ve klasik roman tanımına en yakın duran kitabım. Dinler tarihi, din felsefesi, kültürel tarih gibi alanlarda yaptığım okumalardan beslenen bir kitap. Ancak işin entellektüelteorik damarları bir yana, kitap boyunca bana eşlik eden temel duygunun ÖFKE olduğunu söyleyebilirim. Huzursuzluk, hırçınlık, bir yere ait olamamak, bir toprağa kök salamamak, kimliksizlik? Kitapta öne çıkan Musevi karakter, yıllar boyu saklamak zorunda olduğu dinsel kimliğini, 17. Yüzyıl Istanbul'una gelerek rahatlıkla açığa vurabildiği noktada bile kendini "öteki" olarak görmekten kurtulamayan biri. Huzursuz, hırçın bir ruh. Mahrem'de iyiden iyice açımlayta bir SAYFA 4 Hikâye anlatmayı bilen bir yazar Elif ŞalaK bakış, romanesk yapının sımrlarını kıran bir anlattya yöneliyorsunuz. Yazınsal metamorfoz! Bu inis çıktslartn debisine dönelim istiyorum. Romanla alışveriş/hesaplaşma sürecine. Bu duruş yerinizde kımlerdi sizi kusatan, 'olmazsa olmaz'ın sınırlartnt zorlatıp astıran? Sorunuza cevap vermeden önce başka bir şey söylemeK istiyorum. Bizde bu kadar az edebiyat eleştirmeni olmasının hem yazarların yazma şevkini, hem de okurların bilinç düzeyini olumsuz etkilediğini düşünüyorum. Romanlan onları yazanlara değil, okuyanlara sormak gerek aslında. Bizde edebiyat eleştirmeni çok az olduğu için, yazarlar kendi romanlarının analizini yapmaya başlıyorlar. Ben de Mahrem' in 'karnavalvari" bir roman olduğunu düşünürken böyle bir noktadan hareket ediyorum. Karnavalvari metinler çok kapılı, çok sesli, çok parçalı metinlerdir. Yüce olandan çok hakir görülenle ilgilenirler. Değerler hiyerarşisiyle oynarlar. Başları ve sonları yoktur. Tek bir sav etrafında dönmez, bir sona bağlanmaz, bir durakta so luklanmazlar. Bakhtin'in kategorileri içinde baktığımızda Mahrem bariz bir şekilde ikinci gruba denk düşen bir metin. Mahrem şizofrenik bir roman. Gerçeklikle kurduğu ilişkiler ve gerçekligi parçalayıp çoğaitması açısından, şizofren ve çok sesli, çok kapılı bir metin. *Buradaki insan/toplum gerçekliğinin iç içeliğinde öne çıkan, bize uzakyakın auranların anlatımı söz konusuydu. Bunu da, yabancılaştırarak, en azından, ötelerde tutarak yansıtıyordunuz. Bu dilin ve biçimin kuruluşunu açalım isterseniz: Mahrem, kurgusu önceden yapılmış, sonra da kaleme alınmış bir roman değil. Aslında diyebilirim ki, Mahrem baştnuan sonuna bir "bilinçaltına yolculuk". Bu haliyle, yazıldıkça şekillenmiş, şekillendikçe kurgulanmış, bir roman. Yani ben önceden bir plan yapıp, bir taslak oluşturup sonra da o taslağı kâğıda aktarmadım. Kafamda ham bir fikir vardı, gözümün önünde de aşırı şişman ama bir o kadar isyankâr bir kadının fotoğrafı. Sonra o fikri aldım ve işlemeye başîadım. Yazdıkça roman da gelişmeye başladı. Her şey yazma sürecinin içinde belirlendiği için, romanın gidişatı yer yer beni de şaşırttı diyebilirim. Bıraz da okuma biçimlerinizden söz edin bana; nelerı, nasıl okursunuz? Okuma yelpazem temelde tek bir dürtü üzerine kuruludur: merak! Merak ettiğim her alanda, merak ettiğim her kitabı okurum. Romanlarımı yazarken, hikâyenin beni getirdiği kavşaklarda da yoğun okumalar yaparım. Mesela Mahrem' i yazarken, 1600'lerin Sibirya'sı üzerine geniş bir literatür taraması yaptım. Pinhan zaten daimi ilgi alanım olan tasavvuhan beslenerek yazılmıştı. Şehrin Aynalan' nı yazmadan önce, Yahudi ve Islam düşünürlerinin yapıtlarını, dönemin Akdeniz'ini ve Istanbul'unu anlatan kitapları didik didik ettim. Keza, Bit Palas' ı yazar ken, Beyaz Ruslar, art nouveau mimari, Istanbul'un mezarhkları, bilim felsefesi ile ilgili kitaplar sürekli elimin altındaydı. Ayrıca, hamamböcekleri hakkında yazılmış kitapçıklar, broşürler, tezler? ilgimi çeken her eseri okudum. Besinlerin hangi sıcaklıklarda çürüdüğünü, böceklerin nasıl ilaçlandığını öğrenmek için kitapçı kitapçı dolaştım, internetten bügiler topladım, böcek ilaçlamacılanyla görüştüm, işime yarayabilecek her bilgi kaynağına gittün. Veter ki merak edeyim, istisnasız her konuda okuyabilirim. Bununla birlikte bir de hem akademik, hem de kis,isel sebeplerden ötürü hiç kopmadığım okuma ve çalışma alanlarım var. Dinler tarihi, kültürel tarih, din lelsefesi, siyaset felsefesi, mikrotarihçilik çalışmaları, kadın çalışmaları, gibi alanlarda okumaktan, düşiinmekten ve yazmaktan büyük kevif alıyorum. Roman her şeyden, her andan, her kaynaktan beslenebilir. Romanın kıyuannda dolaştıgtntz an 'lara dönelim. Orneğın; Bıt Palas'a, onu yazdıran duyguya, yazdtran itkiye. . Küçük bir fikirden yola çıkarak yazıldı roman. Cihangir'de tarihi Ibir çeşmenin üzerinde gördüğüm bir yazı. BURADA YATIR VAR ÇÖP ATMAYIN yazısı. Sadece bir resimdi gözümün önünde yanıp sönen. Çöpler ve evliyalar? bu fikri kafamda evirip çevirmeye başîadım. Bir süre sonra tüm şehri bu gözle görmeye başîadım. Çön yazıları üzerinden. Semt semt, sokak soltak dolaşarak çöp yazıları topladım. Yarısı sokakta, yarısı evde yazüdı bu romanın. Romanda anlatılan tüm karakterler takıntılarıkompleksleri olan insanlar. Çünkü hayatı böyle algılıyorum ben. Insanı böyle algılıyorum ve tabii kendimi de. Bana sık sık gözlem gücümün ne kadar yüksek olduğu söylenir. Belki haklılar. Ama ben gözlem yapmaktan, oturup başka insanları gözetlemeyi anlamıyorum. Gözlem demek illa da gözlerinizin dışa dönük olması demek değil. Belki kendi içimize bakabilmemiz demektir gözlem yapabilmek. O anlamda, romanda anlatuan tüm takıntılarıkompleksleri biliyorum çünkü onlar benim içimde de var. önemli olan da bu benim için. Kendimden yola çıkıp, başka insanları anlatıyorum. Ya da tam tersine, başka başka insanları anlatırken kendime vanyorum. Bit Palas' ta da iç ve dış ayırımı son derece önemliydi benim için. Türkiye'deki hâkim kültürel dokuyu değerlendirirken, "kapalı sistem yaratıklarının dış dünya korkusu" diye bir ifade kullaruyor Oğuz Atay. Bu korkunun üzerine gitmek ve içdış ayırımını tersyüz etmek istedim romanda. Zira her türlü belirsizliği, pisliği, tehlikeyi dışandan bekliyoruz. Dışarıdan yani yabancının alanından. Sürekli kendimize benzeyen insanlarla birlikteyiz. Türdeşlerimizle. Oysa inanıyorum ki türdeşlerimizden değil, yabancılardan öğrenecek bir şeylerimiz var. inanıyorum ki dışarıda sandığımız pislik aslında içimizde. Ve dahası: belki de pislik sandığımız şey sandığımız kadar pis değil. Beîki sterilkapalı hayatlar yaşamaktansa, bodosloma dalmak pisliğin içine çok daha yeğdir. CUMHURİYET KİTAP SAYI 647
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle