05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

"Meşe, on dokuzuncu yüzyıtlartn sonlannda ve yirtninci yüzytlhnn oaşlannda yasamış yazıcılantnızdan bindir, Kendtsini yakmdan tamyanlann sÖylediklerine bakarak Me$e, 188384 yılknnda Trakya'mn küçük sehirlerinden bırinde, küçük burjuuva birailedert dofcmustur. Çoçuklu&u ve gcnçltği hu ufak şehirde ve kiyylerde geçmiştir. Aile clindeki çtftltklerın geltrı tle geantyvrdu. Bu geçnti pek aar olduğu tçtn Meşe'nitı ge>içliğ,i yoksulluk içinde geanıpır Meşe, onun astladı depldir. Dog'um adı Mustafa idi. Anaunın verdiği bu adt sevmekle bera&er kutlanmak istetnez. Ara sıra kendtne yeni adlar takmaktan höjlanır, Türklerm stk stk ad değiftirmek löreleri olduğunu söylerdi, Meşe, bu adlar arasmda en çok sevdiği olmasa btle en cok kullandtg\ ad olduğu için biz de burada kullandtk, Meit; doğduğu jehırcikte ilk ve belkı urtaokulu okumuj olsa gerektir. Ancak o ytllartn ilk ve ortaukıdlartntn ne kadar cfltz olduğu düşünülürse, bu okııyuşun orta hemen hiç okuyup yazmak b'ğretebildiğini kertirmek giiç değildir. Okumak sözü açıldıkça, kendisinin alaylı olduğunu söyler, ancak bu söz üstünde durmak istemezdi. Bildikleri rastgele, ya^adtkça öğrendmtş şeyterdi. Mese, çok getıç yaşlarda gizli pofitika işleri ile uğraşmaya ve gizlt kummlara girip çıkmaya başlamtftır. Poîitika ile bu bağluık rmda kırk yaslartna kadar sürmü$, politıka kurumlannda hizmet etmiştir. Bu arada öğretmenlik ettiği, gazetelerde yazı yazdığı da olmuştut Meşe, gençliğmde, hikâyeler yazmaya uğra$trdt. Bu özentt onda thttyar yaşlanna kadar sümüştür, Bu özentt tle pek çok şeyteryaztmş ise de bun~ lartn çoklannı ortaya çıkaramamtştır. Birçoklarmı da yakmtştır. Denebilir ki onun hteğfyaztnaktt. Basttrmak içtn çalt$mazdt." Memduh Şevket Esendal, notlart arasmda bulunan bir yazıda kendint höyle anldtıyor. Kilaplan mu Biz onları şadece tanttttk, okumak iizlerc kalmış Bol kitaplt günter!.,, •t r iîETHİ NACİ Askeplik anıları skerliğimi epey geç yaptım. Daha önce de yazmıştım: Istanbul Yüksek Tahsil Cençlik Derneöi'nin bütün kurucularını ve yönetim kurulu üyelerini yeni iktidar Demokrat Parti 1951 baharında tutuklatmıstı. 6O'ı aşkın öğrenciyi, öğrenimini tamamlayarak çalışmaya başlayanlan tutuklamışlardı. lstanbul'da bulduklarını Istanbul'da, Anadolu'ya dağılmış olanları Anadolu'nun değişik kentlerinde yakalayıp lstanbul'a, Sultanahmet Cezaevi ne yolluyorlardı. Yeni iktidarın ilk amacı, 141. ve 142. maddeleri ağırlaşttrmak, düsjünce özgürlüğünü neredeyse ortadan kaldırmaktı. îşlenmis tek suç yoktu. Nitekim çok ilginç bir olay yaşandı: Tutuklananlar arasında bulunan Moris Gabay, 500 lira kefalet vererek tahliye edilmişti. Bildiğim kadanyla nakdî kefalet ödeyerek tahliye edilen ilk "komünist" Moris'ti. (Doğrusu bu tahliyeye en çok ben sevinmiştim: Moris tahliye edılince, rahmetli Vahdettin Barut Moris'in yatağının hapishaneden çıkanlmasını önlemişti, ben de "ot yatak"tan "lüks yatağa" Keçmiştim.) Tutuklanan arkadaşlann hepsi bir buçukiki ay içinde tahliye edilmişti. Ben de tahliyeden sonra dört ay Giresun'da kalmış, ardından tstanbul'un yolunu tutmuştum. Askerliğimi yapmak için "Dernek Davası"nın sona ermesini bekliyordum. Ortalıkta suç muç yoktu ama dava sona ermeden askere gitmek tehlikelivdi; arkadan gönderilen dosyalar yedek sufjay olmayı olanaksız kılabilirdi. Ayvansaray'da, bir çeltik ve bulgur fabrikasında, munasebeci olarak çalışmaya başladım. Hapishanede oek çok arkadaş tanımıştım. O günlerde arkadaslar Yetyüzü dergisini çıkarmaya başlamışıardı. Sultanahmet'teki arkadaşlar edebiyatla uğraştığımı biliyorlardı, bana "Sen deyaz." dediler. Ben de "üktay Deniz" takma adiyla yazmaya başladım. "Dernek Davası" sürdüğü için kendi adımı kullanmak istemiyordum. Yeryüzü, polis baskısıyla kapatıldı. Ardından Beraber'i çıkardık, o da polis baskısıyla kapatıldı. (O yıllarda polisin yöntemi pek basitti: Dergiyi basan matbaaya giderler, matbaa sahipferine bir görünürlerdi. Bundan sonra matbaacıların o dergiyi basmaları düşünülemezdi!) Yeryüzü ve Beraber'de edebiyat yazılanndan çok siyasal yazdar yazıyordum. Edebiyat yazılan yazabileceğim dergi pek yoktu. Elimde hazır bir yazı vardı, Beraber için yazmıştım: "Yazann gerçeğe bakışı". O yıllarda daha çok gençlerin yazılannı yayımlayan bir dergi çıkıyordu Ankara'da: "Kaynak". Yazıyı Kaynak'a gönderdim. Yayımlanan ilk sayıda yazımı görmek beni yazma konusunda yüreklendirdi. Ardından Atac'tan bir yazı gelmez mi!"...Yepyeni bir ad benim için.. Bu yazısına gelince, ilgiyle okudum, beğenerek okudum. Bay Fethi Naci bir konu üzerinde şöyle yüzden düşünmekle, öteden beri ağızlarda dolaşanları söylemekle yetinmiyor, bir araştırma seziliyor onda, derine gitmek özeni seziliyor...." (Yeni Ulus,31 Arahk 1953) Ataç'ın yazısının bana yazma sevki verdiğini söylemem gerek. Eleştiriler birbirini izledi. Yazdıklarımı derleyerek tnsan Tüken Dönüp BakhjjmdaI A mez adiyla yayımladım. Yıl, 1956. (Ataç, kitap için de dört yazı yazmıştı.) Ve sonra o yıllar için doğal bir sonuç: 142. maddeden mahkemeye veriliş... tstenen ceza 7.5 yıl! Uç ceza hukukıı hocası (Sulhi Dönmezer, Nıırullah Kunter, Naci Şensoy) iki defa rapor verdi: Kitapta komünizm propagandası var! Neyse, sonunda edebiyatla da ilgilenen bilirkişilerin katılımıvla beraat ettim. Böylece hukukî pürüzleri hallettikten sonra 1958'in yaz döneminde yedek subay okulunun yolunu tuttum. Uçaksavar'a aynlmıştım. Okul, Tuzla'daydı. Benim gibi evli olanlara hafta sonu dışında çarsamba günü de izin veriliyordu. Rahattım. Okul döneminde Pazar Postası'na (Muzaffer Erdost yönetiyordu edebiyat bölümünü.) yazılar yazıyordum. Sonra kuralar çekildi. Ben Fransızca sınavına girmiş ve kazanmıştım; kura falan söz konusu değildi benim için, askerliğimi Ankara'da yapacaktım. Ailecek gittik Ankara'ya, îlk sorun, başımızı sokacak bir ev bulmaktı. Bir süre otelde kaldıktan sonra "Ataç Sokak, no l"de tek odalı bir ev bulduk. Basma perdeyle ikiye böldük. Bir yanda yatıyor, bir yanda otururorduk. Küçük bir koridor vardı. Bir tuvaet. Banyo yoktu. Mutfak yoktu. îlk haftadan sonra her pazar, Turgut Uyar'lann evinin yolunu tutmak âdet oldu: Banyo işini 'lurgut'larda hallediyorduk. Üçüncü Uçaksavar Alayı'na verilmiştim. Üç ay sonra Genelkurmay'a aktarılacaktım. Bir binbaşı, "Nasıl olsa üç ay sonra aynlacaksınız, burada bir haber merkezi var, orada oturursunuz. Gelen evrakı da kaydettikten sonra albayımızagötürürsünüz... dedi. "Ev bulup bulamadığımızı" sordu; henüz bulamadığımı, eşimin aradığını söyledim. Binbaşı, "O zaman ev bulmaya çalışın, o daha önemli!" dedi. Binbaşının davranışı, sağduyusu beni rahatlatmıstı. Haber Merkezi'nde oturuyor, yapılması gereken işleri yarım saatte yapıyor, sonra da Kenan Somer'den aldığım Harp ve Sulh'u okuyordum. Tam Harp ve Sulh'u bitirmek üzere olduğum bir gündü. Görevli er, gelen yazıları zarrlanndan çıkarmış, dosyaya yerlestirmiş ve getirmişti. Her zaman olduğu gibi önce dosyayı gözden geçirmeye basıadım... ve birden o çift aylı zarrı açarak okudum: " Asteğmen Ismail Naci Kalpakçıoğlu'nun Genelkurmay'a tayini iptal edilmiştir, mufassal dosyası bilahare gönderilecektir..." Korktuğum başıma gelmişti! Dosyayı alıp Albay'a götürdüm ve Haber Merkezi'ne döndüm. Az sonra bir onbaşı geldi, "Asteğmenim, üsteğmenim odasında sizi bekliyor." dedi. Girtim. Bir oda hazırlanmıştı. Bir masa, bir sandalye. Duvarda eğitici bir tablo. Üsteğmen biraz sıkıntılıydı. Ben otuzumu geçmiştim, o gencecik bir delikanlıydı. Kaygüarım boşunaymış. Doğrusu, ben "doğuda bir yere sürüleceğimi düşünüyor, kış kıyamette, çoluk çocuk nasıl yaşayacağız diye üzülüyordum. Oysa günlerim gazete, vb. okuyarak geçiyordu. Subaylar böyle bir olay olmamış gibi davranıyorlardı. (Benden sonra askere giden arkadaşlardan Demir Özlü, Türkiye îşçi Partisi'nde görüp tanıstığım Herkül Milas ve yanılmıyorsam Ataol Beh ramoğlu "sürgün"ü yaşamışlardı.) Bir gün üsteğmenle sohbet ederken duvardaki eğitici tablodan söz ettim, "Işe yanyor mu?" diye sordum. "lşe yarıyor ama elimizde yok denecek kadar az var bu tablolardan. dedi. O tabloların benzerlerini yapabileceğimi söyledim. "Deneyelim." dedi. Renkli kalemlerle bir silahın resmini yaptım. Üsteğmen beğendi, binbaşıya gösterdi, binbaşı da beğendi. Ve ben birdenbire on üç yaşımın tabelacılığına döndüm. Erlerin öğrenimi için renkli silah resimleri yapıyordum. Ünüm, biraz taburun dışına taşmıştı. (Cevat Çapan da bizim alayda idi. Aydan aya gelir, aylığını bizim birlikten alırdı.) Komşu taburun bazı islerini de yaptım. Bizden önceki dönem terhis edilince, beni "Levazım"a verdiler. Iktisat Fakültesi mezunu olduğum biliniyordu. (O dönem, yanılmıyorsam, lise mezunlarının, Sanat Enstitüsü mezunlarının yedek subay olabileceği son dönemdi; büyük çoğunluk onlardaydı.) Levazım'a verilmem, "nöbet"ten kurtulmam demekti: Çünkü levazımcılar nöbet tutmaz. Umulmayacak kadar rahat bir askerlik yaptığımı söyleyebilirim. Daha Tuzla'dayken Pazar Postası'na yazılar yollamaya başlamıştım. Öte yandan Salim Şengil Dost dergisini yayımlıyordu; Salim'in isteği üzerine Dost'a yazılar yazmaya başladım. önce denemeler, eleştiriler, sonra, bunlarla birlikte "Değini" yazıları...O yıllarda telif ücreti pek verilmezdi; Salim Şengil, yazdığım bütün yazıların telif ücretini dergi yavımlanır yayımlanmaz öderdi. Böylece, yedek subay ayhğım biraz artmış oluyordu. Ankara'nın pek şenlikli günleriydi: Can Yücel, Turgut Uyar, Salim Şengil, Nezihe Meriç, Ahmed Arif (Bizim o küçük odada çif köfte yoğurmuştu.), Muzaffer Erdost, Bilge Karasu, Sabahattin Batur, Orhan Peker... (Orhan Peker deyince bir parantez açmak gerekli oldu: Orhan'la Ankara günlerinde dost olmustuk. Muzaffer Erdost, Açık Oturum Yayınları adiyla kitap yayımlamaya başlamıştı Benden de bir kitap istedi. Pazar Postası'nda ve Dost'ta yayımlanan yazılanrnı verdim; kitabın adı, Gerçek Saygısı olacaktı. O yıllarda letraset diye Dİr şeyden kimsenin haDeri yoktu. Orhan Peker, kapağı hazırlamak istediğini söyledi. Ve Gerçek Saygısı yazısını eliyle yazdı. Ne var ki Muzaffer Erdost'un kitap yayını baskı görmeye başladı, Muzaffer de satıştaki kitapları topladı, yayıncılığa ara verdi.) Î Orhan Peker'lnF«tW Naci portresl ne olduî Orhan Peker, bir dönem karakalemle portreler yapardı. Birbirimizi sık sık görüyorduk. (Bana verdiği yağhboya bir resmi, böbrek ameliyatımdan para almayan Dr. Gürbüz Barlas'a hediye etmiştim.) Hep "Senin portreni yapacağım." derdi. Orhan'ı en sonreritEdgü nün 1950'lerdekurduğugalerisinin kapısında görmüştüm: Sanyeşil bir yüz ve yorgunluk...Karaciğerden gitti Orhan. Bir yıla yakın oluyor, bir gün çok yalun bir dostum telefon etti: "Ornan Peker senin ortreni yapmış mıydı?" Ben de Orhan'ın irkaç kerebenim portremi yapmaktan söz ettiğini, ama bana bir portremin ulaşmadığını söyledim. Dostum, "Şimdi, bir dostumun yanındayım, bir portreyi çıkarıp "Bu kimin portresi?" diye sordular, "Ben de Fethi Naci'nin portresi." dedim. Onlar da "Evet, Fethi Naci'nin portresi." dediler. Bunun üzerine dostum ye evde oturanlar o portrenin "Fethi Naci'nin portresi" olduğunda karar kılmışlar, "Öyleyse bu portreyi Orhan Peker'inluz kardeşine verelim, o, ne yaparsa yapsın." demişler. .O dosturnla bu konuşmayı yapanlardan bir yıla yakın bir süredir arayan soran olmaaı. Orhan Peker'den söz açmışken bir sorayım dedim.... • TVRHAN GÖNAY E Imttyaz sahib): çağ Pazartama cazete Dergl Kitap Bastn ve Yayın A.$. Adına Berfn Nadl o Yayın Danı$mani: Turtian Günay osorumlu Müdür: Fikretllklz oGörMri Yönetmcn: Dllekllkoruro Baski: çaöda? Matbaacdık Ltd. Sti. oldara Merkezl: TüıKocaflı Cad. No. 3941 Caftaloâlu. 34 $34 Istanbul Tel: (212) 512 05 050 Reklam: Pedya C CUMHURİYET KİTAP SAYI 595 SAYFA 3
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle