05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

M. EMİN ÖZCAN obert Musil'in Niteliksiz Adam'dan önce, 1924 vdında yayımladığı bu üç öyküsü, ilk bakışta nem konuları hem de biçimleri açısından farklı gibi görünse dc içerdikleri ortak çizgiler sayesinde Musil'in edebiyat metnini nasıl kavradığmı anlamamızı sağlar. Musil'in üç öyküsü bir yandan metın ile okur ilişkisini tarklılastıran tcknik ayrıntılar içerirkcn bağlandığı dış dünyaya göndermelerini esirgenıez: Seri üretimin insan elinden yeni yeni kurtıılmaya seğitttiği, insanlığın ensesine okkalı bir tokat indirmeye hazırlaııdıgı bir dünyadır bu. Böyle bir anlamın ilerilme aracı farklı biçimde algılanan metindir. Bütün olarak ele alındığında metnin öncelikle dilsel bir ürün olduğunu göstermeye yeten bir tutumdur bu. Gerçekten de Mıısil, metni bir "mühendislik" çalışması gibi görür. Öykünün bedensel varlığı olan metin, Alfred Krupp'un çelik fabrıkalarmdaki ışliklere benzer. Birinde çelik direnci, giicü arttırılıp toplara, tren tekerleklerine, diğerindeyse sözcükler anlam'a dönüştürülür: Benzer bir mühendislik çalışması, ama iki ayrı üretim sırn. îlk öykü olan "Grigia" bu sırn en iyi kullanan öykü belki de. Öncelikle üçüncü tekille yürüyen anlatım, anlaticı/öykü kişisi ayrımını yok ederek öyküyü birinci tekile taşır. Bunun en görünür nedeni eğretileme ile benzetmelerin kullanılış sıklığıdır; metin içinde her benzetme, her eğretileme metne içkın bir yorumlayıcı makamın varlığını ele verir, dolayısıvla anlatıcı sadece algılayıp aktaran nesnel bir arac olarak kalmayıp kişiselleşen, birinci tekil bilince doğru kayan bir kimlik kazanır. Bunun doğal sonucu da anlatımın nesnellikten öznelliğe doğru geçişi olacaktır. Anlatıcının okurla bütünleşmesinı tamamlaan bir süreçtir bu. Böylece, örneğin öyVü kişisi Homo sallanan sandalyede, karşısındaki dııvar kâğıtlarını izlerken anlatık' cı ile arasındaki mesaf e sıfıra iner. Anlatım üçüncü tekille yürür ama, derinden giden bir akıntıyla okur öykü kişisinin bilinciylebaşbaşabırakılır(s,12).Iştesözcüklerin gücünü, etkisini arttıran Uk mühendislik çalışması anlatım düzeyindedir. Bu çalışma yine aynı anlatım öğelerinin, benzetmeler ile eğretilemelcrin, kullanılmasıyla açığa çıkacak bir başkasını doğuracaktır. R 'Üç Kadın' ya da Musil'in avucundaki okur "yıldızları o kadar büyüktü ki sanki çevreye bir çuval para saçılmıştı" biçimindeki birbenzetıneeğreüleme ağı bir tek cümleyc yuklenir; yıldız ile çiçek, para ile yıldız, para ile çiçek sözcükleri, ileride öykünün temel cksenini oluşturacak "toprak altıp daki maden" ulamına eklemlL nir. "Ovanın altın sarısı ıızaklı ğı", "ürkütücü güzellikteki ına sal nesneleri" olarak "saf kuvarts ve ametist" gibi karşılaştırma, benzetme, eğretileme ağı öykü kişisinin aradığı "altın madenF'Tikriyle birleşir. Robert Musil'in öyküleri yeniden basıldı Robert Musil'i, 'Genç Törless'le tanıdı Türkiyeli okur. Sonra öyküleri ve sonunda da başyapıtı 'Niteliksiz Adam' yayımlanmaya başladı. 'Genç Törless'in ardından öyküleri de ikinci baskısını yaptı. M. Emin Ozcan'ın aşağıdaki yazıları öykülerini irdeliyor ile metin elkileşimi açısından başka bir özelliğini gösterecektir. Hız ile yavaşlama arasındaki zıtlığa oturtulmuş ana çarka bağlı bir diğer dişli aydınlık ile karanlık zıtlığıdır.} lomo "apaydınlık" bir açık/dış uzamdan (s.]3) "karanlık" bir kapalı/iç uzama geçer. Gerçekten de ilk bölümue güneş, yıldız, (bunlara bağlı olarak elbette altın!) lambalar gibi aydınlığı belirleyen sözcükler benzetmelerde sıkça kullanılır. Homo'nun yasadığı içsel dönüşüm yeni, farklı bir "aydınlanma' olarak görülmeklebirlikte, aslında ölümün karanlığının kanıksanmasıdır. Zira Homo benliğini ararken karşısına çıkan iki seçenekten karanhğı temsil eden öliimü seçmiş, bedenini yok etmeye bu "aydınlanma" sayesinde razı olmuştur. üna göre burası "büyülü bir dünya"dır (s.20); aynı anda "ayaklannın altındaki altın ve elmaslarla bezeli toprağı hisseder." Böylece öykü kişisi bir maden galerisi içinde, karanlıkta hapsolur; uzaktan bir yarıktan gördüğü aydınlığa ulaşacak gücü kalmamıştır. Aydınlıktan karanlığa, yaşamdan ölüme doğru geçisin döndürdüğü bir başka dişli de yine işlenen konu ile metnin ne denli sıkı bir işbirliği içinde olduğunu gösterir niteliktedir. Homo öykünün ilk DÖIÜmünde, çarpıcı doğal göriintüler arasında, harcketli, canlı bir ortamdadır. Canlılık her şeyden önce doğal öğelerdedir: Çiçekler, dağlar, vadi, ağaçlar. Ancak metinde baştan sona yinelenen bir benzetme canlı, nareketli uzamın öykü kişisinin yasadığı dönüşümüyle etkileşimini gösterir. Böylece çevrede zaman zaman görülen ceşitli hayvanlar gibi, maden işleri için mafzeme taşıyan o yörenin kadınlan hayvana benzetiîir (,sl4). Ayrıca "Homo, on dört yaşındaki alımh bir kıza, 'Haydi samanlara gel', dediğinde" "hayvanlara yem nasıl doğal görünürse samanlar da ona" öyle görünür (s. 17). Bu benzetme belki kücüktir aynntı olarak kalabilirdi. öyküye adını veren Grigia aslında bir ineğin adı olmamış olsaydı elbette: "Adı LeneMaria Lenzi'ydı (...) bu onun Grigia, yani Boz diye çağırdığı ineğinin adıydı" (s.25). Öte yandan öykünün sonunda, Grigia başka hayvanlara da benzetilir: "Bir domuz gibi ortalığı velveleye veriyor, ürkmüş bir at gibi anlamsızca kayaya toslavıp duruyordu". Bu öykü kesintisi ilginç Dİçimde önceki sayfalardaki başka bir kesintiye bağlanarak anlam evrenine dahil olur: "Bütün bunlar, atlar, inekler ve ölü domuz kadar basit ve büyülüydü" (s.27). Homo'nun geçis vaptığı "büyülü dünya", "doğal" niteliklerle bütünleşmiş biri HvftuiadeUrhaftnK Toprağın derinliğindeki maden fikri öykü uzamının dağlar ile ovalardan, dolayısıyla derinliğe sanip bir uzamdan olıışmasıyla biraz daha güçlenir. Öykü kişisinin hareketi inmek ya da tırmanmak biçimindedir, yani aranüan maden ya derinlere inilerek, ya da yükseklere çıkılarak bulunacaktır. Homo aşağıya, ovaya doğru "hızla" inerken benzetmeler ile eğretilemeler yoluyla dış dünyayı algılamada zorlanır; bu yolla bulamadığını yukanya tırmanarak bulacaktır. Gerçekten de Homo'nun kendi nini sorgulayıp bir anda sanki bu bedensel var oluş biçiminden kurtulması, "aydınlanması" metni de temelden değiştirir. Öykü kişisinin yasadığı içsel dönüşüm metnin "bedenine' yansır. Zira bu ueğişimden sonraki bölümde (s.18 vd.) artık anlatım değişir; bakış dış uzamdan ziyade iç uzama çevrilmiştir; bu nedenle benzetmeler de eğretilemeler de oldukça azalır; buna bağlı olarak ilk bölümdeki ağırlık yok olmaya, Homo'nun bedeni gibi metin de hafiflemeye başlar: "önu var oluşunun sultanı kılan harikulade bir hafiflikle dolu hissediyordu" (s.20). Sonunda ilk bölümdeki bedenin "halsiz"Ieşip "hafiflestiği"ni, Homo'nun "bilincini kaybettiği ni görürüz. Bilinç yok olduğunda metin yavaşLğının doruğuna ulaşacak, bedenini yitirecektir, zira metnin sonu, okııyucunun o ana kadar anlatıcı ile kurduğu ilişkiyi yıkan bir cümleyle biter: "Aynı saatte aşağıda Mozart Amadeo Hoffıngott, bütün çabalann başansızlığı ve girişimin boşunalığı anlasildığı için çalışmalann kesilmesini emrediyordu . Öykünün ilk cümlesiyle kurulan metinokur sözleşmesini yıkan bir anlatıcı makam, zira bu üçüncü tekil, bütün öyküyü üstlenin, birinci tekil etkisi yaratan bir anlatıcı olamaz, değil mi ki üçüncü tekille eşleştirilen öykü kişisi yok olmuştur maden arayışının sonunu, aynı anda da metnin sonunu bildirir, Ernst Fischer'in deyişiyle "okur, kendini doyuma ulaşamamışhisseder" (Niteliksiz Adam, YKY, s.19) Bu tür ani anlatıcı farklılaşması öykünün konu sayesinde, Grigia sayesinde belirir: "Doğa topraksı, köşeli, zehirlidir ve insanoğlunun onu boyunduruk altına almadığı her yerde insanlık dışıdır." (s.25) Doğal öğeleri bol bol kullanan, eğretilemelene, benzetmelerle ağırlaşan ilk bölüm, yerini deneüm altına alınmış ikinci bölüme bırakır: Ağırlık ile hafiflik, hız ile yavaşhk, aydınlık ile karanlık arasındaki zıtlıkları birbiriyle ilişkilendiren öğe bizzat Grigia ola caktır. Zira öykü kişisinin yasadığı döniisümün, geleceği öncedcn sezip yazgısınu boyun eömesinin, ölümü kabuÛenmesi nin temeıetmeni odur. Ancak böyle bir öykü kişisinin işlevi bununla kalmaz. Başta sözünü ettiğimiz mühendislik çalışmasına kişiliğini, kimliğini, anlamını kazandıracak son öğe yine o olacakür. Belki de ilk öğe, çünkü metnin ba^ lığına adını veren kişi odur. Grigia dısarıdan görülen, içselliği olmayan, bir doğa öğesi gibi betimlenen bir varlıkür. Neredeyse içgüdüleriyle vardır, zira çok az ko^ nuşur, sadece birkaç hece geveleyebüir, o da yalan yanlış. Öyküye adını veren kişinin böylesi bir ifade yetersizliği içinde olması ile onun öykü içinde bir doğa öğesine indirgenmesi birbirini tamamlar: Gri gia sadece Homo'nun bilincinde var olabilen birkişiliktir. Söz'den mahrum olması onun öykü sonunda mağarada buldugu bir yarıktan yeniden dış dünyaya dönmcsi, Homo ile zıtlığını belirginleştirir. Bu nedenle anlatım, ilginç biçimde öyküye adını veren öykü kişisi üzerinde odaklanmamıştır. Homo başka bir var oluş duru muna geçerken, "büyülü dünyaya" adım atarken, Grigia doğal dünyaya dönerek metinden çıkar. Aynı anda yörede altın bulunamayacağı anlaşıldığından arama çalışmalarına son verilir. Grigia'nın dilsel ifade eksikliği ile anlatıcının dil yoluyla doğal sözcükjeri denetim altına alması arasın daki zıtlık bütün öyküyü kavrar. Bövlece pek de karmaşık olmayan öykü konusu nun nasıl bircıen zenginleştiğini, başlıca vurgunun bizzat metnin, yani mühendislik çalışmasının üstünde olduğunu kolaylıkla görürüz. ikinci öykü olan "Portekizli Kadın "da aynı yapı, farklı bir yolla yaratılır. Bu kez metindeki anlatım üçüncü tekil kişiyle yapılır; benzetmelerle eğretilemeler heıiKn nemen yok gibidir, bu nedenle öykü daha geleneksel bir anlatıma sahiptir, anlatım dilden çok içerik üzerine odaklanmıştır. ilk öyküde tam olarak belirlenmeyen, kesin çizgileriyle betimlenmeyen öykü kişi sinin donüşümü olgusu burada daha yakından işlenir. Böylece ilk öyküde ıızamla yaratılan derinlik ikincide zaman ile yaratılır: Olay Ortaçağ'da geçer. Portekizli kadınla evlenen Ketten Beyi'ni savaş dönüşünde bir sinek ısırır; Ketten hastalanır, nastalığı uzun bir dönüşüm süreci gibidir. Sonunda önceden, kehanetle bildirüen bir işi gerçekleştirince benliğini bulur. İlk öyküde olduğu gibi burada da erkek öykü kişisi bir kadın sayesinde bir dönüşüm geçırir. Metinde bu donüşümü dikeylik ile yataylık arasındaki zıthk belirleyecektir. Ketten Beyi'nin hastalığı onun benliğindeki parçalanmayı gösterir; dış gerçekliği algılayışı bulanıklaşır, ama bunun karşısında Homo'nun yaptığı gibi "büyülü bir dünyaya" ulaşmayı Dİr anda başaramaz. Oraya girişi ancak bir geçiş riti sayesinde olabilecekrir. Iste bu rit de kehanet yoluyla bildirilir: "Ketten'in danıştığı bir falcı kadın ona şu kchanette bulundu: Ancak bir sey başardığınızda iyileşeceksiniz" (s.51). Elbette bu şeyin ne olduğunu kavramak metin içinde öykü kişisine, dışında ise okuyucuya Kalacaktır. Donüşümü başlatan şey Portekizli kadın olur. Öncelikle Ketten'in çevresindekiler onun "ruhunu bir şeytana satuğı", "güzel bir kadın kılığında şatosunda yaşayan şeytanı gizlice ziyaret ettiği" söylentisini çıkanrlar; ötc yandan Portekizli kadın Ketten'in bir ikizi gibi, benzer bir hastalığa yakalanan küçük kediyi öldürterek dönüşüm sürecine hız kazandırır; bu iki dolaylı yolla metindeki simgesel ağlan da belirlemiş olur. Bu ağın odağına baktığımızda Tann/Şeytan zıtlığı ' CUMHURİYET KİTAP SAY1 595 Benük arayışı Öykü kişisi Homo, karısı ile hasta çocuğundan ayrılıp nıaden arama çalışmalarına katılmak üzere îtalya'nın dağlık bir kasabasına gittiğinde, orada Grigia adını verdiği bir köylü kızla aşk yaşayacak, bu durum onun kendi benliğine ilişkin heniiz bilmediği bir özelliğini bulup çıkarmasını sağlayacaktır. Basit görünümlü bu öyküyü, konusu açısından ikiye ayıran bu "benlik arayışı" izleği, anlatıcının yansıttığı mühendislik çalışmasının ikinci yönünü gösterir. Zira Homo dış gerçeklikten ayrılıp yeni bir evrene, "büyülü bir dünyaya' geçiş yapar. Bu geçişi belirleyen sınır, öyküyü ikiye ayırır. IIK böliimde hızla akan bir yaşama, hızla akan betimlemeler, dış dünyanın kısa, vurucu görüntülerle aktarılması denk düşer. ikinci bölümde "öteki var oluş durumuna" geçen Homo gibi metin de öykü de yavaşlar, hafifler. Gerçekten de bu iki farklı ahenk öykünün ilk cümlesinde zaten bildirilmiştir: "Yaşamda bir dönem vardır ki, (...) yavaşlar yaşam. Böyle bir dönemde insanın basına bir felaket daha kolay gelebilir". Belli ki sonu bir felakelle bitecek "yavaşlamış" bir dönem anlatılacaktır. tlk dönemde Homo'nun yaşamı "hızlıdır",çünküyaşamının akışını, buna bağlı olarak metnin akısıru etkıleyecek hiçbir değişim yoktur. Anlatım dış dünyanın gözlemlenip betimlenmesiyle ilerler. Betimlemelerde aşırı ölçüde eğretilenıe kullanılır, kimi kez aynı cümfede birden fazla benzetme ya da eğreüleme yer alır. Böyle bir anlatım öğesiyle sözcükler başka sözeüklerle o zamana kadar pek de kurulmamış bağlar kurmaya başlar: Böylece "yıldızlı çiçekler açar, SAYFA 12 Konu le ımtkı işMriği
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle