23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

alan tavnyla "cool" olmanın temsilcisi ve tabii punk yazınının ikonu yapmaya yet ti. Içindeki öfkenin bu denli "yaratıcı" olarak dışavurumu genelde şaşırtmakla birlikte, erkeklere duyduğu nefreti bu kadar açıklıkla belirtmesi (marjinal de olsa) gündemdeki yerini sarsılmaz lalıyor. Eleştirilerin "ahlakçı" kısmını ve/veya boyutunu irdclemek oldukça gereksiz: öngörülebileceği üzere, toplumun ve iki insan arasındaki en güzel duygunun mahremiyetinin böylesi aleni bir anlatımla yok edilmesi sadece tııtucu çevrelerinde bile, aynı dille olmasa da, şimşekleri çekiyordu. Hatta, 50'li yıllarda Sade ve "Ö'nun Hikâyesi'nin militan yayınıcısı ve Fransa'da "libertin", yani açılc saçık, yazının duayeni sayılan JeanJacques Pauvcrt bile, "arzu"nun sermayeleştirilip satılmasına ve dolayısıyla yok edilmesine karşı çıkarak "kadınlar erkekler gibi, ama çoğunlukla daha kötü biçimde yaptılar" diyor. Pauvert, "Tüccarları tabiikiilgilendirenbir para kaynağı olan 'arzu'nun kolektif hale getirilmesine kadınlann zevkle katılmalarının" sonucunda, erotizmin ölümüne yas tutuyordu. Bu saptamanın doğruluk payı yiıksek olsa da, bu yeni yazarlartn türnu Fransa'da kadınlann cinsel hayatlarında gerçek bir değişikliğin habercileri: Daha çok eş, özgürlük, fantezi ve zevk. Tüm kamuoyu araştırmalan da bunu destekliyor. Üstelik belli çevrelerde değil, toplumun tüm katmanlarına yayılarak... S^^T^SUMAN KAFAOGLUBUKE En Mavi Göz "Her gece aksatmadan dua edıyordu, mavi gözlen olsun dtye. Bir yılboyu dua etmi\ti, bülün yüreğtyle. Biraz direncı ktrılmts olsa da, umutsuzdeğildı. Bu denli güzel bir şeyin gcrçekle\mestni safflamak çok çokuzun bir süre alacaktı. Kendısini yalnızca bir muazenın kurlarabileceğı ınancına saplantp kaldığı tçtn güzelligjnin btlinane asla varamayacaktı. Görülmest gereken neyse onu görecekti: baskalartntn gözlerini." Tonı Morrımn "En Mavi Göz" Çev.: tr/an Seyrekj Can Yayınlan, 1994. neden herkesin gözlerini ondan kaçırdığını anlayamaz, suçun ancak kendisinde, kendi siyahlığında ve çirkinliğinde olduğunu düşünür. Roman, bir ilkokul okuma kitabından ("koş Ali koş" türünde) bir bölümle başlar. Sonra bu bölümün tüm kitabın temalarını içerdiğini görürüz. Bu bölümde mutlulukla anlatılan aile yerine, parçalanmakta olan, Breedlove adında, Pecola'nın ailesi vardır. Morrison tüm romanlannda yaptığı gibi sozcükleri yine çift anlamlanyla kuflanır, karakterlerin isimleri simgeler şeklinde zihni uyanr. Örneğin Breed love, "breed" doğurmak, türemek ya da nesil; "love" ise sevgi anlanuna gelir, takat anlattığı Breedlove ailesinde nesiller boyu süren bir sevgi yoktur, aksine Bay Breedlove ya da diğer adıyla Cholly, kızı Pecola'ya tecavüz eder ve hamile kalmasına neden olur. Pecola, adı gibi küçük ve korumasız bir kız çocuğııdur; Cholly ise roman boyunca bulunduğu soğuk odalan çağnştıran "chilly" (soğuk, uşütıicü) bir karakterdir. Aile içindcki tüm ilişkilerde sevgisizlik ve şiddet ailenin bireylerınin en olağan hallerini yansıtır. Breedlove soyadı Pecola'nın trajedisini yoğunlaştınr. Öyküde bazı temalar sık sık tekrarlanarak süreklilik kazanır: çocuklarla yetişkinlerin şiddete dayalı ilişkisi, yetiijkın erkekler söz konusu olduğunda cinsel şiddette, kadınlarda ise dayağa dayahdır. Kamçılanmak ve dayak cocuklar tarafından doğal karsılanır, çünkü neredeyse yetişkinlerin onlann varlığının farkına vardıkları tek an, dayak yedikleri ya da azar işittikleri zamanlardır. Morrison'un romanlarında inanç önemli bir yer tutar. Afrika folkloru üzerine yazdığı yazılarda Julius I^ester, Afrika mitolojisinde tannnın bir "amatör" olarak göruldüğünü, sadece "elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan bir yaratan olduğunu söyler. Bu durumda dünyanın kusursuzluğu gibi bir sorunu yoktur Afrika tannlannın. Hıristiyan inancında şeytanın varlığı, yoksulluk ve acı gibi sorunlann Tann'nın doğası ile çelişmesi ve metafîzik öğretilerin bu sonına çö 1 DüşzmgUiğl Kadınların özgürce ve diledikleri düş zenginliğiyle kaleme aldıkları bu kitaplann başarısını, bugün FransaVı ikiye bölmüş olan M6 kanalındaki Lo/tS/ory programının yarattığı polemiğe bağlamak da olası. Türkiye'dekı Birt Bizi Gözetliyor'un Fransız versiyonu olan bu dizi, sadece açık saçık ve gerçek sevişme sahnelerinin görüntülenmesiyle değıl, daha derinde yatan toplumun "röntgencilik" dürtülerine hitap etmesiyle tartışma konusu. Gerçekten de, 'reyting' rekorlan kıran bu programla birlikte artık Fransa'da mahremiyetin yavaş yavaş yok edilmesini ilgiyle izfiyoruz. Akşamın erken saatlerinde evlerin içine kadar giren bu gerçek "özel" hayat kesitlerini görünce, Lazı "aşmış" kadınların cinsel nayatlannı sadece kitabı almaya karar veren bir kısım okuyucu nun gözleri önüne sermesi çok "edepli" kalıyor. Üstelik, kadınlar kaaınlar icin yazıyor: Bir araştırmaya göre bu kitaplar daha çok kadınlar tarafından alıcı buluyor. Turkiye'de heniiz yayımlanmamış bu kitaplar ne zaman (belki de asla!) Türk okurunun seçimine sunulur bilemiyoruz. Ancak, Avrupa ve Kuzey Amerika da saoş rekorlan kıran, kendi başlanna bir edebiyat "türü" oluşturup, özel bölümlerde satılan eserlerin sahipferini sıkı bir pazarlama ve tanıtımla kısa sürede hem zengin, hem de meşhur eden bu tarzın ülkemizdeki akıbetini merak etmiyor değiliz. • defne@compuserve.com NOT: Yaztiçinde, Nouvel Observateur, Figaro Magaztne, Elle, Figaro Madame, Epok, Le Monde, L'Express adlı yaytnlann konu ile ilgili yavlartndan ktsmen yararlamlmtştır (1) Art Pras dergisinde bienalle ilgili yazdığı, kısaca bienalin 'son derece insani boyutlarda' gerçeklestiğini belirttiği yazısı (Cumhuriyet, 17 Öcak 2000); Istanbul Bienalinin 'gösterişi olnıayan' bir bienal olduğunu ve bu yapısıyla da Batı'nın tıkanan bienallerinin modeline bir alternatif olabileceği ifadesı (Cumhuriyet, Ali Akay, 3ü Aralık 1999); 'Bu bienal kav ramsal açıdan yeni bir vizyondur. I latta şiirin ta kendisidır' yorumu (Sabah, Erdal Çetin, 20 Ocak 2000) (2) Türk günlük haberlerinde 'Catherine M.'nin cinsel hayatf kitabı ile ilgili ise bulabildiğimiz tek kapsamlı referans, Sabah gazetesiride Nurdan Bernard imzasıyla çıkan haber yazısı (Sabah, 17 Nisan 2001). CUMHURİYET KİTAP SAY1 595 9. yüzyılda Amerika'nın Güney ve Kuzey federasyonlarında önemli tarkluıklar vardı. Güney, zengin topraklanna rağmcn, eşit olmayan gelir dağılımı yüzünden Kuzey kadar gelişmiş görünmüyordu; pamuk, şcker ve tütün üretimiyle zenginler daha zengin, yoksullar daha yoksuldu. Aslında 1850'lcrde Güneyli beyazlann birçoğunun kölelik kurumuyla doğrudan ilişkisi yoktu. 6 milyonluk Güney nüfusunun sadece 350.000 kadarı köle sahibi ailelerdi. Nüfıısun gcri kalanı zenci kölelerle hiçbir ortak şeyi paylaşmadan ve belki de bu nedenle aşa£ılamayla birlikte korku da duyuyorlardı bu tanımadıkları insanlara. Buna ragmen Güney yaşamına özelüftini veren kölelikti: Sayısı az toprak sahipleri çok varlıklı ve güçlüydü, genelde siyasal gücü de elJerinde tutuyorlardı. Kuzey ve Güney federasyonları arasındaki gerginlik 1860'lardaözgürlüğunüsatın alan siyahlann çoöalmasıyla başladı ve büyük yıkımlara neden olan bir iç savaşla neticelendi. Savaş sonrasında siyahlar 2. sınıf, bağımlı vatandaşlar kategorisi altında tanındı. Toprak edinme haklan sınırb, silah taşımalan yasak, işledikleri suçtan dolayı yargılanmadan infaz edilen ya da zorunlu çalışmaya gönderilen yurttaşlardı. Afrikakökenl züm arayışları, Afrika'dan getirüen kölelerin zihninde sadece yeni dınleriyle oluşmaya başlayan bir soruydu. Dünyayı ve evreni bir amatörün yaratma eylemleri olarak düşünmek Batı dinlerine çok ters düşer. Hıristiyan inancın yerleşmesinden önce köleliği dünyanın sıradan bir hali olarak görme hâkimdi. Önceleri büyük baskılarla, sonradan da yoksulluğun verdiği ruh haliyle dine dönen Afrika kökenli Amerikalılarda bu duygu değişerek, ölümden sonra mutluluk arayışına dönüştü. Morrison'un birçok romanında kölelcre beyaz sahip tarafından öğretilen; bu dünyanın acılannın geçiciliği ve gerçek mutluluğun sonradan geleceğiydi. 'En Mavi Göz"de Bayan Breedlove, köle tacirleri tarafından öğretilen bu sarsılmaz inançla kara derisini, ailesini ve sonunda da kendisini yadsır bir durumda, başına gelenleri kabul eden kadın tipidir. Beyaz dünya ile bütünleşememes.inin nedeni derisinin rengidir. Onu dışlayan dünya yerine, kendisini suçlar, kendi zcnciliğinden nefret etmesi, çocuklarından nefret etmeye kadar götürür onu. Kendisine bakış açısı ancak Dİr beyaztn ona bakması gibi nefret doludur, çünkü ona sadece bu açıdan bakılmıştır; kendisi hakkında oluşturduğu düşünceler diğerlerine aittir. Hem de sadece beyazlardan değil, ten rengi ondan biraz daha açık olan siyahlardan da aynı nefreti görür. "Sanki her şeyi bilen gizemli bir usta, (Breedlove aflesi üyelerine) birer çirkinlik nıaskesi vermiş, onlar da bir şey demeden kabul etmişti... çirkinliklerini tutup bir pelerin gibi sırtlanna atmışlar, dünyanın karşisına böyle çıkmışlardı. Bir tiyatro oyuncusu sahne eşyasına nasıl davranırsa, Bayan Breedlove kendisininkine öyle davranmıştı." Roman çirkinliği, beyaz coğunluğun zenci azınlığa bakışı olarak ele alır. Derisinin rengi ne kadar koyuysa o kadar çirkin, ne kadar açıksa da o kadar güzeldir insanlar. San saçlı, mavi gözlü kızlara özel bir saygı duyulur, neredeyse dokunulmazlık gibi bir ayrıcalıklan vardır. O yıllarda her reklam panosunda, her filmde bu bakısı destekleyen, onların güzelliğini tekrar tekrar gözler önüne seren bir seyler vardır. Küçük Pecola'nın mavi gözler istemesinin tek nedeni de başkalan tarafından görülmek ve sevilmek arzusudur. Toni Morrison romanlannda yok olma isteği ve intihar temalannı sıklıkla işlemiştir. Ozellilde tarihlerinden kopuk varolma çabası veren zencilerin varbk nedenlerini yitirmesini büyük bir duyarlılıkla anlatır. Yüksek lisans tezini Wilb'am Faulkner ve Virginia Woolf un yabancdaşma ve intihar temalan üzerine yapan Morrison, kendi romanlannda da kendi kendini yok etme eylemine giren karakterler yaratır. Bir açıdan bakıldığında hâ kim güçlere teslim olmadan zencilerin bir başkaldınsı olarak görülebilir ya da Kuzey Amerika siyahlannın varolma süreçlerindeki farklı bir yüzeyı dife getirir, her iki durumda da kölelik tarihi tarafından damgalanan bir bedeni taşımanın ağırlığı söz konusudur. Bir başka yüzün gözlerini isteyen Pecola, "Lütren Tannm, yok et beni" dediğinde beyaz güçlere teslim olmuş birinin sesınden çok, kendi bedeninin ağırlığına dayananıayan küçük bir kızın yakanşı duyıılur. Michel Foucault'nun Nietzsche üzerine yazdığı bir makalede kullandığı deyimini ödünç alırsak "tarin tarafından tamamen damgalanmışbirbeden" Morrison'un da tam kullanmak istediği anlamı verir. • aydasu@hotmail.com SAYFA 15 1940'lara gelindiğinde durum yasalar açısından farklı görünse de, hem Kuzeyde hem de Güney'de büyük eşitsizlik sürüyordu. Toni Morrison, "En Mavi Göz" romanında bu yülan, ırkçıUğı, küçük kız çocuklan gözünden anlatır. Bir roman yazmadan önce yazann ilk vereceği kararlardan oiri, öyküyü kimin ağzuıdan anlatacağıdır. I îikâyeyi anlatanın bakış açısı okuru doğrudan etkiler: bir dayak sahnesini anlanrken, dayak yiyen başka, dayak atan başka bir ton kullanır, olaya nesnel bir uzaklıkta duran gözlemci olarak anlatıldığında ise olay yine farklı görünür. Morrison romanı adalet duygusu gelişmiş küçük zenci bir kızın, Claudia'nın ağzından anlatmayı seçerek olaya benzersiz bir yaklaşım sağlar. Claudia kendini değil, Pecola adındaki bir başka küçük kızın öyküsünü anlatır. Pecola, beyaz ırkın üstünlüğünü kabul etmiş anne babasıyla, içinde biriken nelreti kendine yönlendirmiş bir çocuktur. Şeker almaya girdiği dükkândaki beyaz adam, sınıf arkadaşları, öğretmenleri, hatta annesi bile onun Tonl Morrison romanlannda yok oima Isteği ve Intihar temalannı sık varlığının farkında değildir. O da hkla Işlemlstlr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle