12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

EMİN ÖZDEMİR i i ~\ JC asalını Yitiren Dev", otuz yıl l \ / l öncesine,yazanylabirlikteçaL V JL lıştığımız günlere aldı götürdü beni. ikinıiz de Hacettepc Üniversitesi'ndc öğretim görevlisiydik. Ders dışındaki zamanlartmızın çoğunu, iki masanın zor sığdığı, bir tren kompartımanj kadar küçük oüacla dertleşerek geçirirdik. O günlerde Mehmet SeycJa'nın "Rdebiyat Dostları" yeni yayımlanmıştı. Adnan Binyazar'ın, yaşamöyküsünden kimi kesitleri yansıttığı bir yazısı vardı kitapta. "Masalını Yitiren Dev"in çekiıdeğini oluşturan bu yazıyı okuyunca, okuyanların çoğu gibi çarpümıştım tek sözcükle. Ânlattıklanna yönelik, onları deşici, açunlatıcı sorular sorardım Binyazar'a. Anlatırdı. Ana kucağından kopardışını, baba evinin cehennemsi koşullarını, çıraklık ve hamallık günlerini, Diyarbakır'da geçen yeniyctmelİK yıllarını sanki başkasının yaşamıymış gibi dile getirirdi. Dinledikçe içim altüst olurdu. Bunca acıya, acımasızlığa, aşağılanıp horlanmaya nasıl dayanabilirdi bir insan? Gözyaşlanmı tutamazdım. Bunu görünce anlatısının yönünü dcğiştirir, gözyaşını kahkahaya dönüştürerek başlardı gülmecesel öğeli olaylar anlatmaya. Binyazar'ın 'yaşadığı hayat' yazılmalıydı. O güne değin Aziz Nesin'den Gorki'ye, Gorki'den Yevtuşenko'ya değin değişik yazarlardan çocukJuk ve ilkgençlik dönemini anlatan yapıtlar okumuştum. Abartmadan söylüyonım, hiçbirinden böylesine etkilenmemiştim. Binyazar'a da söyledinı bunu. "Şimdilerde değil, belki bir gün..." demişti. Geçen yılın yaz sonu. Adnan Binvazar'dan bir teleıon: "Sonunda yazdım hayatımı. Içimde daha fazla taşıyamadım bu yükii. Kitabın taslağını gönderiyorum. llk okuru sen olacaksın." Yıllarca beklediğim bir dost mcktubunu almışçasına soluk soluğa okudum taslağı. Otuz yıl önce ağlayaral»dinlediğim olaylar, olgular, durumlar ve kişiler yeni boyudandırmalarla romansı bir yapıya kavuşturulmııştu. Okudukça yine tutamamıştım gözyaşfanmı; yine aüak bullak olmuştu içim. Bu ilk taslak üzerinde cok çalıştı Binyazar. Bir değil, yeniden yazdı birkaç kez. Önce adını değiştirdi kitabın. "Bir Hayat"ken "Masalını Yitiren Dev" oldu adı. Kimi bölümleri kısalttı, kimine yeni eklemeler yaptı. Sonunda '...üç dört yaşlarından on altı yaşına dek, yaşamı bir insanın dayanma gücünü aşan olaylarla savrulan, Köy Enstitüsü'ne girerek kurtuluşa eren bir çocuğun duyumsamalarının yansıtıldığı' yaşamöyküsel roınanını oluşturdu. Kendi kendimc hep soragelmişimdir. Başka birinin yaşamöyküsü, anılan, günliikleri neden Ûguendiriyor bizi? Niye bir kişinin yaşam scrüveni etkiliyor bizi? Nereden kaynaklanıyor bu? Sorulann yanıtını "Masalını Yitiren Dev"i okurken buldum büyük ölçüde. Bu, yaşanılan somut gerçeklerin yazınsal vc kurmacasal bir dokuicindeverilmesinden doğuyor. Böyle değil ue salt var olan ya da yaşanılan gerçekler olduğu gibi aktanlır, zamandiziscl bir art ardalık içinde verilirse, anlatılanlar bir başkasının yaşamı olarak kalır. Adnan Binyazar bu gerçeğin ayırdında. "Masalını Yitiren Dev"de anlattıklarını yazınsal ve kurmacasal bir öriintü içinde işliyor. Bir de bu na yaşamöyküsel verileri genelleştirip insana özgü niteliklere dönüştürmcsini cKİcycbiliriz. Bir yazınsal yaratının değeri, ne anlattığından çok, nasıl anlattığıyla ölçülür. Bu da dilin anlatım olanaklarını ustaca kullanmaya, el değmemiş bölgelerine uzanmaya bağlıdır. Adnan Binyazar "Masalını Yitiren Dev"de yazının bu baş ilkesine bağlı kalıyor sıkı sıkıya. Kitabın hemen her sayiasında Rus romancısı Konstantin Paustovski'nin, yazarlığın gizini, yasasını açıklayan şu sözlerini anımsadım: "...Sözcükleri nıat edemiyorum. Dediklerini anlıyorum, tadına vanyorum, bütün özelliklerini biliyorum; ama onları dilediğim gibi kullanamıyorum. Her birinin birSAYFA 8 Acının simvacısı çok ve aynntılı anlamı var. Bir sözcüğü öbü rünün yanına öyle getireceksin ki okuyucunun yüreğindeki tel titrcyccck." Adnan Binyazar da yüreklere dokunan, yüreklerdeki telleri titreştiren bir tutum içinde. Tümceleştirmcde olsun, sözcükleri secmede olsun, kılı kırk yanyor. Söylemsel ve biçemsel bir kendindenlik yaratıyor. Sözcükleri birbirleriyle bağdaştınrken onların uzak ve yakın çağrışımsal bağlantılarından ustaca yararlanıyor. Bu da anlamsal ve anlatımsal yoğunluk kazandınyor anlatıma: "Ana ölümü kendi ölümümüzün çan sesleridir. Beden bu sesle titremelere uğruyor. Anamın ölümünü duyunca, ana rahminde büzülmenin mutluluğu sürerken; beslenme borusunu önce göbeğimden, sonra ağ zımdan çekip koparnıışlarcasına kendimi o bilinmezlik derinliklerine yuvarlanıyor, anamın, aylarca elleri kollan bağlı kaldıöım aydınlık döl yatağından ışıkh dünyanın lcaraııhğına düşüyor sandım. Damarlarımda dönenen kanın, canm sesi durdu." (s. 30) AnJamsal ve anlatımsal yoğunluk, kimi yerlerde benzetmeler, eğretilemeler, karşılaştırmalarla somutlamaya dönüşüyor. Şu örneklerde olduğu gibi: " Yerden sekizoin beş yüz metre yüksek likte, buludarın üstünde ülkeme doğru yol alırken, sığınagını yitirmis yabanıl bir hay vanm gördüğü her toprak Doşluğunu sığı nak sarup kalasını oraya sokmak istemcsinc benzcr bir şaşkınlıkla ne yapacağımı bilemiyorum." / "Anamın gözleri göz değil, kör bir kuyunun ağzıydı. / 'sigara katranına bulanarak parlaklığını yitirmiş kalın yaş ses / "Bükümlü kaşlan süt yalayan yaşlı kedilerin bıyıklarına dönmüştü.* / "Her tanesi bal parçası üzümler sepetlere yerleştirildiğinde, üzüm yapraklan kızıla boyanmış, güzün rengi tarfalara inmiştir." / "Et kokusu alıp sürekü miyavlayan kedi yavruları gibi nenemin yayığı bitirmesini beklerdik.' / "tçimegurbet acısına benzer birka ranlık çökerdi." / Soğuktan kanı donmuş bir yaz güvercini gibi bir köşcde büzülüp kalmıştı." / "Insan giysileri giydirilmiş bir sokak köpeği gibiydım." / 'çöp kenıikli ço cuk işçiler' I 'tarçın karası gözler' / 'uykunun yumuşak elleri' / 'herkesi eşit kılan uykunun kollan'... "Masalını Yitiren Dev"in bir başka özelliği de anlatımsal çokdüzlemliliğidir. Öykülemeyle betimleme. baskın iki anlatım biçimi olarak iç içe kullanılıyor. Kitabın Diyarbakır bölümünde (s. 209284), bir " Avluda Günlük Yaşam" betimlemesi var ki, aynntı zenginliği yönünden olağanüstü. Betimlenen avlu değil de sanki bir insan: "Avlu, sabah erkenden tuvalete gidenlerin ayak sesleriyle uyanır ve bu ayak seslerinden tuvalete kim, kimin gittiğini bilirdi. Tuvaletten çıkan, terden yıvış yıvış olmuş yatağına bir daha girmez, boğazına birikmiş top top balgamlan sümüklüböcek ölü sü gibi yere yapıştırarak kuru havuzun başında toplanırdı. Kimse kimsenin rahatsız olacağım akknın ucundan bile gcçirmeden, hcrkcs herkesten daha yüksek sesle konuşarak avluda sabahı muştulardı. Tuvalete giderken ağzından türkü düşmeyen Zurro ise tuvalete ayak sesleriyle değil, çıkar çıkmaz ezberlediği günün şarkılarıyla girerdi. Zurro'nun uyanışıyla avlunun sabah şenliği başlamıştır. (...) Avlulu, sabahın köriinde duyduğu bu sesten hiçbir z;ıman yakın mamıştır. Yakınma bir yana, Zurro'nun nota tutmaz şarkılarına katılarak bu şarkılardan hoşlandığtnı bile göstermiştir. Çünkü avluluyu yellenme ve sperm kokan odalarından Zurro'nun şarkıları kurtanyordu." (s. 251) Öyküleyici ve betimleyici anlaturun denemesel söylemlc örtüştüğü de oluyor kitapta. Ne ki yazınsallığın sırurlan zorlanmadan yapılıyor bu: "Kitap kitaba çağn çıkarır. ükudukça, okumanın yolları çözülüyordu. Kitabın ardından gittikçe, kitap da bana ulaşıyordu. Dünya avuçlarımın içindeydi. Arşinıed'in sopayı kaldıraç yapıp dünyayı yerinden oynatması gibi, ben de her düşünceyi, her güzelliği duyarlığımda taşıdığıma inanıyordum. Bilgi, gücünü kitaptan alıyordu; kitap, insandan... Bilgiye ancak kitapla egemen olunacağına inanıyordum." (s. 260) Shakespeare, "Hamlet"in bir yerinde, "Düşüncenin canı kısa sözdedir" der. Sözü uzatma, boğuntuya getirme, düşünceyi öldürür bir bakıma. "Masalını Yitiren Dev"de bulduğum bir özellik de bu: Duyguyu, düşünceyi soldurmadan anlatma. Okurken denemesel bir tat taşıyan, düşünsel yükü ağır kimi tümcelerin altuu çizmişim. Işte bunlardan birkaçı: "Büyük ozanıara büyük şiirleri yüreği aepreme uğratan içsel acılar yazdırtıyor olmalı." / "Eş yitiren, zamanın anahtarını elinden düşürür." / "Çocukluk bir dev masalıdır." / "Ana ölümü her şeyin ölümüdür." / "Dedem ölünce, masalını yitirmiş deve döndüm." / "Nenem, masalla gerçek arasında uzun bir yoldu." / "Güzellik bağışlatıcıdır." / Uygarlık, merhameti yok eder." / "Karanlıklu bütün gözler kördür." / "Unutmak, insanoğlunun en büyük gücüdür." / "Yoksullukla zenginlik arasındaki uçurum gerçeğin yüzünü gölgeler."... 'Masalmı Yitiren Dev"de olaylar, durumlar, yerler, kişiler, yüzler, davranışlar ve ilişkiler değişik üç bakış açısından algılanıp anlatılıyor. Başka bir söyfemle, anlatıcı kışi ya da öyküsel ben, çocuk, yeniyetme, yetişkin Binyazar kimliğiyle çıkıyor karşımı za. Olay örgüsünün gelişmesi de, tümleyici bir yönelım kazanması da bu bakış açılan doğrultusunda olu yor. Çocukluğu öldürmeden, çocuk dünyasınin devingenliğini dondurup renkJiliğini soldurmadan anlatımı da bu yolla gerçekleşiyor yine. Binyazar'ın çocukluğunda çektiği acılara sınır çizilemez. Ezimlerin, ezinçlerin içinde geçmiş, örsclcnmis, yaralı, kanatılmış, mutsuz Dİr çocukluk... Öyle günler yaşıyor ki açlıktan tahtaları kemiriyor hırsla. Bir parçacık yiyecek bulabilmek için bir çöplükten ötekıne koşuyor, köpeklerle yanşıyor buralarda, köpeklere imrendiği anlar oluyor. Analı babalıyken sahipsizliğin, sokaklara bırakılmışhğın bir başka yönünü, insanların onu 'piç' diyc çağınşının dayanılmaz acısını dııyuyor içinde. Genlerine söv menin ve dövmenin tutkusu işlemiş, yüreği buzullasmış canavar ruhlu bir ustanın attığı dayaklarla delik deşik oluyor çırpı kemikli bedeni. Kestirmeden söyleyeyim, kitap boyunca hiçbir sıfatın nitefendiremeyeceği, sifatüstü acıların içinden geçiyor. Böyleyken, bunca acıya, çekiye, örselenme, norlanma ve aşağılanmaya karşın çocukluğu öldürmüyor Binyazar. Öyküsel ben, yaşadığı ve soluduğu bu acıları anlatırken ele avuca sığmazlığından hiçbir şey yitirmiyor. Çocukluk dünyasına özgü öykünmelerini, oyunlarını, dalaşma ve sataşmalannı sürdürüyor. Dahası iç dünyasında, duygu evreninde bir körleşme, bir çocuklaşma oluşmuyor. Sanırım "Masalını Yitiren Dev"i çarpıcı kılan yönlerden biri de bu. Çocukluk ve yeniyetmeliğin kumaşını iki yönüyle gösterme. Düşleri, dııyguları, davranışları, ilişkileri ve etkileşimleri nedensonuç bağlanııları içinde yansıtma. Binyazar, çocukJuk ve yeniyctmclik yıllarının öyküsünü anlatırken doğrudan ya da dolaylı bir biçimde bu öykünün sınırları içinde kalan ilginç 'insan manzaralan' çiziyor. Anasını, babasını, üvey babalannı, dedesini, nenesini anlatıyor. Ârdından ustası nı, Polis Recep'i, Nevin'i, Karnik Ağa'yı, Ismail Dümbüllü ve Hamiyet Yücescs i, ustasının karısını anlatıyor. Öykü Diyarbakır'a ağınca avlu, içi ve dışıyla değişik karakterleri taşıyor kitaba: Valentino, Ado, Haco Bibi, Huriye, Leylo, Möho, Remzo, Edip... Kolay kolay unutamayacağımız, dokunsak sıcaklıklarını avuçlarımızda duyacağunız kişiler... Kişileri anlatırken onlan doğal toplumsal çevreleri içinde ele alıyor Binyazar. Bir de, onların belleklerde derin izler bırakacak tensel ve edimsel portrelcrini ustaca çiziyor. Şöyle anlatıyor Möho'yu: Moho: "Möho, her sabah her akşam, Diyarbakır'ın iri sur taşlarından yontulmuş bir cmek tanrısı gibi otunıyordu tahtında. Onu görenlere öyle gelirdi ki, ka yaları parçalarken balyoz vunnuyor, dinamit patlatmıyordu; elleri balyozdu, yüreği 'dinamit kuyusu'ydu!" (s. 240) Remzo: "...Çingene tenü, ceylan gözlü, saçları topuklarında, on beşini doldurmamış esmer bir gölgcydi. Kırmızı dtıdaklannın arasından görünen ak dişlerinde sevinçler ışılıyordu. Anası mercan urnaklı kızım önüne oturtup başma gazyağı sürerken, o topuklara inen saçlarda biderin barınabileceğini düşünemezdim. Remzo, avluda dolaşırken nem yürüyor, hem sallanıyor'du. Yanımdan geçerken yavdığı ter kokusu başımı döndürüyordu." (s. 243) Zeko Bibi: "Kırk kilo vardı voktu. Verem geçirmiş ciğerleri ağzına gelecckmiş gibi öksürür, gene de dudaklarından sigarasını düşürmezdi. Sigarası, kuru dudaklarında durmadan titreyen ek bir uzuvgibiydi. Avlu, Zcko Bibi'nin ciğerlerindeki katran katmanlarını aşıp havaya karışan kalın sesiyle başlardı sabana. Zeko Bibi ses değil, konuşan öksüruktü." (s. 265) Bu kişilerin ortak bir yanlan var: Acı çekmeleri ya da acıyı yaşamaları. Ana, önce acılann içinde tükenip gitmiş. Baba, çocuklanna, karısına çektircuği acıları aklına getirmeden 'yalnızlıkların en ağırı içinde, acıların daha ağırını çekerek' ölınüştür. Nene, kızının ve torunlarının acısını kendi yüreğinde duyar; 'hüzün ne ise nene de odur'. 'Elleri balvoz, gövdesi Asur yontusunu andıran Möho' büe sabahlara değin ah çekerek acısını dile getirir, Leylo, hikâyesini yitirmiş 'acı bir güzellik'tir. Başka bir deyişle, acının güzelliğe dönüsmüş biçimidir. Adnan Binyazar, tensel ve tinsel acıların resmini çizmeye çalışıyor "Masalını Yitiren Dev"de. Acıların toprağuıda dolaştırıyor bizi. Çağdaş bir simyacı gibi, acıdan, insanoğlunun dayanma gücünden, güzelduyusal tatlar üreterelc dilsel bir şölen sunuyor. • CUMHURİYET KİTAP SAYI 570 Iginç insan nunupıtan' Dost moktubıııu flfenşçssro Adnan Blnyazar kardeşl Cengiz Blnyazarla.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle