Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
limsel yöntemlerle çalışan yayınevlerinde hazırlanır. Kitabı her branştan ilgili kişiler denetler, nice denetimden geçtikten sonra kitap öğretimde kullanılır. Çerçeve planlan, yularca geçici (Vorlâufig) olarak uygulanır. Bu aşamada öğretmen, yönetici, eğitmen ve öğrencilerin deneyiminden geçer. Ancak ondan sonra bir izlencenin tamlığına karar verilir. Yansız bir eleştirmen olduğunuza inantyorum ama yine de kimi yazarları ötekılerden daha fazla seversiniz clbet. Bu sevgide stzi okur olarak özgür bırakacağım. Ancak bir yazarı ya da ozant size sevdiren özellıklerı soracağtm ıznımzle. Ben kendini var etmiş ozanı ya da yazarı severim. Birine öykünenle, bir başkası gibi olanla benim işim yoktur. Baudelaire, 'Şair yeni bir ürperme getirmelidir' der. Benim ölçüm budur. Sanatın amacı, insanı alışılmış olandan kurtarmaktır. Alışkanlık tehlikeli bir şeydir ve insana özgü bir özellik değildir. Hayvan, alışkın doğar; hiçbir değişikliğe uğratmadan bu ahşkanlığını sürdürür. Insan ise bütün gücünii alışkanlıklarını aşmaya yöneltmiştir. Sanatta akımlar, dönemler bunun sonucudur. Yazar ya da ozan, ahşılmışı sürdürüyorsa, yaptığının bir anlamı olmaz. Şiirin içinde olduğunuz için siz daha iyi bilirsiniz; elli yıl şiir yazıp şiir yazmamış kişiler vardır. Onların şiir yazmasi; kendilerini o işe alıştırmaları, o alışkanlıklardan bir türlü kopamayışlarıdır. Bu tür yazarların ne uğruna direndiklerini bilemeyiz. Beni, geçmişin birikimlerini göz ardı etmeden sanatında çağdaşlığa ulaşrnış yazarlar ilgilendiriyor. Bu alanda Türluye Batı'dan hiç de geri durumda değildir. Çevrenize şöyle bir baksanız her alanda onlarca ad sayarsınız. miz' yazardan geçilmiyor. Ölçülerini bilip, kendileri gibi olmayanları gerilikle suçlamasalar, neyse! Bu dengesiz bağlanışlar, edebiyatı haJktan koparmıştır. Medrese anlayısını diriltmeye çalışan bu kişiler, sığındıklan 'gölge'nin görkemine kapılarak kendilerini dev aynalarında görüyorlar. Oysa yazar, ideolojiler, gelmiş geçmiş yazarlar karşısında bile özgür kalmalı, an gibi, hortumunu hangi çiçeğin özsularına daldıracağını bilmeadir. Usta bir makastarın yaptığını yapmab, kendi kaftanını kendi biçmelidir. Çünkü yazarın dünyası, kaleminin ucundadır. Şunu da belirtmeliyim: îlk kalem denemelerimde beni denemecilerden, eleştirmenlerden çok şairler, romancılar ve öykücüler ilgilendirmiştir. 1950'lerin basında, Tahsin Yücel'in "Haney Yaşamafı" adlı öykü kitabını günlerce elimden bırakanıadığımı anımsıyorum. Bugün bile, öncelikle romanlara, öykülere, şiirlere yönelirim. Elim hemen "Don Quijote"ye ya da Shakespeare'lerden birine gider. Orada "Hamlet" varsa başka hiçbir şey aramam. Sıkıntılı günlerimde, Danimarka'nın çürümüşlüğü karşısında, "Kör talih, bu dünyayı düzeltmek için mi yaratılmışım!" diye başkaldıran Hamlet'le hep arkadaş kaldım. Insan varlığı yönünden bir çürümüşlük yaşayan Türkiye'de Hamlet'in ne çok arkadaşı var!.. ki yansız davranmaya çalıştım; ama edebiyat karşısında bu yansızlığı koruduğum kanısında değilim. Eleştirmen olmanın koşullarını verine getirdiğimi de sanmıyorum. Ben, kişiden çok kitaba yöneldim. O kitabın bende uyandıraığı duyguları okura aktarmaya çalıştım. Asım Bezirci bir konuşmasında, benim, eleştirmen değil, denemeci olduğumu söylemişti. Söylediği doğruydu. Ama 'denemeci' olmak, eleştirmen olmaktan da zordu. Cemal Süreya'nın bana üişkin kanısını, son günlerde dostum Emin Özdemir'den öğrendim; Cemal, "Adnan duygusal, duygusal adamdan eleştirmen olmaz" demis,. Asım'ın yargısına benzer bir yargı da Cemal'den! Duygusallığımı öne çıkarmasında öylesine haklı ki, Maraş'ta yedek subayhğımı yaparken bir hanım şair ta oralara kitabını göndermişti. Onun bu ince davranışı beni kanatlandırmış; yüreğimden ne gectiyse yazmıştım. Cemal bir mektubunaa, 'şiir' olmayanın övülmesinin yanlışlığını o ironik diliyle sezdirerek beni uyarmıştı. O sıralarda ben, değnekten atımın ayakları (!) üstündeydim! O uyannın anlamını yıllar sonra kavradım kavramasına; ama, Karacaoğlan'ın deyişiyle, "Ömrüm bir tepeye vurmus gün gibi / Şöyle böyle derken aştı neyfeyim !.. Yeni kitabımz "Masaltm Yitiren Dev", bir anlatı.. Siz bu kitabı 'anıromari olarak nitelemipiniz. Bu nitelementn nedenını sorabtlir mıyim? Ben "Masalını Yitiren Dev"i, anılara dayalı bir anlatı olarak yazdım. Başta dostum Erdal Öz olmak üzere Yayınevi yetkilileri 'anıroman' nitelemesinin uygun olacağını belirttiler. Bu niteleme, 'anlatı' kavramını genellikten kurtanyordu. Kitabın arka kapak yazısını yazan llknur Özdemir, lutapta geçen kişilerin 'bir roman kişisi gibi canîı ve kalıcı' olduğunu vurguluyor. Ben de, kitabın önsözünde, "Daha önce Paustovski'nin anılarına 'Bir Hayatın Romanı' adı verilmemiş olsaydı, yaşadıklanmı o adla yayımlamayı çok isterdim. Böyle bir ad, yazdıklarımı, bir edebiyatçının vazı deneyimlerine ilişkin izlenimleri olarak algılanmasından kurtarmış olacaktı" diyorum. Demek, bu anlatı, kendiliğinaen 'ronıan' kavramının da kullanılmasını gerektiriyor. Başlangıçta ben, hiçbir tür adıyla sınırlamadan, kitaba "Bir Hayat" diyeçektim. Dostum Hilmi Yavuz'la Erdal Öz, Maupassant'ın bu adda bir yaEıtının olduğu konusunda beni uyardıır. Bunun üzerine, daha önce önerdiğim "Masalını Yitiren Dev" adı yayınevince de uygun bulıındu. Bir de şu var; artık çağımız anlatısın Tek ustaya BaüanmaK Çafttaş ozan Nurullah Ataç, gününün şiiri üzerine düşünürken, örneğin Cumhuriyet döneminde Karacaoğlan gibi yazmanın bir işe yaramayacağını belirtmiştir. Çünkü Karacaoğlan kendi zamanının ozanı olup kendini o çağın kosullarında var etmiştir. Çağdaş ozan, o dönemden neler süzeceğini bilmelidir. Şiirin türküsel havasını bulnıasaydı, Nâzım Hikmet "Karayılan" söylencesini yazmaya kalkar mıydı? Ardında Karacaoğlan olmayan bir Cahit Kiilebi düşünülebilir mi? Külebi'deki siirsel ses bir yana, Karacaoğlan'la kimlik bulan Toroslar'ın o geniş kültürünün anlatı geleneği olmasaydı, Yaşar Kemal kuru bir anlatıcıdan öte ne olabilirdi r1 Hilmi Yavuz'un çağdaş §iirde vardığı aşamada, altı yüzyıllık divan siirinin süzülmüş kültürü, söylem inceliği vardır. ller yazarın bir uslası vardır, daha doVrusu kendine usta saydığı bir yazar Sızi böylesine etkileyen denemeci ve eley tırmen adı verır tunız? Bir yazarın 'usta'sından değil, ustalanndan söz edilebilir. Gençlik yıllarımda Nurullah Ataç, Sabahattin Eyuboğlu, Vedat Günyol, Ismet Zeki Eyuboğlu beni çok etkilemiştir. Gözümü Andre Gide'in "Dünya Nimetleri"yle edebiyata açtığımı söyleyebilirim. Melih Cevdet Anday'ın, Fethi Naci'nin hiçbir satırını kaçırmamaya çalışmışımdır. Onların her satırı beni beslemiştir. Bir ustaya bağlanmayı 'müritlik' gibi bir şey sayiyorum ben. Batılı bir ozanı ilahlaştırıp onun ayaklarının altmda dolaşanların tutumlarından çok rahatsız olurum. Ondan da kötüsü, bir ozanın ya da yazarın, Tiirkiye'de Batılı bir ozanın ya da yazarın temsilcisi gibi davranmasıdır. Her edebiyatın özgün biryanı olduğuna inandığımdan, bunlar bana saçma geliyor. Hele kendilerini öykündükleri yazar ya da ozanla sınırlayanlar çekilmez oluyorlar. Anımsarsınız, bir ara çok kişi nerdeyse Borges'e dayım, amcam, kayınçom diyecekti. Şimdı de, varsa yoksa, yaşasın postmodernizm! 'TilCUMHURİYET KİTAP SAYI 570 Her organı ayrı bir hücrc kiiınesi (kolonisi) oluşturur. Burun hücresi göz hücresinin, göz hücresi burun hücresinin yerini tutmaz. Vücudun milyonlarca hücresini bir araya getirseniz, ondan bir tırnak yapamazsınız. Hücresel bütünlük gibi, yazarın ya da ozanın her ustadan alacağı sezintiler vardır. Tek ustaya bağlanmak, ne denli özgür olunsa da, var olan bir benzerliği geleceğe taşımak anlamına gelir. Bu da gelişmeyi köstekler. Onun için, ustalan kendi ustalıklarıyla baş başa bırakıp, kendi yapımızın sağlam temellerini kurmak zorunda olduğumuzu düşünüyorum. Öğretmenlikte de tutumum bu olmuştur. Ustalardan çok sey öğrendim, aynı ölçüde öğrencilerimuen de öğrendim. Ahmet Cemal'in 'öğrencisinin öğrencisi olmak' düşüncesi, eğitimin temel ilkesi sayılmalıdır. Genç bir şair, dizeyi tam anımsamıyorum; ölümü anlatıyordu: "Ben ölünce siz bir kişiyi kaybettiniz, bense hepinizi" diyordu. Şair bir 'ürperme' yaratıyor. Benim o giinkü ustam, içimde 'yeni bir ürperme' yaratan o genç şairdir. Sorunuzun başına dönelim: Yansız eleştirmen! Sizin gibi, ydlardır edebiyatın emek kazanında kaynayan bir şairin bu kanıda olması beni sevindiriyor. Bel da türler arasında çok kesin sınırlar yok. Oykü, anı, roman, hatta yerine göre şiir bir anlatıda iç içe gelişebiliyor. Bu sınırsızlıky kitabı şu va da bu sıfatla nitelemeyi pek önemli kılmıvor. Biçimine değil, taaına bakmali; bakalım kitap ne 'tat' verecek? llk romanlar çopjunlukla özyaşam öykmünden kaynaklantr. Orhan Kemal'in "Babaevi" romanı gibi. Sizce ant ile fjykü, ya da romanın kesin ayrımı nerelerde? Bence bu bir biçem (üslup) sorunu. "Masalını Yitiren Dev"de ben gerçekte anılarımı anlatıyorum. Ama, bu anıların şunu yaptım, bunu yaptım biçiminde geliştiğini var sayın; okunmaya değer ne kalır? Anıyı biçeminizle donatmanız eerekir. Ancak o zaman yazdıklarınızı OKunur kılabilirsiniz. Öykü de roman da anlatma gereksiniminin ürünüdür. Sartre, "Insan bazı şeyleri söylemeyi seçtiği için değil, onları belli biçimde söylemeyi seçtiği için yazardır" der. Anlatının sanatsaflığın özünde, anlatmayı bilmek yatar. Bu kitabı 1969'lardan bu yana yazmayı tasarlayıp, bir türlü yazamayışımın nedeni, anlatacaklarımı bir biçeme yerleştiremeyeceğim kaygısıydı. Otuz yılı, içimde bir biçem aramayla geçirdim. Bu noktada, kitabın girişinde söylediklerimi buraya da almam gerekiyor: " Yazılışı tehlike yaratacak bir hayat yaşadım ben. Onun için yazmakta hep duraksadım. Çünkü yaşadığınız olayları anlatıya dökerken, gözü yaşlı sözcüklerin tuzağına düştünüz mü, televizyonlarda her gün onlarcası görülen yerli filmlerin ya da bayatlamaktan iyice kokuşmus dizilerin başkişisi oluverirsiniz." Bu korku hep bağladı beni. Onun için, Virginia Woolf'un deyimiyle, 'açtığım kendi kuyumun içine dalmak' uzun zaman aldı. Acrtarı yazmak Bunca yıldan \onra neden böyle bir anlatı yazmak gereksinimi duydunuz? Çocukluğumda, acısız günü olmayan bir hayat yaşadım. Bu acuarı yazmayı boynumun borcu sayıyordum. Canlı gibi, 'yazı' da zaman ıçınde oluşuyor. Mehmet Seyda'nın hazırladığı "Edebiyat Dostlan adlı kitapta yaşadıklarıma ilişkin izlenimlerim yayımlandığında, anlattıklarımla ilgilenenler olmuştu. Ta o zaman, bu hayatı yazmayı kafama koymuştum. "Masalını Yitiren Dev"in başınua açıkladığım için burada ayrıntılara girmek istemiyorum. Yukanda belirttiğim gibi, görevler, yurtdışı serüveni, başka hevesler derken, kitabın yazılması bugünleri buldu. 1990 yılında eşimin ölümü, 1999'da da anamı yitirişim, beni yaşadıklanmlabıırunburunaeetirdi.Se ' Adnan Blnyazar. Faklr Baykurt ve dostlıyla blrllkte. SAYFA S