11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

0 K U R L A RA "Mersin'den, Tunceli'den, Muş'tan, Siirt'ten, Mardin'den, Bingöl'den, MaJatya'dan, Elazığ'dan, Diyarbakır'dan... gelmiştik. Yoksul bir halkın yoksul çocuklarıydık. Kimimiz bulup buluşturulmus, kimimiz büyüklerden arta kalmış, kimimiz bir ipliği çekilse bin yamalığı dökülecek giysiler içindeydik. O akşamüstü bizi bir alanda toplamışlardı. Çamaşır, giysi, ayakkabı dağıtılacaktı. îlk kez sırtımız iyi çamaşır, üstümüz yeni giysiler, yalın ayaklarımız su çekmeyen ayakkabılar görecekti. Bunların aağıtımını köy enstitülü ag'abeyler yapıyordu. Elinde liste tutan aüabey, yüksek sesle adlanmızı okuyordu: Osman Şahin! Resul Aslanköylü! Hüsnü Çimen! Aziz Güner! Adnan Binyazarl" Çok etkileyici bir anıromanın, Masalım Yitiren Dev'in son satırları yukandakiler. Deneme, eleştiri, inceleme, araştırma alanlannda ürün veren yazı,n adamı Adnan Binyazar, yasamla olan mücadelesini hiçbir abartıya ve duygusallığa yer bırakmadan aktanyor bizlere. Hem de o günlerin Türkiye'sinden canlı kesitler eşliğinde. Anılann içinde tanıdık birçuk isimle de karsılaşacaksınız ve yaşamdaki başarılan karşısında sevineceksiniz. Eline sağlık Adnan Binyazar. Boıkitaplı günler! İ, ETHIPJACI • • . j ^ ••,.., ••;.«,:• ••™»i;i,;;Bs:»S.e:'S'~aİ!« Hayata beraber basladiflimız S lllll'IIIIIHülllllllllllnHllll'llllllll' ılH'll ı llllll I I' I I J l lllll I I I I I H I I I I I 11 lllll I llllll II II I I I I I I I I .1 oymacılığı gelirdi; bıçağın sapına güzel bir biçim verdikten sonra bu üç dizeyi kazımıştı. Ve anlattı: Turgut, bu bıçağı, yolunun üstündeki bir kasapta görmüş, çok sevmiş, günlerce aylarca bu bıçağı izlemiş, bilene bi lene tükenişini görmüş bu bıcağın ve o şiiri yazmış... O üç dizeyi çok sevdiğimi görünce kasaba gitmiş, yavas yavaş kullanılmaz duruma gelen bıçağı alabİlmeK için epey dil dökmüş... Ne çare, gökyüzünün kudu maviliği epey eskidi. . Okuduğum üç gazeteden yalnızca Hürriyet ( 5 Temmuz 1997) yazdı: "Gazeteci Muammer Erol, dün Istanbul'da öldü. (...) Ödemiş'te 1927 yılında doğan Muammer Erol, gazeteciliğe Demokrat Izmir Gazetesi'ndc başladı. Mcslek yaşamını Yeni Asır, Cumhuriyet ve Akşam gazetelerinde siirdüren Erol, IPIüyesiydi." Muammer'i 1960 başlarında tanımıştım. Akşam'da çalışıyordu. Doğan Özgüden de Izmir'den gelmiş, önce bir süre Gece Postası'nda çalışnuş, sonra Akşam'a girmiş, Oğuz Akkan Akşam'ın Genel Yayın Yönetmenliği'nden aynlınca onun yerine geçmişti. Doğan'la arkadaşlığımız bana da Akşam gazetesinde ekonomi yazıları yazma olanağını sağlamıştı. Ama Muammer'le arkadaşlığunız daha önce başlanustı. Türkiye Işçi Partisi'nin programını nazırladığımız 1963 yazında... îşten çıkınca her akşam partiye gidiyordum; Etüt ve Araştırma Bürosu'ndaki öbür arkadaşlarla birliJcte çalışıyorduk. 1964 şubatında yapılacak olan ilk Büyük Konrge'ye programın yetiştirilmesi zorunluydu. Partiye giderken rastlardım Muammer e; sırtında hep önü açık, kahverengi bir palto (Nedense hep bu kıyafetjyle anımsıyorum.) Yokuştan inerdi. Bir gün bizi (Beni, Selâhattin Hilav'ı, Atila Tokatlı'yı) evine, aksam yemeğine davet etti. Evi, Çiçek Bar'ın bulunduğu sokaktaydı. Davetin nedenini birkaç kadehten sonra oğrendik: Muammer, Türkîş'in temsilcisi olarak, Cenevre'deki uluslararası bir toplantıya kaulacaktı, bu toplantıda bir bildirı sunması gerekiyordu: "Türkiye'nin ekonomiktoplumsal yapısı, işçi sınıfuıın durumu ve soruruan." Konu, aşağı yukarı böyle idi. Muammer, "Naci, bildiriyi hazırlar, Selâhattin'le Atila da Fransızca'va çevirir..." diyordu. Ya Selânattin ya Atila, "iyi ama sen Fransızca bilmiyorsun ki!" dedi. Muammer'in gülüşü şu an gözümün önünde: "O tarafını bana bırakın! Türkiye İşçi Partisi'nde, bir akşam, çalışmalar başlamadan, sohbet ediyorduk. Nasıl oldu anımsamıyorum, Muammer için yazdığım bildiri Mehmet Ali Aybar'ın elindeydi. Bildiriyi büyük bir keyifle okuyordu, bitirince, "Çok hoş. Bizim Parti programına ne kadar benziyor!" dedi. Selâhattin, gülerek, "Gayet tabii, Naci yazdı" dedi ve Muammer'in Cenevre yolculuğunu, bildiri konusunu özetledi. Mehmet Afi Bey, kahkahayı basU, bana döncrck, "Parti'ye bağış yapsın! Bağış yapmadan bildiriyi vermeyin!" dedi. Hey gidi günler... Cağaloğlu Yokuşu'ndaki Görsel Han ın bir katı Parti Genel Merkezi olarak kiralanmıştı ve biz (yanılmıyorsam 20 kişi ayda 50'şer lira vererek kirayı ödüyorduk... Muammcr, Cenevre'ye gitmeden, Selâhat tin'le Atila'nın çevirisinin okunuşunu Fransızca bilen bir başka arkadasına yazdırmış, dcfalarca okumuş, Cenevre'ae, teklemeden bildiriyi sunmuş... Ne var ki Türkler'den böyle bildiri dinlemeye alışık olmayan yabancı sendika temsilcileri büyük bir ilgiyle başlamışlar Muammer'e sorular sormaya... Muammer, soruları Türkçe okunuşuyla yazmıs, öğle yemeğinden sonra cevap vereceğinı söylemiş, Fransızca bilen bir Türk arkadaşını bulmuş; bu defa Muammer söyleyeceklerini söylemiş, arkadaşı Fransızca okunduğu gibi yazmış. Muammer, Cenevre'den büyük bir keyifle döndü. Bildirinin "sükse"sini anlata anlata bitiremiyordu. Bana bir kravat, Selâhattin'le Atila'ya da bir şişe Fransız konyağı getirmişti. O günlerde bizim çevreyi epey güldürmüştü bu nikâye. • NOT: Daha önce yayımlanmış olan bu üç yazı gözden gcçiriltniş, Idris Küçükömer böiümü genişletilmiştir. SAYFA 3 MuammBP Erol on zamanlarda Cahit Sıtkı'nın o unutulmaz dizelerini sık sık tekrarlamaya başladım: "...Hayata beraber başladığımız/ Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir/ Gittikçe artıyor yalnızlığunız...' 2001 yıhna girerken "dostlar"ı anmak istiyorum. Bir yazımda, "Özlediğim ölüler, özlediğim dirilerden daha çok." demiştim; her ytl birkaç dost daha alıp başını gidiyor... Yeni yıla o eski, o unutulmaz dostlan anarak girmek istiyorum. TURHAN GÜNAY KİTAP Imtlyaz Sahlbi: Cağ Pazarlama Cazete Dergi Kltap Basın ve Yayın A.$. Adına Berln Nadl c Yayın Danı$mani: Turhan Gunay < Sorumlu Müdür: Flkret llklz Cörsel Yönetmen: Dilek llkorur Baski: çağda$ Matbaacılık Ltd. Stl. oldare Merkezl: Türkocağı Cad. No: 3941 Cağaloğlu, 34 334 Istanbul Tel:(212)512 05 05C Reklam: Medya C îdris de, ben de Giresunluyuz. Eskiden Gıresun'un nüfusu o kadar azdı ki herkes birbirini tanırdı. Idris'le ablamın aynı gün doğduğunu îdris'in annesi söylemişti. Idris de, ben de Giresun'un yoksul ailelerinin çocuklarıydık o, benden de talihsizdi, çok küçükken babasım kaybetmişti, dayısı büyütmüstü îdris'i. Idris'in en yakın arkadaşı Nahit Bilgin'in bir sözünü unutamıyorum: "Îdris, ilkokulu da, ortaokulu da aynı pantolonla bitirmişti." Bu yoksulluk üniversitede de arkasını bırakmadı Idris'in. Liseyi bitirince askere gitmiş, askerlikten sonra Iktisat Fakültesi'ne girmisti. Aynı fakültede okuyorduk. Askernk dolayısıyla benden iki sınıı gerideydi. Geçimini sağlayabilmek için Beyazıt'taki ünivcrsite inşaatında işçi olarak çalışıyordu. O yülarda Idris'le tanıştık ve arkadaş olduk. Bu arkadaşlık, epey sonra, siyasal düşüncelerimizdeki benzerfikle pekişti. Mehmet Ali Aybar, îdris'in Türkiye lşçi Partisi'ne girmesi için benim öneride bulunmamı istemişti. Idris, üzüntülü bir döneminde, 1971'de, 20 yıldır gitmediğim Giresun'a birlikte gitmemizi istedi. Gittik. Kulakkaya ve Bektaş yaylalanna çıktık. Dönüşte, Erimez'de, pancar ("kara lahana") çorbası içtik, o karanlık yüzlü aşçı dükkânında "Huma Kuşu" türküsünü dinledik. Benim ilk dinleyişimdi , çok sevmiştim; Istanbul'a dönünce Idris o türkünün de bulunduğu kaseti hediye etmişti. O yıllarda daha çok Sirkeci Gar Lokantası'nda, îstanbul Lokantası'nda içerdik. Şimdiki gibi "disiplinli" (!) buluşmalar yolctu. Zamanla îdris de bu toplantıfara katılır olmuştu. 1970 sonları, îdris'in Büyük Ada'ya "ev yapma" ydlandır. Ve tabii borçlarla boğuşma yıllan... îdris'i yalnız bırakmamak için her cumartesi Ada'ya giderdik. Ufak tefek yardımlanmız da olurdu: Gelen keresteyi yoldan inşaata taşımak gibi. Sonra, iskeleye yakın bir lokantaya giderdik. 1974'te îdris, Iktisat Fakültesi hesabına Londra'da bilimsel araştırmalar yapıyordu. Deniz de Paris'te okuyordu. Ben de Paris'e gidecektim, Deniz'le birlikte dönecektik. Idris, Londra'ya gitmeden, "Madem Paris'e gideceksin, oradan bana gel (Bir cv tutmuştu.), kal bir hafta, Londra'yı görmüş olursun. demişti. Gittim. O Londra gezisinden unutamadığım bir anı var: îdris'in kaldığı evden Marx'ın mezarı yürüyerek bir saat kadardı. Güzel bir gündü. Her taraf yemyeşildi. îdris'lc sohbet ederek yürüyordulc. Marx'ın mezarına yaklaşırken birden îdris telaşlandı, koşmaya başlauı. Bardan iki büyük bira bardağıyla döndü, ben "Ne bu telas!" derken, "Sonra anlatırım!" diyerek gene bara kostu, iki büyük bira daha getirdi, Dİr "Oh!" çekerek oturdu. Ve anlattı: "Lafa dalmışız. Bar kapanmak üzereydi. Bir kapandı mı belirli bir saate kadar kesinlikle açmazlar bu adamlar! Bunun için bncc biraları garantiye aldım." Gülerek eklemişti: "Marx yerinde yatıyor, bir yere gideceği yok...! Idrts Küçükömer Idris Küçükömer ni. 1959'un başlannda Ankara'da, askerliğimin ilk günlerinde, Can'la bir yerlerde içmiş, sonra bir resim sergisinin açılışına gitmiştik. Epey içmişük ama o sergiden bazı görüntüleri çok iyi natırlıyorum. Önce Şahap Sıtkı'yla tanışmıştık. Şahap Sıtkı'nın 1958'de yayımlanan Gün Görmeyen Sokak adlı romanı için o günlerde bir eleştiri yazmıştım, romanın sevdiğim yerleri vardı, ayrıca, galiba benden başka kimse o romanın sözünü etmemişti. Şahap Sıtkı, benimle tanışmaktan pek memnun, beni yanındaki eşine tanıtU: Lütfukâr eleştirmen Fethi Naci Bey." Şahap'ın eşi bir baktı bana, pek bir şeye benzetemedi, aftzının içinde bir iki SÖZCÜK mınldanır gibi oldu ve asık bir yüzle uzaklaştı. Arkasından da Şahap: Biraz sıkıntıb, dudaklannda zoraki bir gülümseyiş... Biz Can'la bastık kahkahalan... Sonra Can, birden, "Hah, işte Turgut!" dedi, "Turgut!" diye seslendi. Ve tanıştıfc. Turgut, kolay dost olan insanlardan değildi. Birbirimizi yazdıklarımızdan tanıyorduk. Nedenleri nelcrdir, üzerinde uzun boylu durmayacağım, ama Turgut'la çok çabuk dost olduk. Bir yıllık askerlik boyunca (Turgut'la tanıştıktan sonra) her pazar Turgut'lara gidiyorduk, daha doğrusu gitmek zorundaydîk, çünkü Ankara'da bulabildiğimiz tek göz evde banyo yoktu. Bunun için her pazar Turgut'lara gitmek zorundaydîk. Turgut, mutfakta, keyifle yemek yapardı. Üstelik çok güzel yemek yapardı. Özellikle pathcan salatası ünlüydü. Ben de arkalıksız, küçük bir hasır iskemleye oturur, Turgut'u seyrederdim. Dostluğumuz başlayalı daha bir yıl bile olmamıştı ama bu kısa süre içinde konuşmuş olmak için konuşmak zorunluluğundan kurtulmuştuk. O, yemeği hazırlar, votkasını içerken ben de rakımı yudumlardım. Turgut'un sesi fena değildir, çok güzel söylediği bir şarkı vardı: "Sen beni bir buseye ettin feda"; bu şarkıyı söylemesini istediğim za nıanlar hafıften mırıldanmaya ba^lardım; sesim o kadar berbattır ki Turgut dayanamaz, avucunu açarak sağ elini ileriye doğru ağzınıı kapatmak istercesine uzatır, şarkıya başlardı. Dostluğumuz ilerledikçe Turgut'un bazı şiirlerinin Uk okuru olmaya başlamıştım. Ama o şiiri ilkin bir dergide okudum, okur okumaz da ilk üç dizesi belleğime kazındı: "Ey bilene bilene tükenen bıçak/ Bir şeyler yap/ Eskimeden gökyüzünün kutlu maviliği." Eş dost arasında ne zaman o üç dizeyi okusanı Turgut, hafifçe gülümbeyereK dinler, bir şey söyleyecek gibi olur, söylemezdi. Sonunda, bir pazar günü, bilene bilene tükenmiş bir bıçak verdi bana. Turgut'un elinden tahta DrgutUyar Turgut Uyar'la Can Yücel tanıştırmıştı be570 C U M H U R İ Y E T K İ T A P SAYI
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle