23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

vinçler içimizden uçup giderken; acılar yürektc bir demir yumrusu gibi kalıyor. Yumru yerinden ner oynayışında, 'hayat'ın ağzı açıhyor; sen ondan hesap soracağına, o seni sorguluyor. "Masahnı Yitiren Dev", bu sorgulamaya yanıttır. Baştan sona sevinçlerin yaşandığı bir yasam sürecinde bile, tükenişin çanları çaIınca, acılar bir canlı varlık gibi, insanın karşısına dikilir. ülüm, soytarılığa varan oyunların sergilendiği 'insanlık konıedyası'nı birdcn yasa boğar. Baki'nin deyimiyle, yakınlannızın kusi rahîl'i (göç davulu) çalınca, yokluğun sesini canınızda duyuyorsunuz. KaranlıkJa aydınlığın birbirinden seçilemediği bu noktada, ne denli bastırmaya çalışsanız da 'acı' dışa vuruyor. Ressam olsun, besteci olsun, yazar olsun; sanatçılarda acının dışavuruşu doruklara ulaşır. Dostoyevski'nin, Kafka'nın, Woolr'un acısını düşünün, yüreklerinde ne yunırular taşıdıklarını göriirsünüz! "Masahnı Yitiren Dev"den sonra yenı anıromanlar tasarlıyor musunuz? Yukarıda da açıkladım, benim amacım bir roman vazmak değildi, yaşadıklarımı aktarmaktı. Yayınevinin, kısa yaşamöyküme eklediği "Otobiyografik bir roman olan Masalını Yitiren Dev, Adnan Binyazar'ın ilk romanıdır" tümcesi, içimdeki romansal birikimleri depreştiriyor. "Masalını Yitiren Dev"i yazmadan önce, çocuk yaşlarında bunca eziyeti kimsenin çekmediğini düşünüyordum. Birine piyango vurması onun için bir şanssa, bunca eziyet de benim şanssızlığımdı. "Dertli söylegen olur" sözünde olduğu gibi; sevinç, insanı boğar, acı konuşturur. Benim yaptığım, acı çekenler adına kalemi elime almak oldu. Gücüm yeter mi bilmem, ama yaşamaya öylesine bağlıyken ölen eşim Filiz Binyazar'ı; Dağlarca'nın, 'Sen beni benden çok yaşayacaksın' diye şiirleştirdiği o 'Hititli Kız'ı yazmak isterim; bir 'anı' olarak de* Sil, yaratıcılığın sonsuz söylemiyle... Bakalım, yazmanın, kalemin ardında gitmek olduğuna inancım buna yetecek mi?.. Son bir soru olarak şunu sormak ısttyorum. Bıryandanantroman, biryandan elestiriler, denemeler... Sız, halka yönelik yaratı ürünlerine de yöneldiniz. Bu alan neden sizı ılgilendiriyor? Bu soruyu sorduğunuz için teşekkür ederim. Halka ilişkin yaratı üriinleriyle ilgilenmem, halk birikimlerinin bir toplumun gerçek sanatını yaratacağına inancımdan kaynaklanıyor. Gelişmiş bir sanat olarak şiirimizin, nenüz türkümüzü tanıdığı kanısında değilim. Burada 'türkü' kavramının anlam alamnı, bir toplumun duyarlığına, beğeni yaratma gücüne, söyleyiş ritmine kadar genişletebiliriz. O 'türkü'ye yakınlaşmanın ozanlara neler kazandırdığını Nâzım Ilikmet'te, Orhan Veli'de, Cahit Külebi'de görebiliyoruz. Batı romanının derininde Homeros destanlan yatıyor. Yaşar Kemal, halkın soyleme geleneğini sanatsal boyutta islediği için çağdaş romancıdır. Yazar kendi anlatı kültüründen beslenmeyince, edebiyat bir oyalanma aracı oluyor. Kimileri, istedikleri kadar kcndilerini dev aynasında görsünler; Türkiye'de ancak yüz kişinin çevresinde dolaşan öyküler, şiirler, romanlar yazılıyor. Bu, toplumun, beslendiği anlatı kültüriınden koparılışının yarattığı bir çöküntüdür. Yanlış anlaşılmasın, benim savunduğum, folklorik edebiyat degil, halkın anlatı kültürünü dışlamayan edebiyattır. Kendi halkının soluğuyla beslenmemiş, bir edebiyat, kendi halkını kendi yaratı ürünlerine yabancılaştırır. Biz şu sıralarda bu yabancılığı yaşıyoruz. Medya çirkefliginin tüm ayrıntılarını bilip, ülkesinin niçbiryazarından haberi olmayan bir toplum düşünülebilir mi! • SAYFA 6 Zamanda on altı vıl Adnan Ozyalcıner ve Adnan Binyazar 12 Subat 1966'da Yedek subay Okuluu'nda. OSMAN ŞAHİN A Toplumun gerçek sanah dnan Binyazar'ın 'Masalını Yitiren Dev' romanı, kendi yaşamının ilk on altı yılına yaktığı büyük bir a&ttır. Sayfalar dolusu süren derin bir çığlıktır. Geçmişindeki eözyaşı yoluna yürekfîce yazılmış bir itıraftır. Baş kişisinin Binyazar'ın kendisi olduğu bu anıroman, 'yaşanmışlık yazınımi2*ın başyapıtlanndan biri olduğu kadar, Elıas Cenneti'nin üç ciltlik özyaşam öyküsü ile, Konstantin Paustovski'nin iki ciltlik özyaşamöyküsü düzeyindedir. Binyazar bu romanında, Diyarbakır'dan, Kulp'a, Silvan'a, Çermik'e, Âğın'a, Istanbul'a, Istanbul'dan tekrar Ağın'a, Diyarbakır'a ve Eğil'e savrulan, gırtlağına kadar battığı aoların üstüne yuriiyor. Bunu yaparken yoksuüuğunun en urak sömürüsünü vapnııyor, geçmişine akıl vermiyor. Kimseden de şikâyet etmiyor. Tatlı bir ironide yaşamının izlerini sürüyor. Yıllar öncesinin kişilerini, olaylarını etkileyici ayrıntılarla anlatarak güçlü resimler, portreler çiziyor. Böylece gözlcm ve anlatım gücü yuksek, donanımlı, usta işi bir romanla çıkıyor okurlarının karşısına. "Yazılması tehlike yaratacak bır hayatın romanını yazması'na karsın yapıtında yer alan kişilere ki bunlar kendi öz anası ile babası bile olsa acımıyor, yan tutmuyor. Gerçeklerin yerine yapma olaylar gefiştirerek serpiştirmiyor. Kimsenin rengini farklı göstermiyor, seslerini boğuklaştırmıyor. Temiz, ayıklanmış, an bir dille olan bitenleri olduğu igibi anlatıyor. Damarlı, kıpır kıpır bir anlatım. F. Hüsnü Dağlarca'nın 'sözcüklerin gerçek ağırlıklannı parmaklarının ucunda duyuyor' sözü rahatlıkla Binyazar için söylenebilir. Her sözcüğünde bir yaşanmışük, tazelik kelebek duyarlılığı, ninni var. Romanda yer alan olumsuz kişilere kızamıyor insan. ü karakterler yazılmamış olsalardı, onlan hiçbir zaman tanıyamayacaktık. Binyazar, yazmakla, ölümsüz bir roman kişiliği kazandınyor onlara. 'Masalını Yitiren Dev' romanını okuduktan sonra, 'biryazarın çocukluğu, o yazarın banka hesabıdır' diyen ünlü yazar Graham Greene'i anımsadım ister istemez. İnsanın hayal bile edcmeyeceği açlıklan, terk edilmişliklen, umutsuzlukları ve sıkıntıları anlattnasındaki olgunluğu nedeniyle derinden sarsmıştır bu roman benı. Her sayfada akıl almaz duygu titreşinılerine tutulduğumu, kanımın çalkalandığını, beni düşünce derinliklcrine çckuğini soylemeliyim. Sayısız dertleri henüz çocuk yajında çeknıek zorunda kalan Adnan Binyazar'a olan sevgi ve saygı gücümün, romanı okııduktan sonra yetersiz kaldığını belirteyim Roman, A. Muhip Dıranas'ın, yülar önce Ankara'da, Bedrcttin Cömert'in ölum gününde, Binyazar'a sorduğu bir soru ile Başlıyor. "Gerçekten yazdıklarınızı yaşadınız mı?" Dıranas'ın bu sorusuna neden olan yazı, Binyazar'ın 1970 yılında, Edebiyat Dostları'nda Mehnıet Seydanın röportajı nedeniyle yayımlanan özyaşamöyküsüdür. 288 sayfaÜK roman, Dıranas'ın yıllar önccki bu kısa sorusuna bir yanıt niteliğin dedir. 'Ağın'dan Diyarbakır'a, 'Diyarbakır'dan Ağın a; 'îstanbul','Ağın', 'Diyarbakır' başlıkları alunda toplanmış, beş ana bölümden roman, kendi içinde yoğunlastırılmış, birbirine bağlı denliz öykülerden oluşuyor. Gerekli gördüğü yerlerde Binyazar, yaşamının ilk on altı yılından, kırk beş, elli yıl sonlara sarkarak, çocukluğu ile günümüz arasmda bağlar kuruyor. Binyazar'ın bu kurgusu, romana apayrı bir derinük ve tazeliic katıyor. ilk bölümde Binyazar'ın anası Pakize Gündüz'ü tanıyoruz. Her Anadolu kadını gibi çalışkan, yaratıcı bir kadın dır Pakize Ana. Boğucu yaşamlara, terk edilmişliği, ihanete, açlığa dayanmasını bilir. Böylesi 'Ana'ları kimlik kâğıdarına sığdıramazsınız. Yaşar Kemal'ın Meryemce'si, Fakir Bavkurt'un Irazca'sı ne ise, Binyazar'ın Pakize Gündüz Anası ile Zeko Bibi gibi kadınlar odur. Bunlar birkaç ömrü bir arada yaşarlar. Binyazar'ın babası Cüneyt Bey, dava vekilliği yapan, kazandığını aynı gün yiyen, içkiye veren, sarhoş olunca küfreden, kriz geçiren, karısı dahıl herkesi dayaktan geçiren, sorumsuz bir kişicür. Cüneyt Baba, hiçbir neden yokken evi terk ederek Sıvas'a, sonra da lstanbul'a gider. Orada ikinci bir kadınla evlenir. Binyazar, beş, kardeşi Cengiz üç yaşındadır. Yuva yıkılmca en çok çocuklar kalır altında. Ezılirler. Ev kiralıktır, para yok, yiyecek yok. Pakize Ana, iki çocuğu ile birükte Ağm'a döner. Ve böylece iki çocuğunyoksulluk serüveni başlar. Cüneyt Baba, iki yıl sonra Binyazar ile kardesi Cengiz'i, sözüm ona okutmak için, lstanbul'a çağırtır. Tren, üç gün süren bir yolculuktan sonra fistanlı, ayaklannda takun yalar olan, uzun torba saçlı iki kardeşi Haydarpaşa Garı'nda bırakır. Babaları ÇOCUKlan alır, Beşiktaş'taki evine götürür. Üvey Ana, iki çocuğu, iki de Binyazar kardeşler olmak üzere dört çocuklu bir vaşam başlar. Cüneyt Baba, çocuklarını ilkokula yazdırmadığı gibi nünıs kâğıdannı bile çıkart maz. Bir süre sonra baba ortalarda görünmez olur. Evde açlık dizboyudur. Gunler sonra Baba'Iarı bir çift küre ile eve gelince sevinirler; 'Babamız küfeler dolusu yiyecek getirdi' diye. Oysa küfclcr boştur. Babaları, küfeleri Binyazar kardeşlerin hamallık yap maları için almıştır. 'Hamallık' konusunua en uiak deneyiınleri oluıayan kardeşler, küfeleri sırtlayarak Beşiktas pazarının yolunu tutarlar. Binyazar sekiz, kardeşi Cengiz al tı yaşındadır. 'Hamallık' başlığı ile verilen bu bölümde anlatılanlar akıllara durgunluk verecek canlılıktadır. O arada, hayatın da 'asansör'ün neoldıığunu bilmeyen Bin yazar, sıründaki ağır küfe ile bir gün asan söre binme mutululuğuna! erer."Tam da 194042 yılları. tkinci Dünya Savaşı'nın ka sıp kavurduğu yıllar. Ekmek karneylc. Ba bam savsakfayıp almadığı ıçın nüfus cuzdanımız da yok. O olmayınca bize ekmek karnesi vermiyorlar."(s.82) Alrta kalmanın, ezılmenin, hor görülme nin, üşümenin, çekingenliğin anası açlıkiır. "Açlığın san rengi" vurmuştur yüzıerine. 1960 u yıllarda üllcemızde büyük ilgi gören, rahmetli Sermet Çağan'ın.'Ayak Bacak Fabrikası' oyununda geçen, "Insan bir kez aç kalmaya görsün, inançlarını bile yer' sözü, Binyazarların ortamı için söylenmiş giCUMHURİYET KİTAP SAYI S70 BIP ymrııiçacuMuJu hdnd Oiinya Savaşı YAan Blnyazar, ustte Mustafa Ekmekcl, altta Ise Cahlt Külebl İle
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle