11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Alper Akçam, uzun yıllardır yazar biri. Ürünlerini son vıllarda kitaplaştırmaya başladı. 'Ağaların Ağası'nın ardından 'Karanlıkta Bir Işık' ve 'Soluksuz Sokaklarda' Akçam'ın yayımlanan yapıtları. Kitaplardaki öyküler üzerine düşündüklerini aktanyor Vecihi Timuroğlu. VECİHİTİMUROĞLU Yavlasından inmisler. Bana sorarsanız, bir sorun karşısında coşku duymak yerine, sorumluluk duymak daha önemli. Alper'in sevdiiğim yanı da bu. Onu, sorumluluk duygusu için yazan bir yazar olarak sevi yorum. Kusuru yok mu? ..Hem de pek çok. Önce, dilsel sorunları var. Kendisini coşkulu betimlemelere kaptırarak, Türkçe cümleyi sarsıyor. Öznetümleç yüklem bağlantılarını yitiriyor kimi kez. Örneğin, "O eski güreşlerin anıları, köy meydanlannda, Karadeniz yaylalarında, kent bayramlarında sırtı yere yapıştınlmış pehlivanların anısına gitti geldi gözleri. cümlesinde, özne, "O eski günlerin anılan" oluyor.( 1) Bu özne, "gitti geldi" yüklemlerini üstleniyor. "Gözleri" belirtili nesnesinın tamlayanı, cümlede belirsiz. Ne ki, "gitti geldi" eylemlerini yapan da "gözleri". "Helme Cica"nın gözleridir sözü edilen, anılara gidip gelen. En garibi de, "O eski günferin anılan"nın " pehlivanların anısına" gıdip gelmesidir. Kaynağında, "Helme Cica nın gözleri", esld günlerin türlü vesilelerle yapılan "güreşlerin anılanna" gidip geliyor. "Gözleri, o eski günlerin amlanyla, köy meydanlannda, Karadeniz yaylalarında, kent bayramlarında sırtlan yere yapıştırılmış pehlivanların güreşlerine gitti geldi." uemek istiyor Alper. "Gitti geldi" yüklemi de hoş değil va! "Anılara takılmak, anılara dalmak, anılar arasında gezinmek" Türkçe düşünceye daha uygun düşüyor. Alper'in coşumu, kimi zaman, Türkçenin özüne dokunuyor. Örneğin, "Atmı başka yere çakmasını bağırmıştı Hayro'y«."(2) cümlesindeki "bağırmıştı" yüklemi, Türkçe söyleyişe aykırıdır. Türkçe söyleyiş, ".... çakmasını bağırarak söylemişti. olmalı. "Bağırmak", Divanı Lugatit Türk'te de görülduğü gibi, ancak, bir eylemsivle birlikte belirgin anlam kazanabiliyor.(3) "Bagırmak", sanıldığı gibi, "göğus, karaciğer" anlamına gelen "bağır" sözcüğünden anlam genişjemesiyle oluşmamıştır.(4) "Banğ" kökünden geliyor bu sözcük. Gür ve yüksek ses çucarmak anlamındadır. "Oglan banğ sıgtadı: Oğlan, bangır bangır ağladı; oğlan, ağlar gibi ağladı." cümlesinde, bu durum açıkça görülüyor.(5) Eylemin "banğmak biçimi unutulmuş ama, "yüksek ses, gürültü" anlamındaki "bangır" belirteci yaşıyor. Yineleme öbeği olarak çok da yaygın kullantlıyor: "Bangır bangır bağınyordu; bangır bangır ağTadı, vb." Kaynağında, "banğ" kökündeki "nğ" genız sesi, Anadolu Türkçesinde "ğ ünsüzüne dönüsmüş. "r" eylem yapma ekiyle, doğal öykünme sesini belirten "banğ" adından "banğır"mak (bağırmak) eylemi elde edilmiş. Yerel anlatımda, "atını çakmasını bağırdı" biçiminde bir söyleyiş olabilir, ama Türkçe düşünmeye aykırıdır bu. Aynca, at da çakılmaz. "Atın yuları"nın bağlı olduğu kazık çakılır. Konuşma dilinde, kuşkusuz, bu tür kısaltmalar oluyor, ama bunlar da doğru vazümalı. Değişmeçe (mecaz) yoluyla, bağırmak, "nesnenin kendisini belirtmesi durumunu da anlatır. "Bakışlan, ben buradayım diyebağırıyor, yavrum! Sen anlamıyorsun!" (Aziz Nesin). "e bağırmak" da, birini yüksek sesle azarlamak anlamına gelir. Burada, "bağırmak" eyleminin yerine "ünlemek" eylemi daha uygun olurdu sanınm. otlar" biçiminde bir söyleyiş, Türkçeye daha uygun değil mi? ".... yeşille kara arast renklerin deyişi, hiç hoş değil. "Yeşil" de, "kara" da, Dİrer renk adıaır. "yeşille kara arası" desek, okurlar, renklerden söz ettiğimizi anlamayacaklar mı? Alper, Türkçeyi sevmesine ve önemsemesine karşın, bu tür yanlışlan hep yapıyor. lyicelcavradım sorunu. Kendisini betimlemenin coşumuna kaptınyor, sözdizimine dikkat etmiyor. Sanıyorum, öykülerini dinlendirip bir kez daha okumuyor. Yazdıklarını dinlendirip okusaydı, "Değişik ton ve anlamlıydı dilekleri" gibi Bir cümleyi, yerinde bırakır mıydı? "Ve" bağlacının cümle içindeki işlevini bilir ve "Dilekleri, değişik tondaydı ve anlamlıydılar" derdi.(lO) Bütün bunlara karşın, Alper'in biçemi güzel. Onun öykülerinde, Anadolu'ya özgü insancıl gerçeğin ağırlığı var. Bu durum, ona, okurlarının öykü kişileriyle kolayca ilişki kurmalannı, ciderek onlarla uyum içinde düşünmelerini sağlıyor. Kısası, olcurla Alper'in kişileri, birbirleriyle çelişmiyorlar. Bir özıemi yansıtan feişiler olduklanndan, okurların hoşlarına bile gidiyor olabilirler. Çünkü, onun kişileri, bugünün Türkiyesi'nde, yozlaşmayı temsileden burjuvayla küçükburjuvaya ters düşüyor. Alper'in kişileri, Türkiye toplumunun çürümemiş yanını temsil ediyorlar. Toplumun çürümüş yanını yansıtmak amacıyla, kokuşmuş düzenaen zarar gören insanlan arıyor, onlann umut veren yanlarını gösteriyor bizlere. Diyebilirim ki, Anadolu insanını ezen düzene, gerçek tanıklar anyor. Her zaman, bu tanıklannı bulduğunu söyleyemem, ama bulduğu tanıklar, Anadolu'nun ekinsel (kültürel) birikiminin ürünüdürler. Öykude ya da başka bir anlatı türünde, yazar, hiçbir örneği olmayan bir olayı, tipleri ya da ıray» (karakter), özgürce yaratmalıdır. Belki de, "uydurmalıdır!" demeliyiz. Yazarm modeli olmamalıdır. Çağdaş öykücü, imgelem yoluyla konu bulur,fllede yaşanmışı aramaz. Alper'in konulan, çoğunca modeli olan konular, ama klasik kureuyla kurulmalarına karşın, özgün imgeleriyle ilgi çekiyorlar. Konulan geliştirirken, şiirselliğe kapılıp olayı unutturuyor, ama ilgimizi azaltmıyor. Uzun, olayı aralayan betimlemeler, kişilerini de gölgeliyor. Coşumuna bir diyeceğim yoK, ama kendisini kaptırarak bizi öyküden uzaklaştırmasın. Bu biçem, bir zayıflıktır kaynağında. En büyük sakıncası da, yaşanan dünya ile ueğişen toplumsal Uişkılerin tam bir fotoğrafınm çekilmesidir. üysa, devrimci bir yazar, yaşanan dünya ile geleceğeyönelik değişimin ilişkilerini kurmalıaır. Modelsiz konunun önemi buradadır. Modelsiz öykü kurgusunda, doğal olay, bulgucu biçimde örgütlenir, kişiler, zorunlu olarak geleceğin umudunu diri tutarlar. Doğal olayın nesnel, gerçeğe uygun, geçerli mantığı, okura güven verebilir, ancak bu biçim, egemen sınıfın yaşam biçimine uyum gösterir. Devrimci yazar, bu yüzden bulgucu, bulucu ve modelsiz çalışmalıdır, Kuşkusuz, benim önerilerime karşı da, tutarlı itirazlar yapılabilir. Her şeyden önce, önerdiğim anlatımlann tek yorumlu bir yaşamın kavranmasına yardımcı olduğu söylenebilir. Daha ağırı da, böyle bir yönlendirmenin, giderek değişimi zincire vurduğu savlanabilir. Çağdaş anlatı sanatı, değişimi zincirden kurtarmak için, öykülemeyi olanaksızlaştınyor. Kuşkusuz olayı, tutkuyu, hatta bir anlık CUMHURİYET KİTAP SAYI S70 Alper Akçam 'tn öyküleri üzerine A lper, son dönemlerde, ilgiyle okuduğum bir yazar. Öykulerindeki kişilerle, yaşamdakiler tıpkı gibi. Neredeyse, öyküdeki kişiden soz etmeye kalksam, Alper'den söz etmem gerekiyor. Hemen her kişisi, has Anadolu çocuğu, sanırsın, tümü de, Ardahan yayllasından kopup gelmişler. Bcn, bir anlatı ürününü okurken, hangi yalanla gerçeğin çakıştığını ararım. Gerçekle çakışan öyküler ya da romanlar, oyunlar, beni çok rahatsız ederler, ama bu arayış, beni çok mutlu eder. Yazann düşgücünü, kurgusunda aramazsanız, başka nerede arayacaksınız? Bana, yaşadığım kimi olayları, anılarımı anlattığımda, dinleyicilerimin hemen tümü, (Celal Kılıç hariç), "Aman hocam, bunlan yazsanıza!" demezler mi, şaşar kalırım. Nesini yazacağım bunlann? Anlattıklanm, bir yaşantının zihnimde olgunlaştırdığı olaylar ya da kişiler değil lci!.. Doğdukları, yaşadıkları, öldükleri yer belfi, cevreleri ile ilişkileri sınırlı. Hiçbirinin bireysel, çevresel ya da toplumsal ilişkileri, bana gelecek yaşantının ve oluşum ipuçlannı vermiyor. Abdünnur Usta'yı yazsam, okuyan herkes, çok rahatlıkia karşıma geçip, "Sen Abdünnur Usta'sın değil mi? der. Oysa ben, Abdünnur Usta dan vola çıkarak gelecek toplumun gerçeklerini oluşturan kişiyi yazdığım zaman, sanatsal bir eylemde bulunmuş olurum. Alper Akçam KunpfyactoymnBştdtor Yazar, bütün sözel ve sözsel önlemleri alarak salt kurguya dayanan insan ilişkilerini yansıttığı zaman, yarattığı kişinin yaşamını anlamlı kılmış olur. öyle ki, öykü ya da roman kişisinin yadırgayamayacağımız yaşarnı, bize hiç benzememeli. Kemal Tanir, "Rahmet Yollan Kesti"de, Iskender'in, Dede Kasım'ın kansıyla olan ilişkilerini, onu öldürmeye kalkışmasına değin gizli tutar. O romanı okuduğumda, Neden, bu zaman değin sakladı bunu? diye birkaç kez sordum kendime. "Kökendeki sorunu saklatnak için mi, bir şaşırtmaca yaparak ilgiyi doruia çıkarmak için mi? Yoksa, gizli bir olayı açığa çıkarmak amacıyla mı?" Hâlâ yanıtlayabilmiş, değilim. Sait Faik'in "Ermeni Balıkçı İle Topal Martı" adlı öyküsünde de, öykünün sonunda Topal Martı'nın öleceğini, Verbet'in Topal Martı için yas tutup yakasına "siyah bez" takacağını hiç beklememiştim. Verbet'in sakladığı bir şey var. Sait Faik de açıklamıyor bunu, ama Topal Martı'yı salcat bırakan, Verbet olmalı! Verbet, öyküde, güçlü bir imgedir. Martı ile arasındaki duygusal alışveriş gizli kalmış, açıklanması istenmemiş bir aurumdur. Öykü yazma heveslisi ile öykücü arasında büyük bir fark vardır. Sanınm, birçok öykücümüz, bu farkı düşünmeden sarıhyor kaleme. Öykü yazmayı, salt bir kişinin yaşantısının bir anına özgü bir olayın anlatılması olarak düşünüyor olmalılar. Ilginç! Coşkuverici,şaşırtıcı,genellikle acı verici bir olay, öylo'cüyü neyecanlandınr. Bu coşumu duyan yazar, artık, anlatmaktan alamaz kendisini. Bir bakıma bucoşum,yazarayakışıyorda... SAYFA 14 § Alper'in coşumu, salt böylesi adamalarla da sınırlı kalmıyor. Kimi zaman, Türkçenin özüne aykırtlığa varıyor. "Yaylanın eteğindeki yanyana akan sular..", cümlesinde, ".... eteğindeki yan yana akan sular..." öbeği de yanlış. " eteğinde .... akan sular..." demek gerekiyor.(6) "Köpüklerin dökülmesi" diye bir Türkçe olamaz.(7) "Köpükler dökülürdü atının ağzından..." diyor Alper. "Köpük", (ecume) bir kimya terimi olarak "gaz ya da buhar durumundaki cisimlerin sıvı katmanları ile kuşatılmasından oluşan sistemdir." Sıvı ve katı özdeklere ilişkin "dökmek" eyleminin nesnesi olamaz. Çalkalanan, calkanan, kaynatılan, mayalanan, yukarıdan aşağıya dökülen sıvıların çevresinde oluşan az kabarcıkların yığınıdır köpük. Nasd ökülsün? Yapay olarak elde edilen dolgu gereci yumuşak ve esnek özdeklere de köpük" deniyor. Bunlar bile dökülemezler. Değişmeçe anlamıyla hayvanlann ağızlannda oluşan salyamsı kabarcıklara da (insanlarda da oluşur) köpük deniyor. Bunlar da dökülemezler. Köpük, saçdır, boşalır, uçuşur, dağılır, ama kesinlikle dökülmez. Betimleme coşkusu, Alper'i fena buyülüyor. "tki kat cam vardı pencerelerde." dıyebilivor. Güneş, çift camlı pencerelerden değil de, iki kat camlı pencerelerden giriyor içeriye.(8) "Karaman Sen Nerdesin?" adlı öykü, şu cümleyle başlıyor: "Kayaların üstünden vuran rüzgâr, başları zayıf başaklı, ince, uzun saplarında yeşille kara arası renklerin dolandığı otları kayaların üstünden yaylaya doğru eğdirip kayanın altına sinmişti. Bayranı ın yüzüne değdiriyordu."(9) Betimleme tutkusuyla coşmuş, Türkçenin incelilderini unutmuş. "Kayaların üstünden vuran rüzgâr.. öbeği, olsa olsa, çok yerel bir söyleyiştir. ".... esen rüzgâr dururken "vuran rüzgâr" tamlama öbeğine gerek yok. Rüzgâr eser, çarpar, yıkar, sürür, önüne katar götürür, süpürür, ama vurmaz. Işık vurur, sıcak vurur, ama rüzgâr vurmaz. "Rüzgâr valadı" diyenleri de gördüm, ama güldum. Serin bir yel, yüzümüzü okşayıp geçer, ama it gibi yalayıp geçmez. "Başları zayıf basaklı otlar tamlama öbeği de, Türkçe değil. "Başak", zaten, "baş" kökünden "k yapım ekiyle türetilmemiş mi? "İnce, uzun, zayıf başaklı Modtbb oykü hupgutu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle