Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
" aldımz mt? özellikle genç hanım okuyucularımdan 'Niye mutlu bır son olmadı? diye görüşler aldım ama eleştirel bir şey gelmedı henüz. Hatta söyle bir şey oldu; çok uzun yazdığımı söyleyen bir arkadaşım bu romanım için dedi ki, 'Okurken kendimi frenledim, az okuyayım da hemen bitmesin diye.' Bir de doğrudan tepki aldığım Hocanın o uzun konferans metni var. O metin önemlidir. Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde klâsik müzik sevenlerin oluşturduğu toplulukta bjr konferans vermemi istedfler. O sıra, bu kıtap üzerine en fazla yoğunlaştı^ım dönemdi. Hocanın konferans metninı seslendirdim orada. Hem de nasıl bir tepki alacağımı merak ettim. Hocaya öğrencilerin verdiği tepkiyi mi aldımz yoksa? Hayır! Bilimsel açıdan hepsi de çok ilginç buldular. Son derece olumlu tepkiler aldım. Hatta çok koyu bir Freud'cu vardı aramızda. O bile bu tarafını hiç düşünmediğini söyledi. Konferanstan sonra da tek sözcüğünü bile değiştirmedün konferans metninin. Romanda dıyaloglartn çok ağırltklı bir yeri var. Öyle ki Köleler ve Tutkular, rabatItklafilme çektlebilecek, radyo ya da tiyatro oyununa uyarlanabılecek bir roman gibigörunuyor. Kitaplarımda sinema tekniğini, çok kullanıldığını söylerler. Hatta şu sıralar Anafor adlı romanımı filme çekmek istiyorlar. Romandaki diyalog ağırlîğına gelince... tnsanın düşünce bazında ıki türlü davranışı vardır: Birincisi, kendi kendine düşünüp eleştirip kararlar vermesi; ikincisi de bunu aksiyon haline getirmesi... Aslında toplumsal yaşam sadece aksiyona yöneliktir. Ben içimden işlemeyi geçirdiğim bir suç için yargılanmam ama o suçu işlemeye kalkarsam o başka. Konuşma da bir tür aksiyondur. Insanlann gerçek davranış biçimleri konuşmayla kendini gösterir. Ve konuşma aslında yazmadan çok daha doğal bir biçimde insanı ele veren bir avıncı özelliktir. Konuşurken üç şeyi birden yapıyorsunuz. Hem düşünüyorsunuz, hem düşündüğünüzü sözcüklere dökerek ifade ediyorsunuz, hem de normal konuşmalar dışında örneğin bir topluluk karşısında konuşurken ya da böyle önemli bir röportaj yapuırken 'Acaba böyle söylersem, şöyle mi anlaşılır?' diye irdelıyorsunuz. Bu üç şeyi birden tamamlayıp öyle konuşuyorsunuz. Yazarken öyle değıl. Yazarken ner an değiştirmeniz, düzeltmeniz olanağı var ve yazı Kalıcı... Buna karşın konuşmayı daha çok seviyorum, çünkü bu şekilde kişileri daha iyi ortaya çıkarmış oluyorum. Yine de romanın icinde sayfaiarca süren diyalogsuz düşünceler de var biüyorsunuz. Bir de zannedildiğinin aksine, edebiyat eserinde konuşma son derece güçtür. Çünkü konuşmayı da tiplere göre onlann ağzından kurmanız gerekir. Bir an için 1950'lerin IstanbuTunaa, iki üniversitelı gencin konuştuğunu düşünün. Bir defa o dönemde kulİanılan sözcüklerin neler olduğuna bakmak gerek. Bu iki genç konuşurken sözcük demez ömeğin, kelime der. Ya da bara gitmez, muhâllebiciye gider. Ama siz tutup ner şeyi o dönemin konusmasıyla anlatacağım derseniz, bu sefer de bugünün okuyucuları bir şey anlamaz. Öyle bir yol bulacaksınız ki, bir iki sözcükle o dönemi arumsatabilesiniz. Diyalog, sözcükleri alt alta dizmek değildir yalnız; o günün havasını, düşünce tarzını, politik jargonunu yansıtacak şekilde yazmanız gerekir. Şimdiki romanlara bakarsanız hemen hemen hiç konuşma yok, içe dönüklükten kaynaklanan. Uzun yazmayt sevdiğtnizi biliyorum. Yine de ögrenmek istiyorum. 'Romant daha kısa yazabilirdim' diye düsündünüz mü? Bu sorunuz, rahmetli Nurullah Ataç'ı getirdi aklıma. Ataç'a sormuşlar: 'Hep eleştiri, deneme yazıyorsunuz. Roman, hıkâye, piyes yazmayı hiç düşünmediniz mi ?' diye... Valla' demiş, 'Bir ara tiyatro oyunu yazmayı düşündüm. Başladım da yazmaya... Ama 35. perdeye gelince bırakmak zorunda kaldım.' Bu kitap 430 sayfa ama bu hâle gelinceye kadar yazdıklarımın hepsini saklamış olsaydım heı iıalde 10 bin sayfayı filân bulurdu. O balde değil uzun yazmış olmayı düsünCUMHURİYET KİTAP SAYI 527 Tophımsal yaşam ve akslyon mek, aksine ktsa bile yazmtsstmz... Herkes zanneder ki, heykeltıraş önüne koyduğu mermeri yontarak objesini çıkarıyor. Oysa obje, o neykelin içindedir; heykeltıraş yalnızca fazlalıkları atar. Ben kitabtntzt metroda yolculuk ederken okumaya basladım. Yammda oturan bırı, benimle birlikte iki sayfa okuduktan sonra kitabın size ait olduğunu anladt. Üstelik kitabın herhangi bir yerinde sizin ya da romantnızın adı yazılı olmadtğt gibi, kitabı da daha önce okumus değildi. Beni çok sastrtan bu olay, okurunun içine stnen bir yazann nasıl teshis edildiğini göstermis oldu bana... Evet, çok güzel bir noktaya değindiniz. Bu, yazann kendine özgü bir biçemi olması sorunudur. Ancak biçem denilince, iki farldı durumu birbirinden ayırt etmek gerekir. Yazann kendine özgü, yani bütün yapıtlannda varlığı sezilen Dİçemi ile belirli bir yapıta özel olan biçemi. Yazında bu ayrıma pek dikkat edilmiyor. Oysa örneğin müzikte bunu çabucak kavrayabilirsiniz. Iyi bir müzik kulağınız ve bilginiz varsa, Mozart'ı ya da Beetnoven'i dinlerken, hangi yapıdan çalınırsa çalınsın, kime ait olduğunu anlarsınız. Bu, Desteciye özgü biçemden kaynaklanan bir algılamadır. Diğer taraftan, Mozart'ın herhangi bir sonat ya da konçertosu ile operası arasında, o yapıdara göre seçilmiş bir anlatım özelliği vardır ki, bu da o yapıtı belirleyen biçem farkıdır. Aynı şekilde, kendisine özgü bir anlatım özelliği olan yazann hangi kitabını okursanız okuyun, 'Bu şunun kitabı' dersiniz. Bir de her yapıtın kendine özgü bir anlatım biçimi, özel bir biçemi vardır. Bir romana başlarken beni en çok uğraştıran, o romana özel bir biçem saptamaktır. Kafamda romanın konu ö'nemli ürünlerinden biri' olarak görülüyor. Sizce de öyle mi gerçekten? Yalnızlar adlı romanımın ilk yazımı 1955. Yani bundan 45 yıl önce yazılmış. Henüz yirmi beş yaşında rîlanmışım demek ki. Eğer o kitap, şimdi de okunabiliyorsa kendim için söylüyorum zaman içerisinde bir aytım yapmak pek doğru olmaz. Ama olgunluk çağının en önemli ürünlerinden biri denmesınüı iki nedeni var. Birincisi, yaşamdan kaynaklanıyor. Siz benden çok daha fazla yaşarsınız inşallah ama bu yaşlara gelince insanda yaşlılığın şöyle bir etkisi oluyor. Yeni bir işe başlarken tereddütte kaüyorsunuz,bitirebilirmiyimdiye...Itirafedeyim ki, Köleler vç Tutkular'a başlarken bu tereddütü vaşadım. Belki bu kaygılardan dolayı da iki yılda bitirdim. Hiçbir kitabımın üzerinde bu kadar yoğun çalışmadığımı söylemek isterim. Tam Dİr ağır işçi gıbi sabah 8.30'da bilgisayarın başına geçiyordum; öğle yemeği için iki saat ara verip sonra tekrar çalışmaya devam ediyordum, taa saat 20'yekaaar. Hiç kalkmamacasına... Olgunluk çağının en önemli ürünlerinden biri denmesinin ikinci nedeni de şu: Türkçe roman yazan arkadaşların pek çoğu, romanı sadece bir anlatı sanatı olarak görüyor ve genellikle ya anlatım ya da biçem üzerinde duruyorlar. Bir kısmında sosyal içerik oluyor, sanatsal içerik oluyor ama düşünsel içerik, felsefî yaklaşım pek fazla olmuyor. Köleler ve Tutkular'a ise felsefî içerik hâkım... Amcamın çok ünlü bir felsefeci olmasından kaynaklanan bir yaklaşımım vardır: Kuşkucu düşünmek... Her seyi düşünce süzgecinden geçirmek, kalıplan kabul etmeyip kendi kendine sonuca varmak ve ir bulundu&unuz Fransa, evrenselboyutta tamnan bir Türk sanat ve edebiyat adamına, Türkiye'deki Büyükelçisı araaltğtyla Sanat ve Edebiyat Ustası nisanım verdi. 25 Şubat'ta îstanbul 'daki Fransa Sarayında görkemli bir törenle aldtğımz bu nişan üzerine düsündüklerinizi öğrenmek isterim. Aslına bakarsanız, her şeye karşın sayın Büyükelçinin bu konudaki nazik mektubunu aldığım zaman, biraz şaş:rmış olduğumu itiraf etmeliyim. Gerçi, uzak ve nispeten vakın tarihinde Haçlı Seferleri, Saint Bartnelemy soykınmı, Vıchy hükumeti, OAS faşist yönetimi gibi sapmalar görülmüş olsa bile, aslında 1789 devriminden beri bütün dünyada özgürlük, özellikle düşünce ve yaratma özgürlüğü, insan haklan, kadın hakları alanlarında öncülük yapmış Fransa gibi bir ülkenin, edebivat ve güzel sanadan onurlandırmak için çaba harcamasında saşılacak bir yön yok. Ama yine de, biz yazarfara özgü bir alçakgönüllülükle, 'Niçin ben?' diye sormaktan kendimi alamaaım. Böylece ilk kez, Fransa ve Fransız dili ile olan ilişkilerim üzerinde bir hesaplaşmayı başlatmış oldum. Işte o zaman, gerek kultürel yaşamımda, gerekse kisisel ve ailevî yaşantımda bu ilişkilerin ne lcadar sağlam temellere oturduğunu fark ettim. Bu süreç, bir din ve hukuk adamı olan dedem Kadı Sait Efendi'nin 1908'de, zamanın koşullan dikkate alınırsa, gerçekten çok saşırtıa bir girişimde bulunarak, annem Mediha Haznedar'ı, Fransızca öğrenmesi ve Batı kültürüyle tanısması için Merzifon'daki Fransız Sörler Olculu'na göndermesiyle baslar. Türkiye'nin ilk bilim doktorlanndan babam Raşit Bener de, Fransız devriminin eddleriyle yetişmiş, ülkemizin ilk FransızcaTürkçeFizikKimya ve Doğa bilimleri sözlüğünü hazırlamıştır. Ünlü telsefecilerimizden amcam Gemıl Sena, felsefe.doktorasını 1928 yılında Paris'te, Sorbon Üniversitesinde vermiştir. Çocuklanmız Yaprak ve Yiğit, gelinlerim Selda ve Funda, Fransızca'ya nakkıvla vâkıfurlar. Hatta küçük torunum Lâl, doğduğu günden beri anadili yanında Fransızca öğreniyor. Fransız kültürüne yakınlığtntz dededen toruna sağlamltğtndan bir sey yıtirmeden sürüyor. Yine de Edebiyat ve Sanat Ustası Nisant'nt ellerinize tastyan nedenler, anlatttklartmzla stmrlt olmasa gerek. Kuskusuz. Uzımca bir süre görevli olarak bulunduğum Fransa ve Fransız dili, meslek yaşamımda da önemli bir yer tutar. Yetişme yulanmda genel olarak Batı kültürüyle temastmı, Fransızca bilmeme borçluyum. Bir yazar olarak zaman zaman öykü ve romanlanmda, Fransa ve Fransızca konuşulan ülkelerden esintilere yer verdim. Kedi ve Ölüm, Oyuncu, Ortadakiler, Anafor, Bürokradar, Aşkı Muhabbet Sevda, Denizaşın Öyküler, Yaralı Aşklar adb kitaplarımda, mekân olarak yer yer bu ülkeleri, hatta kahramanlanm arasında bu ülkelerin insanlannı kullandım. Iki kitabım, Kedi ve Ölüm ile Baharla Gelen, Fransızca'ya çevrilerek Paris'te Albin jvlichel Yayınevi'nce yayımlandı. Kedi ve Ölüm'e FransızTürk Kültür Cemiyeti'nce Büyük Roman Ödülü verildi. Yoğun çalışma tempom arasında vakit buldukça, Fransızca'dan dilimize çeviriler de vaptım. Aynca devlet memurluğum sırasında Türkiye ile Batı kültürü arasındaki ilişkilerin, bu arada Fransa ile kultürel alışverişlerin gelmesine ufak da olsa katkıda bulunmuş olmak, meslek vaşamımın bana gurur veren anıları arasında yer alır. Sanınm bu nişan, bu nedenlerle bana verildi; ben de, bu nişanı daha önce almış dünyanın hümanist görüşlü tüm büyük sanat ve edebiyat adamlan arasında yer aldığımı belgelemesi bakımından kabul etmekten sevinc ve onur duydum. • Köleler ve Tutkular, 70 ytlltk edebiyat çtnan Erhan Bener'in 31. kitabı... Kitap okuyucularıyla yeni yeni buluşuyor olsa da, Bener 'tam bir aStr isçi gibi' çalısttğt romanın hemen ardtndan yine bir roman icin kollart sıvamıs bile... Romamn adı simdılik 'Istk ve Gölge'... M Ü TÖMER Baskanltk Koordinatörü Köleler ve Tutkular / Erhan Bener / Remzi Kitabevi / 429 s. SAYFA 13 Erhan Bener, llkel tutkular ve bastınlmış güdüler söz konusu olduğunda, toplum icertsinde saygin bir yer edlnmlş ünlverslte hocasıyla, cahll bir hasta bakıcı arasında fark olmadığını serlyor gözler önüne... su, tipleri, kurgusu, varsa genel anlamda toplumsal ya aa felsefî mesajı oluştuktan sonra, onu nasıl anlatmam gerektiğini uzun zunu düşünürüm. Yazar Erhan Bener olarak bana özgü biçemim, yılların oluşturduğu bir özellıktir; oysa o anda yazacağım yapıt için en uygun anlatım biçimini seçmem, tamamen o yapıda ilgili bir sorundur. O yapıtı anlatmak için seçeceğim biçem; bana özgü olan biçem icinde yer alır ve o yapıtı okuyanlar, yapıtın bana ait olduğunu anlarlar. Bu nedenle benim öykü ve romanlanm için, 'Tlpik bir Erhan Bener romanı ya da öyküsü' derler. Metrodaki yolcu da bu 'tipikliği' ayırt edebilen okurlardan o halde... Sanınm. Yazann her yapıtında çok kez fark etmeden sıkça kullandığı sözcükler, deyimler, seçtiği anlatım yolu (içe dönük anlatım ya da diyalog yoğunluğu, birinci kişi ya da üçüncü kişi ağzıyla anlatma gibi) o yazann ve yapıtının özelliğinin belirlenmesinde rol oynar. Örneğin Köleler ve Tutkular'da başhca üç karakter vardır ve hangisi ön plândaysa onun ağzından ona özel olmak üzere birinci tekü kişi anlatımı yeglenmiştir. Hiçbirinin özel bir ağırhğı olmadığı sahnelerde ise üçüncü tekil kişi anlatımı yeğlenmiştir. 70 ytlltk yasamtnızda 30 kitabın altında imzanız var. Son kitabımzla bu sayı 31'e ulastt. Köleler ve Tutkular, 'olgunluk çağımzın en delemek alışkanlığım çok küçük yaşlara dayanır. Dolayısıyla bütün romanlanmda gördüğünüz felsefî yaklaşım, bu romanımda daha yoğun olarak çıkıyor karsımıza. Diğer iki romanım Köleler ve Tutkuıar'ın bir üçleme oluşturduğunu söyleyebilirim. Sanınm bu romanım onlann en sonuncusu olduğu için, diğer noktalarla birlikte olgunluk çağının en önemli ürünlerinden biri olarak değerlendiriliyor. Sızi okuyuculanmzla bas basa bıraksam... Söylemek istediklerimz olabilır... Aynntılara dikkat çekmek isterim ben... Çünkü aynntılar küçük gibi görünür ama önemlidir. Romanda dikkat edilirse, iki kisinın adı yok. Hoca ile yatalak babası... Obürlerinin hepsinin adı var. isterim ki okuyan düşünsün 'Yazar niye böyle yapmış?' diye... Bu bir. îkincisi, romanda birtakım yan figürler var. Gülin'in her şeye oyuncu gözüyle bakan tiyatro kökenli büyükannesi... Anlattığı hikâyelerin doğrulugukuşkuluolan... Birpsikanalistgöreviüstlenir ve büyükanne Güliniçin. Batur'un arkadaşı Aysim var bir de... Bütün b u tipler, başta da söylediğim gibi sivri tipler. Bu sivri tipler, romanın içerisine yerleştirilmiş küçük rötuşlardır ve romanm canlanmasına yardıma olurlar. ükuvuculann buna dikkat etmesini isterim bir de... Romanın dısına çtkıp, yasamın içine girelim son olarak... Uzun süre görevli olarak