Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Robert Krugmann'ın "îlyada" ve Christoph Martin'in "Odysseia" adlı romanları, Atilla Dirim'in çevirisiyle yayımlandı. Her İKİsini de daha önce destan biçiminde ve masal tadında okuyan okurlar bu destanları, bu kez roman olarak okuyacaklar. ADMAN YÜCEL Hepsi de göksel tanrılardır veOlymposludurlar. Olympos Giritçe'de "dağ doruğu" anlamındadır. Yani gökyüzüne en yakın yerlerdir. Sonuç olarak önemli olan, destanların çağımıza yansımalarıdır. Ortaçağ karanfığı içinde Homeros'tan yararlanan Dante, Cennet ve Cehennem şarkılarını yazarak, karanlığı ilk yırtan ve rönesansa ilk büyük adım atan şair olmuştur. Bin yıl önce başlayan karanlık bin yıl sonra yine bu destanlarla yırtılmıştır. îlyada ve Odysseia destanlarına bu açıdan yaklaşmak gerekir sanıyorum. Olympos tanrılarının Mezopotamya jıkışlı olmalarının yanında destanlardaci olaylar da benzerlikleri bakımından avnı kökenlidirler. Gılgameş destanındaki olaylar ve tipler hemen hemen aynı biçimde Homeros'un destanlarmda da vardır. Örneğin, Gılgameş'in manevi anası Ninsun, zigguratın tepesine çıkar ve Gök Tanrı Şamaş'a yakararak oğlu Gılgameş'e yardımcı olmasını ister. Îlyada destanında da Akhillcus'un anası Thetis Olympos'a çıkar ve Zeus'a yakararak oğlu Akhilleus'ayardıkcı olma• sını ister. Thetis'le Ninsun, Gılgameş'le Akhilleus aynı özelliklere sahiptir. Ama aralarında ikibin yıl zaman farkı vardır. Yine Odysseia'da insanlan hayvana dönüştüren Kirke, Tanrıça lştar'la aynı özelliklere sahiptir. O da insanları ve kendi âşıklarını de^işik hayvanlara dönüştürmektedir. Ustelik Gılgameş, Iştar'ı nasıl aşağılıyorsa, Odysseus da Kirke'yi aynı şekıfde aşağılamaktadır. Yine Gılgameş destanında, güneşin kızı Siduri, geçmişle ilgili bilgiyi simgeleyen Noe'ye ulaşması için ölüm sularına (okyanus) doğru izlemesi gereken yol hakkında Gılgameş'e bilgi veriyorsa; aynı şekilde Kirke de Odysseus'a okyanusu nasıl geçip Hades'e ulaşması için bilgi vermektedir. Üstelik Siduri'nin Gılgameş'e öğrettiği yaşam felsefesi de Kirke'nin, Odysseus'a öğrettiği yaşam felsefesiyle aynıdır: "Yemek, içmek ve neşeli olmak insanların yazgısıdır." Ödysseia'daki Kyklop kültü de Anadolu lcökenlidir. Yusyuvarlak, iri, tek gözlü olarak profilden yontulmuş Hitit kabartmalan, yuvarlak gözlü duvar ustalarını temsiİ ediyordu. Dcv gibi iri yapılı bu kabartmalar Hititlerden Mezopotamya'ya efsaneleşmiş, oradan da yayılmıştır. Anadolu'ya yeni gelen Oğuz Türklerinin "Dede Korkut" hikâyelcrine de "Tepegöz" olarak girmiştir. I latta Odysseus un Kyklop'u öldürme ve mağaradan kurtulma yöntemi ile Uruzoğlu Basat'ın Tepegöz'ü öldürme vc mağaradan kurtulma yöntemi aynıdır. Her ikisi de uyuyan devin tek gözüne ucu ateşli büyük bir kazık saplarlar ve koyun postuna sarılarak mağaralardan kurtulurlar. Zigcuratlardan Ölymposlara, oradan da tek tanrılı dinlerdeki Tur Dağı'na, Sion Dağı'na ve Hıra Dağı'na uzanan ve günümüzde çan kulelerine ve minarelere uzanan bir kültürel kalatın izlerini bu romanlarda yakalıyoruz. Ana tanrıça Kybele'nin îslamiyetten önceki Kâbe'de Kubül'e nasıl dönüştüğünü ve "kıble" sözcüğünün bugünkü karşılığının nasıl oluştuğunu da görebiliyoruz. Anadolu'daki Hamilerin tanrıçası Hepa'nın, Olympos'ta tannlara nektar sunduktan sonra Herakles'le evlendirilen "Hebe" olduğunu ve daha sonra Filistin'de Adamos'la evlendirilen "Heve"ye dönüştüğünü ve günümüzde "Havva" anamız olduğunu da kavrayabiliyoruz. Önemli olan, mitolojiye, masal gözüyle değil, insanlık tarihi gözüyle bakabilmektir. Işte o zaman biıinmezler bilinir, görünmezler görünür olacaktır. • Îlyada/ Robert Krugman/ Yurt KitapYayın, Ankara 1999/ 428 s. Odysseia/ Christohp Martin, /Yurt KitapYayın, Ankara 1999/ 375 s SAYFA 11 Destanlar ve kültürel kalıt O rijinali lon ağzıyla yazılmış, olan tlyaıia ve Odysseia destanları daha önce Azra Erhat'la A. Kadir tarafından Türkçe'ye çevrilmişlerdi. Üzerinde yaşadığımız toprakların kültürü, gerçck anlamda Batı da gelişip serpilme olanağı bulduğu için, Îlyada ve Odysseia destanlarının ayrı ayn romanlaştırılması da Batı'da gerçekleştirilmiştir. Robert Krugmann'ın "Îlyada" adlı romanı ve Christoph Martin in "Odysseia" adlı romanı, Atilla Dirim'in güzel çevirisiyle Yurt KitapYayın tarafından yayımlandı. Her ikisini de daha önce destan biçiminde ve masal tadında okuyan insanlar bu destanları hep soyut olarak algılamışlardı. Oysa bu destanlarda Mezopotamya'dan Anadolu'ya ve Ege'ye uzanan binlerce yıllık somut bir kültür birikimi yatıyordu. Destanların şimdi roman biçiminde dilimize kazandırılması, yaşadığımız topraklann geçmiş kültürünü daha somut olarak gözler önüne sermektedir. Günümüzde varlığını sürdüren birçok dinsel ve gelenekel törenlerin, inançların ve davranışlase rın kaynağı o dönemlerde yatmaktadır. Bu kaynaklar, romanları okurken şaşırtıcı ve çarpıcı bir bjçimde karşımıza çıkıyor. Örneğin kurban törenlerinin 1branim Peygamber'den çok önce var olduğunu, tanrılara ineklerin, boğaların, koçların ve keçilerin kurban cdildiği birçok töreni okuyarak görebiliyoruz. Ya da ölümlü kadınların, tannlardan birinin çocuğunu doğurduğunu okurken, Meryem'in bakire iken namile kalışını rahatlıkla somutlaştırabiliyoruz. Hayrın ve şerrin tannlardan nasü geldiğini de somut olarak görebilmenin şaşkınlığını yaşıyoruz. Günümüzün cin ve peri inançlarının kaynağı da o dönemin inançlan içinde yer alıyor. Insanların kötü periler tarafından değişik hayvanlara dönüştürülmesinden, medyumların gelecekle ilgili bilgi vermelerine dek bütün inançlar, romanların akışı içinde ve olay örgüsünde yaşanıyor. Doğal olarak destanların roman bıçiminaeki anlatımı, mitolojiyi soyut olmaktan çıkarıp, çözümlenebilir bir somutluğa kavuşturuyor. Hele helc iyiliğin ve kötülüğün tanndan geldiğine inanan insanlarla ilgili olarak tanruarın düşünceleri çok ilginçtir. Agamennon'un oğlu Orestes tarafından öldürülen soylu Aieisthos olayı ile ilgili olarak Zeus şöyle dıyor: "Ah, yine aynı şey! Ölümlüler bir kez daha bizden şikâyet ediyorlar. Başlarına gelen tüm belaların sorumluluğunu biz tanrıların üzerine yıkmak istiyorlar! Oysa ne oluyorsa çoğu zaman kendi aptallıkları yüzünden oluyor, bunun kaderle filan ilgisi yok. Mesela Aigisthos! Agamemnon Troya'da savaştığı sırada onun karısını baştan çıkarmaya mecbur muydu sanki? Eve geri dönen kocayı öldürmesi kader miydi? Bu davranışı ile kendi ölümünü hazırladığını pekâlâ biliyordu." Gök Tanrısı Zeus'un bu sözlerini, imanın şartlarını sıralayan "Amentu" duasıyla ya da arabesk yaşantının "kader kurbanı', "feleğin sillesini yemiş kader mahkumu" sıfatlamalarıyla karşıîaştınrsak, bugünkü inancımızın da, yaşantımızın da "hâli pür melali" ortaya çıkar. Aynı zamanda, adam öldürdükten son Roman biçiminde "îlyada" ve "Odysseia" Destandan romana Homeros ve Destanlar nirli çığlıklanyla ve neşeli kahkahalarıyla çınlamaktadır. Aynı tanrılar ve tanrıçalar bir de Hesiodos'un "Thegonia" adlı destanında canlılık kazanmışlardır. Ancak Hesiodos, tanrıları biraz daha Doğu Akdeniz kökenli olarak anlatmaktadır. Örneğin Aphrodite, Homeros'ta baştan beri Olympos'lu bir tanrıçadır. Oysa Hesiodos'ta, Mezopotamya'dan Anadolu'ya geçişi ve Doğu Akdeniz'de doğuşu ve Uç Güzeller yurdu Kythere'de (MersinNarhkuyu) tanrıçalaşıp, Kıbrıs'a geçişi, oradan da Girit'e ve Olympos'a gidişi anlatılır. Tarihin babası Herodotos ise, Homeros'la Hesiodos'un Yunanlılar için tanrıların soy saptaması yaptığını yazmaktadır. "Peki nereden geliyordu bu tanrılar? Taa baştan beri mi vardılar? Biçimlcri nasıldı? Daha düne kadar bir şey bilinmiyordu. Zira Homeros ve Hesiodos benden herhalde dört yüz yıldan daha eski değildirler; Grekler için tanrıların soy zincirini düzenleyen, tanrıların sıfatlarını, kendilerine özgü niteliklerini belirten, görüşlerini anlatanlar onlardır. Onlardan önce geldikleri söylenen ozanlar, bence onlardan sonradırlar..." (II. Kitap, s. 5255) Bu tanrılar elbetteki Homeros ya da Hesiodos tarafından yoktan var edılmediler. Bu tanrılar ad ve biçim değiştirerek Mezopotamya'dan Anadolu'va ve Doğu Akueniz'den Ege'ye götürülen ve yeniden biçimlendirilen tanrılardır. Mezopotamya'da altın arabasıyla ışık saçarak gökyüzünde süzülen ışık Tanrısı Samaş, Ege'de Işık Tanrısı Âpollon'a dönüşmüştür. Mezopotamya'nın Inanna'sı Egc'dc Athena'va; Mezopotamya'nın Iştar'ı Ege'de Apnrodite'ye dönüşmüştür. ra "namusumu temizledim" savunmasının da kökeni belirlcnmiş olıır. Homeros'un nereli olduğuna dair yedi kent üzerinde, bugüne dek birçok araştırma yapılmıştır. Bunlar kendi dizelerinde de geçen Rodos, Argos, Salamin, Atina, Kolofon, Kios (Sakız) ve Smirna (Izmir)'dir. Destanların yazıldığı lon ağzı sadece Kolofon, Sakız ve Izmir'de konuşulduğu için ilk dört kent araştırmacılar tarafından ilk önce elenmiştir. Geri kalan üç kent de lonlar tarafından alındığı için ortak değerlendirme yapılmıştır. Zaten "Homeros" adlı bir tek bireyi değil bir destan geleneğini karşılamaktadır. Bu nedenle önemli olan, Homeros'tan çok "Îlyada" ve "Odysseia" destanlarıdır. Çünkü bu destanlarla Olympos tanrıları yaratıldı. Bu gerçek bir devrimdi. Olympia tanrılar topluluğu, daha önce, eski, karanlık, batıl inançlarla dolu üst üste yığılmış bir biçimde dilden dile dolaşırken, bu destanlarla güçleri ve görevleri belirlenmiş olarak somutlandılar. Örneğin Zeus, Meilikhos, Girit ya da Olympos'unkiler gibi antromorf bir tanrı değüdi. Ama kurnaz bir kudretti. Kendine tapanların önündesakallı, büyük bir yılanformunda, biçimsiz, kaba bir dev yaşında beliriyordu. Birçok gizlerle ve tabularla donattınlmıştı. Destanlar bu gizleri, tabuları ve karanlıklan tapınma törenlerinden çıkartmıştır. Törenler, artık doğa, güneş, ay ve yıldızların altında yapılmaya başlanmıştır. Aynca Homeros bu destanlarda, insana özgü değerler ve yanılma özellikleri taşıyan tanrılarla tatlı bir saflıkla alay etmektedir. Olympos, çoğunlukla bazı tanrıların çapkınca yönettiği bir görünümle, hatta tanrıların si C U M H U R İ Y E T K İ T A P S AYI 5 2 4