Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
olarak sayabilirim. Şimdi 2008’deyiz. İnternet üzerinde çok hızlı bir tarama yaptığımızda bile teknolojik patlamalarla ilintili olarak birçok alanın etkilerinin 2015’lere çekildiğini görüyoruz. Türkiye bu fırsatı kendi yararına döndürebilecek mi? Bu, üzerinde acil olarak durulması gereken bir soru. Benim kişisel görüşüm, bu konunun başka alternatifinin olmadığı, yoksa yine bir dalgayı kaçıracak olduğumuz gerçeği. Dünyada nanoteknoloji alanında neler yapılıyor. Biz neler yapmalıyız? Amerika’da 2000 yılında Ulusal Nanoteknoloji Önceliği (National NanoTechnology Initiative) diye bir hareket başlatılıyor. Ayrılan değerlere bakacak olursak, yatırım 2000 yılında 220 milyon dolar, 2005 yılında 1 trilyon dolara kadar çıkıyor. Ardından 20052008 dönemi için nanoteknoloji geliştirme hareketi başlatılıyor; şu anda 2007–2015 süreçlerinin şablonları ortaya çıkmış durumda. Burada Amerika’da çok daha riskli olan projelere önce yatırım yapıp, onu bir seviyeye kadar getirip atlama noktasında diğer asıl alana sahip çıkacak kuruluşların eline verebiliyor. Japonya’da da nanoteknoloji öncelikli alan olarak saptandı. 2001’de 400 milyon dolardan 2004’te 1 trilyona geçmiş durumda. Güney Kore, 10 yıllık bir program başlattı. Tayvan 6 yıllık ve bu doğrultuda Güney Kore ve özellikle Tayvan, dünyadaki kendi bilim adamlarını da ülkelerine çekme politikası izlemeye başladılar. Çin, yatırımlarla son 3 yıl içinde bu alanda bastığı makale sayısını %200 arttırdı. Yayın veya patent sayısı da çok önemli bir gösterge. Çünkü siz birtakım alanlarda yayın yapmaya başlıyorsanız aslında o alanlarda artık söz sahibi olmaya da başlıyorsunuz demektir. Bunun yanı sıra Rusya, son 1 yılda inanılmaz atılımlar yapıyor. Avustralya, Kanada, Hindistan, İsrail, Malezya, Tayland da keza yine bu harekette yer almaları açısından sayılabilecek ulkeler arasında. Bir de teknoloji şirketi var Prof. Dr. Candan Tamerler, geçtiğimiz yıl içinde 3 ortağı ile BNT4BNT (Networking ile Biyonano Teknoloji Transferi) isimli firmayı kurdu. Bir teknoloji kuluçka merkezi olacak olan firma sanayiye aktarılabilecek projeleri bularak onların ticarileşmesine önayak olacak. “Teknoloji transferi açısından bunlar çok önemli olduğu için elimiz bilimin içindeyken bunu yapmak istedik ve bu şirketi kurduk” diyen Tamerler burada hem danışmanlık hem de bazı temel eğitimler verdiklerini söylüyor. Şirket kurulurken dünyadaki benzer başarılı şirketler örnek alınmış, ancak Türkiye’de henüz benzeri bir şirket mevcut değil. Tamerler, bu alanda Japonya, Kore ve ABD ile devamlı çalıştıkları için yatırım yapacak alan arayan firmalara danışmanlık vermeye başladıklarını da ekliyor. Burada mikroorganizmalardan tutun, DNA ve genlere kadar pek çok alanda çalışmalar yürütülüyor. Sanayi projelerimiz de var. Örneğin SETAŞ ile AB 6. Çerçeve Programı’na ortak proje yürüttük. Firmalara dönemsel projeler de yapılıyor MOBGAM’da. İTÜ içinde biliyorsunuz KOSGEB de bulunuyor. Onlarla da ortak çalışmalar yürütüyoruz. Kurslar düzenliyoruz. Kimi zaman ücret karşılığı sanayicilere laboratuvarlarımızı kullandırıyoruz. TEYDEP içinde projeler üretiyoruz. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin denizden aldığı örnekler üzerinde mikrobiyolojik analizler yapıyoruz. MOBGAM’da 80 lisansüstü doktora öğrencisi var. Merkezi yaklaşık 20 kadar da öğretim üyesi kullanıyor. Sanayiakademi işbirliğinin oluşması için merkez ve bölümde Biyonano Teknoloji isimli 3 ayda bir düzenlenen toplantılarda bu alanın dünyada önde gelen bilim insanları buluşuyor. Yine Tamerler’in önayak olduğu Biyonano Teknoloji Platformları da sanayicileri ve akademisyenleri bir araya getiriyor ve bilim insanları sanayiciler ile teknolojik gelişmeleri paylaşıyorlar. Tekstilden savunmaya, tarımdan tıbba Soru: Sektörler açısından biyo ve nano teknolojinin önemi nedir? İnşaat sektörü için de açılım söz konusu. İnşaat sektöründe mesela malzemenin yorgunluğu, kırılganlığının takip edilebilmesi bekleniyor. Veya dış cepheleri kirlenmeyen veya ıslanmayan yüzeylerin, rengi, bulanıklığı kontrol edebildiğiniz fotokromik camların binalarda kullanılmaya başlanması söz konusu. Malzeme olarak, mikro ölçekte üretilen bazı doğal veya sentetik polimerik malzemelerin otoyollarda kullanılması, depreme karşı yolların kırılmasında belli bir esnekliğin sağlanması söz konusu. Tüm bunlar mikro sistemlerden makroya geçişlerin güzel örnekleri. Tekstil sektörüne göz atalım. Tekstillerde sizin fibere uygulayacağınız tüm yüzey işlemleri aslında tekstilin özelliğini değiştiriyor. Biz burada akıllı tekstillere doğru bir geçiş yapıyoruz. Yani ıslanmayan yüzeyler veya yüzeye bazı özelliklerin kazandırılması, kirlilik tutuculuğundan tutun, ısı, yalıtım vb. özellikleri kastediyoruz. Bunun dışında renk değiştirebilen veya ısıya, neme duyarlı olan kıyafetlerin geliştirilmesi konusunda çok ciddi çalışmalar sürdürülüyor. Hepimiz artık otellerin çoğunda bu örnekleri görmeye başladık bile. Nilüfer çiçeğindeki su damlacıklarının yüzey pürüzlülüğünden dolayı yayılmama özelliğinden esinlenerek gelistirilen bir konsept söz konusu. Bunu yine Japonya’da 2002 lerde bir grup araştırmacı ortaya çıkarmıştı. Şimdi bu ürün neredeyse bütün beş yıldızlı otellere girmiş durumda. Tarım alanında da çok büyük etkileşmeler var. Mesela tıptan gelişmiş olan kontrollü ilaç salınımı. Tarımda şu anda kontrollü gübre veya ilaç kullanımına doğru geçiş var. Hatta topraksız tarım konseptleri ön plana çıkmaya başladı. Bunlar daha tam oturmamış durumda ama ticari olarak büyük bir gelişim beklendiği yerler diyebilirim. Nanoteknolojinin günümüzdeki en hayati uygulama alanlarından biri de biyogüvenlik. Biliyorsunuz biyolojik savaş artık günümüzün savaş teknolojilerinde dominant hale geçti ve yansımaları da ürkütücü. Şu anda zaten Amerika’da bu nanoteknolojiye ayrılan fonların büyük bölümü aslında savunma teknolojilerine gidiyor. Savunma teknolojilerinde de bu ağırlıklı olarak biyogüvenlik konularına yönelik. Güvenlikte de biyolojik saldırıların aslında diğer saldırılara göre çok daha rahat yapılabilir, rahat üretilebilir olması göz korkutuyor. Ve buradaki biyolojik sistemlerin çok daha rahat değişebilir olması da. Yani sabit bir kimyasal gazdan konuşmuyoruz. Bunlar süreli modifiye olabiliyorlar. Buna bağlı olarak havanın, suyun, toprağın kirliliğinin anında ölçülebilir ve anında müdahale edilebilir olması lazım. Milli Savunma Bakanlığımızın da bu yönde başlattığı çalışmalar var. Türkiye’nin kendi içinde de bu yönde planlama yapabilmesi lazım. SİNGAPUR’UN ATILIMI Singapur’u sona bıraktım, nisan ayı içinde benim üniversitemin de içinde bulundugu bir grubu Singapur’dan bir grup ziyaret etti. Etkin üye, A*STAR adında doğrudan Ticaret ve Sanayi Bakanlığı’na bağlı çalışan bir kuruluştu. Bütün medikal, elektronik ve sair teknolojilerin açılımına nano açısından odaklanmış durumdalar. Yüzde 50 oranında da yabancı araştırmaya yer verdiklerini, bu doğrultuda dünyadaki araştırmacıları ve bilim insanlarını çektiklerini ve teknoloji kentleri oluşturduklarını özetlediler. Teknopolis adı verdikleri bu alanda,yerli ve yabancı girişimcilerin ve firmaların bilim insanları ile bir arada çalışıp üretebilecekleri bir ortam söz konusu. Singapur hükümeti tarafından da destekleniyor. Bunları örnek olarak özellikle söylemek istiyorum, biz üniversite ve sanayi iç içe girsin diyoruz. Üniversite ve sanayi kendiliğinden, bir iki hocanın etkileşimiyle maalesef iç içe giremiyor. O zaman yapılan çalışmalar test çalışmalarına odaklanıyor ya da gündelik bazı sorunlara odaklı çalışmalar oluyor. O zaman siz yine vizyonu kaçırmış oluyorsunuz. Yani farklı perspektifleri iceren oluşumlar gerçekleştirmek zorundayız. MOBGAM’da neler yapıldığını özetler misiniz? MOBGAM 2004 yılında kuruldu. 2005 yılında asıl faaliyetlerine başladı. İşadamı Orhan Öcalgiray’ın bağışları sayesinde kurulan bu merkez 3 yıl gibi kısa sürede sanayiakademi işbirliğinin gelişmesinde önemli bir platform haline geldi. Merkezin laboratuvarında en gelişmiş teknolojik altyapılar kullanıldı. Ortak analiz laboratuvarları var. CBT 1109/ 7 20 Haziran 2008