17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

İktisatçının sorumluluğu: Bir eleştiri Prof. Vural Fuat Savaş tarafından, BilimTeknoloji’nin 6 Haziran 2008 günkü sayısında, 23 Mayıs 2008 tarihinde Bağımsız Sosyal Bilimciler (BSB) tarafından yayımlanan yazıya atfen yazılan makale, iktisat öğretiminde bir devrim çağrısı yapıyor. Prof. Savaş’ın görüşlerine kısmen katılmakla birlikte, yazısındaki kimi savları eleştirmenin, “iktisat eğitimi” ve “iktisatçının sorumluluğu” konulu tartışmaları zenginleştireceğine inanıyorum. Ceyhun Elgin, Minnesota Üniversitesi, Doktora Öğrencisi, eposta: [email protected] sayımlar altında piyasalara devlet müdahalesinin ne derece kötü(!) olduğunu ispatladıklarını görürüz. Günümüzde de ağırlıklı olarak çalışmalar bu yönde yapılmakta. Bunun karşısında, anaakım iktisat görüşünün dışına itilmiş olan ve eleştirel iktisat yapan heterodoks iktisatçıların ise genelde, anaakım modellerdeki koşul ve varsayımları incelemek, eleştirmek ve onların yerine daha gerçekçi varsayımları koyup farklı sonuçlara ulaşmak yerine, iktisatta matematiğin kullanımına saldırdıklarını fark ederiz. Prof. Savaş, sıraladığı maddelerin ikincisinde, iktisatta matematiksel yaklaşımın tümüyle terk edilmesi gerektiğini savunmakta. Kanımca bu, yanlış bir bakış açısı. İktisat biliminde matematik bir amaç değil, iktisadi gerçeklikleri açıklayabilmek için kullanılan bir araçtır. Liberalizmin güzelliklerini meşrulaştıran modellerde suç matematiğin değil, gerçek dışı varsayımlar yapan iktisatçılarındır. Yerine koyacak bir İktisadi modeller, dünyadaki bir şey geliştirmedikçe, gerçekliği açıklayamıyorsa, buraegemen iktisadi düda yalan söyleyen matematik deşünceyi yıkıp yerine ğil, iktisatçının kendisidir. Prof. Savaş’ın diğer maddedaha toplumcu bir lerde vurguladığı, mikroiktisadın ideolojiyi yerleştirliberalizm ideolojisinin bir aracı menin imkânı yoktur. olduğu ve makronun mikro temelleri ifadesinin bir aldatmaca olduğu şeklindeki görüşlerine de katılmıyorum. Matematiğin yoğun olarak kullanıldığı mikroiktisat modeller, farklı varsayımlar altında, daha eşitlikçi bir sistemi ve hatta sosyalizmi dahi meşrulaştırabilir. Örneğin, mikroiktisatta, son yıllarda oldukça hızlı gelişen alanlardan olan, deneysel mikroiktisat ve nöroiktisatta yapılan araştırmalar sonucunda, insanlarda, diğerkâmlığa ve eşitliğe yönelik ciddi bir eğilim olduğu saptandı. Bu alanlarda, yüksek matematik kullanılarak kurulan modellerle ve bu modellere dayanılarak yapılan araştırmalarla, liberalizmin en temel varsayımlarından olan bireysellik, rasyonellik ve bencillik gibi insanı “homo economicus” yapan özelliklere karşın, eşitlik, hakkaniyet ve adalet gibi kavramların, insanlar için daha önemli olduğunu gösteren kanıtlar bulundu.(1) Eğer, liberalizme ve onun iktisat teorisindeki yansıması olan neoklasik senteze karşı çıkılmak isteniyorsa, matematiğin iktisatta kullanımını eleştirmek değil; liberalizmin bir ekonomide ne gibi olumsuzluklara yol açtığını tespit etmek, bunu, iktisadi bir modelle açıklayabilmek ve bunun, mevcut modellere göre, neden daha açıklayıcı olduğunu ispat edebilmektir. Yerine koyacak bir şey geliştirmedikçe, egemen iktisadi düşünceyi yıkıp yerine daha toplumcu bir ideolojiyi yerleştirmenin imkânı yoktur. (1) İlgili okuyucular için önerilebilecek teknik olmayan, özetleyici bir makale: Fehr, Ernst ve Gächter Simon. Fairness and Retaliation: The Economics of Reciprocity, Journal of Economic Perspectives 14, (2000), 159181 Anzak koyuna gitmek için; ya denizi dolduracaksınız ya da 3040 metrelik dağın yarısını yok edeceksiniz. Eğer bu bölgenin tüm ulaşım sistemi planlanır ve tahribin boyutu görülerek farklı alternatifler araştırılmazsa, dayatılan durumun doğru gibi gösterilmesi kaçınılmazdır. Yani işin yönteminde yanlışlık var. Oysa, fikir projelerinin birinci seçileni ve eldeki Uzun Devreli Gelişme Planı, bu bölgenin özel araç ve lastik tekerlekli motorlu araçlardan arındırılmasını öngörmekte, yürüyüş ve bisiklet yolları, at gezi parkurları, toplu taşım ve ring yolları, hatta kirletmeyen hafif raylı sistem önerilerini sıralamaktadır. Bu önerileri yok farz etmek, Milli Parkı otoyol parkurlarıyla donatmak, motorlu araç cehennemine dönüştürmek, bir fiil Uzun Devreli Gelişme Planı’na aykırı davranmanın kanıtıdır. İkinci yanlış ise; Barış ve Barış Park’ı kavramı unutturulmak isteniyor. Planlama serüveninde de belirtildiği gibi; 10 yıllık çalışmaların önemli ilkelerinden birisi bu alanların barışı simgeleyecek düzenlemelerle korunmasıdır. Sükunet, huzur ve barış, Milli Parkı gezen herkesin sonuçta edindiği bir kavram olmalıdır. Bu alanlar şimdilerde, bir taraftan işlevsel karmaşanın ve şantiye görünümünün diz boyu yaşandığı, bir taraftan savaş çığırtkanlığıyla manevi duyguların abartıldığı, diğer taraftan ise turizmin aracı haline dönüşen ideolojik ifade alanlarıdır. M BARIŞÇI DEĞİL SAVAŞÇI Her ideoloji, kendine ait bir sanal dünyayı inananlarına Gelibolu Savaş Alanları üzerinden ifadelendirmekte. Bir taraftan İslamcılar din temelli ideolojileri, bir taraftan Türkçüler ırkçılık temelli ideolojileri, diğer taraftan ulusalcılar devlet temelli ideolojileri Gelibolu Savaşı ve savaş alanları üzerinden beslemekte. Savaş üzerinden yapılan bu tür ideolojik beslenmeye, son dönem inşa edilen fiziki düzenlemeler de altlık oluşturmakta. Şehitlikler, Anıtlar, yapısal düzenlemeler, sergilemeler ve diğer fiziki düzenleme ve inşaatların teması, savaşı ve savaş çığırtkanlığını abartılı yüceltmek üzerine kurgulanıyor. Yaratılan bu durum, 10 yılı aşkın emeklerle oluşan “Barış ve Barış Parkı” kavramına ve onun somut sonucu olan fikir projesi ile Uzun Devreli Gelişme Planı’nın anlayışına ve bizzat varlık gerekçesine aykırı davranmanın kanıtıdır. Gelibolu Barış Parkı’nda, siyasi iktidarı da muhalefeti de “barış” talep etmiyor. Aktif/reel siyaset içinde yer almayan, iktidar talep etmeyen ve çalışmalarını iktidar dışı alanlarda sürdüren kesimlerin yöntemi kuşkusuz farklılık içerecektir. Bu kesimlerin çalışma yönteminde temel belirleyici aks, kazanılmış evrensel değerlerdir. İnsanlık tarihiyle koşut birikimlerin sonucu olan evrensel değerler bizlere göstermektedir ki; “bütüncül planlama” ile “barış” insanlık için çok önemli ve vazgeçilmez bir değerdir. Dünya sağduyusu, bu 2 kavramın aksini uygulayanların yanlış yaptığını saptar. Gelibolu Milli Parkı, 1994 ile 2002 yılları arasındaki kadar “barışa” yakın olmamıştı. Ve Gelibolu Milli Parkı’nda 2002–2008 yılları arasındaki kadar “savaş çığırtkanlığı” yapılmamıştı. Kendisinden başka herkesi düşman olarak gören ideolojik yaklaşımlar, gittikçe tırmanmakta ve “barış” kavramını yok etmekte. akalenin girişinde, BSB’ce hazırlanan yazının başlığı olan “piyasa ya da toplum” ifadesinin yanlış izlenimlere neden olabileceği savlanıyor. Birçok iktisatçının, televizyon programları ya da gazetelerde piyasa verilerini yorumlamakla yetindiği günümüzde, bir iktisatçının toplumsal sorumluluklarının da olduğunu hatırlatıcı bir başlığın, niçin yanlış izlenimlere neden olacağını anlayamıyorum. Yazısının devamında Prof. Savaş, “piyasa ya da toplum” ifadesini kullanmanın ciddi bir yanlış olduğunu, çünkü bir haberleşme ve koordinasyon sistemi olarak piyasanın alternatifi olmadığını belirtmiştir. Piyasanın alternatifinin olmadığını iddia etmenin doğru olmadığını vurgulamak istiyorum. Çünkü, merkezi bir planlama kurumunun yönetiminde, tüketicilerin kendilerinden istenen birtakım bilgileri bu planlama kurumuna bildirmesi ve bu otoritenin, bu bildirime göre, toplumsal bir dağıtım yapmasına dayalı merkezi planlama sistemi, sadece bir haberleşme ve koordinasyon sistemi değil, bir bölüştürme sistemi olarak da, hem teoride hem de pratikte, piyasanın alternatifidir. Bu alternatif, geçmişte oldukça araştırılmış ve üzerine binlerce makale yazılmış olsa da, günümüzde, hem egemen teoriye karşı yenilgiye uğramış, hem de pratikte verimsiz bir sistem olarak işlemiştir. Ancak bu, onun bir alternatif olarak var olmadığı ve daha iyi işler hale getirilemeyeceği anlamına gelmez. Günümüzde, yeterli düzeyde geliştirilememişse de, böyle bir alternatif vardır. Dolayısıyla, piyasa ya da toplum, yanlış bir ifade değildir. Yazısının devamında, Prof. Savaş iktisat üzerine düşüncelerini, 6 maddede sıralıyor. Bu maddelerden sonuncusu olan “İktisat ve iktisatçı; adil, üretken ve sürekli büyüyen bir ekonomi yaratmayı amaçlamalı ve bunun için çalışmalıdır” yargısına katılmakla birlikte, diğer maddeleri tartışmak istiyorum. Örneğin, ilk maddede belirtilen, bireysel karar ve davranışların, psikoloji ve ahlak felsefesinin konusu olduğunu ve mikroiktisadın, ders kitaplarından çıkarıp atılmasını savunmak, kanımca mümkün değil. Disiplinlerarası olmasıyla övündüğümüz iktisat biliminin, pek doğaldır ki, sosyoloji, psikoloji, matematik ve hatta fizikle dahi kesişim alanları olacak. Bu kesişim alanlarını iktisattan soyutlamanın, iktisat bilimine hiçbir katkı sağlamayacağı açıktır. İKTİSAT VE MATEMATİK İktisadın araçlarını giderek daha sık kullandığı bilimlerden biri de matematiktir. Öyle ki, günümüzde, önde gelen bir iktisat dergisinde yayımlanan bir makaleyi anlayabilmek için lisans düzeyinde matematik bilgisi yeterli olmayabilmektedir. Ancak, iktisadi düşünce tarihine baktığımızda, matematiğin iktisatta yoğun biçimde kullanımının, 19. yüzyıl sonunda İngiliz ve Amerikan neoklasik iktisatçılar tarafından başlatıldığını ve bu iktisatçıların çoğunluğunun, kurdukları modellerde, genellikle piyasa ekonomisinin varlığını meşrulaştırdıklarını, çeşitli var CBT 1109 / 21 20 Haziran 2008
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle