17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

ZÜMRÜTTEN AKİSLER A. M. Celal Şengör Siegsdorf Müzesi burada 1975 yılında iki lise öğrencisinin çok iyi korunmuş bir Mamut iskeletini tesadüfen bulmaları sonucu kurulmuş. Önce müzeyi sırf mamut müzesi yapmayı düşünmüş köy yönetimi. Ama sonra genel bir doğa tarihi müzesinin daha yararlı olacağına karar vermişler. Salzburg ve Münih’e SeyahatI: Salzburg Mozart’ın doğduğu şehir Salzburg’a yolculuğumun nedeni, şeref üyesi olduğum Avusturya Jeoloji Derneği’nin Avusturya’da Yerbilimlerinin Tarihi Çalışma Grubunun yedinci toplantısının bu şehirde yapılmasıydı. Ben de bu toplantıya gelmiş geçmiş en büyük jeolog olan Eduard Suess’ün dağoluşumu hakkındaki görüşleriyle ilgili bir bildiriyle katıldım. Pek çok şey öğrendiğim bu toplantıda en çok ilgimi çeken tebliğ Eichstätt’teki Katolik Üniversitesinden Prof. Rolshoven’in sunduğu «Manastırlarda Doğa Bilimleri» başlıklı tebliğ oldu. Hıristiyan din adamları manastırlarda, hattâ Salzburg gibi devletin din adamlarının elinde olduğu prensliklerde, saraylarda doğa tarihi müzeleri diyebileceğimiz kuruluşların ilk örneklerini oluşturmuşlar. Buralarda üç kategori nesne sergilenirmiş: 1) Naturalia («Doğallar»,yani Tanrının yarattıkları: Bunlar taşlar, mineraller, fosiller, hayvan ve bitki örnekleri), 2) Artificialia («Sun’iler»,yani insanın yarattıkları: Saatler, usturlablar, yerküreler vs). Daha sonraları bu ikisine «Scientifica»,yani bilimseller katılmış: Bunlar hattâ sanat eserleri bile olabiliyormuş. Scientifica ile Artificialia arasındaki sınır pek keskin değil. Bu koleksiyonlar 18.yüzyılın ikinci yarısından itibaren üç işlev üstlenmişler: İnceleme, belgeleme ve eğitim. Dolayısıyla daha önce ait oldukları kuruluş ve/veya kişinin «ihtişamını» gösteren bu yerler giderek «çalışma koleksiyonları», yani araştırma müzeleri haline dönüşmüşler. Toplantı esnasında Salzburg’un meşhur Katedrali içerisinde yer alan böyle bir müzeyi görme imkânım oldu. İlk günden sonra hep birlikte Bavyera’nın minik bir köyü olan Siegsdorf’ta 1995’te oluşturulan Siegsdorf Doğa Tarihi ve Mamut Müzesini gezmeye gittik. Siegsdorf, Traun nehri üzerinde olduğundan, burada ondokuzuncu yüzyılın ilk yarısında meşhur İngiliz jeologları Sedgwick ve Murchison’un Alpler’in kuzey kenarında inceledikleri kayaç istifini de, Siegsdorf Müzesi müdürü jeolog Dr. Robert Darga’nın kılavuzluğunda görme olanağını bulduk. Siegsdorf Müzesi burada 1975 yılında iki lise öğrencisinin çok iyi korunmuş bir mamut iskeletini tesadüfen bulmaları sonucu kurulmuş. Önce müzeyi sırf mamut müzesi yapmayı düşünmüş köy yönetimi. Ama sonra genel bir doğa tarihi müzesinin daha yararlı olacağına karar vermişler. Mini mini Siegsdorf’un müzesi muhteşem bir yer; aynı zamanda bir araştırma kurumu. Dr. Darga büyük bir iftiharla bana yaptıkları yayınlardan hediye etti. O yayınların birinde, Bavyera mağara ayılarının nesli tükenmiş hayvanlar olduğunun, adını bile daha önce duymadığım bir Rosenberg tarafından 1792’de karşılaştırmalı anatomi kullanılarak tespit edildiğini görmeyeyim mi! Nesil tükenmesinin karşılaştırmalı anatomiyle ispatını bütün dünya Cuvier 1796’da yaptı diye bilir. Halbuki ondan dört sene evvel bu yapılmış, hem de fosil mağara ayıları üzerinde. Ben bunu daha önce herhangi bir yerde ne okumuştum ne de duymuştum! Dr. Darga’ya sırf bu bilginin bile oralara kadar gitmeye değdiğini söyledim. Cumartesi günü ise Avusturya’nın büyük jeologlarından Hermann Vetters’in torunu ve bizde Efes’i kazan meşhur arkeolog Hermann Vetters’in oğlu Prof. Wolfgang Vetters bize Salzburg’un PrensBaşpsikopos’u Wolf Dietrich von Reitenau’nun (15591617) sarayını gezdirdi. Saray şimdi üniversiteye ait ve hukuk fakültesi olarak vazife görüyor. Ancak bu sarayda dünyanın iki büyük harita freskli galerisinden biri bulunuyor. Bunlardan eskisi Vatikan’daki meşhur harita galerisi. Bundan on yıl kadar sonra 1598’de Salzburg’daki yapılmış. Vatikan’daki haritalar Batlamyüs temelli; Salzburgdakiler ise Hollandalı kartografların modern haritalarına dayanıyor. Üstelik bu haritalara temel olan haritalar üniversite kütüphanesinde hâlâ mevcut. Haritalar arasında bir tanesi Türk İmparatorluğunun Tasviri başlığını taşıyor, üzerindeki panoramik resim de İstanbul. Salzburg’dan trenle Münih’e geçtim. Oradaki izlenimler önümüzdeki haftaya. Yolda giderken de gözümün önünden geçen doğa ve insan işbirliğinin o enfes örnekleri bana bilgisiz, görgüsüz, açgözlü yöneticiler elindeki talihsiz ülkemi hatırlattı. Unutmayın: İnsan gibi yaşamak elinizdedir. Yeter ki adam gibi adamları seçin; zır cahil yobazları değil. 300 MİLYON YIL ÖNCE PATLAYAN SÜPERNOVA YANKISI Heidelberg MaxPlanck Astronomi Enstitüsü’nde Oliver Krause yönetiminde çalışan astronomlar ilk kez Samanyolu’ndaki bir Süpernovayı spektrokskopik yöntemlerle incelediler. Üç yüz milyon yıl önce patlayan Süpernovanın etrafındaki gaz ve toz bulutlarından yansıyan eko analiz edildi deniyor Science dergisinde. Kraliçe takımyıldızındaki yıldız yok oluşuna yakın bir zamanda kırmızı dev olarak genleşip kendi ağırlığı altında patlarken geriye kalan kılıfını atmış. Yıldızın kılıfı o zamandan bu yana saniyede birkaç bin kilometre hızlı her yöne doğru genleşmekte. Patlamadan geriye kalan bu ilginç bulut bugün Cassiopeia A olarak bilinmekte. Süpernova kalıntısı 11.000 ışık yılı uzaklıktaki komşu bölgede yer almakta. Patlamaya ait ilk flaş tahminlere göre 1680 yılında dünyaya ulaşmış ve o tarihte İngiliz kraliyet astronomu John Flamsteed tarafından gözlemlenmişti. AVRUPA’NIN KALINLIĞI NE KADAR? Avrupa’nın yerkabuğu ilginç bir çeşitlilik göstermekte. Mesela Finlandiya altındaki kabuk, Alpler gibi sıradağların altında bekleyeceğimiz kadar kalın. İzlanda ve Faroer adalarının altındaki kabuğun da tipik bir okyanus kabuğundan çok daha kalın olması da bilim insanlarını şaşırtt ı . Dünyamızın yerkabuğu ortalama olarak kırk kilometre. Dünyamızın yaklaşık olarak 12.800 kilometrekare çapında olduğunu düşünecek olursak, yerkabuğu pek kalın sayılmaz. Ama özellikle de üstteki kilometreler çok ilginçtir, sonuçta buralar asıl yaşam alanımızdır. Yerkabuğu on yıllardan bu yana yoğun bir şekilde araştırılmakta. Ancak Avrupa’daki çeşitli araştırma gruplarının daha çok belli başlı bölgeler CBT 1109/ 5 20 Haziran 2008 üzerinde durmaları nedeniyle bugüne kadar Avrupa’nın yerkabuğunu gösteren eksiksiz bir tablo elde edilememişti. Bu eksiklik şimdi Potsdam Jeoloji Araştırmaları Merkezi’nden (GFZ) Magdala Tesauro ve Mikhail Kaban ve Vrije Üniversitesi’nden Sierd Cloetingh tarafından gerçekleştirilen bir araştırmayla giderilmekte. Son sismolojik sonuçların yardımıyla Avrupa’nın yerkabuğunu gösteren dijital bir model elde etmiş bilim insanları. En üstteki tabakaları kapsayan yani 60m derinliğe kadar olan kısmı gösteren model, Avrupa kıtasının milyonlarca yıl süren gelişimini anlamaya ve ekonomik açıdan kârlı olacak bölgelerin bulunması hatta deprem gibi jeolojik risklerin anlaşılmasında yardımcı olacak. Nilgün Özbaşaran Dede
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle