16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AYLAK BİLGİ Tahir M. Ceylan [email protected] www.tahirceylan.com CBT 1102/ 9 2 Mayıs 2008 na insanları ikna etmeye çalışıyorlar. ‘Akla karşı kalp’ sözü roBatının İslam dünyasına üsmantik bir ‘fallacy’dir. Atom tünlüğü Hıristiyan olduğu için Bombası, silah, harp yani öldürdeğil, tersine me araçları insanın hayvanlarla ortak yanıdır. İnsan akıllı olduğu kavgayı din ideolojisi dışında için öldürmek için araç kullanan bir alana taşıdığı için gerçekbir hayvandır. İlginç olan öldürleşmiştir. Bu bilimsel öğretim menin de akıl ve bilime dayanve bilgi, ve ona bağlı teknoloji masıdır. Atom Bombası laboratuvarlaalanıdır. Biz neredeyse üç yüz rında Oscar Wilde’ın şiirleri yıldır her şeyi ithal ediyoruz. okunsa da, fizik ve kimya egeBatıya karşı çıkmanın bile mendir. Romantik ve irrasyonel sözlüğünü Batıdan bir duygu takıntısına karşın küreselleşmenin serbest ticaret oldualıyoruz ğunu, satılan malların da teknoloji ürünleri olduğunu hatırlamak gerekir. Bugün tarım ürünü teknolojidir. Kültür de teknolojidir. Teknolojiyi taşımak da teknolojidir. Kara para ödemek de teknolojidir. Teknoloji ise aklın ve bilimin egemen olduğu bir insan etkinliğidir.Dünyanın şamar oğlanı ve sömürgesi olmaktan duygularımızla kurtulamayız. Bütün bu tür tartışmalar yapılırken toplumun aydınlarının ve laik üyelerinin unutmamaları gereken bir tarihi gerçek vardır: Türkler İslam dinini temel alan bir kültür dünyasının önemli üyeleridir. Osmanlı İmparatorluğu bu dünyanın 20. Yüzyıla kadar Avrupa sınırındaki en büyük temsilcisi idi. Bu nedenle Türkiye’nin İslam toplumlarının en gelişmiş olanı olarak 1.5 milyar nüfusu olan Müslüman’ın geleceği ile ilgilenmesi hem kültür bağı hem insanlık açısından temel bir görevdir. Bu bağlamda bizim Müslümanların İstanbul’a dikilecek Dubai kuleleri ile değil, Müslüman dünyanın 21. Yüzyıldaki geleceği ile ilgilenmesi çok daha önemlidir. Bunu da mollalar değil, sosyolog, antropolog, coğrafyacı, tarihçi ve dil bilimciler yapar. Bu 21. Yüzyıl için belki de en başta gelen büyük bir insanlık görevidir. Müslümanlar neyin savaşını vermeleri gerektiğini bile öğrenemediler. Batılıların onları geri görmelerinin nedeni budur. Müslümanlar dinlerinden oldukları için değil, ondan başka bir şey öğrenemedikleri için için parya gibi yaşıyorlar. İslam toplumlarının sorunu az Müslümanlık değil, çok Müslümanlık, çağdaş olamama, sömürülme, itip kakılma, Irak, Filistin, Afganistan gibi muamele görmedir. Dünya bizim Müslüman kalmamızdan memnundur. Bu bağlamda kişilerin inancı önemsizdir. Mevlana ya da Hayyam’ın, Babür ya da Ekber Şah’ın, Şiiler için Sünnilerin, Sünniler için Şiilerin inançları sorgu konusu olabilir. Fakat bu açık sömürü kavgasının doğasını değiştirmiyor. Onun için Mustafa Kemal’in İslam tarihindeki yeri İslam’ı diğer toplumlarla eş kılmak için çabaları ve liderliği hâlâ paradigmatik olmakta devam ediyor. Onun için çağdaş olmazsak köle olacağız öngörüsü önem taşıyor. Çağdaş Batı dinden vazgeçmedi. Kaldı ki devletin laik olması Türk toplumunun ne içte ne de dışta dinsel kimliğini değiştirmemiştir. Devletin laik oluşu ne Fransızları Katolik ya da Protestan, ne de Rusları Ortodoks olmaktan ayırmamıştır. Çağdaş teknoloji toplumlarının sorunu dinsel kimlik sorunu değildir. Müslümanları kimse Müslümanlıktan çıkarmak istemiyor. Tersine dünya Müslümanları Müslüman olarak ve kendi Müslüman imgesinde olduğu gibi, cahil, geri kalmış, üçüncü sınıf halklar olarak görmekten memnundur. Cahil, geri ve fakir bu dünyanın İslam imgesidir. Her zaman yinelenecek Sorunun çağdaş bir insan gücü yatek bir gerçek var. Çağdaşlığa ratmak olduğunu anlamayan bir giden yol tektir. Bilimsel ve İslam dünyasının geleceği karanlıkteknolojik üretimde dünya ile eşitlik. Dünya hâlâ çok tır. Teknoloji dünyasının müşterisi kültürlüdür. Fakat sadece iki kalacak olan Müslümanlar, elleringrup insan var: Fakirler ve de dışarıdan alınmış silahlarla, zenginler. Buna karşın tekBatıya sadece bir terör çetesi olanolojinin her yerde bir bütünlüğü var. Eski geleneklerak görüneceklerdir. Müslüman topre, inançlara bağlı ayrıcalıklumların eğitilerek, çağdaş eğitim lar vardır. Fakat Tokyo, düzeyinde üretmeye başlamalarının Kalküta, Moskova, Ankara, Madrid’deki iyi yetişmiş inbaşka alternatifi yoktur. sanları çağdaş yaşamları aynı nitelikleri taşır. Ülkemizde bir gurup erkek, psikiyatriste gitmekten oldum olası çekinmiştir. Bunlar genellikle işlerinde belli başarıyı yakalamış, aile içi derin mutsuzluk yaratan sıra dışı bir davranışa sahip olup, onu asla değiştirmeyen kişilerdir. Ya hiç sebep yokken kavga çıkarıp küserler ya inatla çapkınlıklarına devam eder ya da çocuklarının rızkı olan ellerinde avuçlarında ne varsa etrafındakilere yedirirler. Bilinçdışı Fantezinin Gerçekleşmesi Bu erkek gurubu toplumun esnekliğini bozmakta, yaratıcılığı engellemekte ve dizge halinde birkaç düzine insanın mutsuzluğuna neden olmaktadır. En sık görülen örnekle açıklayalım. Bir erkek beraber olduğu kadını, sudan sebeplerle terk etmekte ve kadının her yalvarışından sonra lütfen geri dönmektedir. Analitik çözümlemeler, bu erkeklerin çoğunda çocukluk döneminde anneyle yaşanan platonik bir aşkın ortasında, primal sahne (anneyle babanın yatakta seviştiğini ilk kez görme ya da işitme) yaşantısı söz konusu olduğunu göstermektedir. Primal sahne yaşantısından sonra çocuk anne tarafından terk edildiğini hisseder. Annenin kendine değil de babaya ait olduğunu hissederek onun kendini aldattığı sonucuna varır. Böyle birisi, gençlik yıllarındaki bütün beraberliklerde çocukluğunda yaşadığı travmanın onarımı için uğraşır. Çocukluğundaki atmosferin benzerini beraberliklerinde de kurar. Kız arkadaşına kapris yaparak kendini çocuk, onu anne rolüne sokar. Sonra kızın bir erkeğin elini sıkmasını bahane edip aldatıldığını söyleyerek onu terk eder. Böylece yıllar öncenin gerçekliğini tıpatıp aynısıyla yeniden kurmuş olur. Şimdi onun beklediği, annenin babadan ayrılıp kendine dönmemekle yapılandırdığı travma, kızın kendine yalvar yakar olup dönmesiyle tedavi edilecektir. Çocukluktaki travmayı onarıcı düşünce şöyle şekillenir: Anne dönmedi, bu onun yanlışıydı, doğru olanı ise kız yaptı ve döndü, çünkü ben yeryüzünde kaybedilmeyecek tek erkeğim. İşte bu noktada çocukluktan bu yana hayali kurulan bilinçdışı fantezi, tam da istenildiği şekilde gerçekleşmiş olur ve erkek tarafından vecd hali ile karşılanır. Kız eğer erkeğe küçük bir ilgisizlik gösterirse, fantezi bir daha ayağa kalkar ve onarım gerektirir. Bunun için yeniden küsüp uzaklaşmalar, sonra kızın tekrar “ben ettim sen etme çabaları” ve erkeğin vecd ile geri dönüşü sürüp gider. Böyle bir erkek değişmeyi en çok reddeden kişidir. Çünkü onun, derin bir yarası ve bu yarayı kısa süreli de olsa onaran, acıyı dindiren etkili bir pomadı vardır. Fantezi eğer gerçekleşmez de, kız ona dönmezse tedavi orada başlayabilir. Çünkü o zaman kişi vazgeçilmez olmadığını anlamakta ve yeni bir konuma kendini oturtabilmek için psikiyatristin kapısını çalmaktadır. Türkiye’de bilinçdışı fanteziler, bireyselliğin düşüklüğü ve kurban olmaya yatkın kişiliklerin varlığı nedeniyle genellikle gerçekleşmekte ve bu durum, fantezi içindeki kişileri gelişmeden kaskatı bırakabilmektedir. Bunun toplumsal yansımaları da olmaktadır. Toplum dönemeçlerde zorlanıp, bir yöne doğru esnerken, içindeki bu katı(rigid) yapılar nedeniyle kırılmaktadır. Aynen içi çakıl taşı dolu betonla yapılmış binaların daha dayanıksız olması gibi. Türkiye’de ortalama bir ailede egemen kişi sıklıkla annedir. Anne gücünü korumak için özellikle erkek çocukları yaşları ne kadar büyürse büyüsün elden çıkarmak istememektedir. Bu durum aile içinde birçok fantezinin yeşermesine neden olmakta, sonra da herkes fantezisini gerçekleştirmek için topluma çıkıp, onun altını üstüne getirmektedir. Bu durum bir sırtlanın sahilde güneşlenen fokların içine dalıp her birini beslenmek için değil de zevk için parçalayıp atmasına benzer ki, toplumda açtığı yaranın haddi hesabı sayılamaz. Beethoven’in birinci senfonisi ilk yorumdan sonra Leipzig’li bir eleştirmenden, “genç bir züppenin utanmazlığı” küfürünü yemişti. Muhtemelen eleştirmen bunu söylerken bilinçdışı bir fantezisini gerçekleştiriyor, Beethoven’sa bilincinin tam üstüne hazmı zor bir darbe alıyordu. Belki dokuzuncu senfoni o darbe olmasa daha erken gelebilirdi ya da belki hiç gelmeyebilirdi. Hangi darbenin insan için öldürücü, hangi darbenin yaratıcı olduğunu bilmek zor olsa da, yok edici darbelerin kişilerin istikrarını bitirdiğini biliyoruz. Ülkemizde bilinçdışı fantezi gerçekleştirmek peşindeki milyonlarca erkek ve daha az sayıdaki kadın, bütün enerjisini bu verimsiz yolda tüketmektedir. Chamfort, “Dantellerimiz olmadan, gömleklerimiz olmalı” demişti. Toplumun eğitimini, düzenini, geleceğini planlarken, önce psikolojisini bilmeliyiz, en yıkıcı olanlar, en dramatik yaşamı olanlardır, bu dramları üreten bataklığı öğrenmeliyiz.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle