Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SOSYAL DEVLETTEN TÜCCAR DEVLETE Ekonominin büyük(!) mimarının başlattığı büyük dönüşüm 24 Ocak kararları diye bilinen istikrar (esasında bilinçli olarak istikrarsızlaştırma) tedbirleri ve günümüze kadar devam eden devleti dönüştürme süreci ile ilgili olarak çok yazılıp çizilmesine karşın, bu kötüye gidiş ne yazık ki durdurulamadı. Son olarak sosyal güvenlik reformu ile emeklilik hizmetlerinin kademeli olarak rafa kaldırılması ve sağlık hizmetlerinin geldiği acıklı durum ve anayasaya yerleştirilmeye çalışılan bu yeni kurumsal düzen, finale iyice yaklaştığımızı gösteriyor. Dr. Şükran Gölbaşı (sgolbasi@gmail.com) Değerli muhalefetimiz, halkın önüne en acı meselemiz olarak türbanı koyarken, faşist İtalya’dan vakti zamanında devşirilen yasalar karşımıza çeşitli numaralarla bir 159, bir 301 olarak sürekli yeni yeni yeniden sürülürken, bir Ermenilik, Bir Alevilik, olmadı misyonerlik konusu temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp medyada halka buyur edilirken, özetle siz/biz uyurken, uyutulurken ulusdevletten tüccardevlete başarılı bir geçiş yaptık. Vatanımıza milletimize hayırlı olsun. Küreselleşme olarak adlandırılan bu yeni tip sömürgeciliğin anahtar kavramı “borçluluk”tur. Yeni sömürgeciliğin sürdürülebilmesi için, en azından ilgili ülke içinde kurumlaşması tamamlanana kadar, ülkenin borç alma ihtiyacı bitse de kredi sağlayan IMF ve kredi koşullarını düzenleyen Dünya Bankası gibi kurumlarla ilişkisini sürdürmesi esastır. Son günlerde ne demişti Babacan, “Artık borç alma ihtiyacımız kalmadı fakat IMF’le ilişkiler sürdürülecektir”. Bilmem bu beyan size bir şey ifade ediyor mu? Sürdürülecektir, çünkü yeni sömürgeci kurumlaşmanın Türkiye’deki yapılanmasının sağlamlaştırılması için, yeni anayasanın yapılmasını beklemek gerekmektedir. (1) Birgül Ayman Güler http:// mimas.politics.ankara.edu.tr. Devletin yeniden yapılanması ile ilgili daha fazla bilgi edinmek isteyenler Birgül Ayman Güler’in kitaplarını inceleyebilirler. (2) Yeni Dünya Düzensizliği Küreselleşme Çözüm mü?, http://www.cfg.org.au/ekitap/ekitap2002s2.asp. Yazan/Derleyen : Nurullah Özbey (3) Mustafa ÖZEL, “Sömürgeciliğe karşı millî duruş”, Yenişafak Gazetesi 25.05.2003 1 980’den itibaren sermaye birikimi olanaklarını, yurtiçi pazarda ve iç pazara endeksli birikim rejimi içinde yeniden üretemeyen burjuvazinin krizden çıkış için, üretim rejiminden toplumu örgütleyen tüm kurumsal yapılara kadar, bir dizi önemli değişikliklerin Türkiye’de başlatılmasına önayak olduğu bilinmektedir. 1970’li yılların sonlarında, toplumun yeni liberal politikalar çerçevesinde yeniden örgütlenebilmesi için gerekli olan kurumsal dönüşümleri tek başına yapabilecek güçte olmayan ve değişim yönünde taleplerini hayata geçirebilecek bir politik tabanı olmayan Türk büyük burjuvazisinin bu yöndeki taleplerini hayata geçirebilmek için, küresel düzeyde işleyen kapitalist sistemin düzenleyici kurumları ve uluslararası aktörlerle işbirliğine gittiği bilinmektedir. Bu bağlamda, 1980 başından itibaren bu ülkenin kurumları lego oyuncaklar gibi dağıtılıp dağıtılıp, egemen çevrelerin çıkarları doğrultusunda yeniden birleştirilirken, yaşanan bu emperyal süreci kavramayı güçleştirmek için de, tarih içinde yerli yerine oturmuş tüm kavramların içleri boşaltılmış ve yepyeni anlamlar yüklenerek yeniden piyasaya sürülmüşlerdir. devletin temsilcisi artık halk değildir. Halk, ABD yaşam kültürüyle donatılmış dizilerle oyalanırken, devletin iktisat politikası araçlarının kontrolü, piyasanın ve uluslar üstü piyasa düzenleyicisi kurumların eline geçmiştir. Bu şu anlama gelmektedir: Devletin yurttaşlarına, sağlık, eğitim, güvenlik ve hakkaniyete göre bölüşüm hizmetlerini sağlayacak araçları, artık piyasanın, yani karar birimlerinde dev şirketlerin belirleyici olduğu kurulların eline geçmiştir: Bizdeki masum adıyla “Bağımsız Üst Kurullar”ın. Bağımsız Üst Kurullar acaba kimden bağımsızdır? Tabii ki milli iradeden, milli iradenin vücut bulduğu Meclis’ten, kamu organlarından, yani halktan bağımsız. Artık halkın sağlık, sosyal güvenlik, eğitim gibi politikalarla ilgili hesap soracağı bir makam yoktur. ULUS DEVLET ÇIKMAZDA “Bu süreçte ulus devletlerin kendi yurttaşlarını, hatta bizzat kendilerini dev şirketler karşısında nasıl koruyabilecekleri ciddi bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır” (3). DİLSİZLEŞTİRME İçinden geçmekte olduğumuz bu süreçte, ekonomik işleyişle politik karar süreçleri birbirinden ayrıştırılarak, insanların kaderlerini tayin hakkı ellerinden alınmakla kalmamış, insanların derdini anlatmak için kullandığı, tarihsel süreç içerisinde oluşturduğu kavramları, dili de elinden alınmıştır (1). Yaşanan dilsizliğin/tepkisizliğin bir nedeni de budur. Yani, insanların tepkisini dillendirmekte kullanageldikleri kavramlar, karşı tarafın dilinde tam da bu tepkiyi maniple etmek üzere iğdiş edilmiş haliyle piyasaya sürülmektedir. Kendilerine vasilik vehmeden kurumlar ve kontrolleri altındaki medya, her gün halkın düşüncelerine tercüman olmakta, onların duygu ve düşüncelerini akıtacakları “kalıp dökmeciliği” yapmaktadır. “Ve sonuçta televizyonlu odalara hapsedilmiş, en fazla on beş, yirmi saniyeden fazla bir konuya yoğunlaşmasına izin verilmeyen, okumayan, düşünmeyen, çevresine ve kendisine karşı sorumluluk duymayan çocuklaştırılmışlar dünyasında, her yirmi otuz saniyede değişen renk, müzik ve görüntü eşliğinde yaratılmış sanal dünyanın içinde, imajlarla oyalanan bireylerin, yaşamı dönüştürebilmesi mümkün müdür?” (2). Bir millet, bitmek bilmeyen terörle, türbanla, magazinle oyalanırken, arka planda harıl harıl 28 yıldır inşa edilen devlete son rötuşlar yapılmaktadır. Yeni inşa edilen Yaşamın göçmen olduğunu savunan kuramın sınanması Prof. Dr. Rennan Pekünlü (Ege Üniversitesi) İnsansız bir uzay aracı olan FotonM3, 12 günlük yörünge uçuşunu tamamladıktan sonra Yer atmosferinde yanarak kor durumuna geçti ve sonra Kazakistan’ın kırsal bölgesine düştü (Şekil). Yaklaşık 2.5 ton ağırlığında ve 2 metre çapındaki uzay kapsülü “lithopanspermia” kuramını sınayan deney düzeneklerini içeriyor. Bu kurama göre erken dönem yaşam Yer’de başlamadı, uzaydan bir göktaşı ile Yer’e taşındı. Kapsülde yer alan deney örneklerinden biri de uzayda kozmik ışınıma açık bırakılan likendi (lichen Algler ve mantarların sembiotik birliğinden meydana gelmiş kriptogamik bitki). Bilim insanları kapsülün ısı kalkanı içine siyanobakteri (cyanobacteria) içeren bazalt ve granit diskler de yerleştirmiş. Amaç, Yer atmosferine giren kapsülün karşılaştığı ağır koşullara mikroorganizmaların dayanma gücünü ölçmek. Ancak, kapsüldeki mikroorganizmalardan hiçbiri Yer’e canlı ulaşamadı. Misyonun uzay biyolojik deneyler koordinatörü Rene Demets, “Gerçek bir göktaşıyla karşılaştırdığımızda, atmosfere girişte sürtünmeyle ortaya çıkan ısının deneklerimizi daha derin etkilediğini düşünüyoruz” açıklamasında bulundu. Kaynak: Corey Binns, Crash Landing, Popular Science, Feb 2008 Vol 272, Issue 2. CBT 1102/ 17 2 Mayıs 2008