02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

UZAY ARAŞTIRMALARI POLİTİK BİLİM Aykut Göker http://www.ınovasyon.org Bugün Türkiye, demiryolu ulaşımında hiç hak etmediği geri bir noktadadır; giderek de gerilemektedir. Ümit Sarıaslan, tohumlarının 1940'lı yılların ikinci yarısında atıldığına işaret ettiği bu gerilemenin başlangıcını yeni kitabında “Raydan Çıkardığımız Cumhuriyet Treni” sözcükleriyle anlatıyor. İnsanoğlu 30 yıldır uzayda 'dost' arıyor İnsanoğlunun uzayda 'dost canlılar' arayışı bundan 30 yıl önce başladı. Önce Voyager 2 uzayda yol almaya başladı, hemen ardından Voyager 1 de ayrı bir rotada keşif yolculuğuna koyuldu. İnsan ırkının biyolojik ve kültürel özelliklerinden örnekler ve işaretler taşıyan Voyager projesinin amacı, evrende bulunabilecek başka uygarlıklara mesaj götürmek ve onlarla teması sağlamaktı. Voyager'lar bugüne kadar uzayda 13 milyar kilometre yol yaptı ve dünyaya eşi benzeri olmayan görüntüler yolladı. ‘Cumhuriyet Treninden Tanzimat Trenine’ Okuduğunuz başlıkta bir yanlışlık yok. “Demir Ağlardan Örümcek Ağlarına”nın yazarı Ümit Sarıaslan'ın yeni yayımlanan (Temmuz 2007) kitabının adı böyle. 'Herkes gider Mersin'e biz gideriz tersine' meselesi... Eksik olmasın, Sayın Sarıaslan titiz bir çalışmanın ürünü olan bu kitabını bana da göndermiş. İşin ilginç yanı, kitabın, tam da bu köşede “Sanayi cahili olduğumuz günlere dönüş” tehlikesine parmak bastığım ve gelen bir eleştiri üzerine konuyu biraz daha açıp, her şeye rağmen umutsuz olmadığımı açıklamaya çalıştığım günlerde elime geçmesi. Kitap, demiryolu ulaşımında gerilerde kalmamızın öyküsünü anlatıyor; asıl ortaya koyduğu ise, bu sonucu yaratan zihniyetteki geriye dönüş. İzleyenler bilirler, demiryolu ulaşımı ve bu bağlamda “hızlı tren meselesi” bu köşede ele alınan konular arasındadır ve anlatılmak istenir ki, bugün Türkiye, demiryolu ulaşımında hiç de hak etmediği geri bir noktadadır ve giderek de gerilemektedir. Yüzümüze gözümüze bulaştırdığımız “hızlandırılmış tren” denemesinden sonra, “ilk hızlı trenimiz”, mirasçısı olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu ile aşağı yukarı aynı tarih kesitinde demiryolculuğa başlamış olan İspanya'ya sipariş edilmiştir. 1992'den beri hızlı tren işleten ve imal eden İspanya, tarihindeki ilk hızlı tren teknolojisi ihracatını da, böylece gerçekleştirmiş olmaktadır. Hem İspanya'da hem de Osmanlı İmparatorluğu'nda, demiryolculuğun başlamasında yabancı sermayenin etkin bir rol oynadığı ve ilk demiryolu şebekelerinin yabancı şirketler eliyle kurulup işletildiği biliniyor. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu söz konusu olduğunda, İngilizlerin ve Almanların Osmanlı topraklarını ve bu toprakların ötesini hedef alan siyasî emellerinin Osmanlı demiryollarının kuruluşunda belirleyici olduğu ve bu konuda Osmanlıyı kendi emellerine uygun olarak yönlendirdikleri de bilinen başka bir gerçek. Ama her iki coğrafyada da bu iş hep yabancıların tekelinde kalmadı; önce genç Cumhuriyet; daha sonra, 1940 ve 50'lerde de Franco İspanya'sı demiryollarını millîleştirdiler. Ne var ki, 50'li yıllardan bu yana İspanya demiryolculukta ilerlerken Türkiye sürekli gerilemekte. Sarıaslan, tohumlarının 1940'lı yılların ikinci yarısında atıldığına işaret ettiği bu gerilemenin başlangıcını “Raydan çıkardığımız Cumhuriyet Treni” sözcükleriyle anlatıyor. Yazar, 'raydan çıkmada' ve daha sonra olup bitenlerde rol oynayan iç ve dış unsurları ortaya koyarken Osmanlı İmparatorluğu döneminde izlenen demiryolu politikasını ve bu politikanın aktörlerini sürekli anımsatıyor; dünümüz ile bugünümüz arasındaki çarpıcı benzerliklere dikkatlerimizi çekiyor ve treni tekrar rayına oturtmak için gösterilen çabaların hep sonuçsuz kaldığına işaret ediyor. Kısacası, gerçekte nereye gittiğimizi tarihsel arka plânıyla ve bütün açıklığıyla gözlerimizin önüne seriyor. Sarıaslan, gerilemenin günümüzdeki örnekleri üzerinde özellikle duruyor. “Hızlandırılmış tren” serüveni ya da kitaptaki başlığıyla, “Pamukova Dosyası” yazarın bütün ayrıntılarıyla ele aldığı çarpıcı bir örnek. Özellikle bu dosya, asıl gerilemenin zihniyette olduğunu ve bizim çoktan 'demiryolu cahili' konumuna düştüğümüzü çok açık bir biçimde ortaya koyuyor. Sonuçta da yazar hükmünü veriyor: “... Genel gidiş cumhuriyet treninden tanzimat trenine doğrudur...” Genel gidiş öyle de; acaba makas değiştirip tekrar doğru yola girmemiz hiç mi mümkün değil? Kanaatimce mümkün, ama şu şartla: Yarın öbür gün, Ankaraİstanbul hızlı tren hattı bitip de İspanyol hızlı trenleri bu hat üzerinde vızır vızır işlemeye başladığında bundan çok memnun kalacak insanlarımıza, sürekli yabancı teknolojiye bağımlı kalınarak sağlanacak rahatlığın geçici olacağını; teknolojiyi kendimiz üretir hâle gelemezsek bu tür kolaylıkların bedelini sürgit İ nsansız Voyager araçlarıyla bugüne kadar çekilen ve yayımlandığı gün herkesi hayran bırakan en çarpıcı fotoğraf, tam 4 milyar kilometre uzaktan çekilmiş Dünya manzarasıydı. Uzaybilimciler kadar filozof ve sanatçıları da çarpan bu karede sevgili Dünya'mız engin bir karanlık içinde yüzen küçük bir nokta olarak görünüyordu. Fotoğrafa “Pale Blue Dot” Solgun Mavi Nokta adı verildi. Amerikalı astronom ve yazar Carl Sagan, bu görüntüden aldığı ilhamla yazdığı kitapta şöyle diyordu: "Orası, işte burası. Evimiz. Bizim evimiz. Tanıdığınız herkes, sevdiğiniz herkes, adını işittiğimiz herkes, yaşamış ya da yaşayan herkes orada… güneş ışığına asılı kalmış bu toz zerreciğinin üstünde.” Uzaya önce Voyager 2, 20 Ağustos 1977'de fırlatıldı; hemen ardından da, 5 Eylül'de, Voyager 1 yola koyuldu. Kağıt üstünde 5 yıl süreceği öngörülen görevin temel amacı Jüpiter ve Satürn'e daha yakından bakıp onlar hakkında bilgi toplamaktı. Ancak 19791989 arasında iki araç toplam 48 ay ve 4 gezegeni inceledi, fotoğrafladı. Bunlar o güne kadar elde edilen en çok, en detaylı ve en doğru bilgilerdi. Voyager kardeşlerin yolculuğu orada bitmedi, uzayın derinliklerine doğru süzülmeye devam ettiler. Bugün Voyager 1, Güneş Sistemi'mizin dışına çıkmış durumda ve Dünya'dan en uzak insan yapımı cihaz unvanına sahip. Kardeşi Voyager 2 de şu sıralar Güneş Sistemi'nin en dış katmanı olan rüzgârlı heliosheath'i geçmek üzere ve yılın sonuna doğru dış uzaya çıkması bekleniyor. Bu uzaklık, Plüton gezegeninin Dünya'mıza olan uzaklığının yaklaşık üç katına denk geliyor. İki araç da Dünya'daki NASA takip merkezine sinyal yollamaya devam ediyorlar. Gereksinim duydukları enerjiyi de içlerindeki minik nükleer santrallerden alıyorlar. Bu nükleer enerji hücrelerinin her biri yaklaşık 300 watt enerji üretiyor. JÜPİTER YAKINDAN GÖRÜLDÜ Voyager görevinin en çarpıcı anlarından biri de 1979'da Jupiter'in çok yakınından geçmesiydi. Çektikleri 52 bin kare fotoğraf sayesinde gezegenin üstünde bulunan ve Büyük Kırmızı Nokta adı verilen dev fırtına yakından izlendi, Jüpiter'in uydularından biri olan Io'nun yüzeyinde aktif halde bir volkanın bulunduğu görüldü. Voyager 1 Kasım 1980'de, Voyager 2 ise Ağustos 1981'de Satürn'e yaklaştı. Bugün Satürn'ün halkaları hakkında bilinenlerin çoğu Voyager'ların çektiği fotoğraflar sayesinde elde edildi. Voyager 2 yolculuğuna Uranüs ve Neptün istikametinde devam etti. Uranüs'ün beş büyük uydusunu incelemenin yanında, daha önce tespit edilememiş 10 yeni uydu ile birlikte gezegenin son derece güçlü bir manyetik çekim alanına sahip olduğunu keşfetti. Araç sonraki durağı olan Neptün'ün kuzey kutbunun 4,400 kilometre üstünden geçerek, o güne kadar bir gezegene en çok yaklaşan araç oldu. Voyager'ların bugün yıldızlararası uzayda yolculuklarına başladıkları tahmin ediliyor. Her birinde 12 inç (30cm) çapında, altın kaplı bakır diskler bulunuyor. Bu disklerin üzerindeki kayıtlar, 1970'lerde geçerli olduğu üzere, aynı bir plak gibi iğneyle çalınabiliyor. Kayıtlı veriler arasında Dünya'dan görüntüler, rüzgâr, gök gürültüsü, kuş, balina ve diğer hayvanların ses kayıtları, J. Sebastian Bach ve Chuck Berry gibi farklı müzisyenlerden örnekler bulunuyor. Disklere kaydedilen mesajlar 1970'de bir bilim adamı heyeti tarafından belirlenmişti ve Carl Sagan da heyetin üyelerindendi. 55 dilde selamlaşma ifadeleri ile Sagan'ın altı yaşındaki oğlunun dillendirdiği ve 'dünya çocukları adına uzaydaki diğer yaşam formlarına iyilik dileyen' mesajı da disklerde yer aldı. Voyager'ların ilk gezegenlerarası sisteme yaklaşması yaklaşık 40 bin yıl alacak. Dolayısıyla onlar tarafından gönderilebilecek mesaj ve fotoğrafların Dünya'ya ulaşıp ulaşmayacağı, ulaşırsa bile o zamanki Dünya'nın nasıl bir şey olacağını bilmenin imkanı yok. Ancak, Sagan'ın dediği gibi, “Kozmik okyanusa bıraktığımız bu mesaj şişeleri, gezegenimizdeki yaşamın sürekliliği konusunda umutlarımızı güçlendiriyor.” Kaynak: NASA, Independent, CNN CBT 1070/6 21 Eylül 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle