02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

BİLİM VE SİYASET HUKUK POLİTİKASI Hayrettin Ökçesiz [email protected] Bilim demokrasiyi korur mu? Osman Bahadır [email protected] “Bilimi nasıl yapmalıyız?” sorusuna el yordamıyla bulduğumuz yanıtı, iki gün sonra ve seksen yıl öncesinden Schlick'ten okuyacaktım. Yaşamın Anlamı Bu ayın başında Würzburg Üniversitesi Hukuk Fakültesinde, Prof. Dr. Dr. Eric Hilgendorf ile (İstanbul ve Selçuk Üniversiteleri Hukuk Fakültelerinden) Doç. Dr. Yener Ünver ve Prof. Dr. Hakan Hakeri'nin birlikte düzenledikleri “TürkAlman Hukuk Karşılaştırmasında Ceza Hukuku” konulu bilimsel toplantıda 'töre cinayetleri' üzerine kendi uzmanlık açımdan bir bildiri sunduktan sonra dönüş yolunda, beyaz (bulutların), gri (uçak kanadının) ve (evrene açılan) mavinin olanca saflığında değerli dostum Hilgendorf'un yayıma hazırladığı ve bana 'yol azığı' olarak verdiği değerli yapıt içinde, Moritz Schlick'in 1927'de yazdığı “Yaşamın Anlamı” adlı denemesine verdim kendimi. Kitabın künyesi şöyle: “Wissenschaftlicher HumanismusTexte zur Moral und Rechtsphilosophie des frühen logischen Empirismus” (Bilimsel Hümanizmİlk Mantıksal Görgücülüğün Ahlak ve Hukuk Felsefesine Dair Metinler), Freiburg, Berlin 1998. Okudukça düşündüklerimizin bir doğrulamasını, daha güzel ve öz bir ifadesini ve 'işte bu!' dedirten düşünceleri buldum: “Tüm ediminde kendini eyleme teslim edebildiğinde, etkinliğini aşk ile ruhlandırdığında insan nihai kurtuluşuna ulaşacaktır. O zaman amaç asla aracı kutsayamayacak, şu tümce eyleminin en üstün kuralı olacaktır: 'Kendi uğruna yapılmak değeri olmayan şeyi, hiç bir şey uğruna yapma!' İşte bu zaman yaşam en ince dalına kadar anlamlı, yaşamak da varoluşun bayramını kutlamak demek olacaktır.” (S.18) (…) “tüm eğitim, olgunlaşırken insanın içerisinde hiçbir çocuksu şeyin kaybolmamasına bakmalı, yetişkinlik ile öncesi arasındaki ayrımın, ileri yaşlarda da çocuk kalınabilecek biçimde belirsiz kalmasına olanak vermelidir. Bir yaşam ilkesine gereksinim duyacak olursak, o şudur: 'Gençlik ruhunu koru!', çünkü o yaşamın anlamıdır.”(S.34) Değeri, kendi uğruna yapılmak olan bilimin, yapılırken bize yaşamın anlamını kazandırdığını, bu kazanç yeteneğine en çok gençlik çağımızın sahip bulunduğunu, yine Schlick'in deyimiyle amaçların karanlık bulutlarından apaydınlık bir kültür güneşiyle insanın içerisindeki oyunsal ve çocuksunun gün ışığına çıktığını bu kavrayışta özetle dile getirebilirim. Elbette bilim gibi pek çok insani etkinlik kendi uğruna yapılmak ve yaşamın anlamı olmak değerine sahip. Bunları amaçların aracına, yapanlarını kölesine dönüştürmek yaşamı ve insanı özünde umutsuz bir karanlığa sürüklemek oluyor. Yaşamın böyle anlaşılan anlamıyla özgürleştiğimi ve özgürleşeceğimizi, yeryüzünün salt kendisi olmak'la nihai değer taşıyacağını, bizden korunacağını duyumsuyorum. Eflatun, Nietzsche ve Marks üzerinden böylelikle Schlick'e kadar gelen bu bakış bugün eğitim bilimlerinde, sosyal psikolojide ve psikanaliz temelli sosyal felsefelerde temsilcilerini buluyor. Bu sözlerden sonra tartışmak istediğim şey şu: Böylesine bir bilimi nasıl yapabiliriz? Köy Enstitülerinde dahi çocuklar tüm yapıp ettiklerini böylesine bir eyleyişle hayata geçirmiyorlar mıydı? Üniversitelerde 'çocuk'lar bilimlerini nasıl yapmalılar? Üniversite 'Gençlik Ruhu'nu nasıl koruyabilir? Biz gençlere ve yetişkin meslektaşlarımıza neleri reva görüyoruz? Gençler neden bizden bu kadar şikâyetçi? (İleride bu şikayetin somut ve kapsamlı bir belgesi üzerine ayrıntılı bilgi vereceğim). Amaçların bu denli gayri insani tahakkümünden yaşamı korumaya bizim katkımız neler olabilir? Çocuğa ve gençliğe kendisi kalabilmenin tüm olanaklarını sağlayan bir çocuk ve gençlik hukukunu gençlik ruhuyla yeşeren bir bilim hukukuyla birlikte düşünmenin yaşamda yaratacağı devinimi ve devrimi düşünmeye çalışıyorum. Würzburg'da Bürgerspital'deki akşam yemeğimizde söyleştiğimiz 'bilimi nasıl yapmalıyız?' sorusuna el yordamıyla bulduğumuz yanıtı iki gün sonra ve seksen yıl öncesinden Schlick'ten okuyacaktım. Öğrenci olarak nitelediğimiz gençleri, yaptığımızı düşündüğümüz bilimin mutfağına alacaktık. Biz yaşlı ustalar da artık usta olmamak bedeliyle kendimizi genç olan öğreniciler olarak bulmak bahtiyarlığına ulaşacaktık. Bilim tüm 'gençler'in gözünde kendisi için yapılmaktan başka bir amaç taşımayacaktı.Yaşamın anlamı buydu. “Okullardaki öğretim ve eğitim kadar, okul dışındaki kuşakların da sürekli olarak aydınlatılması gereklidir. ... Öğretmenler her fırsattan yararlanarak halka koşmalı, halk ile beraber olmalı ve halk da öğretmenin sadece çocuğa alfabe okutan bir varlıktan ibaret olmayacağını anlamalıdır. ... Eski hocalar nasıl din esasından egemenlik kurmuşlarsa, öğretmenler de bilim esasından kazanmaya başladıkları egemenliği sonuçlandırmalıdırlar.” K. Atatürk 7 Temmuz 1927 Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri 5/46'dan aktaran Mahmut Goloğlu, Devrimler ve Tepkileri, Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1 (19241930), Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Baskı, Mayıs 2007, s.248. vrupa ülkelerinde bugün laiklik ve demokrasi tehlikede görünmüyorsa bunun nedeni, bu ülkelerde laikliğin ve demokrasinin, yüzlerce yıl süren çetin mücadelelerin sonucunda kurulmuş olmasıyla ve halkın büyük çoğunluğunun bilinçli desteğine dayanmasıyla ilgilidir. Avrupa'nın başlıca ülkeleri, büyük bilim devriminin ardından aydınlanma dönemini yaşadılar ve daha sonra da büyük siyasal ve sosyal devrimlerini yaptılar. Türk devriminin ise henüz bir asırlık bir geçmiTürk aydınşi bile yoktur ve üstelik büyük bir ulusal aydınlanma döneminin ardından gerçekleşmiş de değildir. lanması Türk Tam tersine Türk aydınlanması daha çok Türk devriminin devriminin eseridir ve onun koruması altında gelişeseridir ve miştir. Hasan Âli Yücel döneminin sonuyla bitirironun korumasek, cumhuriyet aydınlanmasının (üstelik hızı gittikçe azalarak) sadece 23 yıllık bir ömrü olmuştur. sı altında Türkiye'de bilim ve aydınlanma hamlesi, iktigelişmiştir. dar mevkiindeki siyasi güçlerin ve kurumların desteği ve garantörlüğünde başlatılmış ve yürütülmüştür. O günlerden günümüze kadar da bilimin, bilimsel düşüncenin, modern eğitimin ve demokrasinin her şeye rağmen dayanağı, kurucu siyasi güçten kaynaklanan ve sonraki iktidarları etkileyen siyasetler, yasalar ve gelenekler olmuştur. Son 60 yılın büyük bölümünde iktidar mevkiinde bulunan siyasal güçler ve kurumlar, bilime, bilimsel düşünceye, laikliğe ve cumhuriyetçi demokrasiye karşı olmadığı sürece, sorun yokmuş gibi algılanmış ve işte günümüzde siyasal gücün kendisi bilim ve laiklik karşıtı olduğunda da, tehlike bütün gerçekliğiyle ve ağırlığıyla kendisini ortaya koymuştur. Avrupa ülkelerinde bilimin, bilimsel düşüncenin, laikliğin ve demokrasinin , iktidar dışında kökleri ve kuvvetleri vardır. Ama bizim ülkemizde bilim de, laik düzen de, demokrasi de şimdiye kadar siyasi güçlerin himayesinde büyümüş ve yaşamıştır. Ama artık durum değişmiştir. Siyasi kuvvetlerini yitiren bilim, laiklik, cumhuriyet ve demokrasi şimdi ne yapacak? Bilimi, laikliği ve cumhuriyetçi demokrasiyi yaşatabilmenin ve güçlendirebilmenin tek yolu var; bütün halkın bilimsel zihniyetle ve bilgilerle donatılması. Şüphesiz çok çaba ve fedakarlık isteyen ve çok uzun vadeli bir yol. Ama bundan daha emin bir yol var mı? Laikliğin de, cumhuriyetçi demokrasinin de temel ve nihai garantisi, bilimin ve bilimsel düşünce tarzının halk içinde yayılmasını sağlamaktır. A CBT 1070 / 16 21 Eylül 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle