25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP Laiklik olmazsa ilerleme olmaz Prof. Dr. Sebahattin Bektaş, Ondokuzmayıs Üniversitesi, sbektas?omu.edutr A KP hükümetinin öteden beri laikliği benimsemediğini ve her fırsatta laikliği hafifseyen bir tutum içinde olduğunu görüyoruz. Örneğin “Tutturmuşlar bir laiklik, bu millet istemiyorsa elbette laiklik gidecek” , “Hitler de laikti”, “Devlet laik olabilir ama vatandaş laik olamaz” şeklinde söylemler sıradan bir vatandaşa ait değil bizzat Başbakan’a aittir. Bu söylemlerle Başbakan, halkın bir kısmının laikliği istemediği ve kendisinin de bunlarla aynı tarafta olduğu izlenimini uyandırmaktadır. 21. yüzyılda bir başbakanın laikliğe aykırı böylesi söylemlerde bulunabilmesi ve yüksek oranda oy alabilmesi ülkeOrtadoğu miz açısından büyük bir ülkelerinin zengin talihsizliktir. Demek ki laikliği yurttaşlarımıza kaynaklarına yeterince anlatamamışız. Halbuki laiklik rağmen önemsenmeyecek, hafife alınacak bir ilke degelişmedikleri ğildir. ortadadır; nedeni Biz laikliği niçin savunuyoruz? Yalnızca ise yönetim çok sevdiğimiz, saygı duyduğumuz Atasistemlerinin laik türk'ün vasiyeti olduğu olmamasıdır. için mi? Tabii ki hayır. Atatürk'ü yalnız sevenİslam ülkeleri ler değil, herhangi bir nedenle sevmeyenlerin arasında de laiklik ilkesine bağlı gelişmesini en üst olmaları gerekir. Çünkü laiklik; ilerlemenin, uydüzeye taşımış garlaşmanın, kalkınmanın olmazsa olmaz koTürkiye’nin sırrı şuludur ve diyebiliriz ki laikliğin bu getirileri biyarım yamalak limsel olarak da test uygulansa da edilmiştir. Ya da en azından bugüne kadar laiklik bunun tersi ispatlanamıştır. ilkesindedir. Günümüzün globalleşen dünyasında, ülkelerinin kalkınmış, onurlu, horlanmayan, seçkin bir ülke olmasını isteyen herkesin laiklik ilkesine bağlı kalması gerekir. Ne yazık ki halkımıza laikliğin önemi kavratılamadı, laiklik olmazsa ilerlemenin kalkınmanın mümkün olamayacağı anlatılmadı. İnsanımız laikliği “din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması” şeklinde anlamış ve hatta dinci kesimin çarpıtmasıyla laikliği dinsizlik olarak da algılayanların sayısı çok da az değil. Halbuki laiklik, din ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması yanında din ve vicdan özgürlüğüdür, bütün dinlere eşit mesafede durmayı gerektirir. Bu tanımlamaların yanında ve hepsinden önemlisi ve halkımıza açıkça anlatılmayan en önemli yanı ise “aklın ve bilimin yaşamın her alanına egemen kılın ve kendisinden sonra partinin başına geçenler aynı politikaları sürdürdü. Kendini en milliyetçi sanan partilerde bile gençlere yürüyüşlerinde çoğunlukla “Ya Allah Bismillah Allahu Ekber” şeklinde sanki şeriat isteriz gibi slogan attırmaları nasıl açıklanacaktır? O günlerden bugüne sağ partilerin laiklik konusunda tutumlarında hiçbir şekilde değişiklik olmamış tâvizkar tutumları aynı şekilde sürmektedir. KÖY ENSTİTÜLERİ Burada Türkiye'nin dünya eğitim literatürüne armağan ettiği fakat çok kısa sürede ıskalamak zorunda bırakıldığı Köy Enstitüleri modelinden bahsetmeden geçmek doğru olmaz. Genç Cumhuriyeti kuranlar, 1930'lar Türkiye'sinin nüfusunun % 80'inden fazlası köylü ve okumayazma bilmeyen bir nüfusla kalkınma hamlesini başlatamayacaklarını gördü ve kalkınma için gerekli eğitim hamlesinin köylerden başlatılmasına karar vererek Köy Enstitüleri’ni 1940'ta kurdu, ülke sathına homojen olarak yaydı ve1946'da sayıları 21'e ulaştı. Köy Enstitüleri çağdaş köy kalkınma modeline uygun olarak bugün dahi birçok ülkeye örnek olabilecek üretime yönelik öğrenimi öngören eğitim kurumlarıydı. Böylece köylü bir taraftan kalkınırken, aynı zamanda analitik düşünebiliyor, olayları da sorgulayabiliyordu. Köy Enstitüleri; feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır. Bilimsel ve felsefi anlamda laik eğitim başlamıştır. Köy çocuklarının alındığı bu okullarda eğitildikten sonra geldikleri köylere donanımlı tarım, iş, sanat, sağlık öğretmeni olarak gönderiliyordu. Kuruluşu üzerinden 6 yıl sonra programları ve dersleri değiştirildi, 1950 yılında da kapatılma sürecine girdi, 1954'te kapatıldı. Köylülerin bu şekilde aydınlanma sürecinden rahatsız olan toprak ağaları, Cumhuriyet karşıtları ve din istismarcılarının çıkarları bozuluyordu. 1950'den sonra “Marshall yardımı”nın gelişi kapatılma sürecini hızlandırdı. Köy Enstitülerinin kapatılmasının akabinde laik eğitim sistemine ve Öğretim Birliği yasasına aykırı imamhatip okullarının, Kuran kurslarının açılması hız kazandı. Enstitüler kapatılmasaydı, en azından Avrupa'nın 220 yıl önce noktayı koyduğu laiklik tartışmalarını bugün yaşamaz ve bugünkünden çok daha farklı, çok daha iyi bir noktada olurduk. Son günlerde ülkemiz demokrasi mi laiklik mi önce gelir tartışmalarına sahne oluyor. Elbetteki önce akılbilim ve laiklik gelir. Unutmayalım ki demokrasi sihirli bir değnek değil; demokrasinin iyi sonuçlar verebilmesi seçmenlerin çoğunluğunun özgür iradeli, bilgili bireylerden olmasına bağlı. Karnı aç insanlardan sağlıklı tercih yapmaları beklenemez. Bu nedenlerle demokrasinin genelde eğitimkültür ve refah düzeyi yüksek toplumlarda iyi sonuçlar verdiği gözlenmiştir. Bu tespit ülkemiz demokrasi uygulamalarıyla çok iyi uyum sağlamıyor mu? Tarhan Erdem'in yaptığı araştırmanın ortaya koyduğu gibi, iktidar partisi üniversite mezunlarının yüzde 24'ünden, ortaokul altında eğitim alanların ise yüzde 55'inden oy aldı. Yani toplumun eğitim seviyesi düştükçe AKP nin oy oranı artıyor. AKP bununla da övünmelidir! ması rehber edilmesidir”. LAİKLİK KALKINMA DEMEK Bugün dünya coğrafyasına baktığımızda gelişmesini üst düzeye taşımış, örneğin zengin doğal kaynakları olmayan Avrupa ülkeleri, 1780 yıllarında Rönesans Reform hareketleriyle kiliseyi yaşamlarından uzaklaştırdı, hayatlarına akıl ve bilimi rehber edinerek kalkınmalarını sağlayabildi. Halbuki petrol açısından zengin Ortadoğu ülkelerinin zengin kaynaklarına rağmen gelişmedikleri ortadadır; nedeni ise yönetim sistemlerinin laik olmamasıdır. İslam ülkeleri arasında gelişmesini en üst düzeye taşımış Türkiye'nin sırrı, yarım yamalak uygulansa da laiklik ilkesindedir. Bugün ise ülkemizdeki gelişmeler, ne yazık ki, devletin laik niteliğini aşındırmaya ve bir din devletine dönüştürmeye yöneliktir. Tabii biz bu günlere nasıl geldik diye sormamız gerekiyor. 1923'de Atatürk'ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 84 yıl sonra geldiği nokta son derece ürkütücü, üzücüdür. Geçen bu süre içinde ülkemiz üzerinde olumsuz projeleri olan, gelişmemizi istemeyen, üniter yapımızdan rahatsız olan ABD ve AB gibi dış güçlerin yönlendirmeleri ve içerideki işbirlikçileri tarafından uygulanan yanlış eğitim programlarıyla laiklik ilkesi aşındırılmaya çalışıldı ve maalesef bunda da başarılı olundu. 1950'lerden bugüne ülkemizde iktidardan hemen hemen hiç inmeyen tüm sağ partiler direkt ya da dolaylı olarak laiklik karşıtı akımları destekledi ve onlara sempati gösterdi. Dinci partilerin amaçları açıkça belli olduğu için onlar hakkında ayrıca bir şey söylemek gereksiz olur. Örneğin Menderes milletvekillerine “Siz isterseniz hilafeti bile geri getirebilirsiniz” demiştir. 12 EYLÜL DARBESİ VE SONRASI Devletin tepesinde 40 yıl oturan Demirel'in aktif siyaset dönemlerinde mitinglerde Kuran’ı 3 kez öpmeden kürsüde konuşmaya başlamadığını yakın geçmişi bilenler hatırlarlar (her ne kadar bugün laiklik dersi veriyorsa da). Yine açtığı çok sayıda imamhatip okulları nedeniyle eleştirilmesi üzerine Demirel “Dinini bilen kaymakam ve savcıdan kime ne zarar gelir?” demiştir. 12 Eylül darbesiyle uygulamaya sokulan Türkİslam sentezi politikaları ile laiklik karşıtı gerici akımların büyük bir ivme kazandığını da unutmamak gerekir. Özal'ın da tarikatlara yakınlığı hatırlanacaktır CBT1065/20 17 Ağustos 2007
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle