25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3. Kaynaklar daima cümlenin sonunda verilmez. Özel isim veya tarih geçiyorsa, hemen arkasından kaynak belirtilmeli. 4. İdeal kaynak sayısı 2040 arasında olmalı. 5. Kaynaklar alfabetik sıraya, makalede geçiş sırasına veya isimyıl sırasına göre dizilebilir. En yaygın kullanım isimlerin alfabetik dizimine göre sıralanma. Yükseköğretim stratejisi ve vakıf üniversiteleri YÖK, Türkiye'nin Yükseköğretim Stratejisi'ni Şubat 2007'de açıkladı (www.yok.gov.tr). Bu rapor yükseköğretim sistemimizin geleceği için önemli bir çalışmadır. Vakıf üniversiteleri de yükseköğretim sistemimizin bir parçasıdır. Nitekim, strateji belgesinde bu üniversiteler için de birtakım saptamalarda bulunuldu ve öneriler getirildi. Aşağıda bunlardan bazıları ele alınarak bir değerlendirme yapılacak. Yrd. Doç. Dr. Mahmut Ali Gökçe, Endüstri Sistemleri Müh. Blm. Başkanı. Bilgisayar Bil. Fakültesi, İzmir Ekonomi Üniversitesi, ali.gokce@ieu.edu.tr DERGİ NASIL SEÇİLİR? Öncelikle yazılan makalenin konusuna uygun, sürekliliği olan, saygın ve “impact factor”ü (etki faktörü) yüksek olan bir derginin seçilmesinde yarar vardır. Dergi seçiminde derginin yayın kurulundan, editörüne, yayın süresinden abone sayısına kadar pek çok etkenin yeri var. Günümüzde ise en önemlisi, derginin “etki faktörüdür”. Etki faktörü, o dergiye yapılan alıntının, alıntı yapılabilir makale sayısına bölünmesiyle bulunan bir rakamdır. Bazı tıp dergilerinin örneğin, “Annals of Surgery, Amer.J.Transplantation” etki faktörü çok yüksektir. Son yıllarda etki faktörünün, bir derginin kalitesini ve değerini göstermekte yetersiz olduğu yönünde tartışmalar arttı. Çünkü editörler yazarlardan daha önceki yayınlarına atıf yapmalarını isteyebilmekte, kendi köşelerinde çıkan yazılarında daha önceki yayınlara atıf yapabilmek de ve çok az atıf yapılabilen yazılara (olgu sunumu gibi) yer vermemektedir. Tüm bu gerçeklere rağmen günümüzde bir derginin değerini ve saygınlığını gösteren en önemli etken “etki faktörüdür”. İ. Sayek, (CBT,02.11.2007) 19752003 yılları arasında H.Ü. Tıp Fakültesinden yapılan yayınlar arasında en fazla atıf alan 15 makalenin de, etki faktörü yüksek olan dergilerde yayımlandığını, Behçet Hastalığı, Thalassemia, Kist hidatik ve Ailevi Akdeniz ateşi gibi konularda atıf sayısının yüksek olduğunu bildirdi. Yüksek Öğretim Kurumu’nun “Doçentliğe Yükseltilme” aşamasında uluslararası yayın yapma gerekliliğini şart koşmasından sonra, yayın sayısında artış oldu. Ne yazık ki bu artış kaliteden çok kantiteye yönelik olarak kendini gösterdi. SCI veya Medline'da yer almayan, etki faktörü düşük dergilerde kolay yapılan yayın sayısı arttı. TÜBA üyesi M.Balcı, (CBT, 28.10.2007) Hindistan’da yayımlanan Asian J. Chemistry'de makale yayınlanması için tüm yazarların dergiye abone olması gerektiğini, yıllık abone ücretinin 150 dolar olup, ayrıca yayımlanan her sayfa için 25 dolar ödenmesi koşulu arandığını belirtti. 2006 yılında bu derginin yayınlarının % 20'si Türkiye'den olurken, 2007 yılında bu dergide çıkan Türkiye kaynaklı yayın sayısında % 50 artış oldu. “Bilimsel bir makale nasıl yazılır ve yayımlanır?” başlıklı bir kitabıyla tüm dünyada ilgi çeken Robert A. Day'in sözleriyle, yazıma son vermek istiyorum: “Bilimsel araştırma, sonuçları yayımlanmadıkça tamamlanmış sayılmaz. Bu nedenle bilimsel makale, araştırma sürecinin temel kısmıdır ve araştırma kadar önemlidir. Bu nedenle bilim adamı kelimeleri nasıl kullanacağını bilmelidir. İyi yazmayı öğrenmek için, iyi yazılmış eserleri okumak gerekir. Kendi mesleki dergilerinizi okuyun, fakat gerçek edebiyatı da okuyun. Bilim adamının eğitimi, yayın yapma yeteneği elde edilene kadar tamamlanmış sayılmaz.” Kaynaklar; 1. Hannah Brown. How impact factor changed medical publishingand science. Brit.Med.J. 334;50165, 2007 2. İskender Sayek: Hangi alanda yayınlar daha çok atıf alıyor? Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji 02.11.2007. 3. Metin Balcı. Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji, 28.10.2007 4. Souba W.Wiley., Wilmore W.Douglas: Surgical Research, Academic Pres. 2001. 5. Robert A.Day : Bilimsel bir makale nasıl yazılır ve yayınlanır. Çev.Gülay A.Aşkar, TUBİTAK Yayınları, 2.Baskı, 1997. Y CBT1083/21 21 Aralık 2007 ÖK'e göre, yükseköğretim stratejisinin yöneleceği stratejik önemdeki sorun alanlarının başında, arz kapasitesindeki yetersizlik geliyor. Örneğin, başvuruların yerleştirilme oranı 2005 yılında yalnızca %32.8 düzeyinde kaldı. Yükseköğretim sistemimizde vakıf üniversitelerinin payı, üniversite sayısında %26.9, fakülte sayısında %18.7, enstitü sayısında %21.5, yüksekokul sayısında %4.1, MYO sayısında %4.6 ve örgün öğretim içindeki öğrenci sayısında da %6.7'dir. Buradan da anlaşılacağı gibi, vakıf üniversiteleri henüz kurumlaşma aşamasında olup yükseköğretimimizde, özellikle öğrenci sayısı olarak çok küçük bir paya sahipler. Öylesine ki, yurtdışında okuttuğumuz öğrenci sayısının bile yalnızca 2 katı kadar bir öğrenciyi okutabiliyorlar. •Ancak, bu sayısal kapasite düşüklüğüne karşılık, vakıf üniversitelerinin dikkat çekici üstünlükleri ve başarıları da strateji raporunda verilmekte. Örneğin, örgün öğretimdeki öğrencilerin %6.7'sine hizmet sunan vakıf üniversiteleri, öğretim üyesinin %7.8'ine ve öğretim elemanı sayısının da %9.4'üne sahipler. Yani, öğrenci/öğretim üyesi ve öğrenci/öğretim elemanı bakımından kamu üniversitelerinden daha iyi durumdalar. Lisansüstü Eğitim Giriş Sınavı (LES) sonuçlarına bakıldığında da ilk 15 üniversitenin 7'si vakıf üniversitesidir. İzmir Ekonomi Üniversitesi de 13. sıradadır. Uluslararası endeksli dergilerdeki yayın sıralamasında ilk 15'in 4'ü ve değişik atıf endekslerinde yayımlanan Türkiye kaynaklı yayın sayısı sıralamasında ilk 10 üniversitenin 5'i yine vakıf üniversiteleridir. • Diğer yandan, yükseköğretim öğrenci sayısında bir önceki 5 yıllık döneme göre 2010 yılında %12, 2015 yılında %14, 2020 yılında %15 ve 2025 yılında da %15'lik bir artış beklenmekte iken, vakıf üniversiteleri öğrenci sayısında aynı dönmelerde sırasıyla %77, %50, %41 ve %35'lik artışlar öngörülmekte. Diğer bir anlatımla, örgün öğretimde öğrenci sayısına göre vakıf üniversiteleri payının %6.7'den 2010 yılında %10.4, 2015 yılında %12.5, 2020 yılında %14.3 ve 2025 yılında da %16.0'a çıkacağı umuluyor. Yani, yükseköğretimimizin en önemli sorunu sayılan arz yetersizliği sorununun çözümünde vakıf üniversitelerinden büyük bir performans göstermeleri beklenmekte. • Buna karşın, 2547 sayılı yasanın Ek.18. maddesi gereğince vakıf üniversitelerine hazine yardımı göstermelik yapılmakta ve bu üniversiteler gereğince desteklenmemekte. “Yapılabilecek devlet yardımı, kamu yükseköğretim kurumlarına o yıl tahsis edilen toplam bütçe ödeneklerinin örgün eğitimdeki öğrenci sayısına bölünmesiyle elde edilecek tutarın, ilgili vakıf yükseköğretim kurumunda okuyan örgün öğrenci sayısıyla çarpılması sonucu bulunacak miktarın %30'unu geçemeyecektir. Gerçekleşen yardım, en yüksek oran olan bu %30'luk oranın çok altındadır. Örneğin, 2002 yılında verilen devlet yardımı bu oranın çok altında, %6 düzeyinde kalmıştır. 2005 yılında ise vakıf üniversitelerinden 15'i devlet katkısından yararlanmamış, yararlanan 10 üniversitenin aldıkları ödenek ise bütçelerinin %3.6'sı ile %0.9'u arasında değişmiştir.” BEKLENEN DESTEKLER Bu kısa özetten de anlaşılacağı üzere, vakıf üniversiteleri yükseköğretim sistemimizin gerek bugününde ve gerekse geleceğinde önemli bir yere sahip olan ve kendilerinden değerli hizmetler beklenen kuruluşlardır. Öğretimde yetersiz olan arz kapasitesi ve çeşitliliğinin artırılması, eğitim kalitesinin yükseltilmesi, üniversitelerin sosyal sermayelerinin güçlendirilmesi, yükseköğretime kaynak yaratması vb konularda vazgeçilemez ve son derece değerli görevler yerine getirmekteler. Ancak, bu değerli kurumların daha da gelişmesi, güçlenmesi ve yükseköğretimimize daha da çok katkıda bulunabilmesi için, gerek devlet ve gerekse toplum düzeyinde, bugünkünden daha çok desteğe gereksinim vardır. Bunlardan bazıları: • Devlet, hiç değilse bugünkü yasalarda öngörülen hazine yardımında, geçmişte yapıldığı gibi kısıtlamalara gitmemeli ve desteğini esirgememeli. • Mevcut YÖK mevzuatının, vakıf üniversitelerini de ilgilendiren ve değişmesi gereken pek çok yönleri var. Devlet ve hükümetler bir an önce bu konuyu, günlük kısır siyasi tartışmalardan kurtararak, yükseköğretimin temel ilkeleri çerçevesinde ele almalı ve gerekli yeni düzenlemeleri yapmalı. • YÖK'le ilgili düzenlemeler, zamanla içinden çıkılmaz “bir mevzuat yumağı” haline geldi. Bu durumda, devlet üniversiteleri bile kendilerine özgü birtakım esneklikler kullanırken vakıf üniversiteleri bu mevzuat karmaşası içinde sıkışıp kalmaktadırlar. Örneğin, “Devlet üniversiteleri, kendi yönetmeliklerini çıkarabilmekte, bu yönetmeliklerden bazılarının aykırılıklar içerdiği bilinmesine rağmen, bunların YÖK yönetmeliği ile uyumu incelenmiyor. Öte yandan, vakıf üniversitelerinin yönetmelik taslakları YÖK onayına tabi” bulunmaktadır. Bu nedenle YÖK, temel ilkelerden sapmalara izin vermeyecek bir biçimde gerekli denetimleri yapmakla birlikte, uygulamalarda vakıf üniversitelerine karşı da daha esnek bir davranış göstermelidir. •Başta belediyeler olmak üzere tüm yerel yönetimler, bir kamu kuruluşu olan vakıf üniversitelerine karşı, geçmişte yaşanan ve yer yer bugün de yaşanmakta olan olumsuz örneklerden sıyrılmalı ve yasal sınırlar içerisinde kalmak kaydı ile gerekli esnekliği göstermeli ve yardımcı olmalıdırlar. • Günümüzde, mali güç de kazanmış pek çok saygın sivil toplum örgütü, sanayi ve ticari kuruluşları vardır. Bunlar elbette, bir ülke için üniversitelerin ve yükseköğretimin ne denli önemli olduğunun bilincindeler. Bu bilinçle, hiç değilse kendi kent ya da yörelerindeki vakıf üniversitelerini maddi ve manevi olarak desteklemeli, öğrencilerine burslar vermeli, staj fırsatları tanımalı ve kendi olanaklarından olabildiğince onları da yararlandırmalıdır. TARTIŞMAEDİTÖRE MEKTUP
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle