25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

KENT VE KÜLTÜR Kentteki kültür açılımı çağdaş kenti yaratmaya yetmez Türkiye'nin başına bela olan politik kavganın arkasında gizlediği rahatsız edici gerçekler yaygın bir bilgisizlik, profesyonel yetersizlik ve entelektüel kalitesizliktir. Kentlileşememenin yarattığı bir kural dışılık ortamında yaşamak da cabası. Doğan Kuban ehaletle kavga ediyoruz. Dünyaya katılmanın ister Müslüman, ister Budist, ister laik, ister dinci bir tek yolu var: Teknoloji dünyasına ortak olarak katılmak. Bu, kendimize yaşanabilen bir yurt, başkalarının kölesi olmayan bir toplum ve ona olanak verecek fiziksel bir çevre yaratmaktır. Her yeniliği para verip satın almak ve sanayi dünyasına, toplumuna yarım yamalak katılmak, ona ortak olmak değildir. Müşterilik, 21. yüzyılda kölelikten ibarettir. Her aydın bu bağlamda inancı, politik eğilimleri ne olursa olsun, her gün özgürlüğe mi, köleliğe mi adım attığının bilincinde olmalıdır. Çağdaş mimari ortamın yaratılApartmanda ması, çağın teknolojiye ve bilimsel düşünceye dayalı maddi gelişmesini yaşamak istekontrol edecek bir kültür birikimine yen insanlar sahip olmayı gerektiriyor. toplumların Uzun yıllar önce İstanbul için bir 'collapse' (çöküş) kuramı yayımla%20'sinden damıştım. Bu toplumun günlük yaşamıha az. İstannın ürettiği sorunlarla onlara verilebul'un her bilen yanıtlar arasındaki orandan söz köşesi yüksek ediyordu. Örneğin İstanbul gibi bir kent günde bin sorun üretip devlet ve konutla dolu, belediye bunların ancak yüzüne yanıt ama bu halk verebiliyorsa, her gün 900 soru çözülistediği için meden birikiyor. Bu birikim bir çöküş değil. Bu işaretidir. İstanbul'un ulaşımı gibi. Günlük yaşamda insanların davspekülatörün ranışlarına egemen olan bu kültür isteğidir. düzeyi bir Osmanlı mirasıdır. Ne var ki Osmanlı düşünce mirası, biçimsel açıdan ortaçağda kalmış bir mirastır, bizim çağdaş dünyaya katılmamız açısından katkısı yok sayılabilir. Türkiye'yi Osmanlı generalleri kurtardı. Ama sanatın özel bir konumu dışında Osmanlı’nın bilimi, teknolojisi, felsefesi ve edebiyatının dünya düzeyinde yeri yok. Bu yokluğun baskısını hissediyoruz. Bu bağlamda demokrasi ile cehalet ilişkileri ise ters orantılıdır. Biri artarsa öteki eksilir. Türkiye'de cehalet ürkütücüdür. Menderes döneminden bu yana Türkiye'nin ekonomik programı köylünün kente göçünü parasal kazanca ve oya çevirme mekanizmaları yaratarak geçmiştir. C Topraksız Anadolu köylüsü 1950'den sonra giderek artan bir yoğunlukla kentlere aktı. Cumhuriyete Osmanlı'dan kalan Anadolu kentleri ya da kasabaları imar edilmemiş yarı ortaçağ yerleşmeleriydi. Bunlar 1950 ile 2007 arasında insanlık tarihinin ancak azgelişmiş ülkelerde sergilediği bir azmanlaşma geçirdiler. 15.000'lik Denizli 500.000 oldu. 100.000 nüfuslu Bursa milyonu geçti. 800.000 nüfuslu İstanbul 12 milyon daha doğrusu sayısı ölçülemeyen bir kent oldu. Kentlere yığılan insanlar genelde Türkiye'nin okuma yazması olmayan ya da çok sınırlı olan en cahil halkıydı. Kentlerde bir iki aylık bir kazanç bile ağa toprağı üzerindeki marabalıktan, yarıcılıktan daha iyiydi. Kentler daha zengin bir yaşam olanağı ve çocuklar için de daha da parlak bir gelecek vaat ediyorlardı. Fakat kentleşme, kendisi ile birlikte bir mikrop geliştirdi: Toprak ve yapı spekülasyonu. Toprak yağması ülke ekonomisinin temeli oldu. Türkiye'de işini bilir Türkler toprağın altın olduğunu çabuk keşfettiler. Yağma, kentsel fizyonomiyi belirledi. NEREDE OTURMAK İSTERDİNİZ? Sanayileşme, uluslararası kapitalizm ortaklığı ve çağdaşlaşma ikinci bir virüs getirdi: Otomobil. Otomobil dünya çapında bir sosyal statü simgesi olarak modern insanın vazgeçemeyeceği bir araç oldu. Sahte bir özgürlük simgesi olarak da neredeyse putlaştırıldı. Bugün İstanbul'da işine kendi arabasıyla giden ve köprülerden geçmek zorunda olan insan özgür bir insan mıdır? İnsanın şehri otomobilin şehri oldu. İstanbul en büyük arterler dışında, bütün ara yollarda ve kaldırımlarda bir 'garajşehir'dir. Kent mekanları insanla otomobilin birbirine karıştığı bir çaresizlik yumağıdır. Aydın ve bilinçli kişiler bu çevreyi insanlık onuruna uygun bir uygarlık simgesi olarak kabul edebilirler mi? Bu sistemin çağdaşlık ve uygarlık olduğu teranesiyle beynimizi yıkayan propagandaya inanıyor muyuz? Otomobil sahipliği kent fizyonomisinde garip bir şekilde sonuçlandı. Amerika'da halk gökdelenli, yüksek yapılı kent merkezinde oturmaz. Dış mahallelerde bahçeli bir iki katlı evlerde oturur. Bizde değil şehir çevresinde, dağ başında bile yüksek apartman bloku yapılıyor. Ev kavramı yok oldu. Sur içinde 56 metrelik parsellerde 58 katlı apartman sıraları eski ahşap evlerin yerine geçti. Oysa, anketlere göre, apartmanda yaşamak isteyen insanlar toplumların %20'sinden daha az. İstanbul'un her köşesi yüksek konutla dolu, ama bu halk istediği için değil. Bu spekülatörün isteğidir. Peki belediye kentin işlevsel alanlarını hangi yarara hizmet için planlıyor? Görüldüğü kadar arsa spekülatörlerinin isteklerine göre planlıyor. Şehir AZMANLAŞMA DÖNEMİ CBT 1083/10 21 Aralık 20070 İnsanları düşey kutulara istiflemiş olanlar, bilgileri kentin parsellenme politikalarından kaynaklanan yapı spekülatörleri kentleri imar ettiklerini söylüyor. Kullandıkları Batı kökenli kavramların ve sözcüklerin bini bir para. Ne var ki Avrupa'da ve Kuzey Amerika'da bu İstanbul kargaşası yok. İstanbul Kopenhag'a hiç benzemiyor. Bu gelişmenin tarihini anımsayalım. ciler etkili olamıyorlar. Kenti spekülasyonla ortak olan politik irade planlıyor. Daha doğrusu planlayamıyor. Halkın onayladığı bu politik irade ulaşımda, konutta, eğitimde ve sağlıkta halkın aleyhine olan işlere damgasını vuruyor. Bu durum tarih boyunca süre gelen bir sürecin sona erdiğini gösteriyor. Kent yapısı artık toplum yapısını ve eğilimlerini yansıtmıyor. Otomobil sahipliği Türkiye'de %10 ile 20 arasında. Oysa yol kenti damgalayan ana öğelerden biri. Çağdaş kent ekonomiyi yönlendiren kapitalistlerin tüketimi arttırmak isteklerine göre şekilleniyor. Bu noktada, kentsel yapılaşma ile mimari söylem arasında göze batan bir çelişkiye de değinmek gerek. Bütün mimarlık yazını, dergiler, üniversite eğitimi toplumun tümel yapılaşma sorunları ile çok az ilgileniyor. Mimari söylem çevremizin gerçekleriyle uğraşmıyor. Mimarlık öğretiminin güncel söylemin konusu moda ve reklam değeri yüksek yapıların 'Fashion Show' niteliğindeki gösterileridir. Bu açıdan bakınca çağdaş mimari söylem bir reklam kampanyasına benzer. Burada satılan Coca Cola ya da Sony ya da Mercedes değil, Zaha Hadid yahut Gehry gibi mimarlardır. Günümüzdeki mimari söylem bir zenginler kulübü jargonudur. Şimdiye kadar Kâğıthane, Çeliktepe, Ümraniye konutları ve içinde yaşayanların fiziksel çevreleriyle ilişkileri bağlamında bir şey okudunuz mu? Büyük ve ünlü mimarların yapılarıyla dolu dergilerde milyonlarca kötü tasarlanmış kötü yapı ile ilgili bir araştırma anımsıyor musunuz? Yeni İstanbul yüksek kutu oto ikilisinden oluşuyor. Bu bir çağdaş Türkiye imgesidir. Yani moda deyimiyle marka! Bu nasıl değişir? Kuşkusuz bugünden yarına değil. Kente ilişkin bütün kavramlarda ve çözümlerde insanın fiziksel ve ruhsal varlığı birincil ve öncelikli unsur olursa, trafik kargaşasında tekerleğe mağlup olmuş, dehşete düşmüş, otomobil egemenliğine kurban edilmiş bir psikopat gelecek kentin objesi olmazsa, insanın özgürlüğünü (tabii diğerlerine saygılı) temel almayan bir planlama ortadan kalkarsa, otomobil yapımcıları ve ortaklarını kent planlama sorumluluğuna katmazsak belki iyiye doğru gelişir, ya da otomobil kendisiyle birlikte kent yaşamını da yok eder. Çok milyonluk metropoller ölümü ötelenen kanserli hastalara benziyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle