26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

AylakBilgi Öznellik Arkeoloji Bilim Insanı TahirM. Ceylan Bizim için öznellik önemlidir. Oysa öznelliğimiz ne kadar özneldir acaba? Bebek daha 18 saatlik bile değilken, t annenin mimiğini taklit etmeyi becerir ve erkenden kafasına "o benim gibi" fikri girer. insan kendini anlamak için başkasını ayna olarak kullanır. Bir çok ayna da beyinde vardır, bunlara "ayna nöronlar" denir ve onlar kendinin ya da başkasının belli bir hareket tarzına özne ayırmadan cevap verir. Kişilerin değil, genelin benzer hareketlerine koşulludurlar. Ûrneğin bütün eller topu tutarken aynı davranır, ayna nöronlar, topu tutan ister siyah, ister beyaz bir el olsun aynı cevabı verir. Onlar için kişiler değil, hareketin tipi önemlidir çünkü. Beyin özdeşim yaparken, en azından bir bölümüyle senin elin benim elim diye ayırt etmiyor, yapılan harekete bakıyor. Şunu anlamış oluyoruz ki bizi tasarlayan, tek tek yapıların ayrı kol/bacak ve ayrı beyni olarak değil, büyük bir organizmanın (insanlık) alt birimleri (insan) olarak tasarlamıştır. Amaç insan değil, insanlıktır. Zaten bu kadar benzeşen (genlerimiz %99 aynı) insanların herbiri asıl amaç olamazdı. Birbirine benzeyen karaciğer hücrelerinin benzerliğindeki amaç bir organ yaratmak içindir, tek tek hücreler ayrı baş çeksin diye değil. Benzeşmek, bizi aşan bir amaca, ortak güçle ulaşmak içindir. insanlık, bir analojiyle söylersek, milyarlarca üyesiyle büyük bir karaciğerdir ve karaciğerin beiinleri enerjiye çevirmesi gibi, insanda maddede basitten mükemmele duğru yeryüzünde muazzam bir dönüşüm gerçekleştirmektedir ve fakat insanın kaderi yazık ki, Carolina papağanına benzemektedir. Tüfek patlar, bu kuşlar havalanır, ama vurulan var mı diye bakmak için döner ve yeniden konarlar, tüfek bir daha patlar, yeniden havalanır, yeniden geri dönerler ve tümü ölene kadar süreç devam eder. insan da papağanlar gibi başardıkça, kendini yok eden şeylere daha çok sarılmaktadır. İhtilalde Fransız hakim "cumhuriyetin bilginlere ihtiyacı yok" diye söylenmiş ve "hiçbir şey vardan yok, yoktan var olmaz" diyerek gelmiş geçmiş en parlak düşünceyi yaratmış olan Lavoisier'i giyotine gönderip onun biricikliğine tahammül etmemişti. Topluluk bilinciyle insanoğlu, tekil başarıların öcünü daima almıştır! Herkesi simülasyonla anlarım. Empatinin temeli, kafamda karşımdakinin simülasyonunu yapmaktır, ancak o zaman onu kendi cinsimden anlayabilirim. O zaman öznellik, kişiler arasında oluşmuş genele bizim ortaklığımızdır. Husserl bedenimizin, başkalanyla ortak deneyler yaşamamızın aracı olduğunu söyler. Beden ortak tecrübeyi paylaşıp ortak bilinci inşa eder ve o bilinç herkesin içine bir miktar alınır. Biz zannettiğimizden daha fazla başkasıyızdır. Buna rağmen biricik olduğumuza inanırız. Bu zorunlu olarak solipsizm (tekbencilik) yaratır. Çünkü herşeyin bana göre varolduğunu düşünmekzorunlu olarak "ben"i tek referansyapar. Bunun en bencil örneğini bir paleontolog olan ED Cope'da görmüştük. Adam kemiklerinin Homo Sapiensin en tipik örneği olarak tasdik edilmesini istemiş ve bu amaçla kendini doğa tarihi müzesine bağışlamıştı. Bereket 1897de kemikler frengili çıkmıştı da, ırkımızı bir narsistin temsiline izin vermemiştik. Bedenimizdeki on katrilyon hücreden her birinin biz biricik ve özgürüz demesi kadar komiktir Cope'un ve başka her insanın biricikliği. insanlık kolonisinin her bireyi birer organdır, her bireyin bir vazifesi vardır. Olası tek özgürlük, insanlık kolonisini, koloninin geçeceği yolları, büyük bir bilgelikle bilip, insanlığa ileri adımlar attırmaktır. Kendini çoğaltan özgürlük bu yolda bilgelik ve yapma gücünün ikili ortaklığıdır. Her bireyin sorumluluğu dışında attığı adımlarsa yazık ki çılgınlıktır. Henüz insanoğlu yeryüzü tarihinin onbinde biri kadar bir süredir vardır. Bu az zamanda bile varolmak için, inanılmaz derecede şans gerekmiştir. Eskiden zorlu koşullara karşı doğal seçim en güçlüyü/uyumluyu seçiyordu; bugün güce gerek yok, doğayı yeniyoruz, artık doğal seçim değil, felseti/bilimsel seçim olmalı, seçilecekte yaratıcı işbirliği aranmalıdır. Yüksek bir ortak akılla işbirliği yapmak yerine her koyun kendi bacağından asılacak olursa, evrenin muhtemelen yirmi milyar yılda, incecik labirentlerden geçerek yarattığı bu müstesna topluluk görevini tamamlamadan yok olacak ya da bir zamanlar dünyaya dev ağaçlar halinde hakim olan eğrelti otları gibi bücürleşip kalacaktır. [email protected] Prof. Dr. Korfmann'ır Prof. Dr. Manfred Osman KORFMANN'ı 11 Ağustos 2005 tarihinde kaybettik. Bu değerli bilim adamı ve Türk dostunun kaybından duyulan üzüntüyü dile getiren yazılan ve anısını yaşatmak için yapılacak etkinlikleri önümüzdeki günlerde sık sık izleyeceğimizi umuyorum. tlhan Kayan (*) TOPLULUK VE İNSAN NARSİSTİNSONU tığım Üvecik (Troia batısı) köyündeki tarım okulunda tanıştık. Değerli hocam Prof. Oğuz Erol da oradaydı. Ertesi sabah saat 5.00 de kalkıp, daha gün ağarmadan kendimi arazide, Beşige (Beşik) koyu kıyısında bulmak çok kolay gelmemişti. Doğrusu kamptaki, çalışma neyse ama yaşama düzenindeki disiplini abartılı bulmuştum. Prof. Korfmann ile kolay konuşulamıyordu. Buna rağmen, izleyen yıllarda O'nun kampına gidip çahşmaktan kendimi alamadım. O yıllarda bulunduğum Ankara'dan Çanakkale'ye ulaşmak uzun yoldu. Bu yolu araba kullanarak katettikten sonra Beşik Yassıtepe'deki kazıda Prof. Korfmann ile buluştuğumuzda "İyi, hoş geldin!.. Haydi işine!.." gibisinden karşılaması doğrusu biraz zoruma giderdi. Birbirimizi tanıdıkça bu türden katılıklar yumuşamaya, ilişkilerimiz sıcaklaşmaya başladı. İlerleyen yıllarda kazı ekibi Yeniköy'de kalmaya başlamıştı. Prof. Korfmann, beni kendi kaldığı köy evinin bir odasında misafir ederdi. Böcekler, sinekler ve susuzluğun sıkıntılarını birlikte çekerdik. Beşige'de Eijkelkamp el burgularından demirciye yaptırdığım taklit araçlarla delgisondajlar yaparak çalıştım. Böylece, güçlü iki işçi yardımıyla, genellikle 78 m, çok uygun yerlerde 10 m derine kadar inen 80 kadar sondaj yaptım. 1987'de, deniz seviyesi değişmeleri konusundaki ilk sonuçlarımı Prof. Korfmann'ın sağladığı C14 tarihlemeleri doğruladı ve bu gelişme ilişkilerimizi güçlendirdi. P rof. Korfmann ile 1983 yazında, tozlu bir traktör yolculuğu sonunda ulaş TROİA BAŞLIYOR Prof. Korfmann 1988 yılında asıl Troia Projesine başladı. Kazının ana sponsoru DaimlerBenz (Mercedes) idi. Kazı Projesine diğer katkıları yanında bir iş makinesi (Unimog. Biz buna "Arkeomog" diyorduk) verdiler. Bunun arkasındaki kepçe ile değiştirilebilen hidrolik bir delgi sistemi (Augerdrilling rig) beni çok mutlu etmişti. Bununla 21 m ye kadar inebiliyorduk. İlk yıllarda 962/827 AJHısies2085 50 den fazla böyle burgudelgi sondaj, bir o kadar da hendek (trench) açmamız ve Troia'yı çevreleyen alüvyal düzlüklerdeki Holosen (Son 15000 yıl) stratigrafısini belirlememiz mümkün oldu. Amacımız Troia'yı çevreleyen alüvyonların biriktiği ortamları (Deniz, kıyı, bataklık, delta, akarsu taşkın alanları gibi) belirlemek, sondaj verilerini kesitler ve sonra haritalarla değerlendirerek paleocoğrafya haritaları hazırlamaktı. Bu bilgilerin kronolojik bir düzen içinde izlenmesi, Troia'nın arkeolojik olarak belirlenen kültür katmanlarıyla ilişkilendirilmesi ise konunun jeoarkeolojik boyutunu oluşturuyordu. Jeoarkeoloji, günümüzde yeni gelişen, çok alanlı (multidisciplinary) bir bilim dalı niteliğinde olduğu için tanımı ve kapsamında tam bir fıkir birliği bulunmamaktadır. Örneğin jeofizik araşürmaların arkeolojiye katkıları yerine göre somut sonuçlar sağladığı için bazıları bunu "arkeojeofizik", bazıları "arkeojeoloji" gibi kullanlr. Prof. Osman Korfmann ile bazen bu
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle