Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Tartışma Üniversiteler.Özgünlük ve Ulusalcılık Ü Ö Hasan Yazıcı* îstanbul Üniversitesi rektörlüğüne I aday olmam sürecinde gerek kendi J . üniversitem gerekse de üniversitelerimiz hakkında yoğun gözlem yapmak, düşiinmek, konuşmak ve tartışmak olanağı buldum. Benim için paha biçilmez olmuş bu deneyimden önemli gördüğüm bir bölümü sizlerle paylaşmak isterim. Güncel çabamızın da açık yansıttığı gibi toplumumuz 18. yüzyılın ikinci yarısından bu yana belirgin bir Batılılaşma hevesi içindedir. Cumhuriyetimizin kuruluşuyla büyük kazanımlar elde edilmiş, ancak özellikle üniversitelerimiz, bir türlü Batı üniversitelerinin üst düzey akademik, yaratıcı ve üretken niteliklerini kazanamamışlardır. 1933 Üniversite Reformu'nu başlatan iinlü Malche raporunda değinilen olumsuzluklar hemen tümüyle bugün de vardır. ğu gibi 10 yılda onbine yakın öğretim üyesi yetiştirmiş başka bir ülke var mıdır bilemiyorum. Hepsinden öte bir yerde bilimin en temel öğesi olan şeffaflıkta 77. olan bir ülkenin, bilimde 20. olabilmesindeki olağanüstü, adeta eşyanın doğasına ters düşen durum da bilim sayıcılarımızın gözlerini hiç mi hiç açmamıştır. Üniversitelerimizin önde gelen görevi, hep, yerleşik bilgiyi sorgulamak veya yeni bilgi üretmek değil, bilineni aktarmak ve yaymak olarak görülmüştür. Bu sığ görüşe ek, yönetimler üniversitelere her devirde Batı'nın çağdaş uygarlık dübireyler yetiştirmektir. Söz konusu sürecin vazgeçilemez niteliği özgünlüktür. Özgünlük üniversitenin havası, suyu, olmazsa olmazıdır. Uğraş alanı ne olursa olsun "ayrı düşünebilmek" alışkanlığı bir üniversitenin öğrencisine vereceği eğitimin kuşkusuz en önemli parçasıdır. Bu bağlamda üniversiteler öğrencilerine doğrunun ne olduğunu öğretmez, doğruları tartışmayı öğretirler; tek bir yolu göstermez, yolları aydınlatırlar. Tarihi yanılgı, sorgulayan bireyin gün gelip ulusal çıkarlara zararlı olabileceği görüşüdür. bir zaman Oxford veya Cambridge'i zabt ü rabta almaya yönlendirememiştir. Demeye çalıştıklarımı özgünlük ve ulusal çıkarlarla ilgili kişisel bir gözlemle bitiriyorum. ANITKABİR'DE Tİ MÛZİĞİ 2004 yazı. Televizyon sayın Bush ve eşinin Türkiye'ye gelmeleri sırasında Anıt Kabir'i ziyaretlerini görüntülüyor. Her zaman olduğu gibi "ti" çalmasıyla beraber konuk başkan ve eşi hazırola geçti. Bir an için Bush'un yüzünde bir gülümseme görür gibi oldum, sonra da yine o donuk bakışlar. Birden gerçek bir öfkeye kapıldım. On yıllardır Ata'nın tepesinde ve TBMM örneği diğer başka yerlerdeçaldığımız bu müzik parçası, sayın okurlar, esasında Amerikalıların kendi ulusal marşlan kadar iyi bildiği bir melodi. Yaşı 60 dolayında olanlar anımsayacak, ünlü "İnsanlar Yaşadıkça" fılminde Montgomery Clift'in boru ile çaldığı müzik bu. İngilizce TAPS deniyor. Amerikan İç Savaşı'nda askere yat borusu olarak ortaya çıkmış ve yıllar içinde Amerikan askeri cenaze törenlerinin en önemli melodisi haline gelmiş. Ölüye "rahat uyu" diyor. Ulusal duyguları gelişmiş Amerikalı'ya TAPS deyince ayağa kalkıp elini göğsüne koyuyor ve sözlerini ezberden okuyor. Sayın Bush ve eşi Beyaz Saray'da oturur. Biraz ötede ünlü Arlington Ulusal Mezarlığı vardır. Bush evinin camını açtığında hafta yedi, gün sekiz TAPS dinler. Allah aşkına söyleyin. Lincoln'un mezarında Onuncu Yıl Marşı mı çalar? Olayın bir de işlevsel yönü var. Bush "Bu Türkler en büyüklerinin mezarında bile benim has müziğimden başka bir müzik çalamıyacak kadar özgünlük yoksunu ise, ben bunlarla değil Irak'a, hani Çin'e bile yürürüm." demez mi? Bilmem ifade edebildim mi, ulusalcılıkla özgünlük ne kadar içiçe? Not: Yazıdaki bazı bölümler yazarın rektör adaylığı için bastırdığı tanıtma broşüründen aynen alınmıştır. * Profesör, İstanbul Üniversitesi Üniversitenin temel işlevi kalıplara uymak yerine kalıplar ne denli çağdaş olursa olsuntam tersi, bu kalıpları sürekli sorgulayan, yeni fikirler, varsayımlar ve kuramlan hem özendiren hem de üreten bireyler yetiştirmektir. zeyinin, özellikle de bu düzeyin görsel yönlerinin, yerel temsilcileri olmak görevini de yüklemişlerdir. Çağdaş uygarlık düzeyinin yerel temsilcisi olma görevi ilk bakışta çok albenili ve kimine göre işlevseldir. İşte bu nedenle de politik görüşü ne olursa olsun her iktidar üniversite sayısını çoğaltmak istemektedir. YAPAY GELİŞME Türk üniversiteleri herşeyden önce düşünce ve bilgi üreten kurumlar olma niteliğini yakalayamamış, ana amaç ve uğraşı birikmiş bilgi ve meslek becerisini aktarmaktan öteye gidememiş, 1980 sonrasının nicelik artışı ise esas aranan nitelik yükselmesine bir türlü dönüşememiştir. Yurt dışı bilimsel yayın sayımızın son t'illarda gerçekten büyük ivme kazandığı, ;alt sayı bakımından uluslararası düzeyie 20.1iğe yükseldiğimiz doğrudur. Yakından bakıldığında ise söz koIUSU nicelik artışının hemen tümüyle ıkademik yükseltmelere dış yayın zorunuğu uygulamasının bir sonucu olduğu >rtaya çıkar (H Yazıcı, Cumhuriyet BT, 16 Haziran 2004). Bu bir yerde "ya)ay"gelişmeye bakıp "Bilimde bu sene funanistan'ı geçtik, gelecek sene de Dalimarka'yı yakalıyacağız." türünden sözer kulağa hoş gelmekte ancak gerçeken, üzülerek belirteyim, uzak kalmaktalır. Üniversiteler tarihinde bizde oldu Bu adeta paranoid görüş, 12 Eylül darbesiyle doruğa ulaşmış, devrin baskı rejiminin hemen ilk uygulaması, yangından mal kaçırırcasına, ünlü AMAÇNE? Halbuki üniversiteden temel amaç düzgün görüntülü, doğru oturan, doğru konuşan, önüne konanı benimseyen, özümseyen, aktaran, "gerektiği gibi" davranan, biraz da hicvedersek, şarap çeşidinden anlayıp gerektiğinde de Şekspir'e gönderme yapan insanları bir araya toplayıp topluma uygarlık örneği oluşturmak değildir. Üniversitenin temel işlevi kalıplara uymak yerine kalıplar ne denli çağdaş olursa olsun tam tersi, bu kalıpları sürekli sorgulayan, yeni fikirler, varsayımlar ve kuramları hem ö'zendiren hem de üreten YÖK (Yüksek Öğretim Yasası) deli gömleğini Türk üniversitesine giydirmek olmuştur. Unutulan, ulusal çıkarlann en etkili ve kalıcı korunmasının salt top, tüfekle değil, özgür düşünüp özgün ürün veren yaratıcı bilim insanları, hür ve bağımsız düşünceli hukukçular ve yargıçlar, tarihi korkusuzca yorumlayacak tarihçiler, özetie kendi meslek ve bilim alanlarının evrensel kıstaslarından hiçbir koşulda ödün vermeyecek "sorgulayan ve yaratan" bireylerle gerçekleşebileceğidir. Rahatlıkla II. Dünya Savaşını İngiltere üniversiteleriyle kazanmıştır denebilir. Alman füzelerine hedeflerini şaşırtan, o füzelere karşı silah geliştiren, yaralının hayatını kurtarmak için penisilini bulan, savaş yanığına deri nakli bilim ve teknolojisini geliştiren ve nihayet savaşın en etkili casuslarını yetiştiren hep ünlü İngiliz üniversiteleridir. Evet, bu kadar özgün ve yaratıcı düşünen arasında atom bombasının sırrını Ruslara satanlar da çıkmışbr, ancak bu birkaç kötü örnek İngiliz'i hiç iafilık Oepresyon, kuşaktan kuşağa güçlenebiliyor yaştan itibaren ortaya çıktığını fark etmiş. D epresyon eğilimi kuşaktan kuşağa geçmekle kalmayıp her kuşakta biraz daha güçlenmekte. Sonuç çok sayıda aileyi üç kuşak boyu takip den Amerikalı bilim adamlarına ait. Buna göre depîsyonlu ebeveynlere, büyükanne ve büyükbabalara ıhip çocukların depresyona girme olasılıkları diğer )cuklara göre en az iki misli fazla. Ayrıca hastalık çüncü kuşakta çok daha erken başlıyor diyor olumbia Üniversitesi'nden Myrna VVeissman, Arcves of General Psychiatry dergisinde. Weissman, araştırmasına 1982 yılında 47 depres yon hastasıyla başladıktan sonra. hastalardan doğan 86 çocuğun psişik bozukluklara sahip olup olmadıklarını kontrol edilmiş. Bu çocuklardan da bugüne kadar 186 çocuk dünyaya gelmiş ve bunların yaş ortalaması şu anda 12 civarında. Araştırmacı daha ilk kuşakta bile psişik bozuklukların sadece daha sık değil aynı zamanda daha erken 932/17 29 Ocak 2005 M' Elde edilen sonuçlara göre kontrol grubundaki çocuklardaki ilk depresif evre 1617 yaşlannda ortaya çıkarken, depresyonlu ailelere sahip çocuklarda bu evre 1213 yaşlannda başlamakta. Üçüncü kuşaktaki çocukların %60'ında psişik bozukluklar görülmekte ve bu çocukların çoğu henüz ergenlik dönemine bile girmiş değiller. VVeissmann'a göre araştırma, depresyonun, kuşaktan kuşağa güçlenerek geçtiğini gösteren ilk çalışma olması açısından önem taşımakta. Bu nedenle ailelerinde depresyon olan çocuklarda psişik bozuklukların daha iyi takip edilmesini önermekte. h > •