Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
ÇEVRE S A Ğ L I Ğ I Avrupa Topluluğu'nda ve Türkiye'de Hava kirliliğine karşı yasalar ve tartışmalar Prof. Dr. Aysen Müezzinoğlu Dokuz Eylül Üniv. Müh. Mitn. Fak. Çevre Müh. Böl. letten oluşan bu topluluğu, günümüzde henüz bizim ülkemiz gibi tek bir ülke gibi düşünmek kolay değilse bile, yine de çok sayıda kültürün bir arada olduğu bir toplulukla karşı karşıyayız. Burada da çok ileri çevresel kavram ve çözümlerin yanı sıra bizimkilerden zerre kadar farkı olmayan basit sorunlar beraberce gündemde yer almakta. Bu yüzden AT idare organlan ve çevre ile ilgili komisyonlar herkesi memnun edecek orta yollar bulmakta zorlanmakta. Bir dığer sorun grubu da ulkelerin her birinde çevre kalitesinin düzenlenmesi ile ilgili prosedürlerde blllm adamları, kamuoyu ve polltlkacılardan oluşan üçlünün iç ilişkilerinin niteliği ile ilgilidir. Topluluktaki en ileri ülkelerde, kamuoyu ve yerleşik demokrasi anlayışı gereği çevre ile ilgili güçlü baskı grupları vardır. Bu baskı unsurlarının çok güçlü olduğu Almanya, İngiltere gibi kuzey toplumları, daha az çevre bilincine sahip güney toplumlarını kolayca denetim altına almaktadır. Çünkü bu baskı grupları daha önce pek çok kere denenmiş yöntemleri uluslararası ortamda uygulatma şansına sahiptir. Bu da politik sınır tanımayan hava kirleticileri, yüksek sanayi bacalannı, otomobll vb. hareketli kirlilik kaynaklarını düşünürsek; tümüyle sahip olunması gereken ortak normlar bakımından mantıklı bir yaklaşım sayılabilir. Ne var ki, sırf bu yüzden ulkelerin hükümranlık haklarında yeni ve daha elastiki tanımlara da gerek doğmaktadır. Çünkü, örneğin hava kirlenmesi kontrolünde asırlardan beri kendine göre başarılı bir yol tutturmuş giden İngiltere bile Almanya'nın bastınp aldırdığı çok daha sert ve çok sağlam bilimsel esaslara dayalı AT kararları uyarınca hava kirlenmesi mevzuatını gözden geçirmek zorunda kalmıştır. AT'nin başlangıç noktasını oluşturan Roma Antlaşması metninde "çevre" kelimesi bile geçmez. Ama daha sonra eklenen pek çok anlaşma maddesi bu konuya ayrılmıştır. örnek olarak Madde 100 (iç pazarları etkileyen yasaların uyumlandırılması) ve Madde 235 (genel yetki dağıtımı) genel anlamda çevre düzenlemeleri de getirmektedir. Asıl kapsamlı çevre mevzuatı ise, 1 Temmuz 1887tarlhll Tek lara da bulaşarak çevreyi kirletmesini önleyici tekniklerı esas alan (yanı entegre) yerleşim planlan hazırlamaktır. Bu planlarda kurulacak tesisin risk değerlendirmesi, çevresel etki değerlendirmesi (ÇED), ekolojik dengenin korunması gibi yollardan en uygun arazi kullanım ilkelerinin geliştirilmesi sağlanmaktadır. özellikle öngörü (Vorsorge) prensibinin uygulanması yoluyla AT devletlerinin çevre bakanları, yeni kurulacak tesislerin sadece baca atıklarını sınırlandırma yoluyla değil, aynı zamanda tesis kurulduktan sonra, dış havada bulunması gereken kirlilik düzeyının alacağı yeni değerleri de standartlara göre gözeterek hava kirlenmesini önleme yoluna gıtmek zorunda kalmışlardır. Bunun için ülke içi mevzuatta gereken değişikler gündemdedir. Alman Vorsorge prensibi halen AT tarafından benimsendiği gibi; 2 Kasım 1986 tarihli Türk Hava Kallteslnln Korunması Yönetmeliği'nin de esasını teşkil eder. Çünkü, bizim yönetmeliğimiz tercüme yoluyla Alman TALuft'tan alınmadır. Ülkemizde bu yönetmeliğin ilk uygulandığı tesislerden biri de Allağa Termlk Santralı olmustur. Aliağa yöresinde esasen yüksek olan kirlilik düzeyi göz önüne alındığında yeni kurulacak santralın getıreceği ek yukler, ileride ortaya çıkabilecek hava kalitesi düşünüldüğünde kuşkular uyandırmaktadır. Yoksa bu tesise tamamıyla temiz bir bölge seçılseydi santralın getireceği yüklerin sorun teşkil etmemesi pekala mümkündü. öngörü prensibinin uygulama alanıda karşılaşılabılecek başlıca güçlük, alanın coğrafi sınırlarının çizilmesinde gözlenir. Buna benzer gelışmiş yöntemleri yıllardan beri kullanan ABD'de bu amaçla dilimize "hava kabarcığı" ( = bubble) olarak çevirebileceğimız bir kavram geliştırilmiştir. Bu kabarcık aslında tesisin kurulacağı yöreye kapatılmış dev boyutlu hayali bir fanus gibidir Fanusun boyutlarını anlamak içın yapılacak en yakın benzetme, nehirlerin su toplama havzaları gibi, yörenin hava dağlşlm havzasımn tanımtanmaaı olabilir. "Kabarcık" içerısınde belli hava kalitesıni sağlamak esastır. Bu nedenle kabarcık içinde yer alan veya yeni kurulmaya çalışılan tüm kirletici kaynaklar, örneğin yeni termik santrallar kendi aralarında pazarlık ederek kımin ne kadar kirletebileceğıne daır anlaşmaya varırlar. Bu örnekte herhangi bir tesis dilerse kendisine çok pahalıya gelecek ileri arıtmalar yerine, komşularına yaptıracağı arıtmayı da finanse edebilir. Ülkemize gelince, AT'ye tam üyelik için başvuran biziz. Bu başvurunun günün birinde kabulüne de şimdiden hazır olmalıyız. Dahası tarım alanlarımızı, doğal ve kültürel zenginliklerimizi özgün ekolojik yapıdaki alanlarımızı şimdiden böyle görünmez (anuslar altında muhafaza ederek gelecek güniere saklamalıyız. Bunun temel mekanızması çok çağdaş tekniklerle donatılmış olan 1983 tarih ve 2872 sayılı Çevre Kanunu ile buna bağlı 1986 tarihli Hava Kalitesinin Korunması Yönetmeliğı'nde mevcut bulunmaktadır. Yeter ki, tam olarak uygulansın. 75 AT'de geçerli, çevreyi, havayı "klrleten öder" ilkesi, ülkemizde yanlış anlama ve uygulamalar sonucu "herkesin ödemesine" dönüşüyor... U lkelerin gelişme süreci boyunca hava kirlenmesini algılama ile ilgili üç aşamalı bir evrim yaşadıkları belirlenmiştir: 1. Sorunların daha çok kent ve giderek metropol boyutlu olduğu "coğrafi yörelere" özgü yerel hava kirlenmesi olayları; Ankara hava kirlenmesi, Pittsburgh hava kirlenmesi, Atina hava kirlenmesi, vb. 2. Başlıca sanayi sektörlerinde kalitesiz yakıt yakılması veya üretim süreci atığı maddelerin havaya atıldıkları tesislerde meydana gelen "üretim proseslerine" özgü hava kirlenmeleri. 3. Daha ciddi, duyarlı ve aynntılı ölçüm tekniklerinin gelişmesinden sonra lanımlanarak gelişme gösterebilen ve insan sağlığı ile ilgili endışelerin ağırlık kazandığı, giderek temel ekolojik dengelerin korunmasını hedeflemeye yönlenen modern çevre korumacılığı anlayışı. Billm ve kamuoyunun baskısı "Hava kabarcığı" tanımı Kuşkusuz, ülkeler sanayileşip geliştikçe ve zenginleştikçe bu evrimin halkaları tek tek aşılmakta, ancak her seferinde yeni yeni sorun yumaklarıyla karşılaşılmakta. Ülkemizde ise bu sorunların tümü birlikte yaşanıyor. Bu da sanırım kültürümüzün bir parçası haline gelmiştir. Daha en ilkel anlamda yerel sorunların üstesinden gelinmeden (Ankara hava kirlenmesi gibi) en ileri düzeyde ekosistem zararları (Konya'daki NATO üssü gibi) tartışma gündemine gelebiliyor. Başka çevre sorunlarında da benzer çelişkiler vardır; kentlere sürekli ve sağlıklı içme suyu saglanamadığı halde, içme sularının klorlama sonrası içereceği kanser yapıcı mikro miktarlardaki kalıntıların varlığını araştırıp tartışmak gibi. Bu ve benzeri pek çok sorunun birlikte tartışılması, doğu ve batı kültürleri arasında yer alan yurdumuzun kültür kimliğinin karmaşık yapısını pek güzel yansıtmaktadır. Kanımca bir tür zenginlik sayılabilecek bu kültürel yapı sayesinde sorunlara son derece sağlıklı tanılar konabilmektedir. Ancak ne yazık ki, çözümler bu tanılara layık değıldir. Zira çözümde daha çok kolay yollara başvurularak "enerji gereklidir", "paramız yok", "teknolojimiz yok", "sonra yaparız" türünden alaturka bahanelere sığınılmaktadır. Avrupa Topiuluğu'na gelince, 12 dev Ülkemize gelince Avrupa Sozlesme»! uyarınca verilen özel yetkilere dayanılarak hazırlanmıştır. 1973, 1977, İ983 ve 1988 tarıhlı AT Çevre Aksiyon Planlan onaylanarak uygulanmıştır. Bu kavramın ülkemizde çok ryi tanınmaması nedeniyle birçok yanlış anlamalara neden olduğunu biliyorum. Bu bakımdan kısaca "Mrietmede payı olmayanın ödemede de bulunmaması" olarak yenıden tanımlamak isterim. örneğin, izmlr Körfezi'nln kurtanlmasında kullanılacak fonların, tüm yurttaşların vergilerıyle oluşan genel bütçeden ayrılmasının yanlış olması gibi. AT'de geçerli diğer iki yeni prensip ise, Alman kökenli öngörü (Vorsorgeprinzip) ve ingiliz kökenli Batneec (Aşırı masrafa yol açmayan, bilinen en iyi çevre teknolojisi) kullanımıdır. Bunlardan ikincisi hava kirlenmesini daha kaynakta çözmeye çalışan ve bunu gereksiz ek masrafa yol açmadan yapan tekniklerin kullanılması önerisidir. öngörü (Vorsorge) prensibi ise çevresel olarak çok daha olumlu ve kapsamlıdır. Buna göre hiçbir tesis, tasarım ve inşası sırasında ilgili resmi makamdan hava kirlenmesi izni almadan kurulamaz. Öngörüden kasıt ise daha tesis kurulmadan ve izin alınmadan evvel, hava kirleticilerin yalnız havaya değil diğer ortam İki yeni ülke