Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
MELTEM YILMAZ
- 12 Eylül darbesinin sizde kişisel olarak
ne gibi etkileri oldu?
12 Eylül 1980 darbesinin ilk uygulamala-
rõndan biri, Türk-İş dõşõndaki sendikalarõn yö-
neticilerinin görevden alõnmasõ, düzmece bir-
takõm savlarla yargõlanmasõdõr. DİSK’in, el ko-
nulan binasõnõn, daha sonra Anayasa Mahke-
mesi’ne verilmesi de o dönemin unutulmama-
sõ gereken bir uygulamasõdõr. Ama 12 Ey-
lül’ün emekçi düşmanlõğõnõ gösteren bir uygu-
lama daha vardõr: Emeklilikteki “kı-
dem tazminatı” ödemeleri çok ciddi öl-
çüde azaltõlmõş, bu arada “kazanılmış
hak”lar da kabaca çiğnenmiştir. Bu, bi-
zim aileyi de etkilemiş; zorunlu emekli
olan eşim, hak ettiğinin dörtte biri kadar
tazminat alabilmişti. Bugün pek kimse-
nin anõmsamadõğõ bu uygulama, darbe-
nin emekçi düşmanlõğõ niteliğini ve ka-
zanõlmõş haklara saygõsõzlõğõnõ gösterir;
ama, darbe dönemlerinin ahlaksõzlõğõnõ
gösteren yanõ da vardõr: Bu insafsõz uy-
gulama ile bütün ödemeler durdurul-
muşken, darbeye hizmet arz eden bazõ
“üst düzey” yöneticilerin işlemlerini
elçabukluğuyla tamamlatõp, tazminatla-
rõnõ kesintisiz almalarõna göz yumul-
muştur. Bunlar arasõnda darbeye bakan-
lõk etmiş bir kişi bile vardõr, sanõrõm.
- Can verenler, işkence görenler,
yıllarca hapis yatanlar oldu...
12 Eylül’ün başka kurbanlarõna yani
darağaçlarõnda can verenlere, işkence
görenlere, yõllarca hapis yatanlara oran-
la bizim çektiklerimiz elbette çok hafif ka-
lõr. Ama, rahmetli annemin tepkisini belirtmek
isterim: Yetiştirdiği, her biri meslek yaşamõn-
da başarõlõ olmuş dört oğulla pek övünç duyan,
yiğit bir Türk kadõnõ olan annem; askeri topçu
okulunda İsmet Paşa’ya da hocalõk etmiş,
kendi babasõnõ anõmsatõp “Ben vatana zarar-
lı evlatlar mı yetiştirmişim? Gidip o sıkıyö-
netim paşasına bunun hesabını sormaz mı-
yım?” diye ayaklanmõştõ da zor zaptetmiştik!
Söylediğim gibi, 1402’liklerin göreve dönü-
şünü, aralarõnda üniversite öğretim üyeliğinden
gelenlerin de bulunduğu bakanlara ve millet-
vekillerine değil, Türk idari yargõsõna borçluyuz.
1402’liklerin göreve dönmesi yönünde ilk yar-
gõ kararõnõ veren İstanbul İdare Mahkeme-
si’nin üç bayan yargõcõ olmuş; üniversiteler tem-
yiz yoluyla davayõ Danõştay’a götürmüşlerdir.
Danõştay’õn o zamanki 5. Daire Başkanõ Nuri
Alan ve seçkin idare yargõçlarõmõz da, darbe dö-
neminin insafsõz işleminin hukuka aykõrõlõğõnõ
tescil ederek tarihte saygõn bir yer almõşlardõr.
Aralarõnda, genç yaşta yitirdiğimiz Bülent Ta-
nör ve Üstün Korugan gibi “1402’lik” öğre-
tim üyeleri de olan ilkokul öğretmeni, orman me-
muru gibi müvekkillerimin, 7 yõlõ aşkõn bir sü-
re sonra da olsa göreve dönmelerini sağlamak,
avukat olarak bana büyük bir onur vermiştir.
1402’liklerin görevden uzaklaştõrõlmasõnda hiç-
bir rolü olmadõğõnõ õsrarla ileri süren YÖK’ün
kurucusu ve ilk başkanõ İhsan Doğramacı’ya
karşõ kendi imzasõnõ taşõyan belgeleri mahke-
meye sunmak ve yayõmlamakla da, tarihe kar-
şõ, karõnca kararõnca bir görevi yerine getirdiğimi
sanõyorum.
- 12 Eylül’ün getirdiği üniversite düzeni
hakkında ne düşünüyorsunuz?
12 Eylül’ün, üniversite öğretim üyelerinin ge-
nellikle “solcu” bilinen hocalarõnõn bir bölümüne
uyguladõğõ tasfiye, sindirme ve “uyumlu” ha-
le getirme uygulamalarõ; darbenin, aydõnlõğa ve
emekçiye düşman nitelikteki yapõsõ içinde ba-
kõldõğõnda hiç şaşõrtõcõ değildir. Bu uygulama bir
günde yapõlõp bitirilmemiş; “salam taktiği” ile
zaman içine yayõlarak; bir gün 3 hoca, ertesi gün
ya da hafta başka bir üniversiteden 5 hoca,
1402’lik edilerek, “Acaba ben de sırada mı-
yım?” korkusuyla insanlarõn sindirilmesine ça-
lõşõlmõştõr. Bu arada, protesto için istifa ederek
görevden ayrõlan öğretim üyeleri de olmuştur.
Örneğin, İstanbul SBF Dekanõ hocamõz Tarık
Zafer Tunaya, Dekan Yardõmcõsõ Prof. Aydın
Aybay’a görevine son verildiği yazõsõ tebliğ edi-
lince, “Aydın, benim istifamı yazar mısın?”
demiş ve görevden ayrõlmõştõr. Ankara SBF’den
o zaman Doçent Fazıl Sağlam, yaş haddinden
emekli olmasõna çok kõsa bir süre kalan kürsü
hocasõ Prof. Bahri Savcı’nõn, veda dersini ha-
zõrlarken 1402’lik edilmesi üzerine, istifa etmiştir.
- 12 Eylül darbecileri mevcut üniversite ya-
pısından neden rahatsız oldular?
Fakültelerin tüzelkişiliğine son verilmesi, fa-
külte kurullarõnõn oluşum ve yetkiler bakõmõn-
dan, eskiyle ölçülmeyecek kadar önemsiz hale
getirilmesi; üniversite ve fakülte işlerinde say-
damlõk ve aleniyetin yerini gizliliğin alma-
sõ; rektörlük, dekanlõk gibi yönetim mevki-
lerinin, gelip geçici görevler değil, yõllarca
süren saltanat makamlarõ olmasõ; yönetici-
lerin, kendilerini meslektaşlarõna karşõ de-
ğil “yukarıya” karşõ sorumlu saymalarõ...
Bu arada 82 Anayasasõ, üniversitelerin
“kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren
alanlarda” Anayasa Mahkemesi’ne başvurma
olanağõnõ da kaldõrmõştõr.
- YÖK’ün en önemli yıkımı nedir?
YÖK’ün getirdiği yõkõmlarõn belki de en
önemlisi, asistanlõğõ, ad olarak da kurum olarak
da kaldõrmasõdõr. 1946 yõlõnda çõkan Üniversi-
teler Kanunu’nda “öğretim üyeliğinin doğal
kaynağı” olduğu belirtilen asistanlõk kaldõrõlmõş,
yerine hiçbir güvencesi olmayan “araştırma gö-
revlisi” diye sõradan bir statü getirilerek, bir an-
lamda öğretim üyeliğinin kaynağõ kurutulmuş-
tur. Doçent unvanõ almak için bir “doçentlik te-
zi” yazarak jüriye kabul ettirilmesi koşulu da kal-
dõrõlmõştõr. Oysa, birçok bilimsel araştõrma do-
çentlik tezinin ürünü olarak ortaya çõkõyordu. Bu-
na karşõlõk, akademik terfiler için bir “yaban-
cı dergide yayın fetişi” yaratõlmõştõr. “Citati-
on index” diye, tõp ve mühendislik gibi alanlarda
belki geçerli olabilecek bir değerlendirme ölçütü
de buna eklenince; sosyal, siyasal bilimler ala-
nõnda çalõşan öğretim üyelerinin bilimsel araş-
tõrma özgürlüğü kõsõtlanmõştõr. Çünkü örneğin,
Türkiye’nin ekonomisi, tarõm, ulaştõrma, ma-
denler gibi alanlardaki politikalarõ, uluslarara-
sõ ilişkileri ya da ilaç endüstrisi gibi alanlarda ya-
bancõ sermaye çevrelerinin hoşuna gitmeyecek
türde makaleler yazanlarõn, yabancõ dergilerde
yayõn yapmasõnõn güçlükleri nedeniyle akade-
mik terfileri engellenmiştir.
Trajikomik öyküye çok güldük
- Bu süreçte neler yaşandı?
Bu dönemin trajikomik bir öyküsünü, ünlü te-
levizyoncu Uğur Dündar, ekranlara getirmiş-
ti de gülmekten bayõlmõştõk: Unvan almak
amacõyla yurtdõşõnda yayõn yapmak için çõrpõ-
nan genç öğretim üyelerinin imdadõna koşan(!)
bazõ açõkgözler, İtalya’da uyduruk bir dergi çõ-
karmaya başlamõşlar ve para karşõlõğõ İngilizce
makaleler yayõmlamõşlardõ. Bir muzip öğretim
üyesi de, bu sahtekârlõğõ ortaya çõkarmak ama-
cõyla İngilizce olarak “fasulyenin nimetleri” ad-
lõ çok bilimsel(!) bir makaleyi aynõ dergide ya-
yõmlatmõştõ!
YÖK bir yandan “doçentlik tezi”ni kaldõrmõş,
öte yandan doçentlikten profesörlüğe yüksel-
menin koşulu olarak “rotasyon” denen yöntem
getirmişti: Profesör olmak için başka bir üni-
versitede belli bir süre hizmet etmek zorunlu olu-
yordu. Birçok alanda, araştõrmalarõn bir “takım
çalışması” halinde yürütüldüğü göz ardõ edilen
bu uygulamada, taşra üniversitesine gönderilen
doçent, orada tek başõna, kütüphanesiz, labora-
tuvarsõz, asistansõz gün saymak durumunda
kalmõştõr.
Öğretim üyeliğini belli bir dersi okutmaktan
ibaret hale getiren bu zorunlu hizmetin yerine
getirilmesi sõrasõnda, çoğu zaman bir yarõyõlõn
dersleri iki üç haftaya sõğdõrõlarak verilmiş ya-
ni yasak savõlmõştõr. Ancak, uygulamalardaki ah-
lak düşüklüğü burada da kendini göstermiş; ro-
tasyon uygulanmasõnda “bizim çocuklar” kay-
rõlarak, aynõ kentteki bir başka üniversitede gö-
revlendirilirken, “kötü çocuklar” taşraya gön-
derilmiştir.
CMYB
C M Y B
23 EYLÜL 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
1402’lik öğretim üyeleri
12
Eylül askeri darbesinin ardõndan 6 Kasõm 1981’de çõka-
rõlan 2547 sayõlõ Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu.
Ardõndan, 1402 sayõlõ Sõkõyönetim Kanunu’nun 2301 ve
2766 sayõlõ kanunla değişik maddelerince özellikle solcu olduğu dü-
şünülen 71 üniversite personeli YÖK tarafõndan görevlerinden uzak-
laştõrõldõ. İlk uzaklaştõrmalar Şubat 1983’te başladõ.
T
oplam 4891 kamu personeli görevden alõnmõş ve 38 profesör, 25 doçent,
10 yardõmcõ doçent 1402’lik olmuştu. Ancak 1402’lik olmasõnõ isteme-
diğinden bizzat istifa yolunu seçenler de hesaba katõldõğõnda, sayõnõn
20 bin dolaylarõnda olduğu düşünülüyor. 12 Eylül’ün akademik yaşamõna son
verdiği 1402’lik akademisyenler arasõnda bulunan Prof. Rona Aybay ile Prof.
Gençay Gürsoy, 12 Eylül döneminde yaşadõklarõnõ gazetemize anlattõlar.
12
Eylül darbesinin 1402’lik akade-
misyenler arasõnda fişlediği Türk Ta-
bipleri Birliği Başkanõ Prof. Gençay
Gürsoy ise yaşadõklarõnõ şöyle anlattõ:
“12 Eylül askeri darbesi sırasında Pa-
ris’teydim. Eylül sonuna doğru döndüm. Son
bir yıldır İstanbul Tabip Odası Genel Sekre-
teri olarak görev yapıyordum. Daha önce sol
eğilimli çeşitli derneklerin yönetiminde bu-
lunmuştum. Bütün bu örgütler herhalde dar-
becilerin hedef tahtasındaydı. Askeri rejim
üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını ezip
geçiyordu. Bütün sol eğilimli sendikalar, mes-
lek odaları, dernekler, partiler, sol eğilimli va-
kıflar kapatılmış, bizim İstanbul Tabip Oda-
sı ve Türk Tabipleri Birliği’nin kapısı mü-
hürlenmişti. Geçmişteki çeşitli dernek faali-
yetleri nedeniyle açılan soruşturmalar ve
davalar için koşuştururken 1983 başında sol-
cu olarak tanınan öğretim üyelerine birer bi-
rer ‘sarõ zarflar’ gelmeye başladı: ‘...1402 sa-
yõlõ Sõkõyönetim Yasasõ’nõn 2. maddesinin son
fõkrasõ uyarõnca, bir daha kamu hizmetinde ça-
lõştõrõlmamak üzere görevinize son verilmiş-
tir...’ Hakkımızda kesinleşmiş bir mahkûmi-
yet kararı olmadığı gibi isnat edilen herhan-
gi bir suç da yoktu. İstanbul’dan atılanlar lis-
tesinde klasik solcu kimliğine uymayan bir tek
Prof. Dr. Hüseyin Hatemi vardı.”
Bu süreçte bazõ öğretim üyelerinin ülkenin bun-
altõcõ atmosferinden kurtulmak için yurtdõşõna git-
tiğini anlatan Prof. Gürsoy, şöyle devam etti:
“Ben ve öteki hekim öğretim üyesi arka-
daşlar için tek çalışma alanı olarak muaye-
nehane açmak ya da özel hastanelerde çalış-
mak kalıyordu. Benim özel alanda hekimlik
yapmak konusunda hiç deneyimim yoktu. Bu
yüzden ben de yurtdışına gitmeye karar ver-
dim. Daha önce Avrupa’da çalıştığım üni-
versitelerden gelen teklifler arasında bir ter-
cih yapmak üzereyken yurtdışına çıkışım
yasaklandı. Yasak yıllar sonra Ankara’da
Uğur Mumcu’nun çabalarıyla kaldırılabildi.
1983-90 dönemi bizler için her şeye sıfırdan
başlayarak, yerle bir edilen demokrasinin ve
sol birikimin enkazı üzerinde taş üstüne taş
koymaya çalışmakla geçti. Askeri rejimin
yasaklamadığı tek toplumsal faaliyet alanı ‘şir-
ketler’di. Kültür, sanat ve bilim alanında ça-
lışmalar yapacak ‘anonim şirketler’ kurmaya
başladık. Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun çaba-
larıyla oluşan BİLSAK, bu modelin ilk ör-
neklerinden biriydi. Daha sonra Aziz Nesin’in
öncülüğünde EKİN ve BİLAR kuruldu. Bu-
ralarda üniversite dışına itilmiş 1402’likler ola-
rak, bir tür alternatif kültür ve eğitim ku-
rumları oluşturmaya çalışıyorduk. O dö-
nemde, yine Aziz Nesin’in önayak olmasıyla
örgütlenen ‘Aydõnlar Dilekçesi’, askeri rejime
karşı 1980’den sonraki ilk toplumsal muha-
lefet hareketiydi. Dilekçeye imza koyanlar
hakkında derhal dava açıldı. Ankara’da açı-
lan ve beraatla sonuçlanan davanın her du-
ruşması demokratik muhalefet hareketinin
kürsüsü gibi işlev görüyordu.”
1990 yõlõnda 1402’likler davasõnõn sonuçlan-
dõğõnõ anõmsatan Prof. Gürsoy, “Ancak bugün
dahi üniversitelerde dinci ve milliyetçi kad-
rolaşma devam ediyor” diyerek şunlarõ söyle-
di: “1990’da 1402’likler davası sonuçlandı ve
hep birlikte üniversitelerimize döndük. Ancak
bıraktığımızdan çok farklı bir üniversiteye
dönmüştük. Depolitizasyon, ilgisizlik, yıl-
gınlık had safhadaydı. YÖK tam bir monoli-
tik yapı oluşturmuş, bütün yetkiler rektörle-
rin elinde toplanmış, katılım kanalları tümüyle
tıkanmıştı. Aradan bunca yıl geçmesine ve ya-
sada birçok değişiklik yapılmış olmasına kar-
şın bu özellikler değişmedi ve YÖK tipik bir
12 Eylül kurumu olarak bugüne kadar işlevini
sürdürdü. Özellikle yeni kurulan üniversite-
lerde YÖK’ün bu merkeziyetçi yapısı ve rek-
tör atamaları eliyle dinci ve milliyetçi kadro-
laşma bütün hızıyla bugün de devam ediyor.”
Rona Aybay: Annem
ayaklanmıştı, zor zaptettik
Prof. Gençay Gürsoy: Dinci ve
milliyetçi kadrolaşma devam ediyor
YARIN:YAŞAYANLARANLATIYOR
HAYAL VE GERÇEK
KÜRŞAT BAŞAR
Zengin ve Yoksul
Sürekli darbelerden söz edip duruluyor son
zamanlarda. Bu kadar derin devletten, gizli
çetelerden, kontrgerilla örgütlenmelerinden...
Bu konuları işleyen son yıllarda çekilen bir iki
dizi ve film dışında sinemamız bu konulara pek
eğilmedi hatırladığım kadarıyla.
En çok konuşulan, yurtdışında sürekli başımızı
ağrıtan Ermeni meselesi, Kıbrıs konusu da pek
fazla ilgi alanına girmedi sinemanın.
Yıllardan beri aslında ülkenin en önemli sorunu
olan terör ve Güneydoğu konusu ne kadar işlendi
acaba sinemada?
Buna karşılık eskiden Yeşilçam’ın, şimdi de
dizilerimizin en tutan konusu zenginler ve
yoksullar... Ama bu da fırsat eşitsizliğini, gelir
dağılımındaki adaletsizliği, ayrıcalıkları ele almak
anlamında değil. Daha çok keyif süren zenginlerle
onlara özenen ya da bir gün sınıf atlayıp onların
yerine geçmeye çalışan yoksullar türünden
senaryolarla anlatılıyor bu hikâyeler.
Bildiğimiz zengin çocuk, yoksul kız ya da tersi.
Genellikle, zengin kız, şımarık, dejenere bir
çevrede yaşar, Anadolulu genç buraya geldiği
zaman onunla alay edilir, o da gurur yapar,
sonunda da tabii kendi çevresindeki işe yaramaz
erkeklerden sıkılmış olan kız ona âşık olup yola
gelir.
Bunun tersi olup zengin oğlana tutulan yoksul
kız filmlerinde de benzer hikâye devam edip gider.
Bu zenginler herkese kötü davranan,
hizmetçilerini filan aşağılayan, Batı özentisi klişe
tiplerdir. Akılları fikirleri, sersem partiler verip vur
patlasın çal oynasın bir hayat sürmektir.
Yıllar yılı izledik bu filmleri. Şimdi de dizilerde
aynı terane devam ediyor.
Bu zengin çocukları nedense çevrelerindeki
kızlarla istediklerini yapabilecekken ille gider
hizmetçiyi ayartır, onun içkisine ilaç atar. Köylü kızı
bulup ona tecavüz eder. Tamamen masum ve saf
olan yoksul gecekondu kızları bunların ağına
düşüp kötü yollara sapar.
Merak ettiğim konu, bu dejenere zengin kitlesi
kaç kişidir? Neden bunlar bu kadar önemli bir
konu oluşturmuştur? Doğrusu bunu yıllardır
anlamakta zorlanırım.
Bizde sınıf sistemi olmadığı için, zenginler
yalnızca belli bir elit kesimden gelmiyor. Para
sürekli el değiştirdiğinden en zenginlerin çoğu da
öyle İngiliz aristokratları havasında filan değil.
Çoğunun en azından babası, dedesi yani bir iki
kuşak öncesi köye, kasabaya dayanıyor.
Yani öyle tarif edilen türde snob, ülkeden
tümüyle kopuk, jet sosyete havasında pek fazla
insan yok.
Sosyete diye kabul edilenleri de zaten magazin
basınından izleyebiliyoruz, ben kendimi bildim
bileli aynı insanlar.
Ama bunca aynı tür filmi ve diziyi görünce insan
bu ülkenin başka bir derdi yokmuş, en önemli
sorunu bol para harcayan ve kafasına göre takılan
birtakım zengin çocuklarıymış gibi bir izlenime
kapılıyor.
[email protected]
HSYK üyeliği için aday oldular
Ankara Adliyesi’nden
12 aday çıktı
ALİCAN ULUDAĞ
ANKARA - Ankara Adalet Sarayõ’nda görev
yapan yaklaşõk 150 hâkim ve savcõnõn katõldõğõ
toplantõda, 12 isim HSYK üyeliği için gayri
resmi adaylõklarõnõ açõkladõ. YARSAV Yönetim
Kurulu Üyesi Eray Karınca da aday olmak için
görevinden istifa etti. Ankara Cumhuriyet
Başsavcõ Vekili Mehmet Çavuşoğlu toplantõ
konusundaki talebin hâkim ve savcõlardan
geldiğini söyledi. Basõna kapalõ devam eden
toplantõda, 12 isim adaylõğõnõ açõklayarak,
kendilerini tanõttõ. Bu isimlerin 4’ünün kadõn
olduğu öğrenildi. YARSAV, HSYK’ye kendi
yönetim ve denetim kurullarõ içerisinden aday
çõkarmama kararõ almõştõ. Karõnca’nõn da bu
karar üzerine, aday olmak için istifa etmek
zorunda kaldõğõ bildirildi.
1 ton 250 kilo esrar ele geçti
PKK’nin uyuşturucu
merkezine baskın
HATAY (Cumhuriyet) - Hatay İl Jandarma
Komutanlõğõ’nõn Amanos Dağlarõ’na
düzenlediği operasyonda 1 ton 250 kilo esrarla
350 bin kök hintkeneviri ele geçirildi. Terör
örgütü PKK ile bağlantõlõ olduklarõ belirtilen 5
kişi gözaltõna alõndõ. Jandarma timleri,
Kalaşnikof’la nöbet tutan K.D’yi yakalarken
kaçmaya çalõşan Y.V, M.D, O.Y. ve A.G. de
ormanlõk alanda yakalandõ. Hintkenevirlerini
imha eden jandarma, 1 ton 250 kilo esrarõ da
sõrtta yaklaşõk 12 saat taşõdõ. Esrar araçlara
yüklenerek il jandarma komutanlõğõna
götürüldü. PKK ile bağlantõlõ olduğu bildirilen
5 şüpheli ise sorguya alõndõ.
Muhabirimize ödül
ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Çağdaş
Gazeteciler Derneği (ÇGD) Ankara Şubesi’nin
bu yõl üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Yerel
Medya Ödülleri”ni kazananlar açõklandõ. 14
Haziran’da kalp krizi sonucu yaşamõnõ yitiren
gazeteci Behzat Miser adõyla bu yõldan itibaren
sürekli verilecek haber dalõndaki ödüle
gazetemiz Ordu muhabiri Erdoğan Erişen,
Ordu Gerçek gazetesinde yayõmlanan “Bu
Yetim Hakkının Hesabını da Ver Sayın
Vali!” haberiyle değer görüldü.