19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
MELTEM YILMAZ - 12 Eylül darbesinin sizde kişisel olarak ne gibi etkileri oldu? 12 Eylül 1980 darbesinin ilk uygulamala- rõndan biri, Türk-İş dõşõndaki sendikalarõn yö- neticilerinin görevden alõnmasõ, düzmece bir- takõm savlarla yargõlanmasõdõr. DİSK’in, el ko- nulan binasõnõn, daha sonra Anayasa Mahke- mesi’ne verilmesi de o dönemin unutulmama- sõ gereken bir uygulamasõdõr. Ama 12 Ey- lül’ün emekçi düşmanlõğõnõ gösteren bir uygu- lama daha vardõr: Emeklilikteki “kı- dem tazminatı” ödemeleri çok ciddi öl- çüde azaltõlmõş, bu arada “kazanılmış hak”lar da kabaca çiğnenmiştir. Bu, bi- zim aileyi de etkilemiş; zorunlu emekli olan eşim, hak ettiğinin dörtte biri kadar tazminat alabilmişti. Bugün pek kimse- nin anõmsamadõğõ bu uygulama, darbe- nin emekçi düşmanlõğõ niteliğini ve ka- zanõlmõş haklara saygõsõzlõğõnõ gösterir; ama, darbe dönemlerinin ahlaksõzlõğõnõ gösteren yanõ da vardõr: Bu insafsõz uy- gulama ile bütün ödemeler durdurul- muşken, darbeye hizmet arz eden bazõ “üst düzey” yöneticilerin işlemlerini elçabukluğuyla tamamlatõp, tazminatla- rõnõ kesintisiz almalarõna göz yumul- muştur. Bunlar arasõnda darbeye bakan- lõk etmiş bir kişi bile vardõr, sanõrõm. - Can verenler, işkence görenler, yıllarca hapis yatanlar oldu... 12 Eylül’ün başka kurbanlarõna yani darağaçlarõnda can verenlere, işkence görenlere, yõllarca hapis yatanlara oran- la bizim çektiklerimiz elbette çok hafif ka- lõr. Ama, rahmetli annemin tepkisini belirtmek isterim: Yetiştirdiği, her biri meslek yaşamõn- da başarõlõ olmuş dört oğulla pek övünç duyan, yiğit bir Türk kadõnõ olan annem; askeri topçu okulunda İsmet Paşa’ya da hocalõk etmiş, kendi babasõnõ anõmsatõp “Ben vatana zarar- lı evlatlar mı yetiştirmişim? Gidip o sıkıyö- netim paşasına bunun hesabını sormaz mı- yım?” diye ayaklanmõştõ da zor zaptetmiştik! Söylediğim gibi, 1402’liklerin göreve dönü- şünü, aralarõnda üniversite öğretim üyeliğinden gelenlerin de bulunduğu bakanlara ve millet- vekillerine değil, Türk idari yargõsõna borçluyuz. 1402’liklerin göreve dönmesi yönünde ilk yar- gõ kararõnõ veren İstanbul İdare Mahkeme- si’nin üç bayan yargõcõ olmuş; üniversiteler tem- yiz yoluyla davayõ Danõştay’a götürmüşlerdir. Danõştay’õn o zamanki 5. Daire Başkanõ Nuri Alan ve seçkin idare yargõçlarõmõz da, darbe dö- neminin insafsõz işleminin hukuka aykõrõlõğõnõ tescil ederek tarihte saygõn bir yer almõşlardõr. Aralarõnda, genç yaşta yitirdiğimiz Bülent Ta- nör ve Üstün Korugan gibi “1402’lik” öğre- tim üyeleri de olan ilkokul öğretmeni, orman me- muru gibi müvekkillerimin, 7 yõlõ aşkõn bir sü- re sonra da olsa göreve dönmelerini sağlamak, avukat olarak bana büyük bir onur vermiştir. 1402’liklerin görevden uzaklaştõrõlmasõnda hiç- bir rolü olmadõğõnõ õsrarla ileri süren YÖK’ün kurucusu ve ilk başkanõ İhsan Doğramacı’ya karşõ kendi imzasõnõ taşõyan belgeleri mahke- meye sunmak ve yayõmlamakla da, tarihe kar- şõ, karõnca kararõnca bir görevi yerine getirdiğimi sanõyorum. - 12 Eylül’ün getirdiği üniversite düzeni hakkında ne düşünüyorsunuz? 12 Eylül’ün, üniversite öğretim üyelerinin ge- nellikle “solcu” bilinen hocalarõnõn bir bölümüne uyguladõğõ tasfiye, sindirme ve “uyumlu” ha- le getirme uygulamalarõ; darbenin, aydõnlõğa ve emekçiye düşman nitelikteki yapõsõ içinde ba- kõldõğõnda hiç şaşõrtõcõ değildir. Bu uygulama bir günde yapõlõp bitirilmemiş; “salam taktiği” ile zaman içine yayõlarak; bir gün 3 hoca, ertesi gün ya da hafta başka bir üniversiteden 5 hoca, 1402’lik edilerek, “Acaba ben de sırada mı- yım?” korkusuyla insanlarõn sindirilmesine ça- lõşõlmõştõr. Bu arada, protesto için istifa ederek görevden ayrõlan öğretim üyeleri de olmuştur. Örneğin, İstanbul SBF Dekanõ hocamõz Tarık Zafer Tunaya, Dekan Yardõmcõsõ Prof. Aydın Aybay’a görevine son verildiği yazõsõ tebliğ edi- lince, “Aydın, benim istifamı yazar mısın?” demiş ve görevden ayrõlmõştõr. Ankara SBF’den o zaman Doçent Fazıl Sağlam, yaş haddinden emekli olmasõna çok kõsa bir süre kalan kürsü hocasõ Prof. Bahri Savcı’nõn, veda dersini ha- zõrlarken 1402’lik edilmesi üzerine, istifa etmiştir. - 12 Eylül darbecileri mevcut üniversite ya- pısından neden rahatsız oldular? Fakültelerin tüzelkişiliğine son verilmesi, fa- külte kurullarõnõn oluşum ve yetkiler bakõmõn- dan, eskiyle ölçülmeyecek kadar önemsiz hale getirilmesi; üniversite ve fakülte işlerinde say- damlõk ve aleniyetin yerini gizliliğin alma- sõ; rektörlük, dekanlõk gibi yönetim mevki- lerinin, gelip geçici görevler değil, yõllarca süren saltanat makamlarõ olmasõ; yönetici- lerin, kendilerini meslektaşlarõna karşõ de- ğil “yukarıya” karşõ sorumlu saymalarõ... Bu arada 82 Anayasasõ, üniversitelerin “kendi varlık ve görevlerini ilgilendiren alanlarda” Anayasa Mahkemesi’ne başvurma olanağõnõ da kaldõrmõştõr. - YÖK’ün en önemli yıkımı nedir? YÖK’ün getirdiği yõkõmlarõn belki de en önemlisi, asistanlõğõ, ad olarak da kurum olarak da kaldõrmasõdõr. 1946 yõlõnda çõkan Üniversi- teler Kanunu’nda “öğretim üyeliğinin doğal kaynağı” olduğu belirtilen asistanlõk kaldõrõlmõş, yerine hiçbir güvencesi olmayan “araştırma gö- revlisi” diye sõradan bir statü getirilerek, bir an- lamda öğretim üyeliğinin kaynağõ kurutulmuş- tur. Doçent unvanõ almak için bir “doçentlik te- zi” yazarak jüriye kabul ettirilmesi koşulu da kal- dõrõlmõştõr. Oysa, birçok bilimsel araştõrma do- çentlik tezinin ürünü olarak ortaya çõkõyordu. Bu- na karşõlõk, akademik terfiler için bir “yaban- cı dergide yayın fetişi” yaratõlmõştõr. “Citati- on index” diye, tõp ve mühendislik gibi alanlarda belki geçerli olabilecek bir değerlendirme ölçütü de buna eklenince; sosyal, siyasal bilimler ala- nõnda çalõşan öğretim üyelerinin bilimsel araş- tõrma özgürlüğü kõsõtlanmõştõr. Çünkü örneğin, Türkiye’nin ekonomisi, tarõm, ulaştõrma, ma- denler gibi alanlardaki politikalarõ, uluslarara- sõ ilişkileri ya da ilaç endüstrisi gibi alanlarda ya- bancõ sermaye çevrelerinin hoşuna gitmeyecek türde makaleler yazanlarõn, yabancõ dergilerde yayõn yapmasõnõn güçlükleri nedeniyle akade- mik terfileri engellenmiştir. Trajikomik öyküye çok güldük - Bu süreçte neler yaşandı? Bu dönemin trajikomik bir öyküsünü, ünlü te- levizyoncu Uğur Dündar, ekranlara getirmiş- ti de gülmekten bayõlmõştõk: Unvan almak amacõyla yurtdõşõnda yayõn yapmak için çõrpõ- nan genç öğretim üyelerinin imdadõna koşan(!) bazõ açõkgözler, İtalya’da uyduruk bir dergi çõ- karmaya başlamõşlar ve para karşõlõğõ İngilizce makaleler yayõmlamõşlardõ. Bir muzip öğretim üyesi de, bu sahtekârlõğõ ortaya çõkarmak ama- cõyla İngilizce olarak “fasulyenin nimetleri” ad- lõ çok bilimsel(!) bir makaleyi aynõ dergide ya- yõmlatmõştõ! YÖK bir yandan “doçentlik tezi”ni kaldõrmõş, öte yandan doçentlikten profesörlüğe yüksel- menin koşulu olarak “rotasyon” denen yöntem getirmişti: Profesör olmak için başka bir üni- versitede belli bir süre hizmet etmek zorunlu olu- yordu. Birçok alanda, araştõrmalarõn bir “takım çalışması” halinde yürütüldüğü göz ardõ edilen bu uygulamada, taşra üniversitesine gönderilen doçent, orada tek başõna, kütüphanesiz, labora- tuvarsõz, asistansõz gün saymak durumunda kalmõştõr. Öğretim üyeliğini belli bir dersi okutmaktan ibaret hale getiren bu zorunlu hizmetin yerine getirilmesi sõrasõnda, çoğu zaman bir yarõyõlõn dersleri iki üç haftaya sõğdõrõlarak verilmiş ya- ni yasak savõlmõştõr. Ancak, uygulamalardaki ah- lak düşüklüğü burada da kendini göstermiş; ro- tasyon uygulanmasõnda “bizim çocuklar” kay- rõlarak, aynõ kentteki bir başka üniversitede gö- revlendirilirken, “kötü çocuklar” taşraya gön- derilmiştir. CMYB C M Y B 23 EYLÜL 2010 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 1402’lik öğretim üyeleri 12 Eylül askeri darbesinin ardõndan 6 Kasõm 1981’de çõka- rõlan 2547 sayõlõ Yükseköğretim Kanunu ile YÖK kuruldu. Ardõndan, 1402 sayõlõ Sõkõyönetim Kanunu’nun 2301 ve 2766 sayõlõ kanunla değişik maddelerince özellikle solcu olduğu dü- şünülen 71 üniversite personeli YÖK tarafõndan görevlerinden uzak- laştõrõldõ. İlk uzaklaştõrmalar Şubat 1983’te başladõ. T oplam 4891 kamu personeli görevden alõnmõş ve 38 profesör, 25 doçent, 10 yardõmcõ doçent 1402’lik olmuştu. Ancak 1402’lik olmasõnõ isteme- diğinden bizzat istifa yolunu seçenler de hesaba katõldõğõnda, sayõnõn 20 bin dolaylarõnda olduğu düşünülüyor. 12 Eylül’ün akademik yaşamõna son verdiği 1402’lik akademisyenler arasõnda bulunan Prof. Rona Aybay ile Prof. Gençay Gürsoy, 12 Eylül döneminde yaşadõklarõnõ gazetemize anlattõlar. 12 Eylül darbesinin 1402’lik akade- misyenler arasõnda fişlediği Türk Ta- bipleri Birliği Başkanõ Prof. Gençay Gürsoy ise yaşadõklarõnõ şöyle anlattõ: “12 Eylül askeri darbesi sırasında Pa- ris’teydim. Eylül sonuna doğru döndüm. Son bir yıldır İstanbul Tabip Odası Genel Sekre- teri olarak görev yapıyordum. Daha önce sol eğilimli çeşitli derneklerin yönetiminde bu- lunmuştum. Bütün bu örgütler herhalde dar- becilerin hedef tahtasındaydı. Askeri rejim üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını ezip geçiyordu. Bütün sol eğilimli sendikalar, mes- lek odaları, dernekler, partiler, sol eğilimli va- kıflar kapatılmış, bizim İstanbul Tabip Oda- sı ve Türk Tabipleri Birliği’nin kapısı mü- hürlenmişti. Geçmişteki çeşitli dernek faali- yetleri nedeniyle açılan soruşturmalar ve davalar için koşuştururken 1983 başında sol- cu olarak tanınan öğretim üyelerine birer bi- rer ‘sarõ zarflar’ gelmeye başladı: ‘...1402 sa- yõlõ Sõkõyönetim Yasasõ’nõn 2. maddesinin son fõkrasõ uyarõnca, bir daha kamu hizmetinde ça- lõştõrõlmamak üzere görevinize son verilmiş- tir...’ Hakkımızda kesinleşmiş bir mahkûmi- yet kararı olmadığı gibi isnat edilen herhan- gi bir suç da yoktu. İstanbul’dan atılanlar lis- tesinde klasik solcu kimliğine uymayan bir tek Prof. Dr. Hüseyin Hatemi vardı.” Bu süreçte bazõ öğretim üyelerinin ülkenin bun- altõcõ atmosferinden kurtulmak için yurtdõşõna git- tiğini anlatan Prof. Gürsoy, şöyle devam etti: “Ben ve öteki hekim öğretim üyesi arka- daşlar için tek çalışma alanı olarak muaye- nehane açmak ya da özel hastanelerde çalış- mak kalıyordu. Benim özel alanda hekimlik yapmak konusunda hiç deneyimim yoktu. Bu yüzden ben de yurtdışına gitmeye karar ver- dim. Daha önce Avrupa’da çalıştığım üni- versitelerden gelen teklifler arasında bir ter- cih yapmak üzereyken yurtdışına çıkışım yasaklandı. Yasak yıllar sonra Ankara’da Uğur Mumcu’nun çabalarıyla kaldırılabildi. 1983-90 dönemi bizler için her şeye sıfırdan başlayarak, yerle bir edilen demokrasinin ve sol birikimin enkazı üzerinde taş üstüne taş koymaya çalışmakla geçti. Askeri rejimin yasaklamadığı tek toplumsal faaliyet alanı ‘şir- ketler’di. Kültür, sanat ve bilim alanında ça- lışmalar yapacak ‘anonim şirketler’ kurmaya başladık. Mustafa Kemal Ağaoğlu’nun çaba- larıyla oluşan BİLSAK, bu modelin ilk ör- neklerinden biriydi. Daha sonra Aziz Nesin’in öncülüğünde EKİN ve BİLAR kuruldu. Bu- ralarda üniversite dışına itilmiş 1402’likler ola- rak, bir tür alternatif kültür ve eğitim ku- rumları oluşturmaya çalışıyorduk. O dö- nemde, yine Aziz Nesin’in önayak olmasıyla örgütlenen ‘Aydõnlar Dilekçesi’, askeri rejime karşı 1980’den sonraki ilk toplumsal muha- lefet hareketiydi. Dilekçeye imza koyanlar hakkında derhal dava açıldı. Ankara’da açı- lan ve beraatla sonuçlanan davanın her du- ruşması demokratik muhalefet hareketinin kürsüsü gibi işlev görüyordu.” 1990 yõlõnda 1402’likler davasõnõn sonuçlan- dõğõnõ anõmsatan Prof. Gürsoy, “Ancak bugün dahi üniversitelerde dinci ve milliyetçi kad- rolaşma devam ediyor” diyerek şunlarõ söyle- di: “1990’da 1402’likler davası sonuçlandı ve hep birlikte üniversitelerimize döndük. Ancak bıraktığımızdan çok farklı bir üniversiteye dönmüştük. Depolitizasyon, ilgisizlik, yıl- gınlık had safhadaydı. YÖK tam bir monoli- tik yapı oluşturmuş, bütün yetkiler rektörle- rin elinde toplanmış, katılım kanalları tümüyle tıkanmıştı. Aradan bunca yıl geçmesine ve ya- sada birçok değişiklik yapılmış olmasına kar- şın bu özellikler değişmedi ve YÖK tipik bir 12 Eylül kurumu olarak bugüne kadar işlevini sürdürdü. Özellikle yeni kurulan üniversite- lerde YÖK’ün bu merkeziyetçi yapısı ve rek- tör atamaları eliyle dinci ve milliyetçi kadro- laşma bütün hızıyla bugün de devam ediyor.” Rona Aybay: Annem ayaklanmıştı, zor zaptettik Prof. Gençay Gürsoy: Dinci ve milliyetçi kadrolaşma devam ediyor YARIN:YAŞAYANLARANLATIYOR HAYAL VE GERÇEK KÜRŞAT BAŞAR Zengin ve Yoksul Sürekli darbelerden söz edip duruluyor son zamanlarda. Bu kadar derin devletten, gizli çetelerden, kontrgerilla örgütlenmelerinden... Bu konuları işleyen son yıllarda çekilen bir iki dizi ve film dışında sinemamız bu konulara pek eğilmedi hatırladığım kadarıyla. En çok konuşulan, yurtdışında sürekli başımızı ağrıtan Ermeni meselesi, Kıbrıs konusu da pek fazla ilgi alanına girmedi sinemanın. Yıllardan beri aslında ülkenin en önemli sorunu olan terör ve Güneydoğu konusu ne kadar işlendi acaba sinemada? Buna karşılık eskiden Yeşilçam’ın, şimdi de dizilerimizin en tutan konusu zenginler ve yoksullar... Ama bu da fırsat eşitsizliğini, gelir dağılımındaki adaletsizliği, ayrıcalıkları ele almak anlamında değil. Daha çok keyif süren zenginlerle onlara özenen ya da bir gün sınıf atlayıp onların yerine geçmeye çalışan yoksullar türünden senaryolarla anlatılıyor bu hikâyeler. Bildiğimiz zengin çocuk, yoksul kız ya da tersi. Genellikle, zengin kız, şımarık, dejenere bir çevrede yaşar, Anadolulu genç buraya geldiği zaman onunla alay edilir, o da gurur yapar, sonunda da tabii kendi çevresindeki işe yaramaz erkeklerden sıkılmış olan kız ona âşık olup yola gelir. Bunun tersi olup zengin oğlana tutulan yoksul kız filmlerinde de benzer hikâye devam edip gider. Bu zenginler herkese kötü davranan, hizmetçilerini filan aşağılayan, Batı özentisi klişe tiplerdir. Akılları fikirleri, sersem partiler verip vur patlasın çal oynasın bir hayat sürmektir. Yıllar yılı izledik bu filmleri. Şimdi de dizilerde aynı terane devam ediyor. Bu zengin çocukları nedense çevrelerindeki kızlarla istediklerini yapabilecekken ille gider hizmetçiyi ayartır, onun içkisine ilaç atar. Köylü kızı bulup ona tecavüz eder. Tamamen masum ve saf olan yoksul gecekondu kızları bunların ağına düşüp kötü yollara sapar. Merak ettiğim konu, bu dejenere zengin kitlesi kaç kişidir? Neden bunlar bu kadar önemli bir konu oluşturmuştur? Doğrusu bunu yıllardır anlamakta zorlanırım. Bizde sınıf sistemi olmadığı için, zenginler yalnızca belli bir elit kesimden gelmiyor. Para sürekli el değiştirdiğinden en zenginlerin çoğu da öyle İngiliz aristokratları havasında filan değil. Çoğunun en azından babası, dedesi yani bir iki kuşak öncesi köye, kasabaya dayanıyor. Yani öyle tarif edilen türde snob, ülkeden tümüyle kopuk, jet sosyete havasında pek fazla insan yok. Sosyete diye kabul edilenleri de zaten magazin basınından izleyebiliyoruz, ben kendimi bildim bileli aynı insanlar. Ama bunca aynı tür filmi ve diziyi görünce insan bu ülkenin başka bir derdi yokmuş, en önemli sorunu bol para harcayan ve kafasına göre takılan birtakım zengin çocuklarıymış gibi bir izlenime kapılıyor. [email protected] HSYK üyeliği için aday oldular Ankara Adliyesi’nden 12 aday çıktı ALİCAN ULUDAĞ ANKARA - Ankara Adalet Sarayõ’nda görev yapan yaklaşõk 150 hâkim ve savcõnõn katõldõğõ toplantõda, 12 isim HSYK üyeliği için gayri resmi adaylõklarõnõ açõkladõ. YARSAV Yönetim Kurulu Üyesi Eray Karınca da aday olmak için görevinden istifa etti. Ankara Cumhuriyet Başsavcõ Vekili Mehmet Çavuşoğlu toplantõ konusundaki talebin hâkim ve savcõlardan geldiğini söyledi. Basõna kapalõ devam eden toplantõda, 12 isim adaylõğõnõ açõklayarak, kendilerini tanõttõ. Bu isimlerin 4’ünün kadõn olduğu öğrenildi. YARSAV, HSYK’ye kendi yönetim ve denetim kurullarõ içerisinden aday çõkarmama kararõ almõştõ. Karõnca’nõn da bu karar üzerine, aday olmak için istifa etmek zorunda kaldõğõ bildirildi. 1 ton 250 kilo esrar ele geçti PKK’nin uyuşturucu merkezine baskın HATAY (Cumhuriyet) - Hatay İl Jandarma Komutanlõğõ’nõn Amanos Dağlarõ’na düzenlediği operasyonda 1 ton 250 kilo esrarla 350 bin kök hintkeneviri ele geçirildi. Terör örgütü PKK ile bağlantõlõ olduklarõ belirtilen 5 kişi gözaltõna alõndõ. Jandarma timleri, Kalaşnikof’la nöbet tutan K.D’yi yakalarken kaçmaya çalõşan Y.V, M.D, O.Y. ve A.G. de ormanlõk alanda yakalandõ. Hintkenevirlerini imha eden jandarma, 1 ton 250 kilo esrarõ da sõrtta yaklaşõk 12 saat taşõdõ. Esrar araçlara yüklenerek il jandarma komutanlõğõna götürüldü. PKK ile bağlantõlõ olduğu bildirilen 5 şüpheli ise sorguya alõndõ. Muhabirimize ödül ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) - Çağdaş Gazeteciler Derneği (ÇGD) Ankara Şubesi’nin bu yõl üçüncüsünü gerçekleştirdiği “Yerel Medya Ödülleri”ni kazananlar açõklandõ. 14 Haziran’da kalp krizi sonucu yaşamõnõ yitiren gazeteci Behzat Miser adõyla bu yõldan itibaren sürekli verilecek haber dalõndaki ödüle gazetemiz Ordu muhabiri Erdoğan Erişen, Ordu Gerçek gazetesinde yayõmlanan “Bu Yetim Hakkının Hesabını da Ver Sayın Vali!” haberiyle değer görüldü.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle