19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
CMYB C M Y B EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Atatürk Hepimizi Uyarıyor! “ Ey Türk genci! Birinci vazifen Türk istiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istiklalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dahili ve harici bedhahların olacaktır. Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin. Bu imkân ve şartlar çok namüsait mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakrü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şartlar içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kuvvet, damarlarındaki asli kanda mevcuttur.” Niye bütün bunları bir kez daha anımsattım? Böyle bir tehlike mi var? Yetmiş yıllık bir Cumhuriyet ilk günkü kadar sağlam ve inançlı değil mi? Bir çözülme mi var? Birtakım şaşkınların istediği, İkinci Bir Cumhuriyet’e doğru gitmek tehlikesi mi var? Yeni bir anayasa değişikliği yaptık. Şimdi de Atatürk Cumhuriyetinin temel ilkelerine ters düşecek düzenlemelere mi kalkışacağız? Birtakım kendini bilmezler, birtakım halk düşmanları, birtakım dost görünen dış-iç düşmanların oyununa mı getirileceğiz? Bir Cumhuriyet insanı, bir Atatürk çocuğu olarak bütün bu tehlikeleri anımsatmayı görev sayıyorum. Belli çıkarlar, niyetlerle Atatürk’ün bizlere verdiği unutulmaz uyarılar yok edilmek üzere mi? Benim gibi, Atatürk Cumhuriyetini bütün yaşam boyu savunanlar, koruyanlar, bu yolda her şeyi göze alanlar birkaç şaşkın politikacının çıkarlarına yenik düşecek mi? Bu satırları yazmayı, işbaşındakileri de, yarınlarda işbaşına gelecekleri de uyarmayı bir görev biliyorum. Bu gerçekleri şimdilik anımsatmakla yetiniyorum. Şimdilik... PENCERE Gençlik Bize Sormaz mı? Aldıkaçtı komisyonunun hazırladığı anayasa taslağının 2’nci maddesinde şöyle yazılı: “- Türkiye Devleti ... Atatürk milliyetçiliğine bağlı ... laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Bununla da yetinilmemiş, 70’inci maddede Atatürkçülüğe bir kez daha yer verilmiş: “- Devlet, istiklal ve cumhuriyetimizin emanet edildiği gençlerin müspet ilmin ışığında ve Atatürk ilkeleri doğrultusunda yetişme ve geliş- melerini sağlayıcı önlemler alır.” Başyazarımız Nadir Nadi dünkü yazısında bu konuyu ele alarak soruyor: “- Nedir Atatürk ilkeleri? (...) Uzman ol- madığım için bilmiyorum, yeryüzünde bir ‘kişi’nin adını siper alarak birey ve kuruluşları bağlayıcı, kendine özgü belirsiz hükümler ortaya atan bir başka anayasa var mıdır?” Nadir Nadi’nin bu sorusunu tüm boyutlarıyla kavramak için 2’nci baskısı yapılan “Ben Ata- türkçü Değilim” adlı kitabını okumak gerekir. Nadir Nadi’nin dünkü yazısını okuduktan sonra merak ettim, kaba bir tarama yaptım. Batı demokrasilerinden çoğunun, Üçüncü Dünya devletlerinin ve sosyalist toplumların anayasalarına bir göz attım. Arnavutluk, Arjantin, Avusturya, Federal Almanya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Çekoslavakya, Dominik, Filipinler, Fransa, İsrail, İsveç, İtalya, Danimarka, Japonya, Hindistan, Finlandiya, Honduras, İzlanda, Kolombiya, Macaristan, Lüksemburg anayasalarında böyle bir şey yok; İngiltere’nin de yazılı bir anayasası yok. Franko İspanya’sının anayasasında bile “ki- şi” adı geçmiyor; ama bireyleri devlete bağlayan şu madde geçerli: “Madde 2 - İspanyollar yurttaşlarına sadakat, devlet başkanına bağlılık ve kanunlara itaat etmekle borçludurlar.” Fransa anayasasının 2’nci maddesinde diyor ki: “- Fransa, bölünmez, laik, demokratik, sosyal bir cumhuriyettir. (...) İlkesi halk tarafından, halk için, halk hükümetidir.” İsrail anayasası madde 3: “- İsrail devleti Yahudi ulusunun ulusal sı- ğınağıdır.” Aradım taradım, doğuda ve batıda yalnız iki ülkenin anayasasında kişi adı (bizimkinden bir başka biçimde) geçiyor. Bu devletlerden birisi Sovyetler Birliği. 1977’de yeniden düzenlenen anayasaya göre devletin temelinde “bütün iktidar halkın elinde”dir. Ancak 6’ncı maddede topluma yol gösterici olarak saptanan komünist partisinin “Marksizm-Leninizm ile donatılmış olduğu” yazılıyor. Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilk anayasasında kişilerin adı geçmiyor: Maoculuğun canına okunduktan sonra düzenlenen 1978 tarihli anayasada 2’nci madde şu ilkeyi saptamış: “- Çin Halk Cumhuriyeti’nin yol gösterici ideolojisi, Marksizm-Leninizm-Mao Çe Tung düşüncesidir.” Başyazarımız Nadir Nadi soruyor: “- Atatürkçülük nedir?” Soruyu Sayın Prof. Aldıkaçtı’ya yöneltmeli: Atatürkçülük uyduculuk mudur? Bir süper devlete bağımlılık mıdır?.. Devletin okullarına din dersi koymak mıdır?.. Özel çıkarlara hizmet midir?.. Özgürlükleri yok etmek midir?.. Atatürk ilkelerine göre yetiştireceğimiz gençlik bize bunu sormayacak mıdır?.. (28 Temmuz 1982 günlü yazısı) S am Huntington, ‘polarize olmuş ülkeleri’ tanõmlarken, en başta Türkiye’yi örnek göstermekte belki de haklõydõ. Dinci siyaset takip eden Adalet ve Kalkõnma Partisi (AKP) tarafõndan sunulan anayasa değişiklikleri için yapõlan 12 Eylül referandumu sonuçlarõ Türkiye’nin sadece Doğu ve Batõ dünyalarõ arasõnda değil, kendi içinde de ne kadar bölünmüş olduğuna işaret etti. Özellikle AKP’nin yüksek mahkemelere hâkim atamasõna izin veren değişiklikler iktidar partisinin gücünü pekiştiriyor. Değişiklikler, yüzde 58 oyla kabul edilse de seçmenlerin yüzde 42’si AKP’ye ‘hayır’ dedi. Bu ciddi bölünmenin ayrõca bölgeselleşmiş olduğunu görüyoruz: AKP, refah düzeyi yüksek ve yoğun nüfusun yaşadõğõ Ege ve Akdeniz kõyõlarõ, Trakya ve büyük şehirlerdeki orta sõnõf kesimler tarafõndan reddedildi. Diğer taraftan, varoşlar ile Orta ve Doğu Anadolu’daki seçmenler AKP’yi yüzde 75’e varan oranlarla destekledi. BDP’nin boykot çağrısı Katõ Kürt milliyetçilerin bir kõsmõ ise AKP’nin Kürt politikasõnõ protesto etmek isteyen Barõş ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) çağrõsõna uyarak referandumu boykot etti: Örneğin, Hakkâri’de seçmenin sadece yüzde 7’si oy kullandõ. Doğu Anadolu ve Fõrat Havzasõ ve büyük şehirlerde yaşayan Kürtler -Türkiye’deki Kürtlerin yarõsõndan fazlasõ metropolitan Batõ şehirlerinde ikamet etmekte- BDP’ye kulak asmazken, milliyetçi Kürtlerin kalesi Güneydoğu Anadolu’dan boykota cevap geldi. Bu bölgedeki birçok ilde seçmenlerin çoğunluğu sandõğa gitmedi. 2002 yõlõnda, demokratik ve Avrupalõ bir Türkiye projesini savunarak iktidara gelen AKP, bir yandan laikler ve dinciler, öte yandan Kürt milliyetçileri ile üniter Türkiye taraftarlarõ arasõndaki bu bölünmelere rağmen, Türkiye’yi bir arada tutmayõ başarabilecek mi? AKP, nüfusun neredeyse yarõsõnõ oluşturan muhalif vatandaşlarõn oyunu alabilecek mi? Medyaya baskı AKP, uzun süredir laik ordu ve mahkemelerin, antidemokratik bir şekilde kendi yetkilerini ve Avrupa Birliği (AB) reformalarõnõ engellediğini ileri sürüyordu. Parti, artõk bu iki engelden de kurtulmuş durumda. Darbe suçlamalarõ ve telefon dinlemeleri sonucunda ordu kõşlaya çekildi. Sõra, mahkemelerin, AKP’nin muhafazakâr-dinci imajõyla yeniden düzenlenmesine geldi. AKP’nin güçlü ve laik medya ve şirketler üzerinde de nüfuzunu kullandõğõnõ görüyoruz. Sekiz yõllõk sõkõ bir çalõşmanõn sonucu olarak, artõk siyasetin tüm güçleri AKP’nin elinde. Parti yasama, yürütme ve yargõya neredeyse tümüyle hâkim, basõnõ da etkisi altõna almõş durumda. 2002’den bu yana ilk defa AKP sadece yönetmiyor, iktidar ediyor ve siyasetin dizginlerini, demokrasinin olmazsa olmazlarõ olan denge ve fren mekanizmalarõ olmadan elinde tutuyor. En son olarak, her ne kadar önceki seçimlerde oy çokluğuyla kazansa da, 12 Eylül, AKP için ilk defa çoğunluğun desteğini aldõğõ bir güven oylamasõ oldu. Artõk, AKP’nin Türkiye’yi gerçekten ne yöne götürmek istediğinin sõnandõğõ bir dönem başladõ. Bu bakõmdan, AKP’nin karşõsõnda Avrupalõ Turkiye’ye bağlõlõğõna olan gerçek inancõnõ gösterme ve Türkiye’yi bir bütün halinde tutma konusunda bir sõnav var. 12 Eylül’ün hemen sonrasõnda AKP Türkiye için yeni bir anayasa taslağõ sözü verdi. Peki bu yeni anayasa liberal Avrupalõ bir toplum oluşturabilecek mi? Bu noktada, Türkiye ve dõş dünya, AKP’nin verdiği sözlerden ziyade gerçekte neler olduğuna bakmalõ. Örneğin, AKP’nin hazõrladõğõ anayasa değişikliği paketindeki bir madde “haberleşmenin gizliliği” ile ilgili. Bu madde kişisel bilgilerin kanun tarafõndan korunmasõnõ şart koşuyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasasõ artõk tüm haberleşme biçimlerinde gizliliği güvence altõna alõyor - ne güzel! Ama, öte yandan, sadece 2007-2009 yõllarõ arasõnda telefon konuşmalarõ dinlenenlerin sayõsõ yaklaşõk olarak yüzde 50 oranõnda artmõş (2007’de 63.576 kişiyken, 2008’de 90.163; 2009’da ise 142.135 kişiye yükselmiş). Böyle yenilikçi bir maddenin kabul edilmesi övgüye layõk olsa da, AKP iktidarõndaki gerçekler başka görünüyor. Bütün siyasi erkler tamamen AKP kontrolü altõnda olduğuna göre, parti şimdi tüm muhaliflerini ekarte etmeyi ve liberal demokrasiden vazgeçmeyi seçebilir. Sonuç Fakat, laik Türkiye AKP’nin hazmedemeyeceği kadar büyük olduğundan, aslõnda AKP’nin yine de kendisi gibi düşünmeyenleri hazmetmeyi öğrenmesi gerekecek. AKP’nin muhafazakâr değerlerini değerlendiren kamuoyu yoklamalarõna ve de 12 Eylül referendum sonucuna dayanarak şunu söyleyebiliriz ki, Türkiye’de 30 ile 35 milyon kişi AKP’yi asla desteklemeyeceğini ve de onun değerleriyle şekillenen bir ülkede yaşamayacağõnõ belirtiyor. Sonuç olarak, AKP zaferinin tadõnõ çõkarõrken, herkes için yeni bir Türkiye hayal etmeli. Bu aslõnda gerçekleştirmesi çok zor bir istek. Fakat, AKP, bu bölünmüş Türkiye için yeni ve uzun süreli bir siyasi denge bulmak zorunda. Çözüm ise Avrupalõ bir Türkiye. Referandum Sonrasõ Türkiye: Çõkõş Avrupa’da Soner ÇAĞAPTAY Washington Yakõndoğu Araştõrmalarõ Enstitüsü, Türkiye Araştõrma Programõ Direktörü. AKP zaferinin tadõnõ çõkarõrken, herkes için yeni bir Türkiye hayal etmeli. Bu aslõnda gerçekleştirmesi çok zor bir istek. Fakat, AKP, bu bölünmüş Türkiye için yeni ve uzun süreli bir siyasi denge bulmak zorunda. Çözüm ise Avrupalõ bir Türkiye. D il devriminin 78. yõlõnda Türkçemiz buruk bir dönem yaşõyor. 1932 yõlõnda dil kurultayõnõ kuran Atatürk: “Ulus demek dil demektir” özdeyişiyle ulusallõğõ dille bütünleştiriyordu. Bugün, Türkçe katında yaşaması gereken bireylerimiz ve toplum, etki ve özentiyle işyerlerine, kurumlarõna, araçlarõna, giyim kuşamlarõna ve her şeye yabancõ ad vermektedirler. Her yer panayõr gibi marka, unvan, kavram karmaşasõnda. Daha çok prim yapacağõ, daha etkin olacağõ düşüncesiyle bu özenti yaygõnlaştõkça yaygõnlaştõ. Özdemir Asaf’õn dizesinden esinlenen “Her şeyimiz hızla kirleniyordu / birinciliği Türkçemize verdiler” özdeyişi gerçekçi bir anlatõmdõr. Uygarlõğõ zengin ve coğrafyasõ güzel olan ülkemizin insanõnõn huzuru (gönenci) ve geleceği bakõmõndan dil işlevinin etkin olmasõ gerekmektedir. Ulusallõk, dilin etkinliği bakõmõndan önemli bir kavramdõr. Türkçe geliştirilmeli, yabancõ sözcüklerin yerine geçecek kavram, sözcük ve deyimlerle zenginleştirilmelidir. Duygularõmõzõn, düşüncelerimizin dünyayõ algõlama ve yorumlamamõzõn yeri ve toprağõ Türkçemizdedir. Geothe: “Okumayı öğrenmek, sanatların en güç olanıdır” deyişiyle okumada yaya kalan uluslara seslenmektedir. Okullarda Türkçenin ve okumanõn önemi ile ilgili ciddi ve kalõcõ çalõşmalar yapõlmalõdõr. Kültürde, sanatta, ekonomide, eğitimde ve her alanda çağdaş uluslarõn yenilikçi gelişmelerine evet. Fakat dil kirliliğini hõzlandõracak “Türkçede kirlenmeye hayır”. Dilimizin giderek kirlenmesi dile saldõrõdõr. Türkçeyi doğru ve düzgün konuşmak, Türkçe düşünmek ve Türkçe anlatmak köyden kente tüm bireylerin temel görevidir. Ferdinand de Saussure: “Kâğıdın bir yüzü dil, diğer yüzü düşüncedir” özdeyişiyle dilin, düşünceyle örtüştüğünü anlatmaktadõr. Türkçemizin yabancõ sözcüklerden arõnmasõ ve dil kirliliğinin önlenmesi için geçmişte yoğun girişimlerde bulunuldu. 1911’de “Genç Kalemler”le başlayan dilde arõnma, 1960’ta “Türkçe kullan, konuş, yaz” kampanyasõ büyük ilgi gördü. Ulusal dille sevgimizi güçlendirmeliyiz. Eğitim kurumlarõnda öğretmen ve öğrencilere yönelik dil sevgisi ve Türkçeyi düzgün kullanma seminer, panel ve benzeri çalõşmalar yapõlmalõdõr. Atatürk’ün öncülüğünde kuruldu 1932’de Atatürk’ün öncülüğünde kurulan “Türk Dili Tetkik Cemiyeti” , “Türk Dili Araştırma Kurumu” 1936 yõlõnda “Türk Dil Kurumu” adõnõ aldõ. Siyasi gelgitlerle bu kurum 1982’de kapatõlarak “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” adõnõ aldõ. Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ile birleştirilmiş ve işlevi kõsõtlanmõştõ. Kültürde, sanatta ve sosyal verilerde yenileşme Cumhuriyetin kuruluşuyla hõzlandõrõldõ. Bu yenileşmelerle birlikte yabancõ sözcüklerin dilimize geçişi, Türkçe sözcüklerle önlenmeliydi. Atatürk, “Ülkesini ve bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır” özdeyişi ile dil kirlenmesi sorununun çözümlenmesini istemişti. Türk dilindeki zenginlik Ana öğeleri Türkçe olan ulusal bir dil yaratmak ve evrensel boyutlara taşõmak yönetim erkinin görev sorumluluğu olmalõdõr. Türkçemizi, çağdaş uygarlõğõn yücelen boyutlarõna taşõmak, zengin bir dil konumunda konuşulan, yazõlan bir dil seviyesine yükseltmek temel işlevimizdir. Türk dilindeki zenginliğin derlenmesi, değerlendirilmesi ve halka inilerek, “özgün sözcük, deyim ve terimlerin” bulunarak günlük konuşma diline aktarõlmasõ kaçõnõlmazdõr. Ulusal, anlaşõlõr ve bağõmsõz bir Türkçe özlemi tüm zamanlarõn özlemidir. “Türkçem benim ses bayrağım” dizesiyle ozan Fazıl Hüsnü Dağlarca Türkçemizin önemini haykõrõyor. “Açık gözler, vurguncular yararlanır düzenden / Dilimizi kirletip yok ettiler güvenden, / İlgi çeker diye bilinmez sözcüklerin dilinden, / Bir karmaşa yarattılar güzelim Türkçeden” dörtlüğüyle dilin nasõl kirlendiğini anlatmaya çalõştõm. Nâzım Hikmet, Ferhat’ın Şirin’e Seslenişi yapıtında: “Konuştuğum dil kadar, Türkçem kadar güzelsin” betimlemesiyle Türkçeye tutkusunu vurgulamaktadõr. Toplumun üretkenliği umutlarõ, coşku ve sevgiyi dile yansõtõr. Çünkü dil bir ulusun özüdür. “Ses bayrağıdır.” “Türk dili Türk toplumunun kalbidir” özdeyişinde Atatürk, dilin yaşamsal bir önemi içerdiğini anlatõyor. Türkçemizin gelişmesine, yaygõnlaşmasõna engel olmak, düşünce üretimine set çekmektir. Türkçemizi korumak, yabancõ dillerin ve kültürünün kuşatmasõndan uzak tutmak görevimizdir. Aydõnlar, sanatçõlar, görsel ve yazõn bireyleri, öğretmenler, öğrenciler Türkçemizi, yoğun bakõma sürüklemeden önlem almalõdõrlar. Türkçemizin kirlenmesini gözlemlemek istiyorsak alõşveriş merkezleri, cadde ve sokaklarõ dolaşõp işyerlerini, kurumlarõ tanõtan yazõlarõ okuyalõm. “Türkçemizin yok olduğu / yabancı adların çok olduğu / Güzel dilimin boğulduğu / Acınası ülkemi gördüm” bu dörtlükle duygularõmõ yansõttõm. Dillerin en kolay değişen, yozlaşan bölümü söz dağarcığıdır. Teknoloji, bilişim ve bilgi aktarõmlarõ Türkçeyi olumsuzluklarla etki alanõna aldõ. Yerlerine konacak eşanlamlõ sözcük türetmektense sözcüğü olduğu gibi kullanmak “dil kirliliğini” getirdi. Küresel evreye taşımak Dünyanõn en eski etkin dillerinden biri olan Türkçeyi küresel evreye taşõmak, sözcük, deyim, terim zenginliğini kazandõrmak amaç olmalõdõr. Türkçeyi duyarlõ bir yaklaşõmla kirlilikten soyutlayõp, arõnmõş, saygõn ve özenli bir konumunda görmek özlemimizdir. Ulusal dil bilincine ulaşıp, “dil bayramı” sevincini bölüşelim. “Dil insanın evidir” özdeyişinden yola çõkalõm. Dilimizi düzgün, doğru ve zengince kullanalõm, kirletmeyelim. Gerçek ve anlamlõ “Dil Bayramı” arõnmõş, özgün ve etkin Türkçenin kullanõrlõğõyla olacaktõr. Zengin, etkin dil harmanõnda, coşku dolu, kirlilikten arõndõrõlmõş sevgi dolu nice dil bayramlarõna. Dil Devriminin 78. Yõlõnda Türkçemiz Dünyanõn en eski etkin dillerinden biri olan Türkçeyi küresel evreye taşõmak, sözcük, deyim, terim zenginliğini kazandõrmak amaç olmalõdõr. Türkçeyi duyarlõ bir yaklaşõmla kirlilikten soyutlayõp, arõnmõş, saygõn ve özenli bir konumunda görmek özlemimizdir. İ. Gürşen KAFKAS SAYFA CUMHURİYET 23 EYLÜL 2010 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle