20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1977 seçimleri öncesinde 29 Mayõs’ta miting için İzmir Çiğli’ye giden dönemin CHP lideri Bülent Ecevit, havaalanõ çõkõşõnda zehirli kurşun atan bir silahla bir polis tarafõndan öldürülmek istendi. Dönemin İstanbul Belediye Başkanõ Ahmet İsvan’õn kardeşi Mehmet İsvan suikast girişimi sõrasõnda yaralandõ. Ecevit, bu olayõn ardõnda kontrgerilla olduğunu açõklamõş, ancak delillere ulaşamadõğõnõ söylemişti. Suikastta kullanõlan silah, dünyada insanlar üzerinde ilk kez kullanõlõyordu. Silahõ üreten firma, Mehmet İsvan’õn ölene kadar her yõl İsviçre’de düzenli sağlõk kontrollerini yaptõrmayõ üstlendi. Ateş edilen ve Türkiye’de 3 tane bulunan silahõn Özel Kuvvetler Komutanlõğõ’na ait olduğu belirlenmişti. Ecevit’e ateş eden polis, 3.5 yõl hapis cezasõ almõştõ. Birçok suikast girişimine maruz kalan Ecevit’e 1977 erken genel seçimlerine üç gün kala 2 Haziran’da da Başbakan Süleyman Demirel, bir mektup gönderir. Demirel, 3 Haziran’daki Taksim Meydanõ’nda gerçekleştirilecek mitingde Ecevit’e Sheraton Oteli’nin üst katlarõndaki odalardan birinden uzun namlulu ve dürbünlü bir silahla ateş edileceğini bildirerek mitinge gitmemesi konusunda uyarõr. Ecevit, radyodan yaptõğõ propaganda konuşmasõnda halka Taksim mitinginde kendisine suikast düzenleneceği yolunda istihbarat raporu verildiğini ve bu yüzden ertesi gün hiç kimsenin mitinge gelmemesini ister ama kendisinin orada olacağõnõ söyler. Halk uyarõlara karşõn meydanõ doldurur, Türk siyasi hayatõnõn en görkemli mitinglerinden biri gerçekleşir. Gerçekleşmeyen bu suikast iddiasõnõn arkasõnda da kontrgerilla olduğu dillendirilir ancak delillendirilemez. Seçimleri kazanan Ecevit 21 Haziran’da kabinesini açõklar. Polis bilgilendirilmişti 1978 yõlõnõn ilk ayõnda işlenen siyasi cinayetler sonucu 30 kişi hayatõnõ kaybetti. Rize’de bir ilköğretim müfettişi, kaldõğõ otel odasõnda kafasõndan vurulmuş olarak bulundu. 16 Mart katliamõ da 78 yõlõnõn hiç kolay geçmeyeceğinin habercisi gibiydi. 12 Eylül darbesine giden sürecin kilometre taşlarõndan biri olan 16 Mart katliamõ öncesinde polis bilgilendirilmiş, aynõ Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi gerekli önlemler alõnmamõştõ. İstanbul Üniversitesi’ndeki faşist ablukayõ kaldõrmak için toplu çõkõş yapan devrimci öğrencilerin üzerine Eczacõlõk Fakültesi önünde saat 13.20 sõralarõnda bir kişi “Kahrolsun komünistler” diyerek bomba attõ. Ardõndan da kaçan öğrencilerin üzerine yaylõm ateşi açõldõ. İlk anda 5 kişi ölürken, daha sonraki günlerde 2 kişinin daha yaşamõnõ yitirmesi üzerine ölü sayõsõ 7’ye çõktõ. Saldõrõda Hatice Özen, Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Turan Ören, Abdullah Şimşek, Hamit Akıl ve Murat Kurt yaşamõnõ yitirmiş, 41 öğrenci yaralanmõştõ. Olaydan sonra İÜ Senatosu, üniversiteyi süresiz kapatma kararõ aldõ. Emniyete gönderilen bir bilgi notunda, ülkücülerin sol görüşlü öğrencilere 8 Mart’ta saldõracaklarõ ve “sol gruba mensup öğrencilerin fakülteye devam etmeleri halinde 8-10 gün içinde bu grup üzerinde dinamit atılacağı, Emniyet Müdürlüğü’ne 7 Mart 1978 gün ve Plan ve Hrk. Şb. Ks 1-892 sayılı yazıyla bildirilmiştir” denmişti. Buna karşõn gerekli önlemler alõnmamõş ve katliama adeta davetiye çõkarõlmõştõ. Ayrõca polisin tutumu bununla da kalmamõş, katiller olay yerinden kaçarken, arkalarõndan koşan polisler “Durun... Koşmayın...” diyerek durdurulmuştu. Bu komutu veren kişi, devrimci öğrencileri ön kapõdan zorla çõkaran komiser yardõmcõsõ Reşat Altay’dõ. Altay bu davranõşõnõn karşõlõğõnda, İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, Niğde, Trabzon ve Kõrklareli Emniyet Müdürlüğü görevlerine atanarak ödüllendirilmişti. İbretlik dava süreci... Öğrencilere bomba atanlarõn içinde olduğu ileri sürülen Hukuk Fakültesi son sõnõf öğrencisi Hamit Akyüz, 17 Nisan 1978’de İzmit’te yakalandõ. Saldõrõ nedeniyle İstanbul Sõkõyönetim Mahkemesi’nde açõlan davada, Ülkü Ocaklarõ İstanbul Şubesi Başkanõ Orhan Çakıroğlu ve Mehmet Gül’ün de aralarõnda bulunduğu 5 sanõk yargõlandõ. 30 Mart 1980’de biten davada sanõklardan birine 11 yõl hapis cezasõ verilirken, diğerleri beraat etti. Askeri Yargõtay’õn 5 Ekim 1982 tarihli kararõndan sonra ceza alan sanõk da beraat etti. Dava, zamanaşõmõna uğramak üzereyken yeni delillerle birlikte 1995’te ikinci kez açõldõ. 1997’de İstanbul Barosu bünyesinde kurulan Susurluk Komisyonu’na gelen kimi belgelerden dönemin Ülkü Ocaklarõ Başkanõ Lokman Kondakçı ile dönemin İçişleri Bakanõ Hasan Fehmi Güneş arasõnda katliamõn karanlõkta kalan kimi noktalarõnõ aydõnlatacak önemli bir görüşme yapõldõğõ öğrenildi. Avukatlar bu belgeleri mahkemeye sunup MİT’ten belge ve görüşme tutanaklarõnõn tamamõnõn gönderilmesini istedi. MİT, isteğe olumsuz yanõt verdi ve İçişleri Bakanlõğõ’nõn muhatap alõnmasõnõ talep etti. Yazõşmalarõn uzun sürmesi ve sonuç alõnamamasõ üzerine avukatlar, “MİT’in mahkemeye müdahale ettiği, savunma haklarının kısıtlandığı”nõ belirterek davadan çekildi ve AİHM’ye başvurdu. CMYB C M Y B 17 EYLÜL 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 SÖZDEN YAZIYA SÜHEL BATUM Referandum ve Meşru Olmayan Halkoylaması (1) Ecevit kendisine düzenlenen suikastın arkasında kontrgerillanın olduğunu söyler. 16 Mart katliamı darbeye giden süreci hızlandırır, ‘Bahçelievler’ ise körükler Türkiye sarsılıyor Skandal dolu dava süreci Türkiye İşçi Partisi (TİP) üyesi 7 öğrenci, içlerinde Haluk Kırcı, Abdullah Çatlı ve İbrahim Çiftçi gibi isimlerin de bulunduğu faşist katiller tarafından 9 Ekim 1978 tarihinde katledildi. Katliamın yaşandığı gece katiller Ankara’nın Bahçelievler semtindeki 15. Sokak 56/2 numaralı dairenin önünde buluştu. Silahlı üç kişi Hacettepe Üniversitesi’nden 2 öğrencinin kaldığı eve doğru yöneldi. Ancak evde o sırada Serdar Alten, Hürcan Gürses, Efraim Ezgin, Latif Can ve Osman Nuri Uzunlar isimli öğrenciler vardı. Geri kalan Faruk Erzan ve Salih Gevence ise sonradan eve gelmişti. Gece yarısı saat 01.30 sıralarında öğrencilerin kaldığı evin kapısı iki kere çaldı. Haluk Kırcı olayı 17 Kasım 1980 günü Ankara Sıkıyönetim Savcılığı’na verdiği ifadede şöyle anlattı: “Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah’a (Çatlı) birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş, ‘Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim’ demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah’la konuştum. ‘Evde öldürmek zor olacak, ikişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim. ‘Olur’ dedi. İki kişiyi büyük reisin arabasına bindirip Eskişehir yoluna götürdük. Müsait bir yer bulup ikisini de yere yatırıp kafalarına ateş ettik. Geri döndük. Böyle zor olacağını anlayınca Abdullah, ‘tek tek boğalım bunları’ dedi. Bir tanesini zorla boğdum, diğer dördünü bu şekilde öldürmek zor olacaktı. Arkadaşları gönderdim. Sonra da sedirin üzerinde bulunan dört kişiye yakın mesafeden ateş ederek mermilerin hepsini boşalttım. Silahı da götürüp Abdullah’a verdim.” Cesetleri, silah seslerini duyarak oturdukları karşı apartmandan gelen polis memuru Tuncay Özkul ve Komiser Seyfi Eroğlu buldu. Yerde yatan dört devrimci olay anında ölürken, Serdar Alten ise hâlâ can çekişiyordu. Alten, yaralı olarak yatarken saldırganları tarif etti ve Hacettepe Hastanesi’ne kaldırıldı. 8 gün ölüme direnen Alten, 17 Ekim 1978’de yaşamını yitirdi. Olayda kullanılan otomobil Ülkücü Gençler Derneği (ÜGD) 2. Başkanı Mustafa Mit adına kayıtlıydı ve Mit, polis ifadesinde, aracı Çatlı’ya verdiğini anlattı. Devrimcileri bayıltmada kullanılan eterin ise İbrahim Çiftçi’nin emriyle Numune Hastanesi’nde görevli bir eczacı tarafından çalındığı ortaya çıktı. Görgü tanıklarının ifadesinin incelenmesiyle Duran Demirkıran yakalandı ve Bahçelievler katliamı faili meçhul olmaktan kurtarıldı. Katil salıverildi Açılan davanın üç kilit ismi vardı. Çatlı, Kırcı ve Çiftçi. Haluk Kırcı, bu davada idama mahkûm oldu. 10 yıl yattıktan sonra infaz hesabı “yanlış” yapıldığı için 26 Nisan 1991’de salındı. “Yanlışlık” anlaşılınca yeniden aranmaya başlandı. 10 Ocak 1999’da Kartal’da yakalandı. Susurluk çetesine üye olmak suçundan 4 yıl hapse mahkûm oldu. 18 Mart 2002’de 2. kez yanlışlıkla tahliye edilen Kırcı, Şubat 2005’te Ukrayna’da yakalandı. Kesinleşmiş hapis cezaları nedeniyle 4 Şubat 2005 günü Kartal Cezaevi’ne gönderildi. Kırcı 28 Mayıs’ta tahliye oldu. Katliamın faillerinden Ünal Osmanağaoğlu kesinleşmiş yedi müebbet hapis cezası nedeniyle cezaevinde bulunuyor. Sanıklardan İbrahim Çiftçi, Savcı Doğan Öz’ün de katili oldu. Bahçelievler katliamında 7 devrimciyi öldürdüğü iddiasıyla yargılandı. Tam dört kez askeri mahkemece idama mahkûm edilmesine karşın, Askeri Yargıtay her seferinde “eksik soruşturma”dan kararları bozdu. Dördüncü kez verilen idam cezası, Askeri Yargıtay tarafından onandı. Ancak bu sefer de itiraz başsavcılıktan geldi. Bunun üzerine Daireler Kurulu tahliye kararı verdi ve Çiftçi beraat etti. Çıktıktan sonra iş hayatına atılan Çiftçi, MHP Genel Başkanlığı’na da aday oldu. Katliama katılmak suçundan uzun yıllar aranan Bünyamin Adanalı da Kırcı’yla birlikte yakalandı. Yakalandığında Yakacık’taki Hakteks Tekstil Limited Şirketi’nin sahibiydi. Adanalı, Ünal Osmanağaoğlu ve Haluk Kırcı gibi 7 kez idam cezasına çarptırıldı. Aynı katliamın gıyabi tutuklu sanıkları Kürşat Poyraz ve Mahmut Korkmaz ise hiç yakalanamadı. Bomba Amerikan modeli 16 Mart katliamında kullanılan bomba, 16 Şubat 1978’de yakalanan ve kontrgerilla içindeki bir emekli yüzbaşı olan Mehmet Ali Çeviker’in depolarındaki Amerikan modeli TNT kalıplarından yapılmıştı. Bu yüzbaşının ülkücü olduğu ve faşist hareketin kurmaylarıyla ilişki içinde bulunduğu, Ağustos 1978’de ülkücü Ali Yurtaslan’ın itiraflarıyla ortaya çıkacaktı. Hazırlayan: ÖZLEM GÜVEMLİ / CİHAN ORUÇOĞLU YARIN: Maraş katliamı, İpekçi cinayeti Halkoylamasının sonucu ortaya çıktı. Yüzde 42 “hayır” oyunun içinde ne kadarı CHP’nin oyu ya da CHP başarılı mı, başarısız mı; nerede başarılı, nerede başarısız, bunların hepsi değerlendirilecek. Ayrıca, evet, halk kararını verdi. Ancak yine de bir şeyi söylemek, bence zorunlu. 12 Eylül halkoylaması, kesinlikle bir referandum değildi. Eğer referandum niyetine yapılmış bir oylama idiyse de, kesinlikle “gayrimeşru bir referandum” idi. Tek bir kişi bile, bunun tersini söyleyemez. Başbakan bunu bilmeyebilir, doğruyu söylemeyebilir, birileri inandırmış olabilir. Sözüm ona liberal aydınlar yani yandaş aydınlar(!) ve gazeteciler(!) yalan söyleyebilirler. Ama yine de 12 Eylül günü yapılan oylamaya benzer tek bir örnek bile gösteremezler. Demokratik ülkelerde bunun gibi yapılmış olan bir tek örnek yoktur. Olamaz da! Neden mi? Referandum, belirli yol ayrımlarında, önemli kararların alınması durumunda, halka ne düşündüğünü, ne istediğini sormak, doğrudan kararını vermesini sağlamak için kullanılan bir yöntemdir. Örneğin “anayasa yapılırken” ya da “AB’ye girelim mi” gibi önemli konularda. Böylece halk, Meclis aracılığı ile değil, temsili organlar aracılığı ile değil, doğrudan doğruya kararını vermektedir. İşte bu nedenle referandum, çok demokratik bir yöntemdir. Ancak demokratik ülkelerin tümünde, referandum uygulamasına her zaman rastlanmaz. Neden mi? Çünkü bazen referandum yöntemi öyle bir kullanılır ki, demokratik bir yöntem derken, bir bakmışsınız, dünyanın en antidemokratik usulü oluvermiş. Ve “halk doğrudan karar veriyor zannederken, kötü niyetli bir iktidar kendi diktatörlüğünü kurmak için yararlanıvermiş”. Örneğin bir bakarsınız, bir diktatör, kendi mutlak iktidarını kurmak ve devam ettirmek için, ya da kendi istediği ya da kendi iktidarı için zorunlu gördüğü bir kararı ya da kuralı kabul ettirmek için, referandum görüntüsü altında “tamamen demokrasi karşıtı bir uygulamaya” başvurur. Hem de “referandum yapıyorum” deyip halkı kandırırken. Aynen “bu oylamada” olduğu gibi. Pekiyi, bir halkoylamasının “demokratik olup olmadığını” yani “gerçek bir referandum” olup olmadığını nasıl anlayabiliriz? Çok basit! Dört noktaya bakarız. 1) Amacına, 2) Hazırlanış usulüne, 3) Uygulanış biçimine ve 4) İçeriğine. Yani bir referandum mu yapılıyor, bu dört noktaya dikkat edersiniz. Hangi ülkede uygulanıyor olursa olsun. Eğer bu “dört noktada da, demokrasiye, çoğulculuğa uygun bir anlayış geçerli ise”, bu bir referandumdur. Ve kesinlikle demokratik bir yöntemdir. Sonucu ne olursa olsun. Eğer tam tersi geçerli ise yani “dört noktada da, bu halkoylaması, demokratik usullere ve çoğulculuk anlayışına uygun değil ise”, kim ne derse desin, ya “bir referandum değildir” ya da “gayrimeşru bir referandumdur”. Ve bu dört noktanın tümünün de, birbirine bağlı unsurlar olduğunu unutmamak gerekir. Yani bu dört noktanın bir tanesi bile “yanlış” ise ya da “özellikle kötü kullanılmış” ise, bu uygulamadan demokratik bir referandum çıkartmak mümkün değildir. Bu dört unsuru kısaca bir gözden geçirelim! İlk önce amacına bakalım. Bir referandumda, “amaç, gerçekten de sadece halkın kararını sormaktır”. Bu nedenle devlet örgütü, kesinlikle oylamanın bir tarafı değildir. Yani örneğin “AB’ye girelim mi” tartışmasının bir tarafında devlet yer almamalıdır. Aynı şey, anayasa yapımı için de geçerlidir. Diğer tüm referandum konuları için de. İktidar partisi, siyasal parti olarak yer alır, ama Devlet örgütü asla. Devlet gücü asla. Gayrimeşru bir referandumda ise, görüntü ne olursa olsun, amaç, gerçekte iktidarın kendi istediğini halka onaylatmaktır. Böylece kendi iktidarına ya da kararına görünüşte demokratik bir meşruluk kazandırmaktır. Aynen bizdekinde olduğu gibi. 12 Eylül oylamasında olduğu gibi. Ve bu nedenle de, bu durumda, Devlet, doğrudan doğruya oylamanın bir tarafı olur. Ve kararın kendi istediği yönde çıkması için, elinden gelen her şeyi yapar. Aynen 12 Eylül’deki uygulamada olduğu gibi. Devlet televizyonu TRT’ler, Başbakan, bakanlar, yalancı törenler, Emniyet, valiler, kaymakamlar, Fak-Fuk Fon, Kızılay, çevre teşkilatı. Aynen bizde olduğu gibi. Üstelik gerçek amaç farklı olduğu için, dünyanın en ahlaksız uygulaması haline dönüşür. Çünkü demokrasi dışı bir uygulamayı “ne yapalım halk böyle istedi, halk karar verdi”ye dönüştürür. Aynen bizdekinde olduğu gibi. 12 Eylül oylamasında olduğu gibi. Diğer unsurlara ve 12 Eylül halkoylamasının, neden gayrimeşru bir referandum olduğuna bir dahaki yazıda devam edelim. ‘Hanımsız dolaşacak halimiz yok’ İstanbul Haber Servisi - Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul Ticaret Odasõ (İTO) Meclis toplantõsõnda yaptõğõ konuşmada, muhalefetin “halkoylamasõnda devletin bütün olanaklarõnõ seferber ettiler” eleştirilerine tepki göstererek, “Doğru Hazine yardõm yaptõ. Onu kullanõyo- ruz. Ama ana muhalefete de yaptõ. Kardeşim sen başbakan veya başbakan yardõmcõsõ oldu- ğun zaman oluyor da ben gezdiğim zaman ni- ye rahatsõz oluyorsun” dedi. Yurtiçi ve yurtdõşõ gezilerine eşi ve çocuklarõnõn katõlõmõyla ilgili eleştirilere de değinen Erdoğan, “Yok ‘Hanõ- mõnõ alõyor’, ‘Kõzõnõ alõyor’, ‘Çocuğunu alõyor’ Yasa diyor ya... Herhalde hanõmsõz dolaşacak halim yok. Alacağõm tabii” diye konuştu. Gazeteciler barışı konuşacak İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) - Türk ve Yunan gazetecilerin bir araya geleceği “6. Türk-Yunan Medya Konferansõ” bugün İz- mir’de başlõyor. 19 Eylül’e dek sürecek etkin- likte, “İki ülke ilişkilerinin iyileştirilmesi ve bu konuda gazetecilere neler düştüğü” konusu ele alõnacak. Konferans, Güzelyalõ Kültür Merke- zi’nde saat 19.00’da başlayacak, ana oturumlar yarõn Swissotel Grand Efes’te yapõlacak.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle