20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 17 EYLÜL 2010 CUMA CUMHUR YET SAYFA KÜLTÜR [email protected] SAH B NDEN K RALIK OF S GÜMÜŞSUYU’NDA ANACADDEDE TARİHİ BİNADA 160 M2 3.500.00 TL TEL: 0532 615 61 45 Ş ARIYORUM Bilgisayar operatörlüğü, bilgisayarlı muhasebe, ETA7,LKS 2, eğitimim var. On parmak klavye kursuna devam ediyorum. CEMİL: 0536 229 66 24 [email protected] ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sanatın Hesabını Kim Verecek? Başlıktaki sorum, ‘yapılmış’ değil, fakat ‘yapılmamış’ bir sanata yönelik: 12 Eylül 1980’den günümüze kadarki otuz yıllık zaman diliminin ‘yapılmamış’ sanatının hesabını kim verecek? Soru, aslında daha da ayrıntılı dile getirilebilir: Sanatımız, bugüne kadar 12 Eylül ile hesaplaşmakta neden bunca yetersiz kaldı? Şunu -kimilerine çok iddialı geleceğini bilerek- daha baştan söylemek istiyorum: Yukarıda sözünü ettiğim hesaplaşma, gelecekte ülkemizde gerçek anlamda politik diye nitelendirilebilecek, ya da sevgili İlhan Selçuk’un unutulmaz deyişiyle, omurgalı sanatçıların elinden çıkma bir sanatın kök salabilmesi için son şans. Aksi takdirde, bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da genelde sanat adına ‘sade suya tirit’ bir ‘biçimler çorbası’ ile baş başa kalacağımız kesin! Böyle bir çorbanın, en soylu ve en birincil misyonu, var olan gerçekliği eleştirel düşünce temelinde yükselen bir sanatsal yaratıcılıkla yeniden-üretmek olan, gerçek anlamdaki sanat ile hiçbir ilişkisi olamaz. Çünkü böyle bir göstermelik sanat, Avusturyalı yazar Hermann Broch’un, başyapıtı “Vergilius’un Ölümü”nde, Latin şairi Vergilius’un ağzından dile getirdiği gibi: “Estetik aracılığıyla hakikatin bulunması ve sergilenmesi amacının değil, fakat sadece hakikat temelinden yoksun bir dış güzelliğin hizmetindedir...” Söylediklerimle, 12 Eylül 1980’den bu yana ülkemizde üretilmiş kimi sanat ve edebiyat eserlerini yadsımak gibi bir amacım asla yok. Ama bunların sayısı her alanda ne yazık ki çok az. Ve bu nicel yetersizliğe bir de niteliksel yetersizlikler eklendiğinde, karşımıza “12 Eylül Sanatı” başlığıyla bir muhalif sanat, ne yazık ki çıkmıyor. Çoğu kez yapıldığı gibi, bu durumun nedeni ve özrü olarak yalnızca baskıcı bir rejimin varlığına sarılmak ise, hiç inandırıcı değil. Çünkü yakın ve uzak tarih boyunca muhalif ya da politik sanat, gerçek anlamdaki yükselişlerini hep en baskıcı ortamlarda ve doğal bir tepki niteliğiyle yaşadı. Bertolt Brecht’in 1935 yılında yazdığı, dilimize de çevrilmiş olan “Doğrunun Yazılmasının Beş Güçlüğü” başlıklı ünlü yazı, doğruyu yazmakta kararlı olan yazarın bunu nasıl yapabileceğinin bir rehberi niteliğindedir. Bir süre önce bu köşede çıkan bir yazımda şu satırlara yer vermiştim: “12 Eylül, bir sürecin noktalayıcısı, bir başkasının ise başlatıcısı oldu. Noktalanan, 19 Mayıs 1919’dan Köy Enstitüleri’nin kapatılmasına ve oradan da 12 Eylül 1980’e kadar uzanan süreçti. 19 Mayıs 1919, Tek Adam Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’yi başlattığı tarihti. Hazırlıkları otuzlu yılların sonunda başlatılan Köy Enstitüleri’nin 1940’ta açılışı, zaferle sonuçlanan Milli Mücadele’nin ardından o zaferin sürekli kılınabilmesinin tek ve temel koşulu olan bir başka ‘Milli Mücadele’nin, ‘Çağdaş uygarlık düzeyine erişme hedefine yönelik Milli Mücadele’nin başlatılışıydı. Bu ‘Milli Mücadele’, 1953’te Köy Enstitüleri’nin kapatılmasıyla kaybedildi; ömrü çok kısa süren ‘Anadolu Aydınlanması’ son buldu. O zamandan bu yana gittikçe artan hızla yaşamakta olduğumuz bir çöküşün en somut göstergesi ve kanıtı, hazırladığı anayasa ile birlikte 12 Eylül’dür...” 12 Eylül’ün ardından gittikçe artan ölçüde kendi içine kapanan ve başlıca varlık nedenini kendinde bulma eğilimi sergileyen sanatımız ve edebiyatımız, yukarıda sözünü ettiğim aydınlanmadan ve ancak bu aydınlanmadan kaynaklanabilecek bir hesaplaşma bilincinden yoksun bir sanat ve edebiyat nereye varabilirse, ancak oraya varabildi! Şimdi, son referandumun ardından, 12 Eylül’ün sorumlularından yargı önünde hesap sorulacağından söz ediliyor. Peki bu yol, tam otuz yıldır suskunluğunu koruyan bir sanatı da aklayacak mı? [email protected] “Ey Sanat! Seni bana musallat ettiler. Eğer ben de seni başkalarına musallat etmezsem, yuf olsun!!!” Bu sözleri kendimi bildim bileli benimsedim. Öylesine benimsedim ki, mesleğe başladõğõm gün- den beri en büyük çabam bu oldu: Sanatõ, sizle- re de musallat etmek! Siz de sanatõ başkalarõna musallat edin ki, yer- yüzünü ve ülkemizi biraz daha yaşanabilir kõla- lõm... Bu sözlerin sahibi, ben değilim. Bunu söyleyen Bedri Rahmi Eyüboğlu... (1911- 21 Eylül 1975) Renklerin ustasõ, sözün ustasõ, şair ve ressam Bed- ri Rahmi Eyüboğlu... SEVMEK HEP SEVMEK O, hem resim dünyasõnda yaşadõ, hem de şiir dünyasõnda… Ama en çok, en çok bu ülkenin top- rağõnda, suyunda, havasõnda yaşadõ. Doğaya tutkundu. Yaşama tutkundu. Anado- lu’ya tutkundu. En çok tutkularõnda yaşadõ. Yaşamõnõn her anõnõ doludizgin yaşamaya, soluk soluğa yaşamaya adamõştõ. Yaşamõ coşkuy- la sevmeye, tutkuyla sevmeye adamõştõ. “Sevmek bu dünyayı çerden çöpten Sevmek bir zerresini ziyan etmeden Sevmek dinlenmeden sevmek...” Renklerle, çizgilerle ya da bin bir sözcükle, şii- rinde ya da resimlerinde yaptõğõ, bu sevgiyi ve ya- şama sevincini ortaya koymaktõ. Şiirlerini hep bu coşkuyla yazdõ. Resimlerini hep bu coşkuyla yaptõ. Şiirlerine resmi, resimlerine şiiri kattõ. Halk şiirinin deyişlerinden, türkülerin, masalla- rõn, tekerlemelerin özelliklerinden yararlandõ. On- larõ çağdaş bir kucaklayõşla, yalõn bir dille, hani ne- redeyse yüreğine banarak yeniden yarattõ. Şiirleri tanõğõmdõr. “İçerisine insan kokusu sinmiş mısralara vur- gunum. Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter. İğri büğrü, kör topal, kabulüm…” derdi. Benim gençlik yõllarõmda, yüreğinde sevda taşõ- yan her delikanlõ, cebinde bir de onun şiirini taşõr- dõ: “Karadutum, çatal karam, çingenem Nar tanem, nur tanem, bir tanem Ağaç isem dalımsın salkım saçak Petek isem balımsın ağulum Günahımsın Vebalimsin. Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan Yoluna bir can koyduğum Gökte ararken yerde bulduğum Karadutum, çatal karam, çingenem Daha nem olacaktın bir tanem Gülen ayvam, ağlayan narımsın Kadınım, kısrağım, karımsın.” HALKTAN ALDIKLARI İstanbul ve Paris’te resim eğitimi almõştõ. Onun resmi halktan aldõklarõndan kaynaklanõyordu. Ana- dolu toprağõndan, masallarõndan, söylencelerden, tür- külerden, el işlerinden, nakõşlardan, oyalardan; Akdeniz’in güneşinden, Karadeniz’in dalgalarõndan, Ege’nin kõyõlarõndan; en çok en çok insan yaşa- mõndan ürettiği, çoğalttõğõ renklerle, çizgilerle, le- kelerle resim yaptõ. Kilimler, yemeniler, nakõşlar, yazmalar, çarşõlar, pazarlar, Anadolu toprağõ, kokusu, ovalarõ, sularõ, balõklarõ, takalarõ , kayõklarõ, yõldõzlarõ, geceleri, ev- leri, bin bir yöresi, en çok da insanlarõ ve renkleri onun kalemiyle, fõrçasõyla bir cümbüşe dönüştü. Yaz- ma, gravür, seramik, heykel, vitray, mozaik, hat, se- rigrafi, litografi... Kullandõğõ araçlar değişti, yü- reğiyle yarattõğõ cümbüş değişmedi! Aşkõn resmini çizdi… Kendi yü- zünün bin bir halini çizdi… Kendi yü- zünü ya da sevdiğininkini çizerken dünyayõ çizdi. Bedri Rahmi, şiirindeki gibi, re- simlerinde de, Batõ’nõn teknik ve ola- naklarõyla Anadolu kültürünün, halk sanatlarõnõn zenginliğini, duyarlõlõğõ- nõ bir bireşime ulaştõrdõ. Anadolu topraklarõndaki kültürün sürekliliğini ve bütüncüllüğünü hepimizin kõldõ. KOCAMAN YÜREKL ÇOCUK Bedri Rahmi’yi, gazeteciliğe baş- ladõğõm ilk yõllarda tanõdõm. Onunla karşõlaşmadan önce de şiirlerini ezbere bilirdim. Onunla Narmanlõ Yurdu’ndaki atöl- yesinde ilk karşõlaştõğõmda çok şaşõr- dõğõmõ anõmsõyorum: Dev gibi bir cüssesi vardõ. Gülümsemesi koca- mandõ, öfkesi kocamandõ, konuşurken nereye koyacağõnõ bilemediği elleri kollarõyla yaptõğõ hareketler koca- mandõ… Bedenine birkaç boy büyük gelen bir pantolon, dizlerine kadar inen kocaman renkli bir gömlek giymişti! Kocaman bir yüreğe sahip olduğunu çok geçmeden öğrendim. O ilk karşõlaşmada, onu bir şair, bir ressamdan çok, kahvenin kabadayõ- sõna, bir balõkçõya, bir taş taşõyõcõsõna, bir maden iş- çisine ya da ne bileyim, Anadolu’nun bağrõnda, en sõradan bir insana benzettiğimi anõmsõyorum. Zaman içinde o “halk adamlığı” ve “sıradan- lığı”nõn görüntüden değil, düşünce biçiminden kay- naklandõğõnõ kavrayacaktõm. O ilk karşõlaşmada, bu koca devden önce çok çe- kindiğimi anõmsõyorum. Ama bunlara karşõn, daha önce hiç tanõmadõğõ biriyle konuşurken dahi, gös- terdiği ilgiden, gözünün değdiği her şeyi merak et- mesinden, konuşurken çevresine saçtõğõ insan sõ- caklõğõndan müthiş hoşlandõğõmõ da anõmsõyo- rum… Koca devin içinde yeryüzüne ve yaşama merakla, sevgiyle, sevinçle bakan bir çocuk vardõ. O çocuğu çok sevdim. İlk karşõlaşmadan sonra, o benim için tanõdõğõm en babacan, en rahat, en kalender, en savruk şair ve ressam, ama kesinlikle bir “Çağdaş Derviş” oldu çõktõ. Aramõzdan 1975 Eylül’ünde ayrõldõğõnda henüz 62 yaşõndaydõ. Ben de birçoklarõ gibi ona doya- madõm. www.zeyneporal.com 3 5 . Ö L Ü M Y I L D Ö N Ü M Ü N D E B E D R İ R A H M İ E Y Ü B O Ğ L U Sevmeyeadanmõşbiryaşam Kültür Servisi - Polisiye ro- manlarõyla hâlâ güncelliğini koruyan ve dünyanõn en çok okunan yazarlarõ arasõnda yer alan Agatha Christie’nin 120. doğum yõlõ kutlamalarõ kap- samõnda önceki gün Pera Pa- las Oteli’nde bir etkinlik dü- zenlendi. Yazarõn Türkiye ya- yõncõsõ Altõn Kitaplar’õn dü- zenlediği geceye Christie’nin torunu Mathew Prichard ve “Agatha Christie’nin Gizli Defterleri” isimli kitabõn ya- zarõ John Curran’õn yanõ sõ- ra sinema eleştirmeni Atilla Dorsay, yazar Doğan Hız- lan ve İstanbul Üniversitesi Adli Tõp Enstitüsü’nün eski müdürü Prof. Dr. Sevil Atasoy da katõldõ. Dublin’deki Trinity Koleji’nde Agatha Christie hakkõnda bir doktora çalõşmasõ yapan Cur- ran, Christie’nin İstanbul’da kaldõğõ sõrada on bir gün bo- yunca ortadan kaybolmasõyla ilgili olarak, “Defterlerinde o kayıp 11 gün ile ilgili hiçbir şey yok. Ama benim kişisel fikrim o sıralarda Christie depresif bir dönemdeydi. Çünkü annesini kaybetmiş- ti ve yeni boşanmıştı. Ay- nı zamanda ailesinin evi- ni satmak zorunda kaldı. Muhtemelen bir süre ka- buğuna çekildi” dedi. Christie’nin ilk kitabõnõ ya- zarken elli yõl boyunca yaz- maya devam edeceğini hiç düşünmediğini belirten Cur- ran, “Kitaplarının hâlâ güncelliğini koruyor ol- masının nedenlerinden bi- ri çok kalın kitaplar ol- maması ve kolay okuna- bilir olması. Ayrıca hiçbiri birbirine benzemeyen sonla bitiyor. İnsanlar da sürprizleri sever” şeklin- de konuştu. Program akõşõnda duyurulma- yan “suç” temalõ canlõ bir performansõn da sergilen- diği gecede yazarõn yaşa- mõna ilişkin az bilinen ay- rõntõlarõ içeren 120 madde- lik bir de bildiri dağõtõldõ. Şenay Gürler, Faik Ergin, Hakan Pişkin ve Turgay Doğan tarafõndan canlan- dõrõlan karakterler davetlileri de performansa dahil ederek gecenin anlamõna yaraşõr bir gösteri gerçekleştirdiler. Kültür Servisi - Yapõ Kredi Sermet Çifter Salonu, belgeselci, gazeteci ve yazar Güneş Kara- buda’nõn objektifinden Yaşar Kemal’in fotoğraflarõnõ Sadık Karamustafa’nõn düzenleme- siyle sergiliyor. Önceki gün açõ- lõşõ yapõlan “Al Gözüm Seyrey- le” / Güneş Karabuda’nın Ya- şar Kemal Fotoğrafları: 1956- 2010” başlõklõ sergide, Karabu- da’nõn 1956 yõlõndan başlayarak çektiği Yaşar Kemal fotoğrafla- rõ seçkisi yer alõyor. 17 Ekim’e ka- dar izlenebilecek olan sergide, Karabuda’nõn objektifinden Ya- şar Kemal’in İstanbul, Paris, Ada- na gibi farklõ şehirlerde, kimi za- man tek, kimi zaman eşi Thilda ve aralarõnda Abidin Dino, Sabahat- tin Eyüboğlu, Cengiz Aytmatov ve Mehmet Uzun’un da bulunduğu sa- natçõlarla çekilmiş fotoğraflarõ ve fo- toğraflarla bağlantõlõ Yaşar Kemal metinleri yer alõyor. Güneş Karabuda, Yaşar Kemal için “Onunla öyle değişik me- kânlarda, öyle değişik insanlarla beraber olmuşuzdur ki tümünü hatırlamakta zorlanıyo- rum. Ama bunlardan birkaçı yaşamım süre- since belleğimde her dem taze kalacak” diyor. Karabuda’nõn çektiği 1975 tarihli yazarõn ya- şamöyküsünü, İstan- bul’daki yaşamõnõ ve yõl- lar sonra romanlarõnõn Çu- kurovasõ’na ve doğduğu köy olan Hemite’ye dö- nüşünü anlatan “Yaşar Kemal Belgeseli” de ser- gide yer alõyor. Sergi kapsamõnda ayrõca 27 Eylül Pazartesi günü sa- at 18.30’da Sermet Çifter Salonu’nda “Bizim Gözümüzden Yaşar Kemal” başlõklõ söyleşide Türkan Şoray, Selim İleri ve Zül- fü Livaneli, yakõn dostlarõ Yaşar Kemal’i anlatacak. S E R G İ 1 7 E K İ M ’ E D E K G Ö R Ü L E B İ L İ R Yaşar Kemal fotoğrafları Agatha Christie’nin doğum günü kutlandõ Gecede ‘suç’ temalı canlı bir performans sergilendi. İSTANBUL (AA) - “İran’ın Kızı” olarak bilinen ünlü şarkıcı Guguş, İstanbul’da hayranlarıyla buluştu. 1970’li yıllarda İran’ın en sevilen kadın şarkıcısıyken devrimle birlikte şarkıları yasaklanan ve 20 yıl aradan sonra Amerika’da çıkardığı yeni albümüyle eski şöhretini yeniden yakalamayı başaran sanatçının İstanbul Kongre Merkezi’ndeki konserine, İranlılar kadar Türkiye ve çevre ülkelerdeki İranlılar da ilgi gösterdi. Yaklaşık bin kişinin katıldığı konserde şarkı aralarında seyirciyle sohbet eden ve zaman zaman fıkra anlatan sanatçı, şarkılarını İran için söylediğini belirterek, “Yalnızca İran için söylüyorum. Ülkemi çok seviyorum ve çok özlüyorum. Keşke bütün İranlılar ve sevenlerim burada olsaydı. ” dedi. ‘İran için söyledim’ Çin’den muhalif yazara izin Kültür Servisi - Çin’in muhalif yazarõ Liao Yiwu, Çin devlet yetkililerinin, girişimlerini 14 kez reddetmesine rağmen sonunda Berlin uluslararasõ Edebiyat Festivali için Almanya’ya ulaştõ. Festivalin organizatörleri, Liao’nun prosedürleri aşmayõ başarmasõndan ve Çin hükümetinin izin vermesinden memnuniyet duyduklarõnõ ifade etti. Yazar Liao, geçen yõl da Frankfurt Kitap Fuarõ için yurtdõşõna çõkma izni istemiş, isteği reddedilmişti. GUGUŞ STANBUL’DAYDI Güneş Karabuda’nın (sağda) objektifinden Yaşar Kemal’in (solda) fotoğrafları Sadık Karamustafa’nın düzenlemesiyle sergileniyor.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle