20 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 EYLÜL 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Geleceğe İpotek? Danışma Meclisi’ndeki anayasa tartışmaları (özellikle sosyalizm konusunda ileri sürülen öneriler) ilginçtir. DM’nin kimi üyeleri anayasanın sosyalizme kapalı olmasını istemişlerdir. Üyelerden birisi kürsüde konuşurken şunu söylemiştir: “Anayasa sosyalizme kapatılmalıdır. Büyük Türk milleti bu hizmeti bizden bekliyor.” Ne var ki Danışma Meclisi “Büyük Türk milletinin kendinden beklediği hizmeti” yapamamış, anayasayı sosyalizme kapatamamış, öneri geri çevrilmiştir. Ben diyorum ki: - Keşke anayasa sosyalizme kapatılsaydı... Daha yararlı olurdu. Çünkü sosyalizm yerine ve zamanına göre değişen bir sözcüktür. Libya sosyalisttir, Cezayir sosyalisttir, Sovyetler Birliği sosyalisttir, Fransa’daki siyasal iktidar da sosyalisttir. Bu sözcükle kişiyi suçlamak da kolay, övmek de... Ama Türkiye’de fikir özgürlüğü olmadıkça solcuların, liberallerin, antiemperyalistlerin, sosyalistlerin komünistlikle suçlanması süreci yaşanacaktır. Anayasa sosyalizme kapatılsaydı yeni tasarının niteliği daha iyi vurgulanırdı. Ancak DM’deki ilginç tartışmaları izledikçe şaşırmıyorum. Çünkü Türk halkına göre “lüks” ve “bol” diye nitelenen 1961 Anayasası’nı yoksullaştırmak ve darlaştırmak isteyenler çoktur. Danışma Meclisi’nin sayın üyeleri de bu görevi üstlenmişlerdir. Toplumsal dengeler ya da gerçekler onları ilgilendirmiyor. Kendi benlikleri kürsüde ağır basıyor, güdüleri konuşmalarını yönlendiriyor. Deneyimli politikacılar, hükümet ve devlet adamları, kendi istekleriyle iç ve dış güç dengeleri arasındaki hesaplaşmayı serinkanlılıkla yaparak “optima” noktayı aramak zorunluğunu duyarlar. Danışma Meclisi sayın üyelerinin çoğunda böyle bir kaygı yok. Demokratik özgürlüklere ve sosyal haklara karşı tepkilerini içtenlikle dile getiriyorlar; Türkiye’nin iç dengeleri nedir, dünyada neler oluyor, diye düşünmüyorlar. Doğal bir yanları var. Eğer Türkiye’de demokrasi tutkusu bir “aydın hobi”si değilse, 1961 Anayasası’nın işlevsel yanı ağır basıyorsa, yeni tasarıda demokratik özgürlüklerin ve sosyal hakların sıfıra indirgenmesi tepkilerini görecektir. Türk-İş Yönetim Kurulu’nun sert bildirisi ve uyarısı bu yolda bir işarettir. O Türk-İş ki Batı dünyasının tutucu işçi konfederasyonlarınca bile dışlanmıştır. Türk-İş genel sekreteri bu dönemin hükümetinde bakanlık yapıyor diye en ağır iç ve dış eleştirilere uğramıştır. Şimdi “sendika ağaları”nın yeni anayasada işçi haklarının kaldırılması karşısındaki tutumlarını izleyeceğiz. İlk tepki kamuoyuna açıklanmıştır. Zaten Batı demokrasisi demek, emekçi yığınların haklarını sağlama ve yönetime katılma rejimi demektir. Bakalım Türkiye’de gelişim, toplumu bu sürece oturtabilecek mi? İç ve dış güç dengeleri öylesine hızla değişiyor ki Türkiye’de geleceğe dönük katı bir rejim planlamasının kıymet-i harbiyesi yoktur, boşuna çabadır, yitik zamandır. Bozuk ekonomik temele zengin azınlığın yararına otoriter rejimi oturtma stratejisi bazı ülkelerde geçerli olabiliyor. Türkiye’nin konumu, tarihi, çevresi, iç dengeleri böyle bir stratejiye elverişli midir? Eğer kendimizi ve çevremizi (Ortadoğu ve Avrupa) iyice görebiliyorsak soruyu sağlıkla yanıtlayabiliriz. (23 Ağustos 1982 tarihli yazısı) Eylül ayõ önemli yõldönümlerini ve günle- ri içinde taşõr. Bunlardan birisi de “16 Ey- lül”dür. Bundan tam 34 yõl önce, Türkiye işçi sõnõ- fõ ve onun devrimci sendikal örgütü DİSK, Devlet Güvenlik Mahkemeleri’ne (DGM) karşõ ayağa kalkmõştõ. Yalnõzca kendisi aya- ğa kalkmakla yetinmemiş, tüm toplumu da ha- reketlendirmişti. 1976 yõlõnõn 16 Eylül’ünde başlayõp 20 Eylül’üne kadar süren DGM direnişinin, Tür- kiye işçi sõnõfõnõn mücadele tarihinde olduğu gibi, İzmir’in toplumsal mücadele tarihinde de önemli izleri vardõr. DGM direnişi, İzmir ve Ege’de de önemli etkileşimler yaratmõştõr. İsterseniz bu direnişin yaşandõğõ dönemi da- ha iyi kavramak için, öncelikle o dönemin Tür- kiye’sinin ve İzmir’inin, sendikal, siyasal ko- şullarõnõ irdeleyelim. 12 Mart sönümleniyor, işçi hareketi yükseliyor 12 Mart karanlõk döneminde yaşanan acõ- lar, sõnõfsal ve siyasal harekette görülen du- raksamalar, gerilemeler; aslõnda bir yandan kendi karşõtõnõ da yaratõyordu. Toplumsal muhalefet giderek güçleniyor ve kendisine yeni alanlar, kanallar arõyordu. Kõsacasõ hayat kendi diyalektiğini örüyordu... 12 Mart’õn mağdurlarõndan işçi sõnõfõ, sendikal alanda kendi tercihini yapmõş, tüm gücüyle DİSK’e sahip çõkõyor ve onu güç- lendirmeye, büyütmeye çalõşõyordu. 12 Mart muhtõrasõna karşõ çõkan Bülent Ecevit, önce CHP Genel Sekreterliği’nden ayrõlõyor ve sonra da CHP içinde İsmet İnö- nü’ye karşõ verdiği mücadeleden başarõyla çõkõyordu. Bütün bu gelişmeler İzmir’i ve Ege’yi de derinden etkiliyordu. Ecevit’i CHP Genel Başkanlõğõ’na taşõyan güçlerin içersinde işçiler, sendikacõlar ve özellikle de İzmir ve Ege’deki muhalifler önemli bir yer tutuyordu. Örneğin, 1973 genel seçimleri öncesinde Ecevit’in ilk kez genel başkan olarak İzmir’e gelişini anõmsõyorum. Seçim öncesinde, 1973 9 Eylül’ünde, İzmir Alsancak Stadõ’nda düzenlenen miting ve gece, siyasal değişi- min bir bakõma ilk işaret fişeğiydi. Alsancak Stadõ’ndaki o akşamõn ilginç bir yönü de, bir siyasal toplantõda ilk kez rodeo gösterileri ya- põlmasõydõ. Daha televizyonun bile yay- gõnlaşmadõğõ o dönemde, belki ancak film- lerde görebileceğimiz rodeo gösterilerini iz- lemiştik. Tabii bunlarõ gerçekleştirenler yurtdõşõndan getirilmişti. Bu anõmõzõn, siyasal iletişim ve iletişimciler bakõmõndan da ilginç bir örnek olacağõnõ düşünüyorum. CHP’deki hareketlenmelere koşut geliş- meler CHP dõşõ solda da görülüyor, TSİP ve TİP gibi partiler ardõ ardõna kuruluyordu. 1970’li yõllar, İzmir sanayisinin ve dola- yõsõyla işçi hareketinin en canlõ, dinamik ve hareketli dönemiydi. Özellikle Alsancak bölgesi başta olmak üzere kentin merkezi ve yakõn çevresi, çok sayõda işçinin çalõştõğõ fabrikalarla doluydu. Alsancak günümüzde varsõl insanlarõn ya- şadõğõ bir semt olarak bilinir. Halbuki o yõl- larda, özellikle de semtin arka taraflarõ tam bir işçi, emekçi yatağõydõ... İsterseniz başlõca fabrikalarõ hemen anõm- samaya çalõşalõm. Konak ve Basmane çev- resinde TEKEL’in ve özel işletmelerin tütün depolarõ vardõ. Atatürk Spor Salonu’nun çev- resinde yaprak tütün bakõm atölyeleri ve ta- rihi sigara fabrikasõ, sanki her daim nöbet- te gibiydi. Kahramanlar tarafõnda da TARİŞ pamukyağõ ve zeytinyağõ kombinalarõ ile Yemta bulunurdu. Alsancak tren istasyo- nunun çevresinde demiryolu işçileri mev- zilenmişti. Stadõn önünden Halkapõnar’a doğru yönelince, yolun sol yanõnda TARİŞ incir, zeytinyağõ işletme ve depolarõ, TARİŞ üzüm ve sirke işletmesi vardõ. Yolun sağ ya- nõnda da yine asõrlõk Şark Sanayi kumpan- yasõ ve Sümerbank fabrikalarõ bulunurdu. Daha ileride TEKEL şarap fabrikasõ ve pa- lamut işletmeleri, Alsancak’õ Halkapõnar’a bağlardõ. Bayraklõ’ya doğru yönelince de sõ- rasõyla Piyale, Kula Mensucat ve Turyağ fab- rikalarõ İzmir’in simgesi gibiydiler. Bu fab- rikalarõn büyük bölümü üç vardiya çalõşõr ve çok sayõda emekçiyi barõndõrõrdõ. Şimdilerde bunlarõn hemen hiçbiri yok. Buralarõ anõmsayõnca ve kentin bugün ulaş- tõğõ nüfusu göz önüne alõnca, işsizlik soru- nun ulaştõğõ boyutu ve sorunun yakõcõlõğõnõ insan daha iyi kavrõyor. DGM direnişine doğru İzmir’de hareketlenmeler İşte bu anõmsamaya çalõştõğõmõz fabrika- lar, o dönem sendikal ve siyasal mücadele- nin mayalandõğõ alanlardõ... Örneğin Şark Sa- nayi işçilerinin uzun süre direniş yaptõklarõnõ ve onlarla dayanõşma amacõyla Atatürk Spor Salonu’nda kitlesel ve görkemli bir ge- ce yapõldõğõnõ anõmsõyorum. TARİŞ Üzüm ve Kula Mensucat işçilerinin o yõllardaki ey- lemleri de önemliydi. Yine o dönem İzmir’de yaşanan, BMC iş- çilerinin fabrika kapõlarõnõ kaynaklayarak yaptõklarõ direniş ile Metaş’taki sendika değiştirme mücadelesi, İzmir’in sendikal gündeminde önemli bir yer tutmuştu... DİSK hõzla büyüyor, güçleniyor ve ör- gütlenme alanõnõ genişletiyordu. Bu geliş- me işyerlerinde sendikal çekişmeleri de gün- deme getirmişti. DİSK örgütlenmesini çok yönlü güçlendirirken, tabanõnõ da hõzla po- litikleştiriyor ve iktidarla hesaplaşmaya hazõrlanõyordu. DGM’ye karşı direniş ve İzmir 12 Mart döneminin ürünü olan DGM’ler Anayasa Mahkemesi tarafõndan iptal edil- mişti. Ancak yeni kurulan Milliyetçi Cephe hü- kümeti DGM’leri yeniden çõkarmak ve yasa- laştõrmak istiyordu. 12 Mart’õn ardõndan yeni yeni kendisine gelen ülkemiz solu ve ilerici sen- dikal hareketi, bunu kendisi için bir tehdit un- suru olarak görüyor ve her daim tepesinde sal- lanan Demokles’in kõlõcõ olduğunu düşünü- yordu. Ülkemizde işçi sõnõfõnõn öncülüğünde ilk kez kitlesel olarak kutlanan 1976 1 Mayõs’õndan aldõğõ güç ve moralle, DİSK’in yalnõzca sen- dikal alanda değil, toplumsal yaşamõn her ala- nõnda ağõrlõğõ artõyordu. Öyle ki işçiler yaka- larõnda DİSK’in çarklõ, mavi renkli rozetleri- ni taşõmak için yarõşõyorlardõ. İşte böylesi koşullarda 16 Eylül 1976’da DİSK ‘genel yas’ ilan etti ve bir dizi eylem baş- lattõ. DİSK’e bağlõ işyerlerinde ve diğer bazõ üretim alanlarõnda üretim durduruldu. Eylemler 20 Eylül tarihine kadar sürdü. ‘DGM’yi ezdik sıra MESS’te’ DGM direnişi, yaşanan gözaltõlara ve iş- ten atmalara karşõn başarõyla sonuçlandõ. DGM yasasõ engellendi. Direnişin bence en önemli boyutu, o güne kadar hep kendi ekonomik talepleri için harekete geçen işçi sõnõfõnõn, DGM gibi siyasal bir konuda açõk- tan tavõr koymasõydõ. Aslõnda bu gelişme, sonraki günlerin ve dö- nemlerin habercisiydi. İşçi sõnõfõ başta olmak üzere toplumun tüm dinamik kesimleri hõzla politikleşiyordu... Ve politik mücadele de gi- derek sertleşiyordu... DGM direnişinin ardõndan işçilerin bir önemli eylemliliği de Madeni Eşya Sanayici- leri ve İşverenleri Sendikasõ (MESS) ile DİSK’e bağlõ Maden-İş arasõnda yaşanan toplu iş grup sözleşmesi mücadelesi oldu. Direnişi ve eylemliliği ile DGM’leri engel- leyen Türkiye işçi sõnõfõ ve onun sendikal ör- gütü DİSK, maden işçilerine bu zorlu müca- delede tam destek verdi. Gerçekten de iki te- mel sõnõfõn, sermaye kesiminin en örgütlü ve katõ kesiminin temsilcisi MESS ile işçi sõnõfõnõn en militan kesimi maden işçileri ve onlarõn sen- dikalarõ karşõ karşõya geliyor ve ringe çõkõ- yorlardõ. Bu tam bir bilek güreşiydi. ‘DGM’yi ezdik sıra MESS’te’ sloganõyla hareket eden maden işçilerine, İzmir’in emek- çileri, aydõnlarõ, ilericileri de sahip çõktõlar. 1976 sonlarõ ile 1977 yõlõ başlarõnda İzmir’in çeşit- li semtlerinde dayanõşma geceleri düzenlendi. Bu gecelerin, Bornova’da o zamanki CHP il- çe Başkanõ Hikmet Sökmen’in sinemasõnda, Karşõyaka’da Alaybey Şan Sinemasõ’nda, Gültepe, Narlõdere gibi semtlerin açõk hava si- nemalarõnda yapõldõğõnõ anõmsõyorum. O dönemde gerçekleştirilen direnişler, ey- lemler, etkinlikler; işçi sõnõfõnõn sendikal ve si- yasal mücadelesini hayatõn içinde bir koza gi- bi örmüştü... Bütün bu mücadeleler, İzmir’in toplumsal mücadele tarihinde yerini aldõ ve de- rin izler bõraktõ... 34. Yõldönümünde 16 Eylül 1976 DGM Direnişi Mehmet Şakir ÖRS O dönemde gerçekleştirilen direnişler, eylemler, etkinlikler; işçi sõnõfõnõn sendikal ve siyasal mücadelesini hayatõn içinde bir koza gibi örmüştü... Bütün bu mücadeleler, İzmir’in toplumsal mücadele tarihinde yerini aldõ ve derin izler bõraktõ... CITROËN FİNANS AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ? CITROËN C1 YENİ CITROËN C3 CITROËN C3 PICASSO CITROËN C4 PICASSO Eylülde aşağıdaki iki seçenekten birinden yararlanın, siz de bir Citroën sahibi olun. A) %0 faizli kredi seçeneğinden yararlanın. B) Ödemeye Şubat 2011’de başlayın. Citroën C1, Yeni Citroën C3, Citroën C3 Picasso ve Citroën C4’lerde 10.000 TL ve Citroën C4 Picasso ile Citroën C5’lerde 20.000 TL için 12 ay % 0 faiz ya da ilgili modellerde aynı vade ve miktarlar için 4 ay taksit ertelemeli % 0,79 faize eşdeğer taksitler uygulanacaktır. Bu kampanyalar birleştirilemez. Kampanyalı fiyatlar ve faiz kampanyası detayları için Citroën Yetkili Satıcıları’na veya citroen.com.tr’ye başvurun. Bu kampanya katılan Yetkili Satıcı’larda .geçerlidir. AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kosova ve Kürdistan AKİL ADAMLARIN DA Diyarbakır’a gitmiş olması hayra alamet değildir. Kim bu “bilgeler”? Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecine destek vermek üzere kurulan “Bağımsız Türkiye Komisyonu”na böyle deniyor. Bu deyim ilk kez ortaya çıkmış değil. Uluslararası politikada netameli sorunlar için oluşturulan ve güven izlenimi yaratması istenen özel komisyonlara medya dilinde genellikle bu ad veriliyor ki, kimse o seçkin kişilerin iyi niyetinden ve tarafsızlığından kuşku duymasın. Kurucular şunlar: Bu çeşit etknliklerde adı çok geçen Açık Toplum Vakfı ile İngiltere’nin çok bilinen tanıtım ve kültür kuruluşu British Council. İspanya’nın eski Dışişleri Bakanı, Avusturya’nın eski Dışişleri Müsteşarı bu komisyonun üyesi. Başkanı da, Finlandiya’nın eski Cumhurbaşkanı Martti Ahtisaari. Bu son ismi Sırplar duyunca hemen “Aman dikkat, Kosova’yı bizden koparan adam” diyeceklerdir. Kosova’nın bağımsız devlet olması bizleri çok sevindirdiği zaman da “Çok sevinmeyin, sizin başınıza da buna benzer bir şey gelir” demişlerdi. Aslına bakarsanız, bizim sevincimiz ya da endişemiz bir yana, eski Yugolavya’nın didiklenip parça parça edilmesi, aslında insanlık tarihinin en düşündürücü olaylarından biridir. Elbet vebali en başta Tito sonrasının yöneticilerinde olan bir olay ama Batı dünyasının o konuya nasıl eğilip kendi amaçları için nasıl çalıştığı asla unutulamaz. Zaman zaman, oradan kopan cumhuriyetlerin özellikle çeşitli spor dallarındaki başarılarıyla gündeme geldikçe, olaydan çıkarılabilecek acı dersler kolay kolay unutulmuyor. Hem akıllı hem bilge adamların vali ziyaretiyle başlayan Diyarbakır temasları belediye başkanından sonra “Demokratik Toplum Kongresi” eşbaşkanlarıyla devam etmiş. Kısacası, yavaş yavaş biçimlenmeye ve kurumsallaşmaya dönüşen “özerklik” akımının gelecekteki yürütme ve yasama kuruluşları da Kosova mimarlarınca tanınmış oluyor. Bu tür gelişmeler karşısında, AB kapısı önünde bekleyen Türkiye’nin önündeki siyasal engeller arasına Kıbrıs’tan sonra bir de Güneydoğu özerkliğinin de konacağını söylemek pek yanlış olmaz. Kendi “ulus-devlet”lerini kurduktan sonra büyük rahatlık ve güvenle belirli bir uygarlık temeline dayalı “kıta devleti” peşinde koşanların onlardan alınma ilkelerle kurulmuş bir Türkiye Cumhuriyeti’ni nereye sürüklemek istedikleri gerçekten ilginç bir bilmecedir. Akıllarında bir “Kürdistan Cumhuriyeti” yaratmak gibi bir son hedef varsa, kendilerini Barzani’nin yanına yollamak gerekmez mi? [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle