Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
10 EYLÜL 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
SÖZDEN YAZIYA
SÜHEYL BATUM
Bir Bayram Sonu Yazısı
Değerli dostlar, bugün bayramın ikinci günü.
Maalesef son bayramlar, eskiden olduğundan
farklı geçiyor. Daha önce ekonomik sıkıntılar
vardı, sürekli kemer sıkma politikaları vardı.
Siyasal sıkıntılar vardı. Türkiye Cumhuriyeti
vatandaşlarının ortak sıkıntıları vardı. Gelir
dağılımında uçurumlar vardı. Bir yanda “aylık
geliri ile kendisine her gün süper lüks bir araba
alabilecek ölçüde para kazananlar” vardı. Diğer
yanda ise, “bırakın aylık, ömrü boyunca kazandığı
parayla, kendisine o arabanın aynasını
alamayacak insanlar” vardı. Kadın-erkek
eşitsizliği vardı. Alevi dostlarımızın verilmeyen
ama analarının ak sütü gibi helal talepleri, hakları
vardı.
Ama yıllardan bu yana süregelen son derece
güzel ve geçerli ilkeler, kurallar, gelenekler ve
kurumlar da vardı. Aynı şekilde, hangi eğitim
grubundan olursa olsun, hangi cinsiyetten, etnik
kökenden, mezhepten, siyasal partiden,
görüşten olursa olsun, bu kurallara, kurumlara,
geleneklere duyulan inanç da vardı. Öyle bir
inanırdık ki bu kurallara, geleneklere, hepimiz
uyardık.
Ama Türkiye’ye, bir gün, bir gömlek giydirmeye
çalıştılar. Bundan 30 yıl önce bir 12 Eylül günü,
bu elbiseyi dikmeye başladılar. 1990’lı yıllarda
“küresel sermayenin” zoru ile, açıkça elbiseyi
giymemiz için gereken her şeyi yapmaya
başladılar. Hatırlayın bir gecede bankalardan
paralar çekildi, bir gecede krizler yaratıldı, bir
gecede Kemal Derviş’ler gönderildi, bir gecede
faizler uçuruldu. Evet yavaş yavaş elbiseyi
giymemiz için herkes üzerine düşeni yapmaya
başladı.
Hakkında “zimmet, kalpazanlık, resmi
evrakta sahtecilik” suçlamaları ve
soruşturmaları bulunan Recep Tayyip Erdoğan,
bunlardan değil de, sözüm ona bir şiir
okuduğundan mahkûm oldu. Türkiye’de
neredeyse tüm başbakanlar hatta siyasetle
uğraşanlar, bir süre cezaevinde yatmış iken,
Recep Tayyip Erdoğan için turlar düzenlendi.
Tüm AB elçileri ve tabii ki ABD elçisi kapıda
bekledi. “Dünyada ilk kez bir siyasetçinin bu tür
bir uygulamaya tabi tutulduğu yönünde”
demeçler bile verdiler. Dedim ya bize elbirliği ile
“bir elbise giydiriyorlardı”. Ve bu elbiseyi
giymemiz için daha çok şey yaptılar. Recep
Tayyip Erdoğan daha milletvekili bile değilken,
Bush, Beyaz Saray’ın önünde kırmızı halılarla
karşıladı kendisini. Türkiye’de en önemli
gazeteler, günlerce tam sayfa yayınlar yaptılar;
“İşte bizi yönetmesi gereken siyasetçi bu” diye.
Hatırladınız değil mi? Dedim ya, bize elbirliğiyle
bir elbise giydiriyorlardı. Ve giydirdiler de.
Ama bu elbiseye karşı çıkanlar da vardı.
Kimler mi? İlkönce bazı aydınlar. Onlara neler
yapıldığını ve halen yapılmakta olduğunu
görüyorsunuz. Sonra işadamları korkutuldu.
Tümüne diz çöktürüldü. Kimine ihale verildi,
kiminin ödü patlatıldı. Nasıl mı? Hani “kedinin
bacağını ayırma” fıkrasını hepiniz bilirsiniz, o
yöntemle tüm işadamları ikna(!) edildi. Kimileri
zor yoluyla, kimileri ihale yoluyla. Yetmedi mi, 8
yılda yeni işadamları yaratıldı. Yeni “dâhiler”
ortaya çıktı. En sonunda “medya” tamamen ele
geçirildi. Kimileri doğrudan ele geçirildi, kimileri
korkutuldu, kimileri belirli(!) yöntemlerle(!) ikna
edildi. Yetmedi mi, yeni gazeteciler, yeni yayın
yönetmenleri yaratıldı. Dedik ya, yeni elbiseyi
giymemiz için medya çok önemliydi. Çok önemli
işlevi olacaktı.
Ve son aşamaya geldik. Tüm bu sürecin, bu
yeni elbisenin bir de “kullanım kılavuzu”
gerekliydi. Çünkü yargı denilen bir kurum, bu
yeni elbisenin giyilmesine karşı duruyordu.
Sıkıntılar yaratıyordu. Yeni elbisenin giydirilmesi
yönünde bazı girişimleri iptal ediyordu. Örneğin
maden arazilerini kuralsız, koşulsuz yabancı
şirketlere açıyordun. İptal ediyordu. Limanları
sorgusuz sualsiz Ofer’e satıyordun, örneğin
Galata Limanı’nı, Trabzon Limanı’nı... İptal
ediyordu. Tüpraş’ı çerez parasına satıyordun,
iptal ediyordu. Üstelik Hazine’ye 3 milyar dolar
fazladan kazandırıyordu. Ama senin
şirketlerinden o parayı alıyordu. Dedim ya, bu
duruma bir son vermek gerekiyordu. Artık bu
elbisenin giydirilmesi için son engellerin de
ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Ve bu anayasa değişikliği yapıldı. Bu bayramın
sonunda bu değişikliği oylayacağız. Ve ben bir
şey düşünüyorum. Bu değişiklikle “tüm yargıyı
da” tek elde toplayacağız. Kimin elinde
toplayacağız. Hiç kuşkusuz AKP iktidarının yani
Türkçesi Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın.
Yani işadamlarına dönüp “Bitaraf olan
bertaraf olur” diyen siyasetçimiz. Yani yargıya
dönüp “Bugüne kadar Aleviler talimat
veriyordu, artık biz vereceğiz” diyen siyasetçi.
Yani televizyonda açıklıkla “Bu anayasa
değişikliğine hayır oyu verenler darbecidir”
diyerek halkın yarısını darbecilikle suçlayan bir
siyasetçi, bir başbakan. Artık bundan sonra kim
ne verelim diye düşünebilir acaba? Şimdiden
bunları söyleyen bir siyasetçiye, tüm yetkiler
verilebilir mi acaba? Bunu versek, sonra nasıl
geri alabiliriz acaba? Sadece bu gerçek bile,
bayramın sonunda ne karar vereceğimizi
belirledi bence. Hepinize ‘HAYIR’lı bayramlar,
‘HAYIR’lı günler, ‘HAYIR’lı oylar...
LÜTFİYE AYDIN
Demirtaş Ceyhun, ‘Edebiya-
tımı İstiyorum’ diyordu hani;
ben de nicedir çocukluk kentimi
istiyorum, bunun nice olanaksõz
olduğunu bile bile.
Sanõyorum, betonlaşma olgu-
su yalnõzca kentlerin değil, insa-
nõnõn da dokusunu değiştirdi.
Yirmi yaşõmda ayrõldõğõm Gazi-
antep o zamanlar büyükşehir de-
ğildi. Hele ‘marka şehir’ hiç
değil. Nüfusu azdõ. Sessiz fakat
görgülü, zarif, hem kendine,
hem de çevresine saygõlõ, ‘sözü
senet’ olan insanlarõn kentiydi.
Büyüklerimizin o zengin yöre
diliyle anlattõğõ Kurtuluş Savaşõ
öykülerini. Edep-er-
kân mesellerini can
kulağõyla dinlerdik.
Pek çoğu henüz ayak-
ta olan evler, hamam-
lar, hanlar, medrese-
ler, kõraathaneler, ha-
raflar, mesire yerleri
bu sözel öykülerin
doğal mekânlarõydõ.
Çok eskilerde kalan
çocukluğumun, ilk gençliğimin
Gaziantep’i bir yeşillikler ken-
tiydi. Yaşar Kemal, 25 Tem-
muz 1955 günlü Cumhuriyet’te
yayõmlanan bir yazõsõnda şöyle
diyor: “Uzaktan Antep görün-
dü. Antep’in dört bir yanı ye-
şillik, tepeler, bağlar gümüşi
zeytinlikler, sarıya çalan bir
yeşillik, bağlar... Antep’in üs-
tünde süt beyazı bulutlar. Ye-
şilin en yeşili, kırmızının en
kırmızısı Antep toprağı.”
Öyleydi gerçekten de. Kenti
çevreleyen zeytin, fõstõk, dut
ağaçlarõ, bağlar, kentin içine dek
sokulmuştu. Sarõgüllük, Zerdali-
lik, Dutluk, Hayirlik (İncirlik),
Salkõmlõk (Akasyalõk) Çukur-
bostan, Taşlõtarla, Karatarla gibi
yeşili çağrõştõran yer adlarõnõn
kimi çoktan unutuldu; kimisi de
imara açõldõ, sõradan semt adla-
rõna dönüştü. Kentin kanavasõn-
da en çarpõcõ renk olan, otuzdan
fazla üzüm çeşidi yetiştirilen
bağlar da yok artõk, üzümlerin-
den üretilen şaraplar da... Şarap-
hane diye bir yer adõ vardõ eski-
den, o da sizlere ömür. Şimdi
sergi açõlõşlarõnda bile gazoz tü-
rü içecekler ikram ediliyor.
Sokak, cadde adları
Gaziantep’le ilgili kitabõm
“Anka Kentim”in bir bölümce-
sine “Sular Kenti” başlõğõnõ ve-
rişim boşuna değildi. Çünkü pek
çok yer de sulardan almõş adõnõ:
Suburcu, İncilipõnar, Balõklõ, Al-
leben, Kadõ Kasteli, Pişirici, Os-
maniye Kastelleri... Yöremizin
en özgün yanlarõndan biri de
yeraltõ su mimarisidir. Bundan
dolayõ, bir tür sarnõca benzetilse
de gürül gürül akan sularõndan
dolayõ eski insanlarõn yaşamõna
anlamlar katan eski şimdilerde
kasteller güya ihya edilmiş. Ne
var ki bir zamanlar kadõnlarõn
bir arada, güle söyleşe kilim ke-
çe, yün çamaşõr yõkadõklarõ bu
yerler de bir tür türbeye çevril-
miş diye duydum. Tõpkõ nevzu-
hur kimi din ulularõnõn adlarõnõn
sokaklara cadelere verilmesi gi-
bi. Bir de adõnõn önünde mutla-
ka ‘hacı’ sõfatõ olan sonradan
görme sözüm ona hayõrseverle-
rin... Oysa benim yaşadõğõm yõl-
larda Mütercim Asım gibi dil
bilginlerinin, Ayni gibi tarihçi-
lerin, “Eflake çıkardın yine ef-
gaanımı Yarab” diyen müna-
caatõ cuma salalarõnda okunan
mutasavvõflarõn; Karayılan, Şe-
hit Mahmut Söylemez, Happa
Ana gibi Antep Harbi kahra-
manlarõnõn adõ verilmişti sokak-
lara, caddelere. Karayılan, Ali
Nadi Ünler gibi kahramanlarõn
adlarõ ne zaman silinecek, doğ-
rusu merak ediyorum. Çünkü bu
ülkede Kurtuluş Savaşõ filan ve-
rilmemiş diyorlar son zamanlar-
da; buna bağlõ olarak, doğallõkla
Antep Harbi diye bir şey de söz
konusu olamayacağõna göre...
Umarõm, Şehitler Kütüphane-
si’nin kapatõlmasõ, Şehitler Anõ-
tõ’nõn hemen yanõndaki Yeşilsu
Parkõ’nõn yõkõlmasõ bu yeni bil-
gilerle(!) ilintili değildir. Parkõn
yerine -eğer doğruysa elbet-de-
vasa bir yapõ kompleksi dikile-
cekmiş galiba. Öyle olursa hem
kentin soluğu büsbütün kesile-
cek, hem de o simge anõt da bü-
tün görkemini yitirecek demek-
tir. “Yıkıcılar geldiler” diyordu
Metin Altıok bir şiirinde. De-
mek ki kimi zaman “yapmak”
da yõkmanõn bir başka biçimi
oluyor. Ellili yõllarda imar adõna
Beyazõt Meydanõ’nõ yerle bir
eden düşünce bütün ülkede ye-
niden hortladõ galiba. Bu yön-
tem kentlerin belleğini silmenin
en kestirme yolu olmalõ. Yalnõz-
ca somut mekânlar değil, düşün-
celer, idealler de usul usul, alõş-
tõra alõştõra yok ediliyor.
Eski bayramlar
Yaşõtlarõm çok iyi anõmsaya-
caktõr, son işgal askerinin de çe-
kilip gittiği 25 Aralõk Gazian-
tep’in kurtuluş günüydü. Bütün
halk soğuğa, keskin ayaza hiç al-
dõrmadan Maarif Caddesi’ni, İs-
tasyon ve Hürriyet caddelerini
tõklõm tõklõm doldurur, çoluk ço-
cuk gerçek bir bayram sevincini
yaşardõ. Yalnõzca Kurtuluş Bay-
ramõ değil, ulusal bayramlarõmõ-
zõn hepsi bir mutluluk kaynağõy-
dõ. Hele nerdeyse özü boşaltõlan
19 Mayõs Gençlik ve Spor Bay-
ramlarõ... Örneğin biz Kõz Orta-
okulu’nun öğrencileri, merkez-
deki okulumuzdan, o zamanlar
Spor Sahasõ diye adlandõrõlan
şimdiki Kamil Ocak Stadõ’na
dek kõsacõk şortlarõmõzla, elimiz-
de kasnak ya da eşarplarla gider-
dik de, bu sõrada ters bir bakõşla
bile rahatsõz edilmezdik. Kaldõ
ki çevredeki insanlarõn çoğu Os-
manlõ döneminden kalma, eği-
timsiz, moda söylemle ‘müte-
deyyin’ insanlardõ; üniversite bi-
tirmiş, doktora filan yapmõş dip-
lomalõ yobazlar değildi yani. Ar-
tõk, ulusal bayramlar da demode
oldu pek çok şey gibi. Askeri ve
mülki erkândan birileri göster-
melik üç beş öğrenciyle anõtlara
çelenk koyup gidiyor, o kadar.
Ne akşamlarõ yapõlan fener alay-
larõ, ne de Halkevi salonlarõnda
Cumhuriyet balolarõ...
‘Küçük Buhara’dan
eser yok
Memluklar döneminde ‘Kü-
çük Buhara’ diye bilinen Gazi-
antep’te bugün yalnõzca kitap
satan bir tek kitapçõ yok. Oysa
bundan kõrk yõl önce üç beş ki-
tapçõ yanõnda bir de Milli Eği-
tim Yayõnevi vardõ. Şimdi yok.
Bana öyle gelir ki açõlan üniver-
sitelere, kolejlere, paralõ özel
okullara, dershanelere karşõn,
kültürsüzlük hiçbir zaman şim-
diki kadar zirve yapmamõştõ.
Çünkü kültür deyince insanlarõn
aklõna bambaşka şeyler geliyor
artõk; hepsinin tabelalarõ İngiliz-
ce olan lüks mağazalar, şõk res-
toranlarla, bir dil cenneti olan
kentin bu özelliğiyle de alay
ediliyor. Birkaç yõl önce “lah-
macun yeme yarışması” gibi
düzeysizlikler sergilenen kenti-
mizde vaktiyle spor yarõşmalarõ
düzenlenirdi. Ya o efsanevi bilgi
yarõşmalarõ?!
Lahmacun yeme yarõşmasõ
düzenleyen kent! ‘Küçük Buhara’ diye bilinen
Gaziantep’te bugün ‘yalnõzca
kitap’ satan bir tek kitapçõ yok.
Kentin kahramanları tanınmıyor
1
967-1970 arası Gaziantep Lisesi
arada birincilikler de olmak üzere
hep dereceye girerdi. 1968-1969
arasında üniversiteye giriş sınavlarında
en çok kazanan öğrenci yine bu okul-
dan çıkmıştı. Oysa bugün açılan onca
okula, iki üniversiteye, sayısız dersha-
neye karşın bu yıl ÖSS’de Gaziantep 81
il içinde sondan ikinci olmuş. Beri yan-
dan geçtiğimiz günlerde Gaziantep’in
her yanı genç bir adamın posterleriyle
donatılmıştı. Meğer popstar yarışması-
nın birincisi Gaziantep’ten çıkmış, kon-
ser verecekmiş. 1950’lerde zaten İdil
Biret’e konser verdirilmişti; şimdi de
Fazıl Say çağrılacak değildi ya...
Evrensel kültüre sanki savaş açılmış.
Ömer Asım Aksoy’un adı bir caddeye,
okula, üniversitede bir salona verilmiş
olsa da gençler bu yüz akı, övünç kay-
nağı insanımızı tanımıyor. Dahası, şim-
dilerde ‘kent müzesi’ diye sunulan Be-
yaz Ağa Konağı’nda da adı yok. Kutlan-
ması gereken bir restorasyon çalışma-
sıyla kurtarılan bu konağın damadıydı
oysa Ömer Asım Bey. Eh, o konakta
doğup büyüyen, Hüseyin Bayaz’ın adı
da yok gibi. Kentin en önemli kültür
adamlarından olan Hüseyin Bayaz’ın
yazdıkları, özel eşyaları en çok sahibi
olduğu o konağın bir odasına yakışmaz
mıydı?.. Sonra Dayı Ahmet Ağa Kona-
ğı... Restore edilip yalnızca yeme içme
kültürüne açılmış. Oysa ağa, İstiklal ma-
dalyalı bir kültür adamı. Birinci Dünya
Savaşı sırasında Yona’daki çiftliğinde,
giderlerini de kendisi karşılayarak yok-
sul köy çocuklarına okul açmış. Daha
sonra da kent merkezindeki paha biçil-
mez arsasını da okul yapılması için ba-
ğışlamış. Bunca olumsuzluk arasında
tek sevindirici gelişme Mazlum’un Evi.
Ünlü pedagog yazar Mitat Enç’in yetiş-
tiği evi kurtaran Mimarlar Odası kent
belleğini canlandırmak konusunda çok
yerinde bir adım atmış. Orada Mitat
Enç’in yapıtlarına da yer verilecekmiş...
Kültürsüzleştirme süreci
Kültürsüzleştirme süreci bu iktidar
zamanında başladı dersek çok da
doğru olmaz. Çünkü daha önceki dö-
nemin ünlü belediye başkanı da nice
önemli yapının yıkılıp gitmesine seyirci
kalmıştı... Dahası ‘Gaziantep Değerle-
ri ile Buluşuyor’ başlıklı bir sanat et-
kinliğine yalnızca gelmemekle kalma-
mış, etkinliğin yapıldığı tarihi yapının
hemen yanındaki Demokrasi Parkı’nda
gayet de- mokratik(!) bir biçimde çok
medyatik iki figüre konser verdirtmişti
bangır bangır. Halk oraya koşmuştu
elbette. Ülkü Tamer’den Arif Erkin’e,
Faruk Bildirici’den Ahmet Ümit’e,
Zeynep Göğüş’e pek çok kültür insa-
nının programını bilerek ya da bilme-
yerek sabote etmişti.
’
Gaziantep’in içine dek sokulmuş zeytin,
fıstık, dut ağaçları, kentin kanavasında
en çarpıcı renk olan, otuzdan fazla üzüm
çeşidi yetiştirilen bağlar yok artık,
üzümlerinden üretilen şaraplar da...‘ Y
eni büyükşehir belediye başkanı
belki AB fonlarından yararlana-
rak da olsa güzel şeyler yaptı
ama ranta açılan yeşil alanlar, Maarif
Caddesi’nin karnını yaran o ucube yer-
altı geçidi, Balıklı’ya geçişi olanaksız kı-
lan üstgeçit garabeti filan bağışlanır gibi
değil. Yaşadığım Ankara’yı deli gömleği-
ne çeviren zihniyet ne yazık ki doğdu-
ğum kenti de ele geçirmiş. Oysa şimdiki
başkandan yalnızca iktidar partisinden
olanlar değil bütün Gaziantep halkı
umutluydu; olumlu icraatlar bekliyordu.
Olmadı. Örneğin kalede yaptırılan Savaş
Müzesi’nin önündeki yaldız boyalı sö-
züm ona heykeller tıpkı Dikmen Keklik
Pınarı’ndaki yaldızlı heykeller gibi o des-
tansı Antep Direnişi’ni yansıtacak yerde
yansıtmıyor; karikatürleştiriyor. Ayrıca
kentte yetişen bütün politikacı, kültür in-
sanı ya da gelip geçen kişilerin anıların-
da yer alan Maarif Caddesi sıradan kişi-
liksiz, uzun bir sokak artık... Oysa adını
‘eğitim’den alan semtin çevresi bir za-
manlar kıraathaneler, postane, seçkin
aşevleri ile süslüymüş. Benim gençli-
ğimde yazlık sinemalar, müzikli aile
bahçeleri, erguvanlı parklarla doluydu.
İstasyon Caddesi halkın soluk aldığı, Al-
leben Deresi kıyısında kavurucu sıcak-
lardan kaçıp sığındığı özel mekânlardı.
Şimdi oralarda kocaman bir park var
ama ne müzik sesi var ne de su şırıltısı...
Gaziantep çok şey yitirmiş
Her şey bir dünsellik artık. Cumhuriyet
balolarında dans yarışmasına katılan eski
hanımefendilerin kızları tesettürü seçmiş.
Artık tarikat toplantıları çok moda. Kenti-
min en büyük özelliklerinden biri olan
hoşgörü sizlere ömür. Ünlü, adına kitap-
lar yazılmış 68’lilerin Kırkayak Kahvesi,
Ercüment Asaf Yanıç’ın söylemiyle kağ-
şamış masalarında “Evrenin sırları, aynı
suyun iki kez yıkanılmazlığını/ve atılan
okun geri dönmeyeceği” tartışılan Kırk-
ayak Kahvesi’nin hemen yanı başındaki
Kırkayak Parkı’nda şimdi ticani kılıklı
adamlar herkesin gözü önünde namaz kı-
lıp dinsel kitaplar sergisi açıyor; kadınları
da aynı amaçlı kermesler düzenliyor. Belli
ki ibadet de kabahat de gizlidir ilkesi çok-
tan unutulmuş.
Gaziantep çok şey kazanmış gözükse
de çok yitirmiş. Şair, ‘insan doğduğu
yere benzer/o yerin suyuna toprağına
benzer’ diyordu. Ne yazık ki artık o in-
sanların çoğu doğduğu yere hiç benze-
miyor. Ne verimli topraklarına, ne de gür
gümrah sularına.
Ne müzik
sesi ne su
şırıltısı
YARIN:
AYLA KUTLU (İSKENDERUN)
Prof. Özek uğurlanıyor
Haber Merkezi - Türkiye’de ve dünyada barõşõn
savunulmasõ amacõyla 1977 yõlõnda kurulan
Barõş Derneği’nin kurucularõndan olan ve
1980 darbesinin ardõndan “Barış Derneği Da-
vası”nda yargõlanan Prof. Dr. Metin Özek bu-
gün son yolculuğuna uğurlanõyor. 6 Eylül Pa-
zartesi günü yaşamõnõ yitiren Özek’in cenazesi
Teşvikiye Camisi’nde öğle namazõnõn ardõn-
dan kõlõnacak cenaze namazõndan sonra Kozlu
mezarlõğõnda toprağa verilecek. Türkiye Barõş
Derneği davasõ sürerken dava sanõklarõ 1984
Nobel Barõş Ödülü için aday gösterilmişti. Ay-
rõca dava sürecinde Prof. Dr. Metin Özek’in de
üyesi olduğu “Savaşa Karşı Hekimler” No-
bel Barõş Ödülü’nü almõştõ. On yõldan fazla sü-
ren Türkiye Barõş Derneği Davasõ, 1991 yõlõn-
da tüm sanõklarõn beraat etmesiyle sonuçlandõ.