25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 10 EYLÜL 2010 CUMA CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR 19 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Sürgün Ciddi İştir! “Sürgün edebiyatı” ve “sürgün sanatı”, 1933- 1945 arasında Avrupa’yı kasıp kavuran Hitler faşizminin mirası olan kavramlardır. Gerçi o dönemden önce de türlü nedenlerle ülkelerinden sürülen ve kendileri sürgüne gitmeyi seçen sanatçıların, edebiyatçıların, aydınların adları, dünya tarihinin kara sayfalarına geçmişti. Ancak 1933-1945, kitlesel sürgünün, kitlesel sanatçı ve aydın avının tarih sahnesine çıktığı bir dönemdir. Bugün Avrupa edebiyatının yakın tarihinde, sürgün yıllarında da eser vermeyi bırakmayanların oluşturdukları edebiyat, “sürgün edebiyatı” adıyla anılmakta. Thomas Mann, Stefan Zweig, Robert Musil, Bertolt Brecht ve Hermann Broch, bunlara ait yalnızca birkaç örnek. Bu arada ünlü düşünürler arasında, neredeyse bütün eserlerini sürgün yıllarında, Avrupa’da, Hitler’in cellatlarının elinde can vermemek için bir ülkeden ötekine kaçarken kaleme alan, sonunda da Fransa-İspanya sınırında intihar eden Walter Benjamin gibi bir ad var. Bilim adamları arasında ise sonunda ülkesi Avusturya’dan ayrılıp İngiltere’ye sığınan Sigmund Freud, herhalde başı çekenlerden. Bugün bu insanların biyografilerini okuduğumuzda, “sürgün” denilen olgunun, bir ülkeden çıkıp gitmenin her zaman her bakımdan “kurtuluş” anlamına gelmediğini, yani yurdundan ayrılmak zorunda kalanların asla yalnızca ölümden “kurtuldular” diye mutluluk içinde yaşamadıklarını, hatta örneğin Stefan Zweig’ın sonunda sığındığı Brezilya’da devlet töreni ile karşılanmışken ve parasal hiçbir sorunu da yokken, sırf ülkesi Avusturya’nın o günkü koşullarını ülkesine yakıştıramadığı için eşiyle birlikte intiharı seçtiğini okuyoruz. Yani, bir başka açıdan durum şöyle de özetlenebilir: Bütün bu gerçek büyükler, ülkelerinden ayrılmazdan önce birilerini: “Bak, giderim ha!” diye korkutmanın lüksüne hiç sahip olmadılar. Hayatta kalmaları, eser vermeyi sürdürmeleri, gitmeleri koşuluna bağlıydı. Ama bu yüzden, gittikleri yerde kendilerini toplumlarından dışlamak gibi bir tavra da hiç girmediler. Tarih, bu gerçek büyüklerden herhangi birinin, hangi nedenle olursa olsun, halkına iftira ettiğini veya halkından “utandığını” ise hiç yazmadı. Zaten tarih, bugüne kadar hiçbir “gerçek sanatçı” için böyle bir şey yazmadı. En geç 18. yüzyıldan bu yana, sanatçının iki ayrı tanımı ortaya çıktı. “Dar anlamda” diyebileceğimiz sanatçılık, alanlarının zanaatında, yani işçiliğinde olağanüstü başarılara imza atanların niteliği oldu. “Geniş anlamda sanatçılık” için ise sanatçının toplumsal bağlamdaki tavrı birincil önem kazandı. Bestelediği 3. Senfonisi’ni “Eroica” adıyla Fransız İhtilali’nin mirasçısı saydığı Napoleon’a ithaf ettikten sonra, 1805 yılında, Napoleon’un imparatorluk tacını giymesiyle birlikte bu ithafı herkesin gözü önünde çizen Beethoven’in tavrı, böyle bir tavırdır. Bundan yola çıkarak, kendi iklimimizde kimleri geniş ya da gerçek anlamda “sanatçı” ya da “yazar” saymamız gerektiği üzerinde ciddi biçimde düşünmemiz, artık çok gerekli. Çünkü aksi takdirde, Sabahattin Eyuboğlu’nun deyişiyle, “manatçı”ları sanatçı, Elias Canetti’nin deyişiyle de “yazıcı”ları yazar saymamız işten bile değil! acem20@hotmail.com kultur@cumhuriyet.com.tr S abahõn çok erken saatleri... Güneş az önce doğdu... Fõşõr fõşõr sahile vuran dalgalarõn sesini duyuyorum.. Ayaklarõm suya ha değdi ha değecek... (Dikkat et Zeynep, kucağõndaki mini-bilgisa- yara su değmemesi gerek, aksi hal- de bu yazõyõ yazamazsõn, ga- zeteye yollayamazsõn...) Dün akşam 7. Uluslararasõ Gümüşlük Klasik Müzik Fes- tivali’nin kapanõş gecesi vardõ. Piyanist Gülsin Onay, piyanist Eren Levendoğlu, perküsyon ustasõ Burhan Öçal, Zeynep Tanbay ve Dans Projesi hep- si bir arada aynõ sahneyi pay- laştõlar! Heyecan vericiydi! Ama durun böyle anlatmama- lõyõm. Baştan başlõyorum: EREN LEVENDOĞLU FENOMENİ Her şey, genç bir piyanistin Eren Levendoğlu’nun Türki- ye’ye gelip Gümüşlük’e yerleşme- siyle başladõ. (Londra doğumlu; Zimbabwe ve Cape Town Üniversi- tesi deneyimli; Royal Schools of Mu- sic eğitimli; kõtalar arasõ nice okul- lu ve konserli bir yaşam...) En önem- lisi Eren Levendoğlu müthiş azimli. Hayal ettiklerini hayata geçirmek için, aklõna koyduğunu gerçekleş- tirmek için hiçbir engel tanõmõyor! 2003 Ekimi’nde Türkiye’ye yer- leşiyor ve bir yõl içinde bu festivali gerçekleştirmeyi başarõyor. Tek ba- şõna bir ordu gibi çalõşarak... Daha doğrusu bir nefer gibi çalõşarak! Gülsin Onay gibi vizyon sahibi, uluslararasõ ilişkilerde saygõ gören bir ustayla işbirliği yapõyor Eren Le- vendoğlu. Gülsin Onay’õn danõş- manlõğõnda, festival, yöreye gönül vermiş sponsorlarõn katkõlarõyla ge- lişiyor. Hem de nitelikten yani ka- liteden hiç ama hiç ödün vermeden! Antik Myndos’un henüz bozul- mamõş doğasõnda, 400 yõl öncesin- den günümüze gelen ve bir süre ön- ce onarõlan bir kiliseyi (Eklisia) me- kân edinmiş festival 7 yõldõr sürüyor. Ancak sadece festival olarak kal- makla yetinmiyor. Tüketici değil üretici niteliğini vurgulamak için bir de “master-class” uzmanlõk dersleriyle halka açõk bir müzik okulunu da yerleştiriyor ve gelişti- riyor. Biraz önce kalite dedim. Konser vermeye gelenlerin katõldõğõ uz- manlõk dersleri bu yõlki yaz müzik okulu programõndan birkaç örnek vereyim: Valentin Srif, Makato Ueno, Jean Benard Pokkier ve Gülsin Onay’dan piyano; Gülşen Talu’dan flüt; Cihat Aşkın’dan ke- man; Wolfgang Boettcher’den vi- yolonsel masteclass’larõ... UNUTULMAZ ANLAR: 24 Temmuz’da başlayan, bir bu- çuk aya yayõlan, birbirinden değer- li 11 konser ve yaz müzik okulu öğ- rencilerinin verdikleri konserlerle 20’ye ya- kõn gösterinin yer aldõ- ğõ festival önceki akşam sona erdi. Ben eylül ayõnda bu kõyõlara ulaş- tõğõmdan, ancak son iki konseri izleyebildim. Biri solist olarak Gül- sin Onay’õn katõldõğõ şef Işın Metin yöneti- mindeki Bilkent Sen- foni Orkestrasõ’nõn konseriydi. Öteki de önceki akşamki kapanõş şöleni. Festival ilk kez bir senfoni or- kestrasõ ağõrlayacakõ. Bu nedenle bahçeye portatif dev bir sahne ku- rulmuştu. Gülsin Onay’õn duyarlõ- lõkla dinamizmi, dõşavurumculuk- la içselliği birleştiren yorumuyla Dvorak ve Ravel konçertolarõnõ peşi peşine izlemek; Işõn Metin’in orkestrayla bütünleşmiş yorumun- dan Dvorak 9 senfoniyi tüm akus- tik ve sahne problemlerini sõfõrlayan mükemmel icrasõnõ dinlemek, eşsiz bir deneyimdi! Kapanõş gecesi ise kolay kolay tek- rarlanamayacak bir deneyimdi. İki bine yakõn izleyici o portatif sahnenin çevresini almõştõ. Bir o kadar da kapõda kaldõ! Önce piyanist Eren Levendoğlu ve darbukasõyla Burhan Öçal... Bach’õn “Partita”larõ... Alõşõlmõşõn dõşõnda bir performans... Ancak hem onlar hem biz ölümlü izleyiciler “ha- va”ya girmekte hiç zorlanmadõk, hemen benimsedik. Ardõndan Zey- nep Tanbay ve 5 kişilik Dans Projesi, Burhan Öçal’õn uçuşan parmaklarõ eşliğinde “Araz”dan bir bölüm sun- du...(Daha önce çok yazdõğõm için tekrarlamõyorum...) Derken Burhan Öçal’õn solo dar- bukasõ! Yer gök ve de deniz solu- ğunu tuttu. Herkes soluğunu tuttu. Burhan Öçal, tek kişilik bir orkestra kurmuştu sanki! Bunca farklõ sesler sadece o darbuka ve o parmaklardan mõ çõkõyordu? Kime söyleseniz inan- mazdõ! Sanki koca bir orkestra din- liyorduk. Solo sona erdiğinde bu kez yer gök alkõştan inliyordu! (Ve de de- niz!) Gülsin Onay’la Burhan Öçal’õn düeti ise başka bir şölendi: Klasik müzik bestecilerinin böylesi yo- rumlandõğõna ilk kez tanõklõk edi- yordum: Busoni, Scarlatti, De- bussy, Bartok ve Adnan Saygun, eğer dinleyebilselerdi, hiç kuşkusuz çok seveceklerdi bu darbuka ritmi eş- liğindeki parçalarõ... Dinmek bil- meyen alkõşlarõ Mozart’õn “Rondo” (Alla Turca) Türk Marşõ’yla taç- landõrdõ ikili! BURAYA BİR SAHNE GEREK Tamam. Portatif sahne yapõldõ. (Son akşam milletin yarõsõ kapõda kaldõ! Bahçeye bile giremedi! Ama yetmez, yetmiyor! Üstelik bu sahne geçici! Şu ana dek Gümüşlük Belediye Başkanõ Mehmet Tireli, sadece be- lediye başkanõ olduğu için değil, gerçek bir sanat ve klasik müzik sev- dalõsõ olduğu için, insanlarõn daha iyi bir yaşamõ hak ettiklerine inandõğõ için festivale sonsuz destek vermiş, katkõda bulunmuştu. (Gümüşlük’ün arõtma sorununu halletmiş olmasõ da bundan zaten.) İşte en dolaysõz söylüyorum: Bu Gümüşlük’e dev bir sahne gerek. Se- kiz yõldõr süren birikimi yok etme- mek için. Bu potansiyeli değerlen- dirmek için. Yaratõcõlõğõ önleme- mek için! Nitelikten vazgeçmemek için! Şu ana dek emeği geçen, spon- sorluk yapan, katkõda bulunan her- kesi kutluyorum. Tüm okurlarõma iyi bayramlar... www.zeyneporal.com Y O K T A N V A R E D İ L E N , D Ü Ş G Ü C Ü V E İ D E A L L E R L E B E S L E N E N B İ R F E S T İ V A L Gümüşlük mucizesi... ‘Büyük Oyun’ sinemalarda Kültür Servisi - Senaryosunu gazeteci- yazar Avni Özgürel’in kaleme aldõğõ “Büyük Oyun”, 17 Eylül’de gösterime girecek. Yönetmenliğini Atõl İnanç’õn yaptõğõ film, Kuzey Irak’ta Amerikan işgali sõrasõnda Amerikan askerleri tarafõndan katledilen Cennet adlõ bir Türkmen kõzõnõn öfkeyle savruluşunun ve intihar eylemcisine dönüşmesinin hikâyesini anlatõyor. Film, Uluslararasõ San Francisco Tiburon Film Festivali’nde ve Uluslararasõ Los Angeles Güney Avrupa Film Festivali’nde en iyi film ödüllerini aldõ. Man Booker’da son liste Kültür Servisi - Dünyanõn en saygõn edebiyat ödüllerinden Man Booker’da son liste seçici kurul başkanõ Sir Andrew Motion tarafõndan açõklandõ. 12 Ekim’de açõklanacak olan ödülün son listesinde Peter Carey, Parrot and Olivier in America (Faber and Faber); Emma Donoghue, Room (Picador - Pan Macmillan); Damon Galgut, In a Strange Room (Atlantic Books - Grove Atlantic); Howard Jacobson, The Finkler Question (Bloomsbury); Andrea Levy, The Long Song (Headline Review - Headline Publishing Group) ve Tom McCarthy, C (Jonathan Cape - Random House) adlõ kitaplarõyla yer aldõ. Cervantes’te Kosta Rica haftası Kültür Servisi - İstanbul Cervantes Enstitüsü’nün her yõl İspanyolca konuşulan ülkelere özgü olarak düzenlediği haftalarõn bu dönemki ilk konuğu Kosta Rica. Kosta Rica haftasõnda “Amerikalarõn Köprüsü” adlõ konferans, “Kosta Rica Manzaralarõ” fotoğraf sergisi ve Kosta Rica sinemasõndan örnekler yer alacak. Hafta 15 Eylül’de başlayõp 3 Ekim’e kadar devam edecek. Kültür Servisi - Yaklaşõk bir ay önce üç sergiyle ön açõlõşõ yapõlan Adalar Mü- zesi, Aya Nikola Mevkii Eski Helikopter Hangarõ’nõn yenilenmesiyle oluşturulan alandaki 7 ana galerinin de kapõlarõnõ bugün ziyaretçi- lerine açõyor. İstanbul ada- larõnõn 600 milyon yõllõk hi- kâyesini bir araya getiren Adalar Müzesi İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansõ projeleri kapsamõnda, Adalar Vak- fõ, Adalar Belediyesi ortak çalõşmasõ olarak hayata geçirildi. 9 İstanbul adasõnõn çeşitli haritalarõ ve uzay fo- toğraflarõ üzerinde yapõlan çalõşmalar sonucu hazõrlanan “10 Dakikada Prens Adaları” isim- li animasyonla açõlan müzede, adalarõn bugünkü yerlerine ve coğrafyalarõna kavuşma süreçleri gör- seller eşliğinde mercek altõna alõnõyor. İlk kürek yarõşlarõnõn yapõldõğõ adalarda denizle olan ilişki her zaman yaşamõn orta- sõndaydõ. İstanbul’un ilk gemileri Adalar’a çalõştõ, motorlu taşõtlarõn girmedi- ği Adalar’da fayton bir sim- geye dönüştü. Bu kültüre ait her şey müzede yer alõyor. Müzede Adalar’a gelen, yo- lu düşen ve yaşayanlarõn izlerini de bulmak mümkün. İsmet İnönü’nün Heybe- liada Sadõk Bey Plajõ’nda meşhur çivileme atla- yõşõnõ yaptõğõ tek askõlõ mayosu ve fotoğraflarõ, Fe- nerbahçeli Lefter’in milli takõm formasõ ve Ha- cı Bekirler’den Doğan Şahin’in jet-ski motoru da müzenin kalõcõ bölümlerini renklendiriyor. Göç ve nüfus değişimlerinin Adalar’a yansõmalarõnõn da anlatõldõğõ müzede eşi Niko Çavuri’nin 1954 yõlõnda Türkiye’den apar topar gönderilmesinin ar- dõndan Ada’dan ayrõlmak zorunda kalan, Bedi Ha- nım’õn dramatik öyküsü, günlükleri ve fotoğraf albümleri üzerinden müzeye taşõnõyor. 600milyonyıllıkhikâyebugünbaşlıyor ErenLevendoğluveBurhanÖçal. GülsinOnayveBurhanÖçal. Kültür Servisi - İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansõ’nõn desteği ile Türk Sinema Vakfõ (TÜRSAV) tarafõndan gerçekleştirilen “İs- tanbul/Pecs/Essen-RUHR Sinemasal Buluş- ma - 2010” Projesi, Macar sinemasõnõ İstanbul’a konuk ediyor. Yeni sinema sezonunun ilk büyük etkinliği olan “Macar Filmleri Haftası”, bugün başlayan festival 16 Eylül’e kadar, Beyoğlu Si- nemasõ ve Kartal Sanat Tiyatrosu Kültür Merke- zi’ndeki 8 uzun metraj ve 6 belgesel film göste- rimiyle gerçekleştirilecek. Çağdaş Macar sinemasõnõn ustalarõyla 2000’li yõllara damgasõnõ vuran genç kuşak yönetmenle- rin filmlerinden oluşan bir seçkinin İstanbullu si- nemaseverlerle buluşturulacağõ haftaya Macar sinemacõlar da ka- labalõk bir yapõmcõ ve yönetmen grubuyla katõlacaklar. “İstanbul/Pecs/Essen-RUHR Sinemasal Buluşma - 2010” Pro- jesinin ilerleyen safhalarõnõ ise Ekim 2010’da Almanya’nõn Essen kentinde düzenlenecek “Türk Filmleri Haftası” ve Kasõm 2010’da İstanbul’da düzenlene- cek “Alman Filmleri Haftası” oluşturacak. (www.sinemasalbulusma.org) Macarsinemasõİstanbul’akonuk
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle