Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 10 EYLÜL 2010 CUMA
6 HABERLER
TERÖR VE TOPLUM / MEHMET FARAÇ
mfarac@cumhuriyet.com.tr
www.mehmetfarac.com
Kara bir sıcağın keskin
ışıkları parlak kayalardan
yansımaya başladığında,
annemizin “gâvur eskisi”
pejmürde kıyafetlerden yaptığı
“çaput döşek”lerden büyük
bir telaşla kalkardık...
Tuhaf bir yorgunluk yaşardık
heyecanımıza ortaklık eden...
Kim bilir hangi bisikletin
ardından koşmuştuk
rüyalarımızda?..
Kim bilir, çalınma
korkusuyla kaç kez
ürpererek uyanmıştık
bayramlıklarımızın yanı
başından!..
Kimi zaman yılanların
yüzdüğü su deposunun bozuk
musluğundan yüzümüzü
alelacele yıkar, betonarme
gecekondumuzun tahta
sandığına istiflenmiş
kıyafetlerimize koşardık...
Babalarımız geçmişe
dalardı bizlerin sevinçle
boğuşan telaşını görürken!..
Annemiz ise “13 yaşında
gelin ettiler” diye isyan ederdi
sabahın köründe!..
Çocukluğunu yaşayamayan
biçare kadınların geleneksel
sitemleriydi bunlar!..
Hep anımsatırım ya cızlave
lastikleri?.. Kısa kollu bir
gömlek, kısa pantolon, cızlave
ve de mendil...
İlla ki mendil...
Babalarımızın Suriye’den
kaçak yollarla getirdiği
“gâvur eskisi” kıyafetlerin
cebinden çıkan; çoğunun bir
köşesinde, “John”, “Robert”
ya da “David” yazan
mendiller!..
Cakamız yerindeydi,
ayağımızda cızlave, yoksul
cebimizde artistik
mendiller!..
Siz hiç kanalizasyonların
açıkta aktığı sokakları lastik
ayakkabıyla arşınlayan,
terlerini Amerikan malı
mendillerle silen garibanlar
gördünüz mü?..
Bizlerdik işte onlar!..
Sabretmezdik ki, babamız
sabah mahmurluğunu
üzerinden atsın!.. Kendine
gelsin de, kara bir trenin
eskimiş lokomotifleri gibi
kuyruğa girelim önünde ve
ondan o kocaman bir liralar
kopartalım!..
İki buçuk liralık kültür!..
Anamız yapmışsa eğer
“üzlemeli pilav”la safran sarısı
zerdeyi, değmeyin keyfimize...
Limon şekerleriyle
tatlandırılmış
bayramlarımızda
sofralarımızı zenginleştiren
mönümüz bu kadardı işte;
tırnaklı ekmek, zerde, pirinç
pilavı!..
Sonra ver elini
büyükbabanın zengin evine...
Biz büyükbaba demezdik
dedelerimize... “dedey” derdik
onlara!..
Dedeyin çardaklı evine
gitmenin tek bir gerekçesi
vardı; onun tömbeki kokusu
sinmiş yastığının altında
adeta bir Roma hazinesi gibi
bekleyen iki buçuk liralar...
Acem halılarına yan gelip
yatan dedelerimiz, fokurdayan
nargilenin mefruşundan
dumanlar yükseldiğinde, daha
da bir heybetli görünürlerdi
gözlerimize!..
Sanırdık ki, kehribar
tespihleri çektiklerinde,
geçmişten nağmeler
getirirlerdi bize!..
Ceplerimizde bayram
harçlıkları ve ikinci el
mendillerimizde
sakladığımız
limon
şekerleri...
Urfa’nın
Kötüler
Mahallesi ile
kent merkezi
arasındaki
altı
kilometrelik
yolu işte o
küçük
mutlulukların
büyük heyecanıyla
arşınlardık…
Yani çelimsiz bacaklarımız
değildi bize o yolları
aşırtan!..
Bir an önce ulaşacağımız
tek yer Sarayönü
Caddesi’ndeki köhne
sinemalardı... O zamanlar
sinemalara kadınlar da
giderdi...
Bağnazlık Urfa’ya henüz
hâkim olmamıştı... O
sinemaların önünde, o
yıllarda töre uğruna kızlar
kesilmezdi!..
Türkmen, İnci, Atlas ve de
Özen...
O sinemaları kan ter içinde
dolaşmamızın bir tek nedeni
vardı; en çok film hangisinde
oynatılıyordu acaba?..
Biz en çok film oynatan
sinemanın kapısında
birikirdik... Öyle bilet almaya
yetmezdi paramız...
“Fevzi Abi”nin eline
bozuklukları yığar, bir bilete
sekiz kişi girerdik, rutubetin
gazoz; terin ayak kokusuna
karıştığı devasa salonlara...
Aydınlığı karanlıkta
öğrendik!..
Yılmaz Güney’de
kendimizi bulurduk, Aliye
Rona’da ninelerimizi!..
Hayati Hamzaoğlu
dedemizdi, Bilal İnci her
gördüğümüzde ürktüğümüz
amcalarımız!..
Ömercik’e “sosyetik” derdik,
Sezercik’e “zengin dölü!..”
Ayhan Işık çok uzaktı
bizlere...
Siyaset henüz
girmemişti kanımıza ama
solculukta Yılmaz Güney’i,
sağcılıkta Cüneyt Arkın’ı
bulurduk!..
Bayram sinemalarında en
az sekiz film oynatılırdı...
Sabahın köründen akşamın
karanlığına kadar, teneke
bardakta satılan su ve
şekerli
kahkeyi katık
ederdik bizi
bazen
kavganın
ortasına
bazen de
hayallere
sürükleyen
filmlere!..
Bazen
“Kızılmaske”
olurduk karanlığın içinde,
bazen “Battal Gazi...”
Kimi anlarda “Karaoğlan”
sanırdık kendimizi kimi zaman
da “Malkoçoğlu...”
“Hudutların Kanunu”nda
kaçakçı babalarımızın acısı
vardı!..
Fatma Girik’te töre
kıskacındaki analarımız...
Belimizde tenekeden “pata
dabançaları”mız vardı,
elimizde tahtadan
hançerimiz...
“Burusli” olmuşsak eğer
uçan tekmeler savururduk
“beş dakika ara”larda, Tamer
Yiğit’sek taklalar atardık
sigara dumanlarında!..
Üç günlük Şeker
Bayramlarında iki buçuk
liraları denkleştirmişsek eğer
gideceğimiz tek yer işte o kırık
dökük koltukları, lekeli
perdeleri ve biletsiz gişeleriyle
virane sinemalardı!..
Her filmin her sahnesi çok
şey öğretti bize...
Ağalara isyan ettiğinde
Yılmaz Güney’in peşine
düştük!..
Sendika kavgasındayken
Tarık Akan’ı tuttuk!..
Vizyonda bir kara film!..
“Vurun Kahpeye”yi
izlediğimizde bağnaz hocalar
gördük!.. İrticayı karanlığın
ortasındaki sinemalarda
tanıdık!..
Vatanseverliği öğrendik
“İngiliz Kemal”den...
“Düşman Yolları Kesti”
oynarken Kuvayı Milliye’yi
keşfettik...
Haksızlığa isyan etmeyi o
sinemalarda öğrendik...
Gariban hakkı yiyenlere hep
aynı çığlığı patlattık…
Yırtık perdelerde ihaneti
görünce aynı şekilde isyan
ettik...
Namussuzluğa, tecavüze,
ahlaksızlığa hep aynı cümleyle
kustuk öfkemizi!..
Hırsızlığı, yağmayı,
soygunu görünce çılgınca
dillendirdik o meşhur
deyişi...
Aldatanları, riyakârları ve
kan emicileri görünce, her
filmin her sahnesinde aklımıza
yine o unutulmaz haykırış
geldi...
Zenginin sesi de olsa Kartal
Tibet… Fakirin nefesi de olsa
Behçet Nacar...
İsyanın adı gibi gelirdi o
cümle bize!..
Köleliğe başkaldırı,
dayatmaya isyan,
sahtekârlığa öfke gibiydi o
iki kelime...
Çığlığımız işte o replikle
patlardı, kurallar bize ters
geldiğinde...
Bıkmadan, usanmadan,
isyankârca bağırırdık...
İçinde bulunduğumuz şu
bayramın hemen sonrasında;
pazar günü yalanın,
ihanetin, takıyyenin,
ikiyüzlülüğün, rantiyenin ve
de kaosun siyah beyaz bir
filmi getirilecek aydınlık
Türkiye’nin karartılan
perdesine!..
Senaristi ABD, yapımcısı
AKP, yönetmeni RTE...
Siz siz olun, o filmi sakın ola
vizyona sokmayın!.. Ve de
nefesiniz kesilene kadar
çocukluğunuzun hafızasına
kazılan o ünlü repliği
haykırın... Bıkmadan…
Korkmadan:
“NAYIR”rrrrr!... nolamaz!..
diye...
Biz Bu Filmi Çok Görmüştük!..
LEYLA TAVŞANOĞLU
Eskişehir Büyükşehir Belediye
Başkanõ Yılmaz Büyükerşen, 12
Eylül referandumu sonuçlarõ tahmi-
nini şöyle dile getiriyor: “Hepimiz
biliyoruz ki referandumdan evet
çıkarsa millet bir şey kazanmaya-
cak. Sadece AKP kazanacak.”
Hanefi Avcı’nõn kitabõndan yola çõ-
karak Türkiye’de hükümetlerin ve
kurumlarõn aymazlõk içinde “cema-
at”in faaliyetlerine yõllarca göz
yumduklarõna dikkat çeken Büyü-
kerşen, bundan sonra bu aymazlõğõn
son bulacağõnõ umduğunu söylüyor.
Büyükerşen, “Türkiye’nin cemaa-
te teslim olduğunu söylemek
abartılı olur. Ama birilerinin bü-
tün Türkiye’yi teslim almadan ra-
hata ermeyeceği görülüyor” diye
de önemli bir vurgu yapõyor.
- Siz 12 Eylül’de yapılacak ana-
yasa değişikliği referandumunda
nasıl bir sonuç çıkmasını bekliyor-
sunuz?
Büyükerşen: Referanduma sunu-
lan değişiklik teklifinin Türkiye’nin
ihtiyaçlarõnõn hiçbirini karşõlamaya-
cağõ son derece açõk. İktidar partisi
bu referandum sonuçlarõnõ yõpran-
mõş meşruiyetini tamir etmek için
kullanmaya çalõşacak. Bütün millet-
vekilleri, belediye başkanlarõ, il teş-
kilatlarõ kendi bölgelerinde sefer-
berlik halinde çalõşõyorlar. Benzer
bir seferberliği milletin problemleri-
ni çözmek için ilan etseler ne iyi
olurdu. Ama hepimiz biliyoruz ki
referandumdan “Evet” çõkarsa mil-
let bir şey kazanmayacak. Sadece
AKP kazanacak.
Beklentim elbette ki “Hayır” oy-
larõnõn çok çõkmasõdõr. Böyle bir so-
nuç, ülkemizin ve ulusumuzun gele-
ceği için -onlarõn kullandõğõ ifade
ile söyleyeyim- hayõrlara vesile ola-
caktõr.
- Ağırlıklı “Evet” çıkarsa
Türkiye nereye doğru gi-
der?
Ağõrlõklõ “Evet” çõkmasõ-
nõ düşünmek bile istemiyo-
rum. Dediğim gibi, AKP
Evet oylarõnõn kendisi için
bir güvenoyu olduğunu öne
sürecek. Dolayõsõyla evet
oylarõ ne kadar çok çõkarsa,
AKP’nin arkasõndaki destek
o kadar büyükmüş gibi gö-
rünecek. Bunun ve gerçekle-
şecek değişikliklerle bağõm-
sõz yargõnõn siyasi denetim
altõna girmesinin hoş şeyler
olmadõğõ açõk. Eğer öyle
olursa, Türkiye’nin tek
adam diktatörlüğüne doğru
gitmesinden ciddi endişe
ederim. Bugüne kadarki bü-
tün gelişmeler ve iktidardaki
“manzara-i umumiye” bu
eğilimi gösteriyor.
Dış politika endişe
veriyor
Ayrõca Türkiye’nin dõş
politikada son dönemlerde
çizdiği rota da beni endişe-
lendiriyor. Batõ camiasõnõn
ya da AB’nin üyesi olmak
ümidini kaybederek, geç-
mişte rejimini bize ihraç et-
mesine karşõ teyakkuzda ol-
duğumuz İran’a ve Arap ülkelerine
yakõnlaşma tavrõnõn, karmaşõk so-
runlarla dolu Ortadoğu coğrafyasõn-
da kõsa, orta ve uzun vadede bize
neler getirip neler götüreceğini, kõ-
saca Türkiye’nin nereye doğru sü-
rükleneceğini çok iyi ve çok yönlü
irdelemek zorundayõz.
- Az farkla da olsa “Evet” çıkar-
sa nasıl yorumlarsınız?
İhtimal vermiyorum ama çok az
farkla “Evet” çõkarsa ne olur derse-
niz, “Bazen bir musibet bin nasi-
hatten iyidir” derler ya, temenni et-
mediğim böyle bir sonuç, belki Tür-
kiye’nin kendisini toparlamasõ ve
bir bölümümüzün uyanmasõ için bir
vesile de olabilir. Ama ben bu oyla-
mada Türkiye’ye güveniyorum.
“Hayır” diyecektir…
- Hanefi Avcı’nın yazdığı kitapta
dehşet verici iddialar var.
Siz gerçekten Türkiye’nin
Fethullah Cemaati’ne tes-
lim olduğuna inanıyor
musunuz?
Cemaatin çok sayõ-
da mevkiyi ele geçir-
diği, gerçek gücünden
çok daha büyük bir gücü
kontrol edebilecek kadar bü-
yüdüğü anlaşõlõyor. Ama Sa-
yõn Avcı’nõn kitabõnõn ima
ettiği şey bambaşka. Cemaa-
te engel görülen, cemaatin
hoşuna gitmeyen insanlar,
kanunsuz ve hatta ahlaksõz
yöntemlerle, cemaatin hedef-
leri için gerekenleri yapmaya
mecbur bõrakõlõyorlar. Yani,
mesela özel hayatõnõza dair
birtakõm bilgiler kanun dõşõ
yöntemlerle toplanõyor ve si-
ze şantaj yapõlõyor. Türki-
ye’nin cemaate teslim oldu-
ğunu iddia etmek abartõlõ
olur. Ama birilerinin bütün
Türkiye’yi teslim almadan
rahata ermeyeceği görülüyor.
- Bu cemaatin bu kadar
güçlenmesi sizce nasıl oldu?
Başlangõçta Fethullah Ce-
maati, yurtdõşõnda geri kal-
mõş ya da bağõmsõzlõğõnõ ye-
ni elde etmiş ülkelerde ve
yurtiçinde okullar, dershane-
ler ve öğrenci yurtlarõ kuran,
mütedeyyin, hayõr-hasenat sahiple-
rini bir araya toplayan bir hareket
olarak görülüyordu. İlerleyen za-
manda Nurculuğun bir kolu olarak
dikkatleri üzerine topladõ. Giderek,
kentler ve kasabalardaki eşraf-esnaf
sermayesinin dayanõşma ile büyü-
mesine, bir kõsõm küçük ve orta sa-
nayicilerin de bunlara yaklaşmasõ
ile “yeşil sermaye”nin, bu gibi sos-
yo-ekonomik gelişmeleri siyasi ran-
ta çevirmek isteyen İslamcõ ve libe-
ral bazõ parti ve siyasetçilerin de ce-
maate desteklerine yol açtõ.
Cemaat mensuplarõ Türk halkõnõn
çok önem verdiği, fakat devletin bir
türlü derde deva olamadõğõ eğitim
ve sağlõk sektörlerine de, özel sektör
kuruluşlarõ olarak, başarõlõ örnekler-
le el attõ. Hareket, basõn, radyo ve
TV sistemlerine, yayõnevlerine,
ajanslara da sahip olurken RTÜK ve
hükümetlerden destek aldõ. Daha
sonra her alandaki mevcut meslek
örgütleriyle sivil toplum kuruluşla-
rõnõn ve hatta sendikalarõn benzer
isimli karşõtlarõnõ kurdurdular. Bu
bir bakõma toplumsal ayrõşmanõn,
bölünmenin kurumlardan başlatõl-
masõdõr. Bu gelişmelerin birkaç kö-
şe yazarõ dõşõnda, TBMM’de bile
yeterince tartõşõldõğõ söylenemez.
Vatandaş olarak bir bölümümüz
korkak, ilgisiz, bilgisiz, sadece ses-
siz izleyiciler olduk. Bir kõsmõmõz
ise gerçekten hayõrsever dayanõşma-
sõ inancõ ile cemaat ilişkileri içinde
gördüğümüz tanõdõklarõmõza baka-
rak, cemaat militanlarõnõn devleti
ele geçirmeye teşebbüs edebilecek-
lerine ihtimal vermedik. Ama şimdi
devletin istihbarat sistemi içinde üst
düzeyde görevler yapmõş olan Sayõn
Hanefi Avcõ’nõn açõklamalarõ, bizim
gördüğümüz parçalõ fotoğraflarõ,
bilgilerimizi ve gözlemlerimizi bir-
leştirdi. Öyle anlaşõlõyor ki devleti
oluşturan kurum ve kuruluşlara hâ-
kim bir güç olmak yolunda çok me-
safe alõnmõş. Ama ben bu ele geçir-
menin henüz tamamlandõğõnõ dü-
şünmüyorum. Kamuoyu ve devleti
oluşturan kurumlarõn içinde bugüne
kadar cemaat nüfuzundan uzak ka-
lanlarõn Sayõn Avcõ’nõn açõklamala-
rõndan sonra uyanmõş olmasõ gereki-
yor. Şimdi sorun teslim alõnanlarõn
nasõl kurtarõlacağõdõr.
Beni engellemeye çalışıyorlar
Türkiye’nin cemaate teslim
olduğunu söylemek abartılı olur.
Ama birilerinin bütün
Türkiye’yi teslim almadan
rahata ermeyeceği görülüyor
’‘
- AKP ve Fethullah Cemaati’nin sizinle de çok uğraştıklarını
biliyoruz. Çalışmalarınızı engellemek için ellerinden geleni
yaptıkları duyumları var. Bunları anlatır mısınız?
Benim çalõşmalarõmõ engellemek için elinden geleni
esirgemeyen pek çok kişi ve kurum var. Bunlarõn hangisinin
cemaatle bağlantõlõ olduğunu bilemem. Görüldüğü kadarõyla
cemaat sadece bizim gibilerle mücadele etmiyor, diğer İslami
cemaatlerle, diğer tarikatlarla da mücadele ediyor. Ama
anlaşõldõğõ kadarõyla, yeri geldiğinde AKP’nin en azõndan yerel
parti örgütleri, İslami gruplar ve cemaat pekâlâ işbirliği de
yapabiliyorlar.
‘Kılıçdaroğlu tıkanmışlığı açma fırsatı’
- Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanlığı’na seçilmesinden
sonra partiye geri dönecek eski CHP’liler arasında sizin de
adınız geçiyordu? Bu haberler doğru muydu?
Benim adõm, zaman zaman, siyaset ya da belli görevler için
geçer. Bunlarla ilgili aksi beyanlarõm olduğu durumlarda bile,
haberler devam eder. Kılıçdaroğlu’nun CHP Genel Başkanõ
seçilmesinin, Türkiye siyasetinde tõkanmõşlõğõn aşõlmasõ için bir
fõrsat olabileceğini düşündüm ve hâlâ da öyle düşünüyorum.
Sayõn Kõlõçdaroğlu’nun başarõlõ olacağõnõ ümit ettiğimi
söylerken, CHP’ye geçmem henüz gündem konusu değil.
Şu anda Eskişehir’e özgü bazõ sorunlarõn çözüm yollarõyla
meşgulüm.
KONUŞAN bir maliye bakanıydı. Yani devletin
ekonomik durumunu, hazinesini, borçlarını, ala-
caklarını bilen biri. İyimserdi. Bu konulardaki tab-
lo fena sayılmazdı. Gelişmiş ülkeler bile krizden ağır
yaralar aldıkları halde biz kolay atlatmıştık. Enflas-
yon tek rakamlı yüzdelere inmişti. Gelecek parlaktı.
İşte tam bu noktada sayın bakanın politikacılığı
tuttu ve halkoylaması sonucunun ekonomi üze-
rindeki olası etkisinden söz etme gereği duydu. “Ha-
yır” çıkarsa hiç hayırlı olmayacaktı. Dengeler bo-
zulacak, karışıklık gelecek, ekonomi kötüye gide-
cekti.
Başbakan da ara sıra buna benzer sözler ediyor.
Üstelik daha da abartarak.
Bu mantığı anlamak hiç kolay değil. Olsa olsa, an-
cak sözcüklerin anlamlarından kalkarak böyle
bir şey söyleyebilir: “Evet” olumluluk demektir, “ha-
yır” olumsuzluk. Ama, neyin olumluluğu ya da olum-
suzluğu?
Eğer, bir halkoylamasının sonucuyla ekonominin
durumu arasında bir nedensellik bağı kurulacaksa,
şöyle düşünmek gerekir: “Hayır”, anayasanın de-
ğişmeden kalması ve mevcut hukuk düzeninin sür-
mesi demektir. Ekonomi konusunda söylenen bü-
tün olumluluklar bu hukuk düzeninde gerçekleşti-
ğine göre, hukuk düzeninin değişmeden kalması ni-
çin olumsuzluk yaratsın?
Böyle bir mantık açısından bakınca, dengelerde
bozulma ve ekonomide kötüleşme olasılığı asıl hu-
kuk düzenindeki değişiklikle gündeme gelmiş ol-
maz mı? Özellikle, halkoylaması hukuken bir ikti-
dar yoklaması sayılmadığına göre...
Ohalde, ilginç bir durumla karşı karşıyayız de-
mektir. Kampanya boyunca, muhalefetin ve
medyadaki bazı kalemlerin anayasa değişiklikleri ve
getirilen olumluluklar üzerinde yeterince durmadı-
ğını ve çoğu zaman iktidara hücum etmekle vakit
geçirildiğini söyleyenler, iktidar ve yandaşlarıydı. As-
lına bakılırsa, bu yanlış bir saptamaydı. İktidar kar-
şıtları, bu halkoylaması girişiminin ciddi bir anaya-
sa değişikliğinden daha çok, Anayasa Mahkeme-
si ile Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu açısından
bir geriye gidişi kamufle ederek kamuoyunu yanıltma
amacı güttüğünü ileri sürmüşlerdir. Hayır oylarının
büyükçe bölümü iktidara karşı birikmiş tepkilerin so-
nucu olsa bile, bu aldatmaca girişimi yüzünden ve-
rilen kötü notun etkisi de hiç küçümsenemez.
Herhalde Başbakan, iki-üç maddelik bir anayasa
değişikliği için Meclis’te uzlaşma yerine halkoy-
laması yolunu seçmiş olmanın pişmanlığını ya-
şamaktadır. Bu konudaki mantık çarpıtmaları, ik-
tidar kaybı belirtilerinin beklenenden daha erken
meydana çıkmış olmasından kaynaklanıyor ola-
bilir.
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Mantık Çarpıklığı
mumtazsoysal@gmail.com
Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanõ Büyükerşen ‘Referandumdan evet çõkarsa sadece AKP kazanõr’ dedi:
Cemaat teslim almak istiyor