19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHUR YET 8 AĞUSTOS 2010 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE 1917 - 1991 1917, Bolşevik Devrimi.. 1991, Sovyetler’in dağılması.. Bu iki tarihin parantezi içinde kalan olgu, insanlık tarihi açısından daha uzun süre tartışılacak!.. 1789’un tartışması bile sürüyor. Ancak Anadolu Türklüğü bakımından bu iki tarih ne anlam taşıyor?.. Yıl 1920.. Mustafa Kemal 5 Şubat günlü ‘Durum Tartışması’nı önemli kişilere ve kolordu komutanlıklarına yolluyor; bu belgeden altını çizdiğim satırları aktarıyorum: “Türkiye, Kafkasya’da Bolşevik istilasını kolaylaştırma ve onunla eylem birliği yapmakla, batıdan doğuya doğru Anadolu, Suriye, Irak, İran, Afganistan ve Hindistan kapılarını müthiş bir surette açmış olacaktır. Bu açık kapıları kapamak için Müttefikler taarruzi stratejik hareketler yapacak kuvvetleri hızla sağlayamazlar... İtilaf Devletleri, Bolşevikler ile Türklerin arasını Kafkas milletleri vasıtasıyla kesmek planını bulmuşlardır. Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan belki de Kuzey Kafkasya hükümetlerinin bağımsızlıklarını onaylayarak onları kendilerine çektiler. Şimdi Bolşeviklerle vuruşmalarını bir oldubitti haline sokmak için onları her yoldan kışkırtmakta ve pekleştirmektedirler. Bizzat kuvvet yollamaya da başlamışlardır ki bu kuvvet etkisiyle (...) Türklerle Bolşeviklerin temaslarını önlemek ve kontrol etmek fikrindedirler. Plan büyük bir ciddiyet ve acele ile uygulanmaktadır. Eğer bu plan başarıya ulaşır ve Kafkas milletlerinin bize karşı kesin bir sed durumu almasıyla memleketimiz sarılı kalırsa, artık Türkiye için dayanma olanakları kökünden yıkılmış olur. Ondan sonra politik varlıklarını tamamen kaybetmiş Anadolu Türkleri, İtilaf Devleti Subayları komutasında sömürge askeri olarak ordular teşkil edecek, hem Kafkasya milletlerinin İtilaf Devletleri itaatinde tutulması ve hem Bolşevik istilasının durdurulması için kan dökeceklerdir.” 5 Şubat 1920 tarihli belge, Bolşevik Devrimi’nin Türkiye’nin kurtuluş tarihindeki önemini belirler. 1917 Devrimi Anadolu’nun emperyalist düşman tarafından kuşatılmasını engelledi. Atatürk’ün dehası bunu değerlendirdi. Yıl 1991... Berlin Duvarı 1989’da yıkıldı. Soğuk savaş noktalanıyordu. 1991’de Sovyetler dağıldı. “Soğuk Savaş” süresinde Türkiye “komünizm tehlikesi”ne karşı “ileri karakol”du. Anadolu çok partili rejim boyunca, bu yolda şartlandırıldı. Amerika’nın Sovyet tehlikesine karşı oluşturduğu “Yeşil Kuşak” coğrafyasında yerimizi almıştık. ‘Komünizm tehlikesine karşı en etkili panzehir İslam’dı; laik cumhuriyeti yok etmek için yapılan her şey bu şemsiye altında yürütülüyordu. “Türk - İslam sentezi” laik cumhuriyete karşı “alternatif” olarak ortaya atıldı; 12 Eylül döneminde yürürlüğe kondu. Laikliği savunan aydınlar birer birer faili meçhul cinayetlere kurban gidiyordu. 1991’de Sovyetler dağılınca dünya kapsamında strateji değişti. Laik cumhuriyet kurtuldu. Kurtuldu mu?.. 1917 Bolşevik Devrimi, Türkiye’nin kurtulması için bir tarihsel dönüm noktasıydı. 1991’de Sovyetler’in dağılması, laik Türkiye Cumhuriyeti’nin kurtulması için talihtir. Dengeler, 1991’den sonra kökünden değişti. İrtica “komünizme karşı panzehir” değil, uygarlığa karşı bir tehlike konumuna düştü. İrtica konusunda “durum tartışması” yapan siyasetçiler, şeriatçılarla işbirliği yaparak iktidara geçme hesabının bundan böyle hayal olduğunu anlamalıdırlar. (30 Temmuz 1996 tarihli yazısı) A klõ hâlâ yerinde kalan birileri çõkõp ya- nõt versin!.. Türkiye’de güvenlik soru- nu ortadan kalktõ mõ? Terör hâlâ en ön- celikli sorunumuz değil mi? Ordusu üze- rinde kurulmaya çalõşõlan psikolojik baskõ ile de- mokratikleşen kaç ülke var? Psikolojik olarak ku- şatõlmõş, toplum nezdinde itibarõnõn sarsõlmasõ için hakkõnda giderek ağõrlaşan eleştiriler üretilen bir kurumda moral kalõr mõ?.. Türkiye ağõr bedeller ödeyeceği bir hesaplaşmaya sürükleniyor. Diyalog ve uzlaşmanõn yerini tehdit, baskõ, zorlama, suçlama, tutuklama aldõ. Sade yurt- taşlarõn dahi endişeye kapõldõklarõ, kendilerinin de bir şekilde suçlanacaklarõ, tutuklanacaklarõ, sõra- nõn kendilerine de geleceği kaygõsõnõ taşõdõklarõ bir Türkiye yaratõldõ. Ülkede demokrasi varsa, refe- randumla ilgili görüşleri sorulan bazõ tanõnmõş isim- ler görüş açõklamaktan neden sakõnõyorlar? De- mokrasi her türlü görüş ve düşüncenin serbestçe ifade edildiği yegâne rejim değil mi? “Evet” propagandasõ devletin resmi kanallarõnda ser- bestçe yapõlabilirken “hayır” üzerine kurulan baskõ ile mi daha demokratik bir Türkiye yaratõ- lacak? AKP’nin tek başõna hazõrladõğõ değişiklikler mey- danlarda milletin anayasasõ olarak takdim edili- yor(?!).. Beyaz gömlek giymekten, ölüleri me- zardan çõkarmaktan söz edilerek tuhaf bir “evet” baskõlamasõ altõnda kuruluyor sandõklar. Refe- randum adõ altõnda plebisite gidiyoruz. Gerçeğini kaybetmiş olan toplum önüne konulanõ gerçek ola- rak algõlõyor. Meydanlarda mağduru oynayan- lar, mağrurları mağdur etmekle meşguller bu arada. Tam bu süreçte Orgeneral Atila Işık, õşõk oldu hepimize. Emeklilik kararõ ile kurum geleneğine sahip çõkmakla kalmadõ, son günlerde hasret kal- dõğõmõz “vefa”yõ anõmsattõ. Duygulu olmakla duygusal olma arasõndaki çizgiyi de bir dostum anõmsatmõştõ. Aklõ öne çekmek, duyguyu geriye it- meyi gerektirmiyor. Sayõn Işõk’õn kararõ duygusal değil, kurumsal ve giderek artan duyarsõzlõklara ya- nõt!.. Kaybettiğimiz gerçek içinde giderek öğü- tülen değerleri geri çağırmak için hâlâ umut ol- duğuna ilişkin ışıklar bunlar. İnternette dolaşan ve Türkiye fotoğrafõnõ çok iyi yansõtan “Çan dörtten fazla çalınırsa kim ölmüş- tür?..” başlõklõ bir kõsa öyküyü paylaşmak isti- yorum okurlarõmla: “Çok eski yıllarda krallık- la yönetilen bir ülkede hukuk ve hâkimler de varmış. Törelere göre, bir yurttaş öldüğünde, kent merkezindeki çan bir kez çalınır, uzun uzun yankılanırmış. Eşraftan birisi ölünce iki kez, devlet adamı ölünce üç kez çalınırmış. Ya kral?.. Kral öldüğünde çan dört kez çalınırmış. Gel zaman, git zaman, kentte bir olay olmuş ve mahkemeye intikal etmiş. Davanın sanığı ola- rak mahkemeye çıkarılan kişinin masumiyeti- ni tüm yurttaşlar biliyorlarmış. Bir formalite olarak görülen ve beraat beklenen davadan sürpriz bir karar çıkmış ve sanık para cezası- na mahkûm olmuş. Hâkim sanığa ‘Bir diyece- ğin var mõ?..’ diye sormuş. Sanık ‘Hayõr’ demiş. Mahkeme sona ermiş, beyinlerindeki kaygı ile dinleyiciler dağılmış. Kısa bir süre sonra dev ça- nın sesi duyulmuş. ‘Acaba kim öldü?’ Çan bir kez daha çalmış: ‘Eşraftan biri öldü.’ Kent çan sesi ile bir kez daha inlemiş: ‘Devlet adamõ öldü, aca- ba kim?..’ Çan bir kez daha çalmış, yeri göğü in- leterek... Herkeste bir feryat: ‘Eyvah!.. Kralõmõz öldü!..’ Ancak törede görülmemiş şekilde çan, beş, altı kez çalınmış, yer gök inlemiş ve sesler kesilmiş. Herkes bunun ne anlama geldiğini öğ- renmek için çan görevlisine koşmuş. Çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalmaktay- mış. Sormuşlar: ‘Çanõ defalarca çalmak ne demek? Kraldan daha büyük birisi mi öldü?’ Yanıt şaşır- tıcı ve anlamlıdır: Evet, adalet öldü!..’ ” Türkiye’de çanlar uzun süredir çok acõ seslerle çalmaya devam ediyor. Adaleti geri çağõrmak isteyen herkes için 12 Ey- lül sandõğõ bir fõrsattõr. “Hayır” demekten ürk- meyiniz. “Hayır” diyenlerin üzerine baskõ ku- ranlarõn hayalledikleri Türkiye’den ürkünüz. Re- jim gözümüzün önünde dönüştürülüyor, köklü ku- rumlar itibarsõzlaştõrõlõyor, hukuk hukuksuzluğun kõlõfõ yapõlõyorsa, “çanlar artık hepimiz için ça- lıyor” demektir!.. Çan Dörtten Fazla Çalõnõrsa Kim Ölmüştür?.. Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle