29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Temmuz’un Lozan’ları İKİ Lozan kutlanır temmuzlarda. Biri 1923’teki anlaşmanın 24 Temmuz törenleriyle anılması, öbürü de onun sonucu olarak kabotaj uygulamasına 1926’da başlanmasının 1 Temmuz Denizcilik Bayramı’yla kutlanması. Çoğu zaman, inanılmaz bir zaferin ardından geldiği için, Lozan’ın aslında bir yenilgi hesaplaşması olduğunu unuturuz. İstiklal Harbi’nin değil, Harb-i Umumî’nin defteri kapatılır orada. Muzaffer asker olarak Lozan’a gittiğini sanan İsmet Paşa, Cihan Harbi’ni kazanmışlığın gururuyla konuşan bir Lord Curzon bulur karşısında. İngiliz, Kuvayı Milliye üzerine salıp Anadolu bozkırında perişan edilişine sebep oldukları Yunan’ı unutmuş, Mondros’ta yenilgi koşullarını dikte ettikleri Osmanlı’yla konuşur gibi bir havaya girmiştir. Paşa, “Biz, 1918 mağlubiyetini üzerimize almıyorduk. Sırası geldikçe, ben, başmurahhas olarak, Mudanya Mütarekesi’nden geldiğimi söylerdim. Lord Curzon ise bana, Mondros Mütarekesi’ni hatırlatmaya çalışırdı” diye yazmıştır sonra. Görüşmelerin çetin geçişi, daha çok psikolojilerdeki bu zıtlıktandır.. Böyle olduğu için, müzakerelerde sıra “kabotaj”a, yani Türk limanları arasında yük ve yolcu taşıma hakkının yalnız Türk uyruklulara tanınmasına gelince, denizci devlet İngiltere, bu doğal hakkı çoktan yabancılara kaptırmış olan ve gemisizlikten ne yapacaklarını bilemeyen Türklere karşı ayak sürümeye başlamış, uygulanmayı geciktirmeye çalışmıştır. Sorun, sonuçta başmurahhaslar arası “mektup teatisi”yle çözüldü ve uygulama yasası ancak 1926’da çıkabildi. Ne var ki, “Denizcilik Bayramı” yapmak, Türk halkını “denizci” yapmaya yetmemiştir. Gerçi IMO denen Uluslararası Denizcilik Örgütü’nün verilerine göre, Türk donatanların sahip olduğu gemi sayısı yaklaşık 800’e varmıştır ve toplam tonaj 17 milyon dedveyt tonu aşmıştır ama, unutulmasın ki, bunlardan yalnız 392 gemi Türk bayrağıyla sefer yapar. Öte yanda, toplam tonajı yaklaşık 10 milyon dedveyt tona varan 407 büyük gemi yabancı bandırayla çalışır. Yalnız bizde değil, bütün dünyada ulusal bandıradan kaçışın nedenleri bellidir: Vergi, sosyal güvenlik ve çalışma koşulları falan. Kural gevşekliğinden para kazanan bir yığın küçük devlet türedi yeryüzünde. Mavi Marmara’ya seyir belgesi veren Komor Adaları Federasyonu İslam Cumhuriyeti gibi. Başka ülkelerde bu kolaylığa gerek duyan çok olabilir ama, doğrusunu isterseniz Türkiye’de gerek yok. Çünkü bizde de resmen “Türk Uluslararası Gemi Sicili” denen “İkinci Sicil” diye bilinen yasal uygulama o “kolaylıklar”ın çoğunu karşılıyor. Öyleyse, dışa çalışan armatörlerimizin yaklaşık yarısı niçin bundan yararlanmayıp Türk bandırasını bırakarak o bayraklara kaçar? Olur mu, “kayıt dışılık” diye bir rahatlık varken? İnsanlarımızın bir bölümü, nüfus kaydından başka kayıt tanımayacak kadar özgürlük düşkünüdür. [email protected] B ir başka anlamsõz tartõşma, anaya- sanõn 148. maddesinin 1. ve 2. fõk- ralarõna verilen yanlõş anlamdan kaynaklanmaktadõr. Bu fõkralara göre: “Anayasa Mahkemesi …anayasa değişikliklerini …sadece şekil bakımından inceler ve denetler. … / Kanunların şekil bakımından denetlenmesi …anayasa de- ğişikliklerinde …teklif ve oylama çoğun- luğuna ve ivedilikle görüşülemeyeceği şartına uyulup uyulmadığı hususları ile sı- nırlıdır.” Kimi anayasa hukukçularõ, bu kurallarda öngörülen biçim sõnõrlamasõnõn, anayasanõn 4. maddesinde öngörülen değiş- mez anayasa kurallarõ için de geçerli olaca- ğõnõ ileri sürüyorlar. Oysa anayasanõn 4. mad- desi, üzerinde herhangi bir değişikliğinin ya- põlamayacağõ anayasa kurallarõnõ belirle- mektedir. Bu içeriği ile 4. madde, anayasa- nõn 148. maddesi karşõsõnda özel norm ni- teliği kazanõr ve dolayõsõyla 148/1 ve 2. mad- de bu alanda uygulanamaz. Ama 4. madde, aynõ zamanda TBMM’nin türev kurucu ik- tidar olarak, anayasanõn 175. maddesi uya- rõnca sahip kõlõndõğõ anayasa değişikliği yapma yetkisinin de kesin sõnõrõnõ oluşturur. Anayasa’nõn 4. maddesinde öngörülen yasak alanõ ihlal eden bir anayasa değişikliği, Meclis’in anayasa ile belirlenmiş yetki ala- nõnõn dõşõnda kalõr. TBMM bu yetki sõnõrla- masõna uymakla ne kadar yükümlüyse, Ana- yasa Mahkemesi de yetki kuralõna uyulup uyulmadõğõnõ denetlemekle aynõ derecede yü- kümlüdür. Anayasanõn 11. maddesi, her iki yükümlülüğün de temelidir. Zira bu madde- ye göre, anayasa kurallarõ, yasama ve yürütme organõnõ bağladõğõ gibi, yargõ organõnõ, do- layõsõyla Anayasa Mahkemesi’ni de bağlar. Şu halde anayasa değişikliklerinin ancak biçim yönünden denetlenebileceğine iliş- kin kural, ancak anayasaya göre değişti- rilmesi mümkün olan kurallar için ge- çerlidir. Bunun aksini ileri sürmek, TBMM’nin kendisine anayasa ile çizilen yet- ki sõnõrõnõ denetimsiz bir biçimde aşabilece- ğini kabul etmek anlamõna gelir. Anayasanõn böylesine abes bir çözüm öngörmesi düşü- nülemez. Çünkü anayasa abesle iştigal etmez. Esasen anayasanõn öngördüğü bu çözüm- de şaşõlacak bir yön de yoktur. Çünkü bu Meclis, temsilde adalet yanõnda yönetimde istikrar ilkesini sağlamak üzere oluşturulmuş bir Meclis’tir. Yani ulusal iradeyi tam yan- sõtmayan, ama yönetimde istikrarõ sağlamak üzere, temsil eksikliğine göz yumulan bir meclis olarak kurgulanmõştõr. Bu nitelikte bir Meclis’in, yönetim görevini ve anayasayõ de- ğiştirme yetkisini, ancak anayasanõn öngör- düğü sõnõrlarõ içinde yürütebilmesi ve bunun da yargõsal denetime tabi olmasõ, hukuk devleti ilkesinin ve buna ilişkin anayasa kurallarõnõn bir gereğidir. Anayasaya aykırı Ancak, bir an için 148. maddenin 4. mad- de üzerinde de geçerli olduğu, kabul edilse bile, değişmez anayasa kurallarõnõ ihlal eden bir düzenleme, teklif edilemeyeceğinden, bi- çim yönünden de anayasaya aykõrõ olur. Ne var ki bunun belirlenmesi, mantõken esas yö- nünden denetimi de zorunlu kõlar. Siyasal iktidar, Anayasa Mahkemesi’nin anayasa değişikliklerini esastan denetleme- sini istemiyorsa, yargõyõ kendisine bağlama hedefinden vazgeçmeli ve anayasanõn 4. maddesinde öngörülen anayasa değişikliği ya- saklarõna özenle uymalõdõr. Bunlarõ ABD’li bir bilim adamõ kavradõ da, Türkiye’deki kimi anayasa hukukçularõ, ki- mi siyasetçiler ya da kimi aydõnlar hâlâ kavrayamadõ. “Türkiye’deki demokrasi anayasal demokrasi modelidir, sadece Meclis egemenliğine ya da yasamanın üs- tünlüğüne dayalı bir model değildir” diyor Andrew Arato (26.04.10 tarihli Milliyet Devrim Sevimay’õn röportajõ). Bunda yan- lõşlõk arayan varsa, önce kendi anayasasõnõ açõp “Türk Milleti, egemenliğini, anaya- sanın koyduğu esaslara göre, yetkili or- ganları eliyle kullanır./ Hiçbir kimse ve- ya organ kaynağını anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz” diyen 6. maddeye baksõn. Ayrõca bir de “Kuvvetler ayrımının, devlet organları arasında üs- tünlük sıralaması anlamına gelmeyip, ... üstünlüğün ancak anayasa ve kanunlar- da bulunduğu”nu belirten başlangõç bölü- münün 4. fõkrasõnõ okusun. Arato, “Kemalist”, “ulusalcı”, “laikçi” ya da “vesayetçi demokrat” değil, “Ergene- koncu” hiç değil. Türkçe de bilmiyor. Ama Türk anayasasının İngilizcesi de var. Bi- zim demokratlığı kendinden menkul kimi yazarımız gibi, okuma özürlü de değil. Bi- lim adamı olduğu için, hukukçu olmasa da İngilizcesinden okuduğu anayasayı anla- yabiliyor. Bunun için mutlaka hukukçu ol- maya da gerek yok. Anayasa Mahkeme- si Başkanı Haşim Kılıç ya da AKP mil- letvekili Prof. Dr. Zafer Üskül de hukuk- çu değil. Ama biri 20 yõldõr anayasa huku- ku sorunlarõyla ilgili davalarõn dosyalarõnõ okuyor, hem de birçok hukukçudan daha ti- tizlikle okuyor; öbürü uzun yõllar anayasa hu- kuku alanõnda çalõşmõş ve ürün vermiş. Kõ- lõç ve Üskül, Anayasa Mahkemesi’nin biçim sõnõrõnõ aşarak, anayasanõn değişmez kural- larõnõn ihlal edilip edilmediğini içerik yö- nünden denetleyemeyeceğini ileri sürebili- yorsa, Arato da tam aksini ileri sürebilir. Üstelik Arato’nun siyasal ya da ideolojik bir bağlantõsõ da yok. Başka ne diyor Arato? “Türkiye’nin anayasasında değiştirile- meyen hükümler var. Sadece formel bir denetim yetkisine de izin verilse, değişti- rilemez olanı değiştirmek sonuçta bir yandan formel bir ihlaldir ve bunun ger- çekleşip gerçekleşmediğini anlamanın yo- lu da içeriğe bakılması ile mümkündür an- cak.” Aynõ şeyleri bu sorun ortaya çõktõğõn- dan bu yana ben de söylüyorum. (Bkz. 25 ve 26.07.2008 ve 17.11.2008 tarihli Cumhuri- yet’te yayõmlanan yazõlarõm.) Herhalde Ara- to, bu görüşü benden almõş değil. Belli ki ana- yasayõ okumuş ve kendi ilgi alanõyla bağlantõlõ bir çözümleme yapmõş. “Aklın yolu birdir” söyleminin tipik bir örneği. Buna karşõ gö- rüşte olabilirsiniz. Bu da düşünce özgürlü- ğünün gereğidir. Ama Arato’nun görüşleri- ni, “Demokrasi Karşıtı Cephenin Görev- lisi” gibi başlõklarla küçültmeye çalõşmak, kendi kendini gülünç duruma düşürmektir. Böyle bir kafa, “demokrasi cephesinin” (!) temsilcisiyse, oradan uzak durmak demok- rasinin hayrõnadõr. Kõssadan hisse: Anayasa Mahkemesi, yan- daş medyaya ve sahte ideologlara aldõrma- dan, insan haklarõnõn, hukukun üstünlüğünün ve çoğulcu demokrasinin korunmasõna özen göstererek, anayasa ve hukuk yolunda ka- rarlõlõkla yürümeye devam etmelidir. Ve bir şey hiç unutmamalõdõr: Kendisine her fõrsatta saldõran siyasal iktidar, meşruiyetini hangi kaynaktan alõyorsa, Anayasa Mahkemesi de oradan almaktadõr. Zaten “Hiçbir kimse veya organ, kaynağını anayasadan alma- yan bir devlet yetkisi kullanamaz”. AnayasaMahkemesiÜzerineYürütülenAbesTartõşmalar-II- Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Anayasa Mahkemesi, yandaş medyaya ve sahte ideologlara aldõrmadan, insan haklarõnõn, hukukun üstünlüğünün ve çoğulcu demokrasinin korunmasõna özen göstererek, anayasa ve hukuk yolunda kararlõlõkla yürümeye devam etmelidir. Ve bir şeyi hiç unutmamalõdõr: Kendisine her fõrsatta saldõran siyasal iktidar, meşruiyetini hangi kaynaktan alõyorsa, Anayasa Mahkemesi de oradan almaktadõr. PENCERE
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle