19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2010 CUMA 10 HABERLER Madõmak katliamõndan yaralõ kurtulan Lütfiye Aydõn, Sivas’tan bir ömür boyu sürecek acõlarla döndü ‘Kent ölüm kokuyordu’IŞIK KANSU ANKARA - Şenlik olacaktõ. O şen- liğin belgeselini çekeceklerdi Erdal Ay- rancı ile birlikte. Şenliğe gitmişlerdi. Yandõlar. Erdal Ayrancõ, küllenmemiş anõlara karõştõ. Lütfiye Aydın, dağlandõ. Yaralõ, yaşõyor... 2 Temmuz için konuştuğumuzda de- di ki: “Aylar sonra Erdal’ın çantası- nı bulmuşlar. Eşi Hatice’ye vermiş- ler. Öyle tanıştık Hatice ile elinde bir dosya ‘Bu dosya galiba size aitmiş’ de- di. Aldım baktım. Sivas şenliği bel- geseli için yazdığım senaryo. Dosya- ya hiçbir şey olmamıştı. Ne bir is, ne bir yanık izi. Tertemizdi...” Dedik ya, tertemiz duygularla, coş- kuyla, şenlik için gitmişlerdi Sivas’a: “Buruciye Medresesi bahçesinde kırmızı gözlü keklikler dolaşıyor- du. Asaf (karikatür sanatçõsõ Asaf Ko- çak-yandõ), devekuşu sergisi açtı. İz- ledik. Behçet (şair Behçet Aysan-yan- dõ), Metin (şair Metin Altõok-yandõ), Burhan Günel (yazar), dalga geçi- yorlardı, ‘İmzadan kollarõmõz koptu’ diye dalga geçiyorlardı. Meğer, ka- pıya birini dikmişler, o içeri girecek olanları geri gönderiyormuş.” 2 Tem- muz 1993 sabahõ. Polis gelmiş, “Top- layın kitaplarınızı, çıkın gidin” demiş. Nereden bilsinler az ötede, Kültür Mer- kezi’nde kõyamet kopuyormuş: “Ki- tapları toplarken uzun sakallı bir adam geçti önümüzden. Yanında, elinden tuttuğu küçük bir çocuk vardı. Adam, hepimizin yüzünü ak- lına kazırmış gibi bakıyordu. Çok ra- hatsız olmuştum.” Kentte basõk hava sürüyordu. Ölüm kokuyordu kent. Eşi Cafer Can Ay- dın’õn içine doğmuştu sanki. “Latif” dedi, “Otele gitmeyelim istersen. Be- nim bir müvekkilim var. Ona uğra- yalım.” Gidemediler, otele döndüler, “Arkadaşlarla geldik, onlarla kala- lım” dediler. Lütfiye Aydõn’õn deyişiyle “Godot’yu bekleme hali”ne geçtiler: ‘Tatsız şeyler oluyor’ “Can, Asım Ağabey’le (yazar, araş- tõrmacõ Asõm Bezirci-yandõ) satranç oynamak istedi. Odadan, satranç takımını aldı geldi. Asım Hoca da, bi- ze imzaladığı kitabını getirdi. İlk sayfasını açtık. ‘Dostluk, barõş dolu günlerin özlemiyle...’ diye yazmış.” O kitap nerede mi? O da aylar sonra bulundu. Şişmişti, kabarmõştõ, yanõk ko- kuyordu, ama Asõm Bezirci’nin imza- ladõğõ sayfa duruyordu: “Dostluk, ba- rış dolu günlerin özlemiyle...” O gün, 2 Temmuz 1993’te Asõm Be- zirci’nin yanlarõna birileri geldi. Yüzle- ri asõktõ, “Tatsız şeyler oluyor” dediler. Belli ki, sinsi bir duman alttan alta tüt- meye başlamõştõ. Asõm Bezirci, olup bi- teni özetleyen bir bildiri hazõrladõ. O sõ- rada Aziz Nesin’in koruma polislerinden biri geldi, Lütfiye Aydõn’õn yanõna otur- du. Elinde uzun namlulu bir silah vardõ. Sanki nefretle bakõyormuş gibi geldi ona... Nesimi Çimen, “Midem rahat- sız, bir lokma ekmek var mı” diye sor- du. Lütfiye Aydõn çantasõna, ne olur, ne olmaz diye bir parça ekmek atmõştõ. Ne- simi Çimen’e verdiler, kenarõndan azõ- cõk kopardõ, “Bir başkası da acıkabilir” diyerek gerisini bize verdi. Koskoca Nesimi’nin son yediği ekmek o oldu. Sonra? Sonrasõ, Lütfiye Aydõn açõ- sõndan sisler arasõnda yitip gitti, karardõ. Yok. Yalnõzca anlatõlanlar var: “Madı- mak Oteli’nde, yukarı çıkın, diyor- larmış, çıkıyormuşuz. İnin, diyorlar- mış, iniyormuşuz. Üst katlara çıkmı- şım. Çocuklara tek tek dokunmu- şum. ‘Korkmayõn’ demişim, ‘Gelir bi- zi kurtarõrlar’ demişim.” SİBEL BAHÇETEPE Madõmak katliamõnõn 17. yõ- lõnda genç yaşta eşini kaybeden, halk ozanõ Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin, 17 yõldõr katliamõn asõl sorumlularõ hakkõn- da hiçbir şey yapõlmamasõnõn vic- dan ve ahlaktan uzak ortamõn sonu- cu olduğunu söyledi. Gültekin, “Madımak müze olmadık- ça bu yangın sönmeye- cek” dedi. 2 Temmuz 1993 günü Pir Sultan Abdal’õ an- ma etkinliklerine ka- tõlan ve çõkan olay- larda 22 yaşõnda yaşamõnõ yitiren Hasret Gülte- kin’in eşi Yeter Gültekin, Sivas’õn yangõnõnõn hiç sön- meyeceğini belirterek “Bu insanlığa karşı işlenmiş suçlara susarak, umur- samayarak ve seyirci kalarak ortak olanları insan olmanın ayırdına var- maya, vicdanlarını hatırlamaya ve in- sanlık görevlerini yerine getirmeye davet ediyoruz” çağrõsõnda bulundu. Madõmak’ta yaşanan olaylarda top- lumsal kayõplarõn büyük olduğunu ifade eden Gültekin “Madımak katliamında en küçüğü 12 yaşında çocuklarımız, gencecik kardeşlerimiz, eşlerimiz ve çocuklarını görememiş, sevememiş babalarımız diri diri ateşe verildi. Bu çok ağır bir yük, tarifsiz bir acı” dedi. “1993’ten bu yana DYP, SHP, RP, DSP, MHP ve AKP hem iktidar hem de onlara muhalefet edenlerin Sivas katliamıyla ilgili gayri ciddi, gayri sa- mimi ve hatta evrensel hukuk değer- lerine aykırı tutumu süregelmekte” diyen Yeter Gültekin şöyle devam etti: “15 bin eylemciden yalnızca 160 kişiyi tutuklamak, kameralar önünde gerçekleştirilen katliamın aranan sa- nıklarının İstanbul Belediyesi’nde ça- lışıyor olması, haklarında kesinleşmiş hükümler bulunan ve Avrupa ülkele- rinde yaşadıkları belirlenen sanıkla- rın zaman aşımından kurtarılmak is- tenmesi gibi çokça örnekleri var. Ma- dımak Oteli’nin altında katliamdan sonra açılan et lokantasıyla, kira söz- leşmesi biten kebapçının tahliye edil- mesi ve otelin kamulaştırılabilmesi için yıllarca süren pazarlıkla bizim acımızla alay ettiler. Nihayet kamu- laştırılan Madımak Oteli’ni park ya- pıp ağaç dikeceklermiş, kütüphane yapacaklarmış! Gerçek sorumlular bulunana, adalet yerini bulana dek bizler unutmayacak, unutturmayaca- ğız. Yüzleşmemek, unutmak ve caydı- rıcı yasal önlemler almamak katilleri cesaretlendirir. Madımak’tan sonra da bitmeyen katliamlar, siyasi cina- yetler devam eder. Madımak müze haline getirilmediği sürece bu yangın sönmeyecek. ‘Bu yõl 2 Temmuz Cu- ma’ya geliyor tahrik olabilir, anma et- kinlikleri için Madõmak Oteli’ne gelme- yin’ diyerek cuma namazına gidenle- rin tümünü zan altında bırakan Sivas Valisi’ne asli görevini hatırlamasını tavsiye ederiz. Yıllardır hiç kimseyi tahrik edecek bir şey yapmadık, bun- dan sonra da yapmayacağız. Madı- mak’ta öldürülen yakınlarımızın bir- çoğunun doğduğu yer Sivas ve o top- raklara defnedilmek, eşim Hasret Gül- tekin’in her yolculuk öncesi ifade etti- ği bir dilekti.” ‘BİZİ YAKANLARIN AVUKATLIĞINI ÜSTLENENLER İKTİDARDA’ Raporlarõ bitiyor. İşe baş- lõyor. İşyerine mumya- lar gibi gidiyor, sargõlar içinde. Karşõdan karşõya geçe- miyor, yürümeyi sonradan öğ- renmiş gibi. Masasõnda soruş- turma kâğõdõ: ‘Lütfiye Aydın, Sivas’a niye gittin?’ Dağlan- mõş, soruşturuluyor. Özetle, as- lan sosyal demokratlarõn ikti- darõndan aslan devlet dönemi- ne geçiş... İşte o günlerde derin hüznü, korkuyu ve sevinci bir- likte yaşõyor. Önce hüzünü an- latõyor: “Bayram yerinde unutulmuş bir çocuk gibiy- dim. Herkes gitmiş. Sen ora- da unutulmuşsun, yolu bilmi- yorsun, beli bilmiyorsun. Ya- payalnızsın. Dilime o günler- de bir dize dolamıştım, Pir Sultan Abdal’dan: ‘Sen ölme- den, ben ölürüm diyenler...’ Arkadaşlarımın bir kısmı Si- vas’ta ölmüştü. Bir kısmı da yaşarken öldü benim için...” Ya korku? “Eve geldim, hayatla baş etmek çok zor oldu. En basit becerilerimi unutmuştum. Yemek yapamıyorsun. Çak- mak kibrit yakamıyorsun. Ateş görmeye tahammül ede- miyordum ben. İki şey, bir köpek sesi, iki ateş, beni çıl- dırtıyordu. Demek ki ben Si- vas’ta ozanlar heykelindeki kangal köpeğinin sürükleni- şini, yakılışını görmüşüm. Ateş ürküntüsünün gerekçesi de belli: Yakılmıştım düpe- düz.” Büyük sevincine gelin- ce: “Okuma yazmayı becere- bildim sonunda. 1.5 günde, daktilonun kafasını gözünü kıra kıra yarım sayfa bir yazı yazabildim. Zirveye bayrak dikmiştim sanki.” 17 yõl geçti aradan. Yavaş yavaş duruldu, tortularõndan arõndõ. Ne mi düşünüyor? Şun- larõ: ? Halkımız ölüyü çok sevi- yor. Arkalarından yürüsün- ler, slogan atsınlar, ama beri yanda bir insan susuzluktan ölüyor, umurlarında değil. ? İnsancı düşünceden gelme- seydim, insanlık düşmanı olabilirdim. ? Kimse yanma- sın, yanarsan kötü. ? Ben ol- ması gerekeni yaptım. Bu ül- kenin insanları aydınlıktan, laisizmden yana çok ağır be- deller ödediler. Benim payı- mı da bu kadarı düştü. ? Bu yüzkarası olay, bu ülkenin geleceği için bir umut ışığı olaydı, helal olsun, iyi ki de yanmışız derdim. Ama öyle olmadı. Bizi yakanların avu- katlığını üstlenenler iktidara geldi. Demek ki, halkımız bundan hiç etkilenmemiş. Sivas yangınında dağlanan yazar Lütfiye Aydın ve eşi Ca- fer Can Aydın, aylarca GATA’da tedavi gördü. Aydın ve yanan çocuklar Madımak Oteli’nde ölümü bekliyorlar. E şi Can Aydõn’õn anlatõmõndan bi- liyor gelişenleri: “Can, bakmış durum kötüye gidiyor. Kurtu- luş çareleri aramaya başlamış. Otel ile yanındaki bina arasında bir boşluk görmüş. Alevler yükselince, el ele tu- tuşup helalleşip oraya atlamışız. Yük- sekten düşmüş olmalıyız ki, bir ayak parmağım kırılmış, bir de tek omu- rum. Aydoğan Yavaşlı ile eşi de bizim arkamızdan atlamışlar aynı yere. Ge- len dumanlarla dördümüz de boynu- muzu bükmüş, serilmişiz yere. Kuyu kebabı gibi yanmışız, için için...” Saatler sonra, yangõnõn tütsüsü kara- ran gökyüzüne yükselirken õssõzlaşmõş meydana açõlan kapõ önünde yürüyen simsiyah bir gölge belirmiş. Can Ay- dõn’mõş bu. Kendisine yönelen polisle- re “Karım içeride” demiş, yanõklar için- de: “Önce Aydoğan ile eşini, en son da beni çıkarmış polis. Bakmış, ‘Öl- müş bu’ demiş, benim için. Bırakmış yere. Can, ‘Kendine gel, Latif, ölme, bak ben yanõndayõm’ derken bir pika- bın arkasına koymuşlar beni.” Ambulans yok muymuş? Dedik ya, o zaman aslan sosyal demokratlarõn yet- kileri var, ama haberleri yok ki, ambu- lans göndersinler... Hastaneye getiril- mişler: “Kalemle ayağımın altını çi- ziyorlar. Yine tık yok. ‘Ölmüş bu’ de- mişler. Tam morga gönderecekler, bir iç çekmişim. Saniyelik bir iç çekiş. Ha- yat dediğin pamuk ipliği zaten. Hemen oksijen takmışlar filan.” İnsanlar kurtulsun, yaşasõn diye pa- ralanan doktorlar sayesinde soluk ala- biliyor. Uçakla Ankara’ya gönderili- yorlar. Eşi Can da uçakta. Bedeni üçüncü derece yanõk, ama uçakta yer yok, ayakta... GATA’da çığlıklar Gözünü GATA yanõk tedavi ünite- sinde açõyor. Buna göz açmak denirse... Bir tek eşini tanõyor. Onu da eş olarak değil, yanõndaki bir arkadaş gibi tanõyor. “Can” diyor, “Biz nerede trafik kazası geçirdik?” Yakõldõklarõnõ duysa bile ay- nõ soruyu yineliyor: “Can, biz nerede trafik kazası geçirdik?” Ve o çõğlõklarõ hatõrlõyor. Duvarlarõ çõnlatan, çatõyõ delip insanlõğõn yüreğinde patlayan çõğlõklarõ: “7 Ağustos’a kadar o ölümcül küvete götürdüler bizi, günaşırı. Ellerinde keseye benzer bir şey, ölü derilerimizi keseliyorlar ve çığlıklarım hep kulaklarımda.” Eşi Can şiir okuyarak dayanõyor acõ- ya. Sonunda dayanamamõş: “Belle- ğimdeki bütün şiirler de, ben de bit- tim. Acıyı kesin ne olursunuz.” Bunun üzerine ilaç vermişler. İlaç, acõyõ kesi- yor, ama yanõltõcõ düşlere yol açõyor bu kez: “Beynim çıkmış, dört ayaklı ol- muş yürüyor gördüm bir kez. Dedim ki hastabakıcılara: Aman dikkat, beynimin üzerine basmayın, bir tek değerli o kaldı geride.” Gözleri açõk gördüğü bir başka düş de, 2 Temmuz’dan kalma: “Yattığım oda- da küçük bir pencere var. Oradan iki küçük insan sızıyor içeriye. Buruciye Medresesi’nde gördüğüm sakallı adam ve elinden tuttuğu çocuk. Bü- yüye büyüye üstüme geliyorlar. Kor- kuyorum, çok korkuyorum...” İşini gücünü unutmuş, özürlü çocuk tepkileri veriyor. Doktorlar, demişler ki, “Bu rolü benimserse kötü. Bu psiko- lojiden çıkmayabilir.” Okumayı-yazmayı unutmuş Okuma-yazmayõ unutmuş. Küvetteki çõğlõğõnõn yansõmasõdõr, bir yazarõn oku- ma-yazmayõ unutmasõ: “Gazete geliyor, bakıyorum, tanıdık bir şey ama, harf- ler gözümün önünden uçuşuyor, fan- tastik bir şey... Cumhuriyet’in pazar bulmacasını çözme alışkanlığım var. Önümdeki sorular kaçışıyor. Bir ta- nesini tanıdım, sadece bir tanesini: Kuzu sesi. Me, bunu biliyorum işte. Tutup yazacağım, yazamıyorum, ka- reler kaçıyor bu kez. Kafama takmı- şım, o gazeteyi elimden bırakmamı- şım. Üç gün, saplantı halinde bakmı- şım gazeteye. Me sesi için..” ‘Beni öldü diye bir pikaba koymuşlar’ Lütfiye Aydın Yobazlarõn yaktõğõ ateşte 22 yaşõnda yaşamõnõ yitiren halk ozanõ Hasret Gültekin’in eşi Yeter Gültekin: Madõmak müze olmadõkça bu yangõn sönmez Fotoğraf:NECATİSAVAŞ SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Sivas Madımak’ın ‘Şifresi’ Bugün Madımak katliamının 17 yılını, yine büyük bir üzüntü ile anıyoruz. Üzerinden kocaman bir 17 yıl geçmiş. Ve artık herkes biliyor ki, Sivas Madımak katliamı, “uzun bir sürecin” halkalarından biri idi. Ve Sivas’ta o gün yakılan, yakılarak yaşamını yitiren aydınlar, o uzun sürecin mağdurları idi. Kahramanmaraş da, Çorum da, hatta Bahçelievler katliamı da, 16 Mart İstanbul Üniversitesi önündeki facia da, bu uzun sürecin birer halkası idi. Ve bu kanlı süreç içinde çok “aydınımız” yaşamını yitirdi. “Madımak Oteli’nde” yanan aydınlarımız da, Muammer Aksoy da, Bahriye Üçok da, Turan Dursun da, Ahmet Taner Kışlalı da, Ümit Kaftancıoğlu da, Uğur Mumcu da. Ve daha birçok aydınımız da. Tümü bu “uzun, bu kanlı, bu vahşi süreçte” yaşamlarını yitirdiler. Hem de gaddarca, vahşice. Bu uzun süreçte yaşamını yitiren aydınlarımızın yakınları, iki yıldan beri bir etkinlik düzenliyorlar, “Benim Babam Bir Kahramandı” adıyla. Ve o etkinlikte, Genco Erkal sahne alıyor. Nâzım Hikmet’ten okuduğu dizelerle. Ve iki yıldır da, Ataol Behramoğlu’nun unutulmaz şiirinin unutulmaz dizeleri ile bitiriyor; “Yaşamak görevdir bu yangın yerinde - Yaşamak, insan kalarak”. İşte Sivas katliamının, bu “uzun ve kanlı sürecin temeli de bu... Bu sürecin bir tarafında insanlar var; “yaşamak, insan kalarak” diyen, “üretmek ve ürettiğini hakça paylaşmak, insan kalarak” diyen, “çocuklarımıza daha iyi bir gelecek sağlayacağız, insan kalarak” diyen, “barış içinde, bir arada yaşayacağız, insan kalarak” diyen. Siyasal iktidar dediğimiz ya da Devlet dediğimiz gücün ya da aygıtın görevi de bu olmalı değil mi zaten. “Yönetmek, insan kalarak, üstün bir güç kullanmak, insan kalarak, kaynağı ne olursa olsun, siyasal gücü kullanmak, insan kalarak” değil mi? İşte temel çelişki bu. Bu uzun ve kanlı sürecin temel çelişkisi de bu. Sivas katliamının şifresi de bu... Bir tarafında aydınlık insanlar var, aydınlar var; “yaşayacağız, insan kalarak” diyen, “var olacağız, insan kalarak” diyen. Diğer tarafında da, diğer bazıları var, “yaşayacaksın, ama insan olmadan, insan kalmadan” diyen. “Yaşayacaksın ama üretmeden, ben sana sadaka olarak verdiğim zaman” diyen. Ve “yaşayacaksın, ama hiç düşünmeden, hep biat ederek, hiç karşı çıkmayarak” diyen. Hatırlayın Madımak Oteli’nin etrafını çevirenler nasıl bağırıyordu, nasıl bağırtılıyordu. “Bunlar Müslüman değil, bunlar Cumhuriyetçi, Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu, Sivas’ta yıkılacak” diye, değil mi? Yani “yaşayacaksan, benim gibi olmalısın; yaşayacaksan, benim gibi düşünmelisin” diyerek. Ve tabi ki “sen haksızsın, çünkü ben çoğunluğum” zannederek ... Hem de “Çoğunluk değilsen,haksızsın, haksızsan da ya susarsın, ya yaşayamazsın” diyerek. İşte Sivas, bu anlayışın sonucu idi. Aynı “sürecin diğer halkalarında yaşamını yitiren diğer aydınlar” gibi. Aynı “Benim Babam Bir Kahramandı” etkinliğinde, yakınlarının andıkları, diğer aydınlarımız gibi. Aynı “yaşamak, insan kalarak” diyen tüm insanlar gibi. Sivas’ın şifresi bu. Bu şifreyi çözerseniz, neden bir başbakanın “Sivas’ta halkımız zarar görmemiştir” dediğini de anlarsınız. O dönemin Adalet Bakanı Şevket Kazan’ın neden “bu vahşeti gerçekleştirenlerin” avukatlığını üstlenmek istediğini, ziyaret ettiğini de anlarsınız. Aynı partinin o dönemler İstanbul Büyükşehir Başkanlığı gibi önemli bir görevini üstlenmiş olan Sayın Başbakan’ın neden hiç karşı çıkmadığını da; “ayıp değil mi sayın bakan, onların avukatlığı size mi kaldı” neden demediğini de anlarsınız. Aynı partinin o dönem milletvekili olan bugünkü Sayın Cumhurbaşkanı’nın aynı şeyi neden söylemediğini de anlarsınız. Dediğim gibi, denklemin bir tarafında “yaşamak, insan kalarak” diyenler var. Diğer tarafında ise, “yaşamak, benim gibi düşünerek” ya da “hiç düşünmeden, biat ederek” diyenler. Sivas’ın şifresi bu, bu olmasına da. Kırmak için bir söz vermemiz gerekir. Yakın bir gelecekte “Bu vahşeti işleyen herkesi kaçtıkları yerden getireceğiz, yargılayacağız” diyerek. Ve bir de, öyle bir düzen kurmalıyız ki, içinde hepimiz eşit olalım, özgür olalım ve bir daha hiç kimse “bu bizim gibi düşünmüyor, o halde vuralım, yakalım” demesin, diyemesin. Gürbüz Çapan: İddialar asılsız İstanbul Haber Servisi - Esenyurt’un kurucu Be- lediye Başkanõ ve Ergenekon davasõnõn tutuksuz sa- nõklarõndan Dr. Gürbüz Çapan, bazõ basõn yayõn ku- ruluşlarõnda kendisi ile ilgili İstanbul’da 6 papaz ve hahama yönelik suikast hazõrlõğõ yapan kişilerle iliş- kisi olduğu yönündeki haberlerin gerçeği yansõt- madõğõnõ söyledi. Kendisinin serbest bõrakõlmasõ doğ- rultusunda eski Adalet Bakanõ Seyfi Oktay’õn ça- ba harcadõğõ yönündeki haberlerin de maksatlõ ya- põldõğõnõ anlatan Çapan, haberleri yapan kişiler hakkõnda suç duyurusunda bulunacağõnõ belirtti. Taksim Hill Otel’de önceki gün konuyla ilgi ba- sõn toplantõsõ düzenleyen Dr. Gürbüz Çapan, “Şah- sıma bir saldırı, tertip düzenleniyor. Son 15-20 gündür bu tür gerçekle alakası olmayan haber- lerle gündem yaratılmaya çalışılıyor” dedi. İd- dialarõ, “İnsanın tüylerini diken diket eden, deh- şet verici bir iddia” olarak nitelendiren Çapan, şöy- le devam etti: “Beni tamamen siyaset dışına itmek için bu tür oyunlar düzenleniyor. Bu yayınlar ta- mamen kişilik haklarıma saldırıya yöneliktir.”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle