19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B GÖRÜŞ AHMET TAN Abluka!.. Türkiye’nin gündemi ve yükü giderek ağırlaşıyor. Bu yükün altında ezildiği için, anayasaya, yasalara ve kurumlara saldırmayı sürdürüyor. Anayasadaki keyfi değişiklik de bir tür saldırıydı. Anayasa Mahkemesi’nin karar günü yaklaştıkça saldırılar dört koldan biçim değiştiriyor. Yüksek Mahkeme’nin 30 dolayındaki raportöründen birinin işaretiyle AKP ileri gelenleri/ ileri gidenleri Anayasa Mahkemesi’ne savaş ilan ettiler. Başkan ve 10 üyeyi baskı ve şaibe altına almak için fason haberciliğe yöneldiler. Bu köşenin yazarı da bir TV programında, paketin iptal edilebileceğine dair tahminini söyledi... Bu naçiz tahmin bile yandaş/özdeş çevreleri panikten tutuşturmaya yetti. Manşetlere bakar mısınız? - Yüksek Mahkeme’de şike kokusu… - Anayasa Mahkemesi’nde şike korkusu... Paranoya ve evham deseniz değil. Düpedüz hesaplı kitaplı arsızlık. “Koku”yu “korku”yu birleştirebilmek ve bu ikisini de “şike”ye bağlamak için zihnen çatlak olmak yetmiyor, ruhen de patlak olmak gerek… Son manşet şöyleydi: “Anayasa Mahkemesi’ne abluka!” Mahkemeye abluka neyin nesi? Ablukacılar kimler, kaç kişiler? Haberde bunları aramak beyhude… Maksat, Yüksek Mahkeme için şaibe üretmek. Geçenlerde Ergenekon için yaka paça edilen, eski Adalet Bakanı Seyfi Oktay ile iptal tahmini yapma suçu işleyen bendeniz bu ablukayı gerçekleştirmişiz. Yandaşlık demek ki böyle bir şey! İnsana abluka haberi yazdırmakla kalmıyor, abukluk rekoru da kırdırtıyor. Haberde “ihsas-ı rey”den de söz ediliyor. Tıpkı daha önceki koku ve korku haberlerinde olduğu gibi… İhsas-ı rey için (yani ‘oy’unu önceden hissettirmek için) davayı karara bağlayan yargıçlar arasında olmak gerekiyor. Bu deyimin sözlük anlamı bu. Ama arkadaşlar için bu çok önemsiz bir ayrıntı herhalde ki, bendenizi de “ihsas-ı rey”de bulunmakla suçluyorlar. Kör cehaletin böylesi için özel bir eğitim almak gerek. Siyaset cehaleti ve kötü niyeti bir - iki seçim kaldırabiliyor. Ama gazetecilik hiç kaldırmıyor. Ertesi gün abuk sabukluğun kokusu ortalığa yayılabiliyor. Ama bu arkadaşlar için bunun hiç önemi yok. Maksat Yüksek Mahkeme üyelerini baskı ve şaibe altında tutarak iktidara yaranmak. Çünkü asıl baskıcılar ve şaibecilerin çoğu da zaten işbaşı yaptı. Anayasa Mahkemesi’nin 30’u aşkın raportöründen biri, hukuk tarihinin en gözü kara fetvasını vermişti: “TBMM, Anayasa Mahkemesi’nin kararını yok saymalıdır!” Ardından Adalet Bakanı ve iktidarın öteki yetkililerinin hepsi anayasa hukukçusu kesildi:“Yüksek Mahkeme yetkisizdir. Meclis ile millet arasına kimse giremez!” Başbakan demokrasi nutukları atarken “Hukukun üstünlüğü” diyor başka bir şey demiyor. Ama iş hukuka, yasalara, anayasaya dayandığında “Millet de millet!” diyor. Sorulsun bakalım bu millete… Yolsuzluklar için… Dokunulmazlıklar için… Ve Meclis’in yolsuza, hırsıza, uğursuza sığınma yeri haline gelmesi için ne düşünüyor? “Anayasa Mahkemesi ablukada” imiş! Keşke sadece orası ablukada olsa.. Türkiye Büyük Millet Meclisi de ablukada Türk halkı da… MERİÇ VELİDEDEOĞLU Haziran ayının son haftasında dünya gündemine, Afganistan’daki “ABD” ve “NATO” güçlerine komuta eden General S. McChrystal’ın, ABD Başkanı tarafından görevden alınması olayı oturmuştu. Rolling Stone dergisi muhabiri, Gen. McChrystal ve ekibiyle bir ay süreyle bir arada olmuş; onun ABD’nin en üst düzey yöneticileri, ama özellikle Başkan Obama hakkında “veryansın” eden konuşmalarını olduğu gibi yayımlamıştı. General’in, Başkan’a eleştiri sınırını aşan yüklenmelerinin ana konusu Afgan savaşıydı. McChrystal bu konuda Obama’yı ve aldığı kararları “alay”lı bir dille yermiş. Bu konuşma biçemi (üslup) karşısında Obama, bir ülkenin “başkan”ı oluşunun, halkı “temsil” edişinin “gerekliliği”ni anında yerine getirir. Bilindiği gibi General istifa ettirilir. Ama önce McChrystal “özür” diler. Bu yalnız Başkan’dan değil tüm “ülke”den de özür dilemekti. Bunun altını çizelim. Şimdi bize dönelim, birkaç yıl da geriye gidelim. “2006” yılında, R.T. Erdoğan’ın “özel danışman”ı olarak görevlendirilen Cüneyt Zapsu, nisan ayında “ABD”de en üst düzey yetkililerin önünde yaptığı konuşmada, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı’nı bol bol övdükten sonra “Onu delikten aşağı yuvarlamayın -bazılarına göre süpürmeyin- kullanın (...) kullanın!” diye seslenmekten çekinmez. Bir ülkenin başbakanına yapılması kesinlikle düşünülemeyecek olan bu denli bir “aşağılama”, Türkiye’de duyulunca yürekler kabardı... Ne var ki, insanoğlunca yenilip yutulamaz kertedeki bu aşağılanmaya karşı Başbakan Erdoğan’dan “tık” çıkmadı. C. Zapsu’dan da bırakın “özür” dilemeyi, bir açıklama bile gelmedi. Bir atasözümüz; “Sükût ikrardan gelir” (Susmak kabullenmektir) der, böyle olduğunu bu örnekte de gördük; TC Başbakanı, ABD tarafından “kullanılma”yı kabul ediyordu... Erdoğan’ın bu “kıvam”a gelmesi birdenbire değil; adım adım, sindire sindire oldu. “2003” yılında, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ve Devlet Bakanı Ali Babacan, “ABD Başkanı” ile görüşürlerken, daha çok “parasal” yardım koparabilmek için, çırpınıp direnmelerini Bush, “at pazarlığı”na benzetmiş, bunu da bütün dünyaya duyurmuştu. Ne bu iki Bakan’dan ne de Başbakan Erdoğan’dan hiçbir “ses” çıkmamıştı; yutulup sindirilmişti bu aşağılanma... Ertesi yıl, yani “2004”te bu kez Brüksel’den geldi bir aşağılama. O yılki “17 Aralık Doruk Toplantısı”nın bitiminde, Lüksemburg Dışişleri Bakanı, Türk Başbakanı’nın bir “halı taciri” gibi davrandığını açıklayıverdi “basın”a. Bakan Fransızca konuşuyordu; Fransızcada ve bu dili kullanan toplumlarda, bu “deyim”in genellikle “şarlatan” anlamında kullanıldığı, toplantıyı izleyen Prof. Arif Ersin tarafından canlı yayında üzülerek duyurulmuştu. Başbakan’dan yine bir “ses” çıkmadı; demek bu da yenilip, yutulup, sindirilmişti... Böylece Erdoğan, Zapsu’nun yürekten istediği “delikten atılmak yerine kullanılmaya” hazırdı artık... İşte iki ülkenin “Başkan”ı ve “Başbakanı”nın, benzer içerikli iki olay karşısındaki tutumları... Öte yanda, Erdoğan ile ilgili bu yaşananları anımsatmamıza neden olan “Gen. McChrystal” olayının, bizim iç gündemimize lök gibi oturan “çömelme” duruşuyla -uzaktan da olsa- bir bağlantısı var. Şöyle ki, General’in istifasına üzülenlerden biri de Afgan Devlet Başkanı Karzai’ydi. Çünkü, yönetime karşı savaşan gruplardan birinin başı olan Gulbeddin Hikmetyar’la diyalog kurmaya çabalıyordu. Bu değişim sürecinde bu çabasına ara vermek zorunda kalabilecekti. Oysa Karzai’nin Başbakan Erdoğan’a başvurusuyla bu sorun çözülebilirdi belki. Anımsanacağı gibi, R.T. Erdoğan, Gulbeddin Hikmetyar’ın “dizlerinin dibine” çöküp oturarak yetişmiş ve bugünlere gelmişti; bir bakıma onun öğrencisiydi. Gulbeddin, o günlerin anısına, artık dünya çapında bir “kilit adam”(!) olan Erdoğan’ı kırmayabilir, “diyalog”u başlatabilirdi sanki... Bu olmadı ama, Hikmetyar’la yıllar öncesine ait bu sıcak ilişkinin, Başbakan’a yarar sağladığı da yadsınamaz doğrusu. Bu ilişkinin Erdoğan’a “diz kırmak” alışkanlığını kazandırması küçümsenmemelidir(!). Çünkü bu alışkanlığın, ilerlemiş yaşında bile kolaylıkla diz kırıp “çömelme”sini sağladığı görülüyor. Siperde asker: “Çömel!” deyince Başbakan rahatça “çömelivermiş”; bunda büyütecek ne var ki... ‘Diz Dibi’nden ‘Çömelme’ye [email protected] SAYFA CUMHURİYET 2 TEMMUZ 2010 CUMA 18 TSK’nİn sloganı değiştirilmiş: Güçlü iktidar, güçlü Türkiye! Geç Rana Pamir: “Recep, Toronto’daki görüşmeye bir saat geç gelen Obama’yı çömelerek mi bekledi, ayakta mı!” Savcılar Şefik Alan: “İlhan Selçuk’un ardından on binler yürüdü. Tanrı ömür verir de görürsek; bakalım Ergenekon savcılarının arkasından kaç kişi yürüyecek?” Takiye Ertan Somunkıran “Abdullah Gül’e göre dost düşman belli değilmiş. Demek ki yabancılar da takiyeyi öğrenmiş!” YağmurDeniz Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” ABD’NİN Güneydoğu Anadolu’ya burnunu iyice soktuğu 1980’den “Kürt açılımı”nı dayattığı bugüne kadar 30 yıldır Washington’da gazetecilik yapan Yılmaz Polat “CIA Pençesinde Açılım” kitabında inanılmaz ilişkilerden söz ediyor. Ulus Dağı Yayınları’ndan çıkan kitapta Polat, Türkiye’den Amerika’ya giden (gönderilen) kimi siyasetçilerin, bürokratların, akademisyenlerin ve gazetecilerin CIA’nIn kucağına nasıl oturduğunu (oturtulduğunu) akıcı bir üslupla anlatıyor. Kirli ilişkilerin ve işbirlikçiliğin vardığı boyut inanılır gibi değil ama gerçek. Alt başlığı “Kirli Oyunun Gizli Belgeleri” olan kitaptan bir bölüm: “2009, açılım yılı olarak yaşandı. Fethullah Gülen’le ilişkili Today’s Zaman gazetesinden bir grup yazar, haziranda Washington’a geldiler. Yazarlar Obama yönetiminin Ergenekon davasına karşı sessizliğinden duydukları rahatsızlığı birinci ağızdan iletmek için Washington turlarına başladılar. Bülent Keneş, Yavuz Baydar, İhsan Dağı, Kemal Cengiz, Lale Sarıibrahimoğlu, ‘zaman ayarlı’ ileti için Dışişleri Bakanlığı, Pentagon, Brookings Enstitüsü, Center for American Progress ve Washington Enstitüsü’ne gittiler. Görüşmeler yayınlanmamak koşuluyla yapılmış olmalı ki kapalı kapılar ardında Amerikalılara Türk subaylarından yakınmalarının ve darbe olasılıklarıyla ilgili söylediklerinin ayrıntıları dışarı yansımadı.” Biraz da kitabın yayıncısı Mustafa Yıldırım’a kulak verelim: “Irak Kürt aşiretleri ve PKK hareketlerine ilişkin CIA raporlarından ve gizli yazışmalardan, ABD’nin Kürt milliyetçilik hareketini ve ılımlı İslamcılık yapılanmasını önce denetimi altına aldığı sonra da Washington’dan yönetmeye başladığı anlaşılmaktadır. CIA belgelerinde adlarının üstü karalanan ve devlette önemli görevlerde bulunduğu sezilen ‘muteber adam’ ya da adamların CIA yönetimince ‘takdir’ edilmeleri şaşırtıcı değil; ama çok yönlü oyuncuların kirli ilişkilerinin; yetersiz yöneticilerin ve ihtiraslı politikacıların, kuryeliğine soyunan medyacıların ülkeye verdikleri zararın boyutu sanılanın da ötesindedir.” Yılmaz Polat’ın “CIA Pençesinde Açılım, Kirli Oyunun Gizli Belgeleri” kitabını tek kelimeyle tanımlamak gerekirse: Kucaktakiler! Kucaktakiler! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Şiiliğin dört büyük mezhe- binden biri. 2/ Ş a m a t a c õ , edepsiz kim- se. 3/ “Yapõt- lar” anlamõn- da eski söz- cük... Değerli bir kürk hay- vanõ. 4/ Datça Yarõmadasõ’na verilen bir başka ad. 5/ Küçük erkek kar- deş... Özsu. 6/ Eksi- ği olmayan... Yayla ya da bahçe kulü- besi. 7/ “Yollar bir - --, dağlar dü- ğüm/Çözüle çözüle bitmez” (B.S. Erdo- ğan)... Tibet sõğõrõ... Nikel elementinin simgesi. 8/ Çabuk kanan, hemen inanan. 9/ Şar- bon hastalõğõna verilen bir başka ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Kuran’õ âyetlerinin içsel anlamlarõna göre yo- rumlamayõ öneren tasavvufi tefsir okulu. 2/ Sa- natçõlarõ, bilim adamlarõnõ koruyan, onlara her yönden destek olan varlõklõ kimse... Bir tür pas- ta. 3/ Yerfõstõğõ... Sodyum elementinin simgesi. 4/ Otlak... Osmanlõ devletinde, taşradaki nüfuz- lu ailelere verilen unvan. 5/ Parola... Nezle. 6/ İçi- ne õspanak, peynir, patates ya da kõyma konula- rak hazõrlanan bir tür pide... Yağmur suyunun bi- riktiği çukur yer. 7/ Alõşkanlõk... Olumsuzluk be- lirten bir önek. 8/ Ünlü bir Roma imparatoru. 9/ “Ayrõlõk ateşten bir ---/Nazlõ yârdan hiç haber yok” (Türkü)... Vücuttaki AIDS virüsünü sapta- makta kullanõlan test. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C İ L V E L O Y A L İ T A R A K V O M B A T L A C N E İ D M A L O E F İ J İ V A L Ö R L E K V O N O Z N A R U J S İ Y E Z A K İ K R A T E 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İlker Başbuğ emekli olduğunda! CIVANIMIN ilk Genelkurmay Başkanı “hocam” Orgeneral Hilmi Özkök, emekli olunca İzmir’e yerleşti. Kasaptaki ete soğan doğramayan Özkök, emeklilik günlerini sokak kedilerine ciğer doğrayarak ve torun bakarak geçiriyor. Cıvanımın ikinci Genelkurmay Başkanı “audi” Orgeneral Yaşar Büyükanıt, emekli olunca İstanbul’a yerleşti. Ser verip sır vermeyen Büyükanıt emeklilik günlerini zırhlı otomobili ile Fenerbahçe’nin maçlarına giderek geçiriyor. Cıvanımın üçüncü Genelkurmay Başkanı “paslaşmacı” Orgeneral İlker Başbuğ, 30 Ağustos’ta emekli olunca ne yapacak, hiç düşündünüz mü? Bence... Emekli olunca Ankara’ya yerleşecek ve turizm sektörüne girecek! İlker Başbuğ Turizm ve Seyahat Limitet Şirketi gibi bir şirket kurup Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine cephe turu düzenleyecek: Örneğin Şemdinli Gediktepe’ye çok özel yerli ve yabancı turistleri götürüp gezdirecek: “Şurası başbakanımızla birlikte çömeldiğimiz yer. Şurası karşı dağlara birlikte baktığımız yer. Şurası birlikte poz verdiği yer.” Bu arada nihavent makamında bir şarkı çalıyor olacak: “Şurası göz göze geldiğimiz yer/ Şurası söyleşip güldüğümüz yer/ Şurası baş başa kaldığımız yer/ Buralara sık sık gelişim ondan!”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle