Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 16 MAYIS 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
‘Belçika’nõn kurbanõ Brüksel’
Babasõ Flaman Bölgesi’nde, Gent
yakõnlarõndaki bir yerleşim
biriminden, annesi Valon Bölgesi’ndeki
Liege’den. Kendisi ise Brüksel’de doğdu.
Gerçek bir Brükselli. 1985 yõlõndan beri
Brüksel’de Sint-Gillis Belediye Başkanõ
ve 1989’dan itibaren Brüksel Bölge
Hükümeti Başbakanõ. Frankofon Sosyalist
Parti’nin ağõr toplarõndan olan Charles
Picqué’ye 2004 yõlõnda Devlet Adamlõğõ
unvanõ verildi. “Biz ‘Belçika yanlõş
anlamasõnõn’, Belçika probleminin
kurbanıyız” diyen Picqué, bakõn
Brüksel’i nasõl tanõmlõyor: “Buluşma
yeri. Çeşitli kültürlerin kesiştiği bir yer.
Brüksel Avrupa’nın kalbinde, tam
ortasında. Tüm farklı katmanları bir
arada buluşturan ama
içindeki katmanların
da kişiliklerini
koruduğu bir kent.
Örneğin, Schaerbeek
ile Elsene çok farklı
semtler. Kültürel
etkinliklerin ve önemli
bir kültürel yaşamın
olduğu bir yer
Brüksel. Sergiler,
galeriler, parklar...
Örneğin, Parc
Cinquantenaire
/Jubelpark bir hazine.
Yurtdışında fazla
bilinmiyor.
Yabancılar görünce
şaşırıyor, çok
beğeniyor. Brüksel
daha iyi keşfedilmeyi
hak eden bir kent.
Brüksel şimdiye
kadar farklı kimlikler
arasında hoşgörünün
simgesi oldu.”
Coğrafi temelde 3
bölge (Flaman Bölgesi,
Valon Bölgesi, Brüksel
Bölgesi) ve dil bazõnda
3 toplumdan (Flaman,
Frankofon, Alman)
oluşan bir federal
devlet olan Belçika’yõ
anlamak da anlatmak
da zor. Brüksel-Halle-
Vilvoorde seçim bölgesinin
ayrõlmasõ konusunda
anlaşmaya varõlamamasõ
nedeniyle hükümetin düşmesi
ve erken seçim yolu
görünmesi Belçika’da
gündemi değiştirdi. Picqué
sorunla ilgili olarak,
“Brüksel-Halle-Vilvoorde
(BHV) sorununu açıklamak
kolay değil. Özellikle yabancı basına
anlatmakta zorlanıyoruz. Ben bunu bir
sınır anlaşmazlığına benzetiyorum.
Belçika’da bir savaş yok yani. BHV
konusunda karşılıklı dengeli ödünler
verilmeli ve uzlaşmaya varılmalı” diyor.
Picqué bazõ Flamanlarõn ülkeyi demonte
etmeyi istediğini ve “3. bölge
olan Brüksel’i ortadan
kaldırarak ülkenin bölünmesi
için önkoşulları yarattıklarını”
düşünüyor.
Picqué’ye göre “Belçika’da
dramın nedeni şu; Flamanlar
‘toplum’ bazında, Valonlar ise
coğrafi temelde düşünüyor.”
Brüksel’de zenginlerle yoksullar
arasõndaki uçurum gittikçe artõyor. Flaman
ve Valon bölgelerinin aksine Brüksel’de
genç nüfus da artõyor. Picqué, “Brüksel
göç alıyor. Avrokratlar hariç,
Belçika’ya gelenler yoksul göçmenler.
Brüksel’de yurttaş grupları arasında
gelir farkı arttı. Yoksullukla mücadele
önemli hale geliyor. Diğer Avrupa
ülkelerinde, örneğin Paris’te yoksullar
kent merkezlerini terk ediyor.
Brüksel’de ise tam tersi. Burjuva sınıfı
çevre yerleşim birimlerine taşınırken
yoksullar Brüksel’i terk edemiyor. Kent
merkezinde sıkışmış durumdalar. Genç
nüfusun artması bir fırsat ama buna
hazırlıklı olmazsak sonuç vahim olur.
2018 yılında Brüksel’in nüfusu 1 milyon
200 bin olacak. 170 bin kişi eklenecek
nüfusa. Buna hazırlıklı olmalıyız.
Örneğin 80 tane yeni okul gerekiyor”
diye yorumluyor bu durumu.
Brüksel’de gençlerin işsizliği ve güvenlik
ön plana çõkõyor. Irkçõ Vlaams Belang,
Brüksel için Güvenlik Bakanlõğõ
oluşturulmasõnõ ve polis
bölgelerinin birleştirilmesini
istedi. Picqué de sokaklarda
polis varlõğõnõn arttõrõlmasõnõ
talep etti. Picqué,
“Polislerin sokakta varlığı
ve görünürlüğü önemli.
Suç işleyenlerin hedeflediği
semtlerde polisin varlığı
caydırıcı olur. Polis
varlığını abartmamalıyız
tabii ki. Savaş halinde
değiliz. Polis gündelik
yaşamın bir parçası olmalı.
Çıkan olayları bastırmak
yerine örneğin vatandaşlar
arasında sorunlar
çıktığında arabuluculuk
yapmalı” diye düşünüyor.
Yolunuz Brüksel’e düşerse
siz krizi mirizi boşverip
Parc Cinquantenaire
/Jubelpark’ta (50. Yõl Parkõ)
bir tur atõn. Açõk havada
çeşitli heykellerin
sergilendiği, içinde 3 (Sanat,
Araba ve Askeri) müzenin
ve Brüksel Büyük
Camii’nin bulunduğu 30
hektarlõk alanda Brüksel’i
keşfetmeye başlayõn.
Brüksel daha iyi
keşfedilmeyi hak eden bir
kent!
erdincutku@binfikir.be
Varoluşun
dayanõlmaz
hafifliği
Oturmuş göl kenarõndaki tahta
iskeleye, sallandõrmõş çõplak
ayaklarõnõ sulara, anlaşõlmaz bir şeyler
mõrõldanõyor. Çevre çok sessiz, doğa uzun
süren kõş uykusundan yeni yeni uyanõyor.
Göl kõyõsõndaki, dallarõ sulara değen
ağaçlar yeşermiş, õslak çimenleri
rengârenk çiçekler bürümüş. Tahta
sõralardan birine oturuyoruz. Adam bizi
görmüyor, kendinden geçmiş gibi.
Mõrõldandõğõ şeyler yabancõ bir dilde. Bir
yandan da hafifçe sallanõyor. Gölün
durgun sularõna kuşlar inip kalkõyor,
güzel renkli ördekler, peşlerinde yavrularõ
bembeyaz kuğular kõyõ yakõnõnda yiyecek
bir şeyler arõyor. Adam susuyor. Şimdi
hiç kõpõrdamõyor. Az sonra ayağa
kalkõyor ve bizi görüyor. Gülümseyerek
yanõmõza sokuluyor, karşõmõzdaki boş
sõraya oturuyor. Biz sormadan konuşuyor:
“Ne güzel bir gün, ne güzel bir doğa!”
Sesi çok usul, şarkõ söyler gibi. Giysileri
bembeyaz. Gülümsemeye devam ediyor.
Yanõmdaki tanõş, kim bu tuhaf adam, der
gibi bana bakõyor.
“İnsan yüreği hep buradaki çiçekler
gibi açmalı...” Başõnõ çevirip doğaya
bakõyor, ayağa kalkõyor, dans eder gibi
kendi etrafõnda dönüyor. Biz hâlâ
suskunuz. “Gülümse ve sev... Sevmeye
hep devam et...” Yine kendi dünyasõna
dalmõş gibi. “Sen sevdikçe seni seven de
olacaktır...” Çimenlere doğru yürüyüp
menekşeler topluyor, kollarõnõ havaya
kaldõrõyor, bale yapar gibi birkaç adõm
atõyor, dönüyor. Dudaklarõnda hep bir
gülümseme. Gidip kõyõdaki sazlarõn
arasõnda oturuyor, gözleri kapalõ güneşe
bakõyor. “Gel, kalkalım” diyor tanõşõm.
“Yolumuza devam edelim.” Stuttgart’õn
kuzeyindeki ormanlarda uzun bir
yürüyüşteyiz. Trenle Murrhardt’a
gelmiştik, orman yollarõndan
Schwaebisch Hall’e gitmekti amacõmõz.
Yöre her mevsimde güzel. İlkyazõn bu
õlõk günlerinde, böyle bir doğada insan
kendine geliyor, canlanõyor. Irmaklar,
dereler, göl ve gölcükler, yeşil yamaçlar
ve çayõrlar, korular, ormanlar... Kõzõl
çamlar, ladin ağaçlarõ, kayõnlar, akça
ağaçlarõ,
dişbudaklar, gürgen
ağaçlarõ... Az sonra
ağaçlar bitiyor,
üzüm bağlarõyla
kaplõ yamaçlarda
uzanõyor yol. İkimiz
de konuşmuyoruz.
Buralar büyük kent
insanõnõn nefes
alabildiği bir yöre, doğanõn ciğeri.
Yüzlerce kilometrelik yürüyüş ve bisiklet
yollarõyla, balõk avlanan, kürek çekilen,
yüzülen küçük gölleriyle, yöresel yemek
ve şaraplarõn sunulduğu lokanta ve
şaraphaneleriyle bir doğa cenneti.
Uzaktan Rosengarten görünüyor.
Tanõşõm, sanki aklõmdan geçeni okumuş
gibi: “Burada mola verelim” diye
konuşuyor. Ne de olsa öğleyi bulmuştuk.
“Köy girişinde küçük bir lokanta
vardır. Bugün açıksa ne iyi olurdu.”
Az sonra dõşarõ atõlmõş tahta masalarda,
yanõnda patates salatasõ, içi õspanak dolu
Alman mantõsõ yiyip, yörenin şaraplarõnõ
yudumlarken keyifler yerindeydi.
“Adamcağız meditasyon yapıyordu,
rahatsız ettik” diye konuştu tanõş.
Anlamamõş gibi suratõna bakõnca da
devam etti. “Kim bilir hangi gurunun
müridi?” Ben hâlâ, ne demek istiyorsun,
diye ona bakõyor olacaktõm ki
konuşmasõnõ sürdürüyor: “Belki de
Bhagwan’ındır? Bizim enişte de 80’li
yıllarda mistisizme meraklanmış, hatta
taa Poona’lara gitmiş, gurunun
yanında iki ay kalmış.” Kadehimdeki
son şarabõ yudumlayõp, soruyorum:
“Hindistan’a mı gitmiş?” Garson kadõna
işaret ediyorum. “Evet, onun müridi
olmuş” diyor tanõş. “O yıllarda
Amerika’dan, Japonya’dan,
Avrupa’dan genç yaşlı, ünlü ünsüz ona
gider, gerçek benliğine kavuşmayı
düşlerdi.” Garson kadõn ikinci kadeh
şaraplarõ getiriyor. Bu kadarõ yeterdi,
yoksa hedefe varamazdõk bugün. Tanõş
devam ediyor: “Bhagwan, sonra ona
Osho adını da verdiler ya, çevre
etkisiyle sahte bir benlik oluştuğunu
savlardı. Gelecek yüzyılda meditasyon
dinsiz Batı zenginlerinin yeni dini
olacaktır, sözü de onundur.” Mistisizm
üzerine bir şeyler daha söylüyor, ama
benim bakõşlarõm õşõl õşõl doğanõn
güzelliğinde. Bana ne onun
anlattõklarõndan! Anõmsõyorum, Bhagwan
için, modern zamanõn en sahte ve zengin
gurusu, diyenler de olmamõş mõydõ o
yõllarda? Susuyorum. Gözlerimi hafif
kõsõyorum. Ötelerde, yamaçlar ardõnda
hedefimiz tarihi kent Schwaebish Hall.
Daha ötelerde, kuzeyde, Main nehri ve
daha çok ormanlar, akarsular, göller,
yüzlerce kilometre yürüyüş yollarõ...
www.ahmet-arpad.de
Milyonlarca insanõn geçen günlerde
yaşayõp tanõk olduğu ve o dehşet
verici volkan kâbusunun etkisinden kolay
kolay sõyrõlamadõklarõ gerçeği
Almanya’daki gazete ve dergilere
yansõyan röportajlardan anlaşõlõyor.
Yaşananlar sanki efsanevi bir öykü gibi
zihinlerde tortulanmaya ve başka korkularõ
da akla getirmeye başladõ!.. Öyle ya,
gidilen ülkelerden zamanõnda geri
dönemeyenlerin ya da avuç dolusu bilet
paralarõyla neye uğradõğõnõ görüp şaşõran
insanlarõn ilk yaz günlerinde yaşadõklarõ
bu kaos anlatõlõr cinsten değil?
Kül krizinin maaliyeti en az 1.7 milyar
dolar olarak açõklandõ! Şaşkõnlõklar üst
üste... FM kanallarõ ve radyolardan o sõcak
günlerde yapõlan anonslar da akõllardan
çõkacak gibi değil. Astõm hastalarõ ile
yaşlõlara sokağa çõkmayõn denildi...
Almanlar bir yana, bizimkilerin durumunu
da muayenehanelerde uzayõp
giden kuyruklardan anlamak zor
değildi. Nitekim Münih’te 30
yõldõr doktorluk yapan ve eski
bir CUMOK’lu olan Dr.
Hüsamettin Gök tebessüm
ederek anlattõ her şeyi...
İlkbahar depresyonlarõnõn
arttõğõ, insanlarõn sürekli
mutsuzluk ve karamsarlõklar
içinde olduğu şu günlerde
yaşananlar kimsede keyif bõrakmõyor
adeta... Öte yandan bir yağmur, bir güneş
derken balkonlara yağan polen yağmuru
ile sonunda nisan günleri de uğurlandõ...
Artõk kiraz mevsimi kapõda demektir?
Cemreleri unuttuğumuz, leylekleri bile
göremez olduğumuz günümüzde bir demet
sümbül ya da menekşe bile insanõ
sevindirmeye yetiyor... Sol bileğimi
sargõlar içinde taşõdõğõm parklardan sinema
ve konser salonlarõna kadar Münih’te yine
gezmediğim köşe yok... Oysa ayaklarõm
beni ister istemez Marien Meydanõ’na ve
onun yanõ başõndaki ünlü Viktualien
Meydanõ’na götürüyor... Burasõ kentin
yegâne ve dev açõk hava pazarõ... Burada
adõ sanõ bilinmeyen tropikal meyve ve
sebzelerin yanõ sõra tek tük göze çarpan
Türk incirleri de insana gülümsüyor
gibidir... Mevsimin turfanda badem ve
yeşil eriklerinin yanõ sõra kiraz da akla hep
ilk gençlikleri, aşklarõ ve çocukluklarõ
getirmez mi? Aslõnda kiraz mevsimine aşk
mevsimi denmesi de boşuna değil... Öyle
ya aşklarõn yaşam çakralarõnõn açõlmasõnõ
sağlayan bir rol oynadõğõnõ da bilirsiniz. Ve
akla ister istemez albümlerde unutulmuş
fotoğraflar gelir... Parçalanmõş harita ve
gezi rehberleriyle ve adreslerle dolup
taşmõş akõl defterleri. Ve ardõndan bir
güneş batõmõnda güzelleşen onca anõ
kõrõntõlarõ... İşte bu Viktualien marketin bir
kenarõndaki ufacõk İtalyan kafesinde bir
masaya ilişip kahvemi yudumlarken az
ilerdeki canlõ heykellerle, durmadan
Vivaldi çalan yoksul müzisyenlere
takõlõyor gözlerim... Ünlü punk kemancõ
Nigel Kennedy tarzõnda Dört Mevsim’i
çalanlarõ dinlerken şu sõralarda Münih’te
CD’leri çok satan ve 21. yüzyõlõn Mozart’õ
olarak anõlan besteci Arvo Part’õn
albümlerini düşünüyorum... Prömiyeri ilk
kez 38. uluslararasõ İstanbul
Müzik Festivali kapsamõnda 7
Haziran 2010 tarihinde Aya
İrini’de yapõlacak. Adem’in
Yakarõşõ’nõ izlemek için bile
İstanbul’a gidebilir insan... Evet
öyle ya da böyle, güneşin
õlõklõğõnõ yaşayanlar kaldõrõm
kahvelerine atõyorlar
kendilerini... Ve hep tek başõna
oturan genç kadõnlar... Münih
için yalnõz ve özgür yaşayan kadõnlar kenti
derim de kimse aldõrmaz bana!.. Ancak
yüzler ekonomik sorunlardan dolayõ pek
gülmüyor... Öte yandan biten bir kül
kâbusunun yarattõğõ psikolojik ve
ekonomik darbeden (!) payõnõ alanlar şimdi
hõzla her şeyi unutmuş gözüküp bahar
gezilerini düşlüyor olmalõlar... Ben ise
mütevazõ bir pazar kahvaltõsõnõn ardõndan
evin arkasõndan nazlõ nazlõ akan Isar
Nehri’ne yürüyorum.. Taze kesilmiş çimen
kokularõ içinde Kazdağlarõ’nõ ve Kozak
Yaylasõ ile Ayvalõk kõyõlarõnõ
düşlüyorum... Özellikle siyanürcü altõn
madencilerinin gözünü diktiği zeytinlik
alanlarõnõ ve göz göre göre talan edilecek
Parion antik kentini... Sonra akşam
alacalarõnda Cunda’da bir tabak kirazla iki
duble rakõyõ...
erolozkan66@hotmail.com
Põrõl põrõl güneşli bir gün. Uzun kõş
yõlgõnlõk yarattõ galiba, sabah
uyanõr uyanmaz hava durumuyla
ilgileniyorum. Televizyon, radyo,
gazete haberleri yetmiyor internette
meteoroloji sayfasõna da bakõyorum.
Gün boyu güneşli olacak.
Seviniyorum. Akşamüstü
büyükelçilikte kokteyl var. Pegasus’un
İsveç’e uçmaya başlayacak olmasõnõn
onuruna Büyükelçi Zergün Korutürk
kokteyl veriyor. Büyükelçilik
rezidansõnõn önünden geçen otobüse
binmek üzere durağa gidiyorum.
Sabahattin Bey de durakta. Sabahattin
Bey İsveç’teki en eski Türk.
Stockholm’ün en gözde bölgesinde
Arhan halõ mağazasõnõn sahibi. Otobüs
rezidansa doğru yol alõrken ilerde
görünen bulvardan söz ediyor
Sabahattin Bey. Babasõ Akif Bey
1929’da ilk gelişinde bir
akşamüstü gezintiye çõktõğõ
bu bulvarda gördüğü şõk
giyimli İsveçlilere hayran
kalmõş. Dördüncü kuşak
olarak halõ tüccarlõğõ yapan
Sabahattin Bey 1928
doğumlu. İsveç’e küçücük
çocuk olarak gelmiş.
Türkçesi aksansõz ve araya
İsveççe sözcük
sõkõştõrmadan konuşacak kadar iyi.
Sabahattin Bey Stockholm’de elit
tabakanõn arasõnda büyüdüğünden
İsveççesi de üst düzeyde. Zaten
mağazasõnõn müşterileri de ipek halõ
düşkünü zenginler. Müşteriler dõşõnda
1950’lili yõllarda Stockholm’e gelmiş
olan birkaç dostu uğrar ara sõra.
Sabahattin Bey’in sohbetine doyum
olmaz. Ne de olsa anlatacak çok anõsõ
var. Gençlik yõllarõnda caz grubunda
davulculuğu, iş çevreleriyle yakõnlõğõ,
politikacõlarla dostluğu derken savaş
sonrasõ İsveç’in sosyal, ekonomik ve
politik resmini çizebilir Sabahattin
Bey. Havasõna göre bazen kahve,
bazen çay, bazen de single malt
eşliğinde. Otobüste laflarken
rezidansõn önüne geliverdik. İçeri
girdiğimizde Pegasus’un yönetim
kurulu başkanõ Ali Sabancı
konuşuyordu. 11 Haziran’dan itibaren
haftada dört gün olarak başlayacak
seferlerin en kõsa zamanda her güne
çõkarõlacağõnõ hatta İzmir ve Antalya
hatlarõnõn da açõlacağõnõ söylüyordu.
SAS’õn çekilmesiyle THY’nin rakipsiz
kaldõğõ bu hatta, bir Türk şirketinin
faaliyete geçmesiyle yolcularõn
çõkarõna bir rekabet ortamõnõn
doğacağõna işaret eden
Ali Sabancõ yeri gelmişken THY’ye taş
atmayõ da ihmal etmedi. Büyükelçinin
davetine herkes kravatlõ, iyi giyimli
olarak gelmişti. Ali Sabancõ ise hafta
sonunda kõr gezisine çõkmõş gibiydi.
Nedenini şöyle açõkladõ: “Hepiniz şık
giyinmişsiniz. Ben kıyafetim için
özür dilerim. THY bavulumu
kaybettiği için giyinemedim.”
Rezidansta kõyafetten söz edilince,
1898-1908 arasõnda Stockholm’de
büyükelçi olarak görev yapan
Şerif Paşa aklõma geldi.
Kaynaklarda anlatõldõğõna
göre, Şerif Paşa yakõşõklõlõğõ,
bilgisi, kültürü ve iyi
giyimiyle Stockholm
sosyetesi içinde nam salmõştõ.
İyi bir avcõydõ. Kralõn bütün
av partilerine katõlõyordu. Bir
gün saraydan şatafatlõ bir
davetiye geldi. Kral Oscar
tarafõndan akşam yemeğine davet
ediliyordu. Yemekte az sayõda ama
seçkin kişiler bulunacaktõ. Şerif Paşa
yemeğe şanõna yakõşõr bir kõyafetle
katõlmak istedi. Gardõrobuna göz
gezdirdi. O gece, inciden yapõlmõş yaka
düğmeleri takmak istiyordu. Kuyumcu
dostunu makamõna çağõrdõ. Ricasõ emir
gibiydi: “Hemen Paris’e gidiyorsun.
Orada bulabildiğin en güzel iki inci
tanesini alıp bir çift yaka düğmesi
yapıyorsun. Fiyatı önemli değil.”
Şerif Paşa, dört gün sonra teslim edilen
bir çift yaka düğmesine 160 bin kronu
gözünü kõrpmadan ödedi. Kõyafet
tamamdõ. Osmanlõ’nõn temsilcisi, Kral
Oscar’õn davetine inci yaka
düğmeleriyle katõldõ. Şerif Paşa’nõn
benzer maceralarõ başka yazõlarda.
osman.ikiz@tele2.se
THY, Ali Sabancõ’nõn
bavulunu kaybedince...
Kiraz mevsiminde kül
kâbusunun izleri
BRÜKSEL
ERDİNÇ UTKU
STUTTGART
AHMET ARPAD
STOCKHOLM
OSMAN İKİZ
MÜNİH
EROL ÖZKAN