21 Eylül 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 14 CUMHUR YET 19 KASIM 2010 CUMA Sıra Dışı Faşizm... SÖNMEZ TARGAN GÖRÜŞ halinde sel sümük ağlamaları, askersel vesayete karşı duruyormuş gibi görünüp kendilerine muhtıra veren bir emekli Genelkurmay Başkanı’na devlet onur madalyası vererek ödüllendirmeleri, salt söylemleriyle değil eylemleriyle de nasıl bir tutum içinde olduklarını gösteren çarpıcı örneklerdir. Bir çarpıcı örnek daha, Mussolini, büyük ve güçlü İtalya yaratma amacından yola çıkarak, nüfus olarak büyümeyi toplumun önüne hedef koymuş ve çok çocuklu ailelere prim vererek bu isteğini özendirmişti. Bizde de Başbakan’ın, “Her aile en az üç çocuk yapsın” talimatı İtalya’daki uykurum ise polis örgütünde kendini duyurmaktadır. Çağdaş toplum yönetimi ve örgütlenmesinin üç temel ayağı yasama, yürütme ve yargıdan oluşmaktadır. Bunlar tek elde toplanmaması için çağcıl ve demokratik bütün ülkelerde kuvvetler ayrılığı ilkeleri benimsenerek bu üç kuvvet birbirinden ayrılmıştır. Avrupa’daki faşist yönetimlerde bunlar nasıl tek elde toplanmışsa, zaten yasamayı ve yürütmeyi kendi elinde tutan AKP, 12 Eylül referandumundan sağladığı olanakla yargıyı da büyük ölçüde kendi denetimi altına almıştır. Bugün bağımsız ve demokratik ollere koşullanmaktadır. Hatta, demokratik halk istencinin olmazsa olmaz koşulu olan seçim dizgesinin yönetimi ve denetimi yabancı bir şirketin kurduğu izlenceyle yürütüldüğü için seçim sonuçlarının gerçekleri yansıtmadığı konusunda toplumda ortak bir kanı oluşmuş, insanların seçimlere güvenleri azalmıştır. Faşizmin en temel özelliklerinden biri de ekonominin en gerici tekeller tarafından yönlendirilmesidir. Özellikle son on yıl içinde AKP kendi tutucu sermaye kesimini yaratmakla kalmamış, ihale yöntemlerinde yaptığı değişikliklerle devlet ve yerel yönetim olanaklarını bu kesime akıtmıştır. Bu nedenledir ki, geleneksel Cumhuriyet sermaye kesimleriyle iç pazarların yeniden paylaşılması bağlamında çekişmeler ve didişmeler yaşanmaktadır. Referandum öncesi TÜSİAD yönetimine Başbakan’ın, “Bitaraf olan bertaraf olur” tehdidinin altında yatan gerçek neden de budur. İtalya’da ve özellikle Almanya’da faşizmin gelmesinde, gerici tekellerin iç pazar kavgası denli dünya pazarlarının yeniden paylaşımı hesabının da olduğunu ve bu nedenle kaçınılmaz olarak ikinci büyük savaşa gidildiğine değinmiştik. Korkarız, koşar adımlarla faşizme doğru giden Türkiye, bu siyasal erk tarafından bir savaş çılgınlığına sürüklenmesin. Bugünlerde emperyalizm tarafından dayatılan füze kalkanı projesine de olası böylesi bir savaşın habercisi olarak bakılmalıdır. Çünkü ister sıradan ister sıra dışı olsun faşizmin sonu savaşla noktalanmak zorundadır. Kapitalist toplum düzeninin bir yüz karası olarak siyaset evrenine Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hemen sonrasında, 1922 yılında İtalya’da, 1929 yılında Portekiz’de, 1933 yılında Almanya’da, 1938 yılında İspanya’da giren faşizm, totaliter bir yönetim biçimini anlatmanın da çok ötesinde bir insanlık suçu ve ayıbı olarak dünya tarihine geçmişti. Belirtilen tarihlerde özellikle Avrupa’da ortaya çıkan faşizm, salt yönetimi ele geçirdiği ülke halklarına baskı ve zulüm yapmakla kalmamış, İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı’nın hazırlanışında da başrolü oynayarak tüm gezegenimizi ateş, kan ve gözyaşına boğmuştu. Avrupa’daki İtalyan ve Alman faşizmi, sınırlı da olsa, var olan demokratik ortam içinde yeşermiş ve seçimlerle elde ettiği siyasal başarının üzerine oturduktan sonra adım adım faşizme yönelmiştir. Soğuk Savaş yıllarında emperyalizmin kendi metropolü dışındaki ülkelerde sıkça uyguladığı gibi, her ülkede faşizm ille darbe ya da büyük kalkışmalar sonucu iktidara gelecektir diye bir kural yoktur. Çünkü o yıllarda ana hedef işçi sınıfının öğretisi olan sosyalizmdi. Bu yazının dar sınırları içinde faşizmin ideolojik ve politik kökenlerine inecek değiliz. Sadece, bizde AKP tarafından yürütülmekte olan politika ve uygulamalarla Avrupa’daki faşist devinmeler arasında nasıl bir benzeşme ve örtüşme olduğuna vurgular yapmakla yetineceğiz. İlginçtir, demokratik yoldan iktida ra gelip sonradan faşizme yönelen tüm ülkelerde, işin başında hep halkçı bir söylemle yola çıkılmıştır. Bu konuda Almanya’da Hitler’in herkesin bir arabası olacak demagojisiyle Volkswagen oto sanayii kurması buna nasıl bir örnekse, bizde de TOKİ tarafından yürütülen ve bugün birçok kentte talep fazlası durumuna gelen konut yatırımlarına yönelmesi de benzer bir ikinci örnektir. Faşizmin kitleleri kendine bağlamada kullandığı ana malzemelerin başında demagojiye dayalı bir propaganda çalışması geldiğini hepimiz biliriz. Anımsanırsa gerek Mussolini, ge AHMET TAN Süleymaniye’ye de Özgürlük... Kalemin ucuna “Süleymanname” şiiri takıldı. Aslında laikliğe verdiğinden ziyade zararı İslam dinine veriyordu. İnancı gösteriş için parti için yapmayı kural haline getirmişti. “Üreyin üretin!..” diyordu. Ama üretmeden tüketmenin siyasetini yürütüyordu. Makası elinde geziyordu. Fabrika açamayınca, pastane açılışına kadar... İşi ayağa düşürdü. Üretmeden tüketmeye, bu kez çaresizlikten… Kanuni Sultan Süleyman’ın asırlar öncesi açtığı camilere yöneldi. Bayram namazı bahanesiyle Süleymaniye Camii’ni miting alanına dönüştürdü. Süleymanname... Başbakan’ın yediği naneye de, nanenin yendiği yere de kimliğine ve kişiliğine de uyarlanabilecek uzunca bir şiir. Biz de uyarlayarak birkaç mısraı ile yetinelim. “Sen Kasımpaşa’nın yapma gülüsün.../ Yoktur izlediğin bir dava yolu; Bir o yan bir de diniman/ Bir bu yan, bir şu yan, büküntülüsün! Yerli yabancı sermaye merkezlerinden,/ Zikzaklı duble yollarda hep, güdülüsün! Milli birlik bütünlük gelmez işine/ Bu yüzden parçalı, bölüntülüsün. Ve devlete Suudi biraderlerin/ Tam da maslahata denk ödülüsün! Fikir dağlar boyu kocaman kitap;/ Sen de o kocaman kitabın bir virgülüsün! Böyleyken ustasın gözbağcılıkta;/ Cüceler sirkinin baş Herkülü’sün! Gözyaşı ve çığlık vatanında sen,/ Hüzün bahçesinin şen bülbülüsün! Adaleti, Kalkınma’yı hapsedip parti levhasına/ Cami önlerinde miting organizatörüsün… Bu yüzden de davullardan gümbürtülüsün!” Bugün bayramın son günü. Hiç değilse sütunun geri kalanı “Tayyipsiz kalsın Steril kalsın!” diyerek... Can Dündar’ın Bayramnamesini anımsayalım: “Hayata rasgele serpiştirilmiş ilahi ikramlar, kıymet bilen kullara her daim bayram yaşatır. Nefes almak bayramdır mesela; günün birinde soluksuz kalınca anlar insan... Görmenin nasıl bir bayram olduğunu karanlık öğretir; sevmeninkini yalnızlık... Sızlamayan her organ, hele de burun direği bayramdır. Küsken barışmak, ayrıyken kavuşmak, suskunken konuşmak bayramdır. Bir kitabı bitirmek, bir binayı bitirmek, bir okulu bitirmek, kâbuslu bir rüyayı, kodeste ağır cezayı bitirmek bayramdır. Yoğun bakımda sancılı geceyi ya da kangren olmuş bir ilişkiyi bitirmek de öyle... (……) ‘Ona güvenmiştim, yanılmamışım’ sözü bayramdır. Hiç aldatmamış, aldanmamış olmak bayram... Yeni bir sözcük öğrenmek, bir tünelin sonuna gelmek, müzmin bir işin kapısını çarpıp uzun bir yola çıkıvermek bayramdır. Zorluklara tek başına göğüs gerebilmek, gereğinde haksızlığın üstüne yalın kılıç yürüyebilmek bayramdır. Yeni eve asılan basma perdeler, alın teriyle kazanılmış ilk rızkın konduğu çerçeveler, yüklü bir borcun son taksiti ödenirken sıkılan eller bayramdır. (….) Güne gülümseyerek başlamak bayramdır. ‘İyi ki yanımdasın’ bayram, ‘Her şeyi sana borçluyum’ Bayram, ‘Hiç pişman değilim’ bayram... Alnı açık yaşlanmak bayramdır; ulu bir çınar gibi ayakta ölebilmek bayram... Bunların kadrini bilirseniz, kıymet bilmeyi öğrenirseniz, her gününüz bayram olur. Meraklanmayın, öyledir diye size deli demezler. Deseler de böyle delilik, bayram artığı günlerdeki nankör akıllılıktan evladır! Her gününüz bayram olsun!..” Süleymaniye sömürgeninesemirgenine rağmen. Faşizmin en temel özelliklerinden biri de ekonominin en gerici tekeller tarafından yönlendirilmesidir. Özellikle son on yıl içinde AKP kendi tutucu sermaye kesimini yaratmakla kalmamış, ihale yöntemlerinde yaptığı değişikliklerle devlet ve yerel yönetim olanaklarını bu kesime akıtmıştır. rekse Hitler, tarihin yetiştirdiği en büyük demagoglardır. Hatta böylesi bir jargonu kullanmakta o denli etkili olmuşlardır ki, Mussolini’nin kimi söylevlerinde kadınların orgazm olduğu bile söylenir. Bizde, birebir değilse bile, benzer özellikler gösteren bugünün en etkili demagogunun kim olduğunu siyaset dünyamıza yakından bakanlar açıkça görecektir... 12 Eylül referandumu öncesi AKP tarafından yürütülen propaganda çalışmaları sürecinde tanık olduğumuz yalana, çarpıtmalara ve hatta yer yer tehditlere varan ikna konuşmaları, yukarıda değindiğimiz benzeşmeyi çağrıştıran ilginç anekdotlarla doludur. AKP’nin kendisi 12 Eylül faşizminin doğrudan bir ürünü olmasına karşın, 12 Eylül’de idam edilenlere koro gulamanın bir başka benzeri değil mi?.. Avrupa’da faşizm, devletin ve toplumun tüm kurumlarını teker teker ele geçirerek siyasal egemenliğini pekiştirmişti. Bu açıdan kadrolaşma büyük önem taşımaktaydı. Bugün Türkiye’de yerel yönetimlerden tutun da devletin bütün organlarında AKP ve yandaşları tarafından büyük bir kadrolaşma süreci yaşanmakta ve hatta bununla da yetinilmeyerek her gün kamu kesimine yeni alınan kadrolarla var olan yapı daha da şişirilmektedir. Karşı çıktıkları 12 Eylül anayasasıyla getirilen YÖK’ün kaldırılması şöyle dursun, yeni yapılan atamalarla bu kurum kendilerine bağlı bir eğitim üstü konumuna getirilmiştir. Kadrolaşmanın en yoğun yaşandığı bir başka İSMAİL GÜLGEÇ ması gereken yargı dizgesi işlemez duruma gelmiştir. Mahkeme kararları olmadan yapılan telefon dinlemeleriyle özel hayatın gizliliği ilkesi çiğnenmekte, oluşturulan özel yetkili mahkemeler eliyle rejime muhalefet eden kişiler daha suçlarının ne olduğunu bile bilmeden günlerce, aylarca, yıllarca gözaltında tutulmaktadır. Böylece bir taraftan toplum korkutulurken, öte yandan şimdilik içeri almadıkları toplumun bilinçli, aydın ve dinamik diğer kesimleri de sindirilmektedir. Çağcıl toplum düzeninin diğerleri denli önemli ve etkin bir ayağı da medyadır. Bugün bağımsız ve tarafsız muhalefet görevini yapacak medya kuruluşu neredeyse kalmamış gibidir. Kendilerine bağlı medya organlarının yalan, yanlış haberleriyle ise insanlar ters yön ‘Ulema’ya Tutkunluk! MERİÇ VELİDEDEOĞLU Bu konuyu bir bayram yazısında ele almak pek uygun değilse de, katlanılabilecek bir bağlamda değinmeyi deneyebiliriz. Örneğin, şu sıralarda içinde bulunduğumuz “pastırma yazı günleri” gibi adlandırılacak olan “R. Tayyip günlerine”, düşünür Kierkegaard’ın bir deyişine göre dokunalım. “Hayatı ileriye dönük yaşar, geriye bakıp anlarız!” saptamasına uygun olarak, şöyle iki yüz yıl öncesine, 19. yy’ın ilk çeyreğine uzanalım. Osmanlı Sultanı ve Dünya Müslümanlarının Halifesi İkinci Mahmut’a bir bayram ziyareti yapalım. Bilindiği gibi, İkinci Mahmut çağına dönük, yenilikçi, dahası kimi konularda “devrimci” sayılabilecek bir hükümdardı. Ne var ki onun bu tutumuna “ulema”, dolaysiyle “Şeyhülislam” karşı çıkıyordu. İkinci Mahmut’un bu duruma baş eğmiyeceği kesindi; kısa bir süre sonra padişah, “Seyhülislam”ı yönetimden ve yönetimle ilgili kurumların tümünden uzaklaştırır. Birçok padişahı avuçlarına almayı başarmış “Şeyhülislamlık” kurumu, dolaysiyle “ulema” için “de” katlanılmaz bir durum olur bu. Çünkü “ulema”ya göre, Padişah gerçekleştirdiği kimi “değişimlerle “şeriat” dışına çıkmaktaydı. Hangi birini saymalıydı; medrese softalarını askere aldırmasını mı; türlü dolapların döndürüldüğü “vakıf” işlerine el atmasını mı; “ulema”ya danışmadan vergiler koymasını mı; yoksa Frenk âdetlerine aşırı düşkünlüğünü mü? Belki bunlara “ulema” göz yumabilirdi, ama bir tanesi vardı ki, yenilir yutulur gibi değildi. Müslümanların yüce Halife’si, başından koca “sarığı” çıkarmış, yerine “fes” giymişti. İkinci Mahmut, “ulema”ya göre artık “gâvur” bir padişahtı. Gelinen bu duruma “ulema”dan sabretmesi beklenemezdi, dolaysiyle Şeyhülislam hem bu konuyu hem de yukarıda yazılanları sorgulayan bir “muhtıra” verir Hükümdara. İkinci Mahmut, “muhtıra”yı yöneticiler önünde okur ve yırtar atar... Hükümdarın bu olumsuz tutum ve eylemini “ulema”ya, yalnız “din” işleriyle uğraşmalarını, dünyasal işlerin, hükümet işlerinin “padişah”ın mutlak “yetki”sine ait bir alan olduğunun “kesin” bir biçimde anlatılması olarak yorumlarlar. İkinci Mahmut, kendisinden “iki yüz” yıl sonra, “ulema”yı siyaset içine çekmeğe çalışan bir başbakanın, R. T. Erdoğan’ın söylediklerini duysa ne yapardı diye bir soru sormak insana zor geliyor. Çünkü bunu sorabilecek bir durumda bulunmak, “utanç” verici bir “süreç”te yaşıyor olduğumuzu göstermez mi? Ayrıca “ulema”yı dışlayan İkinci Mahmut döneminde “de” devlet, “şeriat” yasaları ve “padişah iradesi”yle oluşan kanunlarla sağlanırdı; bu ikisinin de sınırlarını çizen “ulema”dan oluşan Şeyhülislamlık ve başı olan Şeyhülislam’dı. Bunlar, zamanı gelmiş, padişahları “kul” gibi görmüşlerdi. İşte İkinci Mahmut bu “güç”e karşı koyup, çağa dönüklüğü engelleyen “ulema”yı “saf dışı” bırakırken, 21. yy’da “laik” Türkiye’nin “ulema”ya danışmaya kalkışan bir “başbakan”la yönetilmesi çok sarsıcı, irkiltici bir durum. Türkiye’de “3 Mart 1924”ten bu yana “ulema” yoktur, “din adamı” vardır; “Şeyhülislamlık” yoktur, “Diyanet İşleri” kurumu vardır; “Şeyhülislam” yoktur, “Diyanet İşleri Başkanı” vardır. Çünkü “3 Mart 1924”ten bu yana İslamın “dünyasal yaşam”la ilgili “düzenleme”lerini içeren alanın kesin sahibi “TBMM”dir (yasama). Böylece “din”, “hukuksal” ve “siyasal” alanlardan çekilmiş, “vicdan”lara yerleşmesinin yolu açılmıştır. Bu durumda “yasama”nın kabul ettiği bir yasa ile ilgili olarak “ulema”ya yani “din adamı”na başvurmak, “Diyanet”ten görüş istemek başka bir art niyet yoksabilisizlik (cahillik) olarak görülebilir. Ama bunu “Başbakan” isterse, bu tutum, yürürlükteki “rejim”e, bu “rejim”in “temel taşı” olan “laik”liğe “karşı” oluşunun apaçık ortaya konmasıdır. Başbakan’ın, dolaysiyle “yürütme”nin böyle bir “görüş” sergilemesinin “laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti” için olumsuz bir anlamı yok mudur? Ayrılan, Diyanet İşleri Başkanı’nın bu konuyla ilgili açıklamasının da bir değeri yok mudur? Bir konuda yapılan “yasal düzenleme” için “Diyanet”in görüşünü sormanın “laiklik” ilkesine aykırı olduğunu Prof. Dr. Bardakoğlu, Diyanet’i düzenleyen “yasa”ya dayanarak ortaya koydu; Başbakan’ı açıkça “uyardı”! Peki, “Devlet”in temsilcisinin bu olup bitenlerle ilgilenmesi söz konusu değil midir? Yoksa, halk arasında, “Tencere dibin kara, seninki benden kara!” biçiminde dile getirilen bir “durum” mu var? Ama bu “kara”ların yarattığı “karanlık”lara karşı, toplumun yasalar çerçevesinde “aydın”lık için uğraşıya girişmesi söz konusu olmalıdır. Sanırım “çoban ateşleri” yakılmağa başlandı yavaş yavaş olsa da... HAYVANLAR KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] BULMACA ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tiyatro sahnesinde dekorların hareket edebilmesi için yapılmış parmaklıklı tavan... Hayat arkadaşı. 2/ Kölelik, kulluk. 3/ Geleceği öğrenmek amacıyla çeşitli şeylere bakarak anlam çıkarma... Aşının tutması için yinelenmesi. 4/ Bir burç adı... Kayak. 5/ Öleceği kesinlikle bilinen bir hastanın, acılarını dindirmek için doktor tarafından öldürülmesi. 6/ Bir nota... Bir pamuk cinsi. 7/ Sergen... Özellikle “Çıplak Maya” adlı tablosuyla tanınmış İspanyol ressam. 8/ Mutluluk hormonu. 9/ Erzincan yöresine özgü, yoğurt ve yufka ile yapılan bir yemek... Sodyum elementinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Tiyatroda oyun 1 culara, unuttukları sözleri izleyicilere 2 duyurmadan söyle 3 yip anımsatan kim 4 se... Bir nota. 2/ En küçük izci kurulu 5 şu... Bir sövgü sözü. 6 3/ Süs bitkisi olarak 7 yetiştirilen bir nergis türü... Nazilerin po 8 litikasında Germen 9 ırkından olanlara ya1 2 3 4 5 6 7 8 9 kıştırılan ad. 4/ İlkel benlik... Yolsuz ya da emeksiz 1 S E F A R A D S elde edilen şey. 5/ Eskiden 2 E N E Z E E F E birçok hastalığın tedavi 3 L İ R Z AM İ R sinde kullanılan macun kı 4 A K İ F E R D O vamında ilaç... Boru sesi. 6/ 5 D K A N A L E T Avuç içi... “Yol, yöntem” 6O D Ç E R İ O anlamında argo sözcük. 7/ 7N İ N E O Y A N Yunan abecesinde bir harf. T A T A R İ 8/ Dağ, tepe gibi yamaçlı 8 N N A N şeylerin alt bölümü... Din 9 O K T A V sel tören. 9/ Takımlar grubu, küme... Maksim Gorki’nin bir romanı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle