Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
.26 HA2İRAN 1996 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
KULTUR 15
ALLEGRO EVtlN tLYASOĞLU
İyi ld Peldnefler'imiz var!Pekineüer'i uzun süredir dinleyeme-
mişti Istanbullular. Hele resitallerini
kimbilirkaçyıldırduymamışlardı. Kuş-
kusuz AKM'yi hıncahınç dolduran her-
kesin gönlünden aynı şey geçtı resıtal
boyunca: "İyi ki Pekineİler'imiz var."
Genellikle pıyanolu beşli olarak dın-
leyegeldığimiz Brahmsın op 34 Fa Ma-
jör sonatında iki piyano arasında diğer
yaylı çalgılann paylaşımı da ortaya çıkı-
yordu. Pekineller'in tuşlannda beş çalgı-
nın tınısı da duyuluyordu. Sanatçılar
programın ilk yansındaki ağırbaşlı orta-
ma karşı ikinci yanda daha coşkulu. da-
ha halka yakın yapıtlar seçmişlerdi. J. C.
Bach'ın Rokoko tarzındaki zarif sonatı-
nı da zamanın kla\ senden piyanoya ge-
çiş biçeminde seslendirdiler. Gersh-
win'in prelüdleri, Brahms'ın Macar
Danslan. Liszt'ın Mehpisto Va!si gbı ya-
pıtlan kendilennden daha öncekı yıllar-
da da dinlemiştik. Ancak bu kez yenı bir
olgunluk. taze bir coşkuyla çaldılar her
birini. Sanki her bir müzik cümlesinın ar-
dındaki felsefeyi yeniden keşfe kalkış-
mışlar! Güher-Süher Pekinel düosunun
kendilerini üst düzeyde koruyabilmele-
rinin başlıca sırn. karşılıklı söyleşilerin-
deki canlılık rubatolanndaki birliktelik
ve yıllar öncesinden bildikleri yapıtlan
her seferinde ilk kez yorumluyormuşça-
sına incelıkle çözümlemelennde yatıyor.
Çilingiryan Dörtiüsü bekleneni
vermedı
Çilingiryan Dörtlüsü'nün Londra'da-
kıününübilinz. Geçen kışaylanndaLe-
von Çilingiryan'ı İDSO'da Brahms kon-
çertosunun solisti olarak dinlemiştik. Ar-
dında bırakıp gittiği izlenimleri şöyley-
di: Brahms'a yakışmayan hantal bir yo-
rum. tonlama. hatalan, nota yanlışlan.
tempoaksaklıklan! Bir daha solist değil
de onu bir oda müzikçisi olarak değer-
lendirmeyi dilemiştik. Bu kez 24. tstan-
bul Festivali'ne ünlü kuvartetı ile konuk
oldu. Ne yazık ki yine baştan sona Le-
von Çilingiryan kendini toplulugun dı-
şına çıkartıp oda müziği yapmanın baş-
lıca özelliği olan birlikte şarkı söylemek
ilkesini bile uygulamıyordu. Oysa toplu-
luğun çellıstı PhiliodeGroote ve \ iyola-
cısı A. Valdimarsdorrır son derece başa-
nlı üyelerdi. Çilingiryan dışında kalan üç
üye İcendi arasında bir ton tutrurabilme-
yi bile başardı.
Mischa Maisky'nin büyûsü
Rusya dogumlu Musevi çellist Misc-
Jıa Maisky. piyanist Daria Hovoranın
eşligınde gerçekten büyülü dakikalar > a-
şattı. lpekten bir ses dokusu ördü sanat-
Rusya doğumlu Musevi çellist
Mischa Maisky (solda). piyanist
Daria Hovora'nın eşüğinde
gerçekten büyülü dakikalar
yaşattı. 14. \e 15. İstanbul
fesrhallerinden anımsadığımız,
y ılda 80 konser vererek dünyayı
dolaşan piyanist l\o Fogoreliç'in
(üstte Ann Karamürsel. Ivo
Pogoreliç ve -Vliza Kezeradze ile
birlikte) yine olağanüstü yönünü
dinlemeye hazırlanıvor
tstanbullular.
G
üher-Süher Pekinel düosunun kendilerini üst düzeyde
koruyabilmelerinin başlıca sırrı, karşılıklı söyleşilerindeki canlılık,
rubatolanndaki birliktelik ve yıllar öncesinden bildikleri yapıtlan her
seferinde ilk kez yorumluyormuşcasına çözümlemelerinde yatıyor.
çılar. Hele Rachmaninof, Şostakoviç,
Çaykovski gıbı kendı köklerinın bestecı-
lerini seslendinrken anlatımlannın doru-
ğundaydılar. Ayrıca piyanist Hovora'nın
yumuşacık eşüğinde çellistle aynı solu-
ğu paylaşması özel bir başanydı. Oda
müziğinde yücelmenin ilk şartı. tüm sa-
natçılann-eşit nitelikte olması. Maisky-
Ho\ ora ikilisi bunu bir kez daha kanıtla-
dılar.
Maisky dünyanın tüm önde gelen so-
list ve şeflerıyle birlikte çalışmış. Çello
öğrenimini önde gelen tüm öğretmen-
lerle yapmış. Çello dağarcığının derin-
lıklerini öğrendıği kadar. bu çalgı için
yazılıp unutulmuş nice yapıtı ortaya çı-
kartmış. Bugün dünyanın hangi sanat
merkezinde Maısk> 'nin konserine rast-
larsanız mutlaka bıletler ilk günden sa-
tılmış oluvor. Ne mutlu bıze ki bu büyük
sanatçıyı istanbul Festıvali çerçevesinde
dinleyebildik. Kaçıranlar herhalde çok
üzüldüler.
Bu akşam Izmir Devlet Senfoni Or-
kestrası, şef Rengim Gökmen yöneti-
minde Istanbullulann konugu olacak. Bu
konserin en önemli özelliği. iki ayn ku-
şaktan iki Türk bestecisinı ıçermesi. V\-
vi Cemal Erkin'in (1906-1972) tkinci
Senfonisi ve Hasan UçansıTnun (1965)
Çtglıklar, Anılar ve Küçük Bir Düş baş-
lıklı yapıtı seslendirilecek. Konserin son
parçası yine çağdaş bir besteciden. Ra-
vel'in Daphnis veChloebaşlıklı mitolo-
jık sürti çalınacak. Hasan Uçansu'nun
yapıtırNejat Eczacıbaşı adına konan ödü-
lün bırincisi. Saygun'un kompozısyon
sınıfından mezun olan L'çansu. halen
Pennsylvania Üniversıtesı'nde George
Crumb ve Richard VVernick'in danış-
manlığında doktorasını sürdürüyor.
L'çansu yapıtını şöyle açıklamış: "Ana-
dolu ağıtlannın özellikleri nlan uzun, yi-
neleyen sesler üstündeki dalgalanmalan.
çözümden kaçan gergin ses kıvnmlannı
modem bir ses kümesinde. yalın orkest-
rarenkleriylesoyutlamavaçalıştım. 'Çıg-
lıklar' olarak adlandırdtğım bu gergin
öğeyi "başka bir zaman boyutuna göcen-
lerin uzakta yankılanan seslen' olarak
tanımladığım daha yumuşak bir başka fi-
kirle dengeledim. Vapıt bu iki öğenin iç
içe geçmesiyle geli$ir ve gittikçe gerginle-
şir; en gergin noktada sanki boşluğa atıl-
mış bir cisim gibi sona erer." Bu genç bes-
tecımızın yapıtı İstanbul Festivali prog-
ramlarına özfcl bir renk katacak.
Ivo Pogoreliç yeniden
İstanbuTda
Pogoreliç'ı 14. \e 15. Istanbu! festival-
lennden anımsıyoruz. Aynca 1980'den
ben Avrupa müzik dünyasında yarattığı
çarpıcı haberler medyada geniş bir yer
almıştı. Önceki yıllardan onunla yaptığı-
mız söyleşıleri tanyorum. Yedi yaşında
babasıyla müzik derslerine başladığında
ailesi onu hiç de ünlü bir piyanist yap-
maya niyetli değilmiş. On iki yaşında
Moskova Konservatuvan'na giren bu
Yugoslav çocuk, henüz Rusça dahi bil-
meksizin tüm öğretmenlerin dikkatini
çekmfş. Ve on yedi yaşında tanıdığı pi-
yano öğretmeni Aliza Kezeradze ile ya-
şamını birleştirmiş. Kezeradze'nin ge-
çen aylardaki ölümüne dek onun yazgı-
sını paylaşmış. Aynı zamanda bizim pi-
yanistimiz Ann Karamürsel'in de Mos-
kova'dan öğretmeni olan Kezeradze,
Ivo'nun yaşamında disiplinli bir müzik
dünyası yaratmış. Kansının oğluna ken-
di soyadını vererek adapte eden Pogore-
liç, halen Londra'da onunla yaşamakta.
Müzik çevreleri bu eksantrik piyanis-
ti 1980 Varşova Chopin Yanşması'nın
fırtınalı finalinden anımsarlar. Tutucu
Chopin otoriteleri Ivo'nun yorumunu
protesto ederken Martha Argeriç'in
onun bir dâhi olduğunu söyleyerek jüri-
den istifa etmesi. dikkatleri Ivo'nun üs-
rüne çekmişti.
Pogoreliç "iji piyanist" tanımina yeni-
likler getirmekle eşdeğer. Tarihin nıce
ünlü piyanistini eleştirirken "Horo-
Mİtz'in Beethoven'i çok iyi anladığı soy-
leniyor, ancak galiba Beethoven Horo-
wte'l anbmıyor" diyordu. Piyanodan bir
orkestra etkisı elde etmeyi, geleneğe
bağhlık kadar sanatçının kendi yaraticı-
lığını da kullanmasını öngörüyordu.
Pogoreliç yılda 80 konser vererek dün-
yayı dolaşmakta. Konserleronun için bü-
yük özveri. Büyük bir savaşım sonucun-
da boşluğa düşmek! Ve her konserin, her
resitalin ardından hâlâ kendinden konuş-
turuyor. Kimisi onun üstün yeteneğinı,
harika tekniğini överken, kimi eleştir-
men de onu kendıne özgü kurallan için-
de yorum yapmakla suçluyor. Şeflerle
geçinmesi de ayn bir sorun olmuştu Po-
goreliç'in. 1983'te Herbert von Kara-
jan'ın çagnsı üzerine Çaykovski'nin 1
numaralı piyano konçertosunun plak
kaydma başlamışlar, ancak tempo konu-
sunda bir türlü anlaşamayıp projeyi ya-
nm bırakmışlardı. Sonradan Claudio
Abbado ve Londra Senfoni Orkestrası
ile Pogoreliç'in isteği doğrultusunda bir
yorum yayımlandı. Deutsche Gramop-
hon plak şirketi tüm söylentilere karşın
Ivo'nun plaklannı şöyle reklam ediyor-
du: "Dinleyin, kendiniz karar verin. Ku-
sursuz, ömek bir piyanist mi yoksa akıl
aimaz bir yorumcu mu?" 24. İstanbul
Festivali'nde bıletlen en çabuk satılan
sanatçı Ivo olduğuna göre tstanbullular
onun olağanüstü yönünü dinlemeye
hazırlanıyorlar.
YÖK unvanlanna göre müzikçi tanımlan
.nkara'daki
Fransız Kültür
Merkezi'nde düzenlenen
müzik şenliği. "Fete de
la musique" kapsammda
iki Türk grubu,
'Mustafa Hadi Dedi" ve
'İstanbul Blues
Kumpanyası' vardı.
Birinci topluluk, 60'1J ve
70'li yıllann tngiliz ve
Amerikan müziğinie
yapıyor. Beatles, Rolling
Stones, The Doors ve
Eric Çlapton'ın parçalan
ağırlıktaydı. 'Jstanbul
Blues Kumpanyası 'nin
repertuvannı da genelde
'blues' örnekleri
oluşruruyor.
AHMETSAY
ANKARA-"Orkestra"dergisinın mart
yada nisan sayısındayeralan ilginçbirva-
zının başlıgından yola çıkarak müzikçile-
rimızin bir sorununa deginmek istıyordum.
Dergiyi kaldırmıştım bir yana, oysa öyle
güzel saklamışım ki şimdi bulamıyorum.
O yazının başlığı sanıyorum şöyle bir şey-
di: "Yrd. Doç. Dr. vırt zırt vs."
YÖK'ün akademik un\anlan müzikçi-
lere hiç mi hıç yakışmıvor. Ne demek "yar-
dımcı doçent" > a da "araşhrma görevlisi
piyanist?" Genç bir keman \ ırtüözümüzün
"yardımcı doçent" diye ünlenmesı ona ne
katar? "\ardimci" sözcügünüev hanımla-
rı gündelikçi kadınlar için kulianıyor. Bir
müzıkçimız neden "doçentyardımcısı" du-
rumuna düşsün? "Şof5rmua\ini" mı sanı-
\orlar müzikçileri?Yine YÖK terminolo-
jısinde "sanatta yeterlik" dı\e bir laf var.
Gerçekte, bir sanatçının veterlılıği sahne-
de belli olur: Çıkarsın podyuma. çalarsın
programı. "yeterB"misin. degıl misın. gö-
rürüz. Konser\atu\arlar, YÖK kapsamına
alınınca üniversitelere bağlandı. Koskoca
Ankara Devlet Konser\atu\an'nın adı ar-
tık "Hacettepe Cnh'ersi^esi Devlet Konser-
vatuvan." Oysa tıp fakültesiyle tanmmış-
tır Hacettepe. Kimin aklına gelır bu gele-
neksel müzik kurumunun Hacettepelı ol-
duğu?
Başkentte üniversitelere bağlı üç profes-
yonel müzik öğretim kurumu bulunuyor.
YÖK'çesını değil, hakçasını söyleyelim:
Konservatuvar, Bilkent ve Gazi. İlk ikisi-
nin ögrenci resitallerini. konserlerini, hat-
ta bitirme konserlerini izlemeye çalıştım ve
bu sütunlarda yazdım. Gazi'nin eksikliği-
nı duymaya başlamıştım ki 1995-96 me-
zunlarının konserı. açığımı kapattı. Pro-
fesyonel müzik egitimi açısından "Ga-
zi"siz bir Ankara düşünülemez. Gazı. 72
yıllık onurlu geçmişiyle köklü bir müzik
kurumumuzdur. Günümüzdeki adı ise Is-
panyol sovlulannın adlanna taş çıkaracak
deıili Mzutı: Gazi Üniversitesi Gazı Eğitim
FaW:itesi Müzik Egitimi Bölümü. Egerbu
kunımda hocalik yapıyorsanız, adınız. so-
yadınız ve yrd. doç. dr. gıbi unvanlannız-
'a "anasanat dalı"ndaki görevinizi, ev ve
ış adreslerinizı. telefonlannızı, faksınızı
bir kartv ızite sığdıramazsınız. Broşür bas-
tırmanız gerek ya da geçmiş yıllardan bir
ünlünün kart\ izitini ömek almalısınız: ts-
tanbul Valı \e Belediye Başkanı Ordinar-
yus Profesör Doktor Fahrettin Kerim Gö-
kay. Vilayet, belediye. muavenehane, ev te-
lefonlan ve bunlann adresleri... Deli dok-
toru olmak gerek. Belki de onun için İstan-
bul Belediye Başkanlığfnasikça deli dok-
torlan gelir.
Gazi mezunlannın konser programı iki
bölümden oluşuyordu: Suna Çevik yöne-
timındekı korunun ve şef Yakup Kjvrak
yönetımindeki orkestranın sunduğu çok iyi
seçilmiş yapıtlardan iki demet... Ögrenci
topluluklan olarak gerek koronun. gerek
orkestranın "amatörlük" düzeyini çok
hem de çok aşmış bulunduğunu belirtme-
Sokaldar herzaman kendi miiziirhıi üretecek
Kültür Senisi- Dünyanın en ün]ü
vokalistlerinden biri olan Al Jarreau ülkemizde
Parlıament Jazz Festivali kapsamında bir
konser gerçekleştirdi. Bu. Al Jarreau'nun
Türkiye'ye ıkıncı gelişi ve kendısi ilk gelişinde
Türk dinleyicisinden çok memnun kalmış. Al
Jarreau müziği dinleyici ve sanatçı arasında bir
iletişim olarak değerlendiriyor. Canlı
konserlerde ise dinleyicinin gözardı edilemez
bir rolü ve etkisi var. Dinleyici uyursa sanatçı
da uyur \eya dınleyicidekı en ufak bir canlılık
tıpkı saksofondan gelen ritim gibi sanatçıv ı
harekete geçirir. Al Jarreau işte bu bağlamda
Türk dinleyicisini çok seviyor; çünkü Türk
dinleyicisi iyi dinliyor. iyi tepki veriyor ve en
önemlisi müzige katılma özgürlüğünü iyi
kulianıyor.
Al Jarreau. cazın dünya müziğindeki yerini
değerlendirirken, artık altın çağını
yaşamadıgını kabul ediyor. Sanatçı cazın yenı
konumunu şu şöyle değerlendiriyor. 'Caz artık
sokaktaki insanlann müziği değıl. fakat
gelişimini sürdürüyor. hâlâ insanlan etkiliyor.
Caz aslında anlık bir ifade biçimi ve bugün caz
müziğe ritmin yanına melodi ve uyumu da
katıyor.' Al Jarreau cazın sokaktan aynlınca
elit kesimin müziği olduğunu da kabul ediyor
ama elit kavramının yanlış anlaşıldığını
söylüyor. Kendisi "elit" kavramını şö>le
değerlendiriyor: 'Elit ukala demek değil,
müziğin sokaktan ayrılması müziğe insanlık
nereden geldi, bugün rrerede, nereye gidiyor
gibi zihinsel, fclscfi ve karmaşık sorulara da
cevap aramaya başlamasını ifade ediyor.'' Al
Jarreau cazın yeni bir yön kazandığını ve
kendisinin de yeni düşüncelerin ifadesi için
kapılar açan bu yolu sevdığini ve
benimsediğini söylüyor. Aynca caz elit müzik
olunca sokaklann müziksiz kaldığını da
düşünmüvor ve sokaklann müzik üretme
sürecini 'Sokaklar her zaman kendi
müziğini üretecek, bugün sokaklann müziği
hip hop. yarın hip hopun içinde barındırdığı
şiirsel öğeler önplana çıkacak ve sokaklar
yeni bir müzik bulacak." sözleriyle
değerlendiriyor. Parliament Caz Festivali
kapsamında verdiği konserle İstanbul
seyircisınin kalbini bir kez daha fetheden
Jarreau . sesınde müthiş bir yeteneği ve v ıllann
coşkusur.u .dene\ımım bir araya getırmış bir
sanatçı. Onu ızlerken sahnede bu derece canlı
olmasının nedeninin yaptığı ışe tutkuyla bağlı
olması olduğunu anlıyorsunuz. Tutku ve
profesvonellik Jarreau'nun sanatçı kişiliğinde
mükemmel bir bütün sergilıyor. Müziğini
Himalayalar'a. Çin'e. Afrika'ya. Alaska'ya
kısacası dünyanın her köşesine taşımak ısteyen
Al Jarreau Türkiye'ye her iki davet edilişinde
de çok mutlu olmuş. Geçen gelışınde
Istanbul'u gezemediğini. fakat konserinden
sonra Türkleri ve Istanbul'u tanımak için
zaman ayıracağını söylüyor.
liyim. Gazi'yi, Gazi'nin hocalannı ve me-
zunlannı kutluyorum. Onlann da üstünde,
bu okula adını vermiş olan Gazi Mustaf»
Kemal'in anısı önünde eğilerek...
Fransız Kûltür'de
"MûzikŞenligi"
Popüler müzik beğenisinde Fransızlar'a
güvenirim. 700 yıllık bir geleneği sürdü-
ren "chanson"lann tatlı esintisi, yüzyılımı-
zın ilk yansında tüm dünyayı etkilemiştir.
"Chanson"lann Edith PiaFla noktalandı-
ğını sanmayalım. Fransızlar var oldukça
yaşam dolu, aşk dolu bu şarkılar, var ola-
caktır.
Ankara'daki Fransız Kültür Merkezi'nin
bir "müzik şenliği" düzenledığinı duydum
ve bu etkinliklerin niteliğini öğrenmek için
önce telefonla kurcaladım. "Popüler mü-
zjkağniıkta" olduğunu belirttıler. Daha iyi
ya, bız de popüler müzik dinleriz! Klasik
müzik üzerine yazdıklanma bakarak yok-
sa sabahtan akşama Baeh dinleyip uzayda
gezindigim mi sanılıyor?
"Fetede la musique" kapsamında, cuma
günü iki Türk gnıbu vardı. Adlan da gü-
zel: "Mustafa Hadi Dedi" ve "İstanbol
Blues KumpanyısL" Birinci topluluk. 6O'lı
ve 70'li yıllann lngiliz ve Amerikan mü-
ziğini yapıyor. Beatles, Rolling Stones, The
Doors ve EricClapton'ın parçalan ağırlık-
taydı. "İstanbul Bhıes Kumpanyası"nın re-
pertuvannı genelde "Mues" örnekleri oluş-
ruruyor. Blues'dan yola çıkınca neler gel-
mez ki ardından? Kamp.demiryolu, hapis-
hane, iş şarkılan. zencilerin dinsel parça-
lan. gospel ve spiritual uyarlamalan, zyde-
co ve cajun denemeleri. sonra da klasik
caz: Mississippi. Chicago, Lousiana ve Te-
xas! Topluluk "cazmantıgı"yaklaşımında
oldugu için Afrika köklerinden esinle her
türlü nesneyi vurmalı çalgı olarak kuilani-
yor: Teneke kutular, tahta kaşıklar. plastik
kova ve maşrapalar, büyükJü küçüklü va-
nller. borular, alüminyum ya da ahşap pla-
kalar ile rınlat babam tınlat!
Aslında bu çeşit etkinlikleri, BekriÇeş-
nici'nin hangi lokantada neler yiyip içtiği-
ni anlatması gibi ballandırmalı. Gençlerin
müzikle bütünleşmek için yeni kanallaraç-
tığını görünce, önemli şeyin "ortam" ol-
duğunu anlıyorsunuz. Kumkapı'da mıyız,
Boğaz'da mı, yoksa Todori'de miyiz bu ak-
şam? Ortamı bilelim ki sofraya getirilen ta-
bak ve şişeler, önümüze rastgele firlatılmış
gibi olmasın! Dinleyicinin katılımı özgür-
dü, ama taşkın değildi. Dikkatimi çeken.
topluluk sözcülerinin yaptığı açıklamala-
nn tepki görmesiydi. Laftan hoşlanmıyor
gençlik. Hele boş lafa hiç gelemiyor, ya-
pıştınyor cevabınıi Müdahalecilik sadece
bu alandaydı. Katıhmcı dinamik taşıyan
dinleyicilerin yaratıcı, tatlı-sert. buluşçu
esprileri. "laf" yerine "mûzik" üretmeyi
zorunlu kılıyordu.
Politikacılann basın toplantılanna bu
gençleri göndermeli.
Son bir nokta: Yıllardan beri gidemedi-
ğim Fransız Kültür Merkezi'nin Kızı-
lay'daki binası oldukça eskimiş. yıpran-
mış. Üst katlan bilemem, oysa etkinlikle-
rin yapıldığı küçük sinema salonu (eskiden
sinematek'ti), bu gıdişle "caz bodrurmı"na
dönüşecek gibi göründü bana.
DUŞUNCEYE SAYGI
MEMET FXAT
Gerçekçilik
Yalnız toplumsalcıların değil, siyasal bir düşünce-
yi savunan nerdeyse bütün yazarların, uzun bir sü-
re, gerçekçilikten yanatavıralmaları, yanlış bir kanı-
nınyerleşmesineyolaçtı: Yapıtlarındatoplumsorun-
larını işleyenlerin gerçekçi yazın çerçevesinde kalmak
zorunda olduklan sanılıyor.
Oysa yüz elli yıllık bir geçmişi olan gerçekçi yazı-
nın öncesinde de, dışında da, sonrasında da yazar-
lann toplum sorunlarına ilgisiz kalmadıklannı bıliyo-
ruz.
"Sanat toplum içindir" anlayışı gerçekçıliğın sınır-
lanna sığdınlamaz. Öte yandan gerçekçilik de bu an-
layışın güdümünde değildır. Toplum sorunlarına
uzaktan yakından değinmeyen pek çok gerçekçi ya-
pıt var...
Nedir gerçekçilik?
Varlığın insan bilincinden bağımsız, nesnel olduğu-
na inanmak mı?
Bu işin felsefesi...
Günlük yaşamı, dışımızdaki dünyayı, görünen ay-
nntılanyla betimlemek mi?
Bir bilimci gibi gözlemlemek mi dış gerçekleri?
Sanatlann özelliklerine göre bu sorulara değişık
yanıtlar verilebilirse de, genelde, dış dünyanın oldu-
gu gibi yansıtılmasından söz edilecektir.
Ama yazında gerçekçilik dış dünyanın oldugu gi-
bi yansıtılmasından çok başka bir şey: Yansıtılanı
okurun gerçek olarak algılaması gerekiyor.
Yazar gördüğü bir şeyi anlatabıleceği gıbi hiç gör-
mediği, kafasında yarattığı bir şeyi de anlatabılir. Okur
anlatılanlann yaşamda olabileceğine inanıyorsa o ya-
pıt gerçekçidir.
Biliyorsunuz, insanlann başından geçen bazı şey-
lere, anlattıklannda kimse inanmaz.
Ortada bir gerçek vardır... Yaşanmıştır... Ama an-
latırsınız, inanmazlar...
Böyle bir durumda yazar dırenemez...
Çünkü yazında önemli olan okurdur. Okur inanmı-
yorsa, yapıt gerçekçi değildir.
Kısacası, yaşamdaki inanılmazlıklara gerçekçi ya-
zında yer yoktur...
Peki, yalnızca dokunulan, görülen şeylere mi"'ger-
çek" diyeceğiz?
Gündelik yaşamdaki konuşmalan koyuyoruz yazı-
lanmıza, sevgımizi, öfkemizi, özlemlerimizi. kaygıla-
nmızı, tedirginliklerimizi, korkulanmızı anlatıyoruz...
Bunlar dokunulan, görülen şeyler değil...
Ya düşlerimiz, onlar neden gerçek sayılmasın!..
Gerçekçiliğin sınırlan bu yoldan gidilerek coşum-
culuğu da içerecek kadar genişletilebilir...
Aslında yaşamın gerçeği sanatsal gerçekçiliğe sığ-
dırılamayacak kadar derin, yüksek, geniş. ayrıntılıdır
Bütün anlayışları, akımları kışkırtan, ortaya çıkaran da
odur. Sanatlar yüzyıllardır onu görmeye, anlamaya.
yorumlamaya, aktarmaya çalışıyorlar. Bu amaçla çe-
şitleniyor, kendi içlerinde türlere ayrılıyor, dünyaya
binbir açıdan bakıyorlar.
Melih Cevdet Anday daha geçenlerde sanatçılar
aracılık etmedikleri için Bafa Gölü'nü göremediğıni
yazıyordu. Rasih Güran da Çamlıca'daki Altuniza-
de köşkünün bahçesini Van Gogh'un düzenlediğı
kanısındaydı.
Yaşamın gerçeği karşısında sanatsal gerçekçilik
çoksınırtı kalır...
Böyle bir sınırlılıkta ise Melih Cevdet Anday'a Ba-
fa Gölü'nü göstermek de, Rasih Güran için Altunıza-
de köşkünün bahçesini düzenlemek de çok güçle-
şir.
Yeni aranışları zorlayan, sanatsal gerçekçilik dışı-
na kayılmasına yol açan, kanımca, çeşitlenme özle-
minden önce, yaşamın gerçeğini anlama, yorumla-
ma, anlatabilme özlemidir.
Yapıtlarında toplum sorunlarını işleyen, bir bildiri-
si olan yazariann günümüzde eskisiyle karşılaştırıla-
mayacak kadar geniş olanaklara kavuştuklan. çeşıt-
lenen sanatlaştınma yöntemleriyle istedikleri her şe-
yi söyleyebilecek duruma eriştikleri düşünülürse, on-
lardan gelecek bir "gerçekçiliğe kapanıp kalma" is-
teğinin tam bir aymazlık olacağı açıktır.
Aynca, bilindiği gibi, bir yazın yapıtının başarısı
önemli bir şey söylemekten değil, söyleyiş özellikle-
rinden gelir... Bu tartışılması gereksiz bir doğrudur...
Ama hemen şunu da ekleyelim: Bir şey söyleme-
den yazmak, söyleyiş özelliklerine herhangi bir olum-
lu katkı yapmaz.
Yalnız şu var: Önemli sözler eden yazarların, yaz-
dıklannı kolay beğenme, yeterli bulma sakıncaları
her zaman daha yüksektir...
'Kızıl Emma'mn yaşamöyküsü
Kültür Servisi - Anarşist-devrimci Emma Goldman'ın
(Kızıl Emma) yaşamöyküsü 'Hayatımı Yaşarken'.
Metis Yayınlan'nca yayımlandı. İlk kez 1931 'de
ABD'de yayımlanan kitap, 1890-1917 yıllan arasında
yaşamış olan devrimci Emma Goldman'ı Türk
okurlanna ilk kez tanıtıyor. 'Hayatımı Yaşarken'. "
ABD'yi baştan başa dolaşarak mitinglerde
kapitalizmin, militarizmin kötülüklerini anlatan.
doğum kontrolü için kampanyalar başlatan. tutuklu
devrimcilerin serbest bırakılması için mitingler
düzenleyen Emma Goldman'ın anarşist. göçmen,
Yahudi ve kadın kimliğini gözler önüne seriyor.
*bm Karaca serbest bırakılsın'
Kültür Servisi - 22 hazıran günü 'Cumartesı
Anneleri'nin Galatasaray'daki geleneksel oturma
etkinliğine destek olmak amacıyla gittiği Beyoğlu'nda
gözaltına alınan Türkiye Yazarlar Sendikası Genel
Sekreteri Emin Karaca'nın serbest bırakılması istendi.
BEKSAV'dan yapılan açıklamaya katılan Suna Aras,
Mehmet Özer, Yenigün Müzik Topluluğu. V'ardiya
Müzik Topluluğu ve Nehirler Şiir Topluluğu, "Hıtler
Almanyası'ndaki papazın sözlerini hatırlamamak
mümkün değil. Sıra artık hepimizde ve sessiz kalırsak
hiçkimseyi yanımızda bulamamak 'talihsizliğine'
maruz kalacağız" diyerek herkesi Emın Karaca'nın
serbest bırakılması için duyarlı davranmaya çağırdı.
BUGUN
24. ULUSLARAR.4SI tSTANBUL MÜZİK
FESTİVALİ kapsamında bugün saat 19.00'da AKM
Konser Salonu'nda 'fzmir Devlet Senfoni
Orkestrası'nın şef Rengim Gökmen vönetımindeki
konseri yer alıyor.
AKSANAT kültür etkinlikleri kapsamında bugün saat
12.30 ve 17.30'dayönetmenliğini G. Kelly'nin yaptığı
'Hello Dolly' adlı fılm laser disc'ten izlenebilir.
EVRENSEL KÜLTÜR MERKEZİ etkınlıklen
kapsamında bugün saat 19.00'da Frank Capra nin
yönettiği 'Şahane Hayat' adlı film izlenebilir.
SAHAF CAFE KÜLTÜR MERKEZİ etkinlikleri
kapsamında bugün saat 19.00'da 'Şiir Işliği Şiir
Inceleniyor' başlıklı söyleşijer alıyor.
TARANTA BABU KÜLTÜR VE SANAT
MERKEZİ etkinliklen kapsamında saat 19.00-21.00
arasında Ataol Behramoğlu'nun Şiir Dınletisi yer
alıyor.