20 Nisan 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
İAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ1992 PERŞEMBE 12 DIZIYAZI Türkiye, Girne'deki İngiliz vatandaşlann kurtanlması için harekâta birkaç saat ara verdi Ingilizlere ceııtilmeıılik örneği K I B R I S B A R I Ş H A R E K Â - T I V E S O N R A S I ECMEL BARUTÇU Askerleri gemilere bindirip indir- miş, gemileri denize yollamış, geri çek- mış, ama bir türlü Kıbns'a çıkarma yapamamışük. O yıllar Kıbns mesele- sinin ilk ortaya çıktığı zamandı ve ben Birlcşmiş Mületler'de Güvenlik Kon- seyi'nde Kıbns meselesinin müzakere- lerini yaşıyordum. Türkiye'nin, başı ucundaki adada, haklannın çiğnen- . mesi karşısında hiçbir şey yapamama- sının ezikliği içindeydik. Güvenlik Konseyi'ndeki müzakereleri takip için New York'a gelen Nihat Erim bizim üzüntülü halimizi görmüştü. Tür- kiye'nin haarlıksız bir durumda yaka- landığını, kafi benzin stokumuzun dahi olmadığmı söylemek suretiyle bi- zi teselliye çalışıyordu. öğrendlere abluka Kıbns'ta 1960 antlaşmalan gereğin- ce bulunan 650 askerden ibaret alayı- mızın belli sürelerle yapılan değişimi her seferinde mesele olurdu ve Maka- rios bu alayın değişimini kendine uy- gun gelen koşullara bağlamak isterdi. Bir defasında zamanın Genelkurmay Başkanı Cemal Tural, Makarios'un dayatması üzerine, alayı göndereceği- ni ve Magosa'da alayın gemiden inişi sırasında Rumlar mesele çıkanrsa ge- miyi açığa alıp Magosa'yı bombalaya- cağını söylemiş olmasına rağmen deği- ; şime üç gün kala gözü kesmemiş ve meselenin diplomasi yoluyla hallini Hariciye'den istemişti. Her şey eninde sonunda Makarios'a ' dayamyordu. Ya Erenköy'de sıkışıp kalan 500 mücahit öğrenci olayına ne demeli? Türkiye'den gönderilen üniversiteli bu gençler, Erenköy'de aylarca abluka altında kalmışlardı ve umutsuz bir du- rumda Türkiye'den bir türlü gelmeyen yardımı bekliyorlardı. Ve onlan saran Rum cephesinden şarkılar duyuyor- lardı: Bekledim de gelmedin, Hiç mi beni sevmedin... Onlan da ancak Makarios'un mü- saadesiyle Türkiye'ye alabilmiştik. Bütün bu haysiyet kıncı durumlar gözlerimin önünden geçiyordu. Ama 11 yılın hayal kınkbğı artık sı- bniyordu. Şimdi yeni bir devre açıh- yordu önümüzde ve Türk ordusu kendisine verilen görevin üstesinden gelecekti. Bu konuda en ufak bir te- reddütüm yoktu. 1964'ten bu yana 120 adet çıkarma gemisi yapmıştık. Bunu ABD Başkanı Johnson'un mek- tubuna borçluyduk. Bu mektup gözle- rimizi açmıştı. Dışa bağunlı olarak yaşamarun hareket serbestimizi nasıl kısıtladığı ilk bu mektupla ortaya çık- mışü. Arada geçen yıllar askeri bakım- dan oldukça iyi değerlendirilmişti. Evde iki saat kadar uzanarak kestir- dim. Sonra bakanlığa döndürn. Bir değişiklik yoktu. Turan Güneş'in ya- nına gjrdim. O da haberlere ıntizar halinde koltuk üzennde uzanmıştı. Kıbns-Yunan Dairesi'ndeki arkadaş- lan ziyaret etmeyi kendisine teklif et- tim. Yûzlerce mesaj Başka dairelerden resmen ve gönül- lü olarak vuku bulan iltihaldarla be- nim dairemin mevcudu 65 kişiye yük- selmişti. Bakanlığa gelen muhaberaün hemen tamamı bizim daireye geliyor- du. Muhaberat servisi normal dağıtı- mı yapamıyordu. Gelen şifre ve telg- raflann içinde. hemen hemen hepsinde Kıbns sözcüğü geçtiği için tüm muha- berat bana geliyordu. Yûzlerce mesajı okumam ve bize ait olmayanlan ayık- lamam gerekiyordu. Bunun altından çıkmak kolay değildi. Üstelik fazla in- san da keşmekeş yaratıyordu ve bu kalabalık içinde doğru düriist bir iş bölümü yapmak fırsaünı da bulama- mışüm. Bu konuda Gündüz Tunçbi- lek'in büyük yardımını gördüğümü belirtmeliyim. Bakanla birlikte daireye uğrayarak arkadaşlann haünnı sormak için kori- dora çıküğımız zaman gördüğüm manzarayı unutamam. Koridorda ka- pı pervazlanna dayalı durup bekleyen genç arkadaşlar vardı ve uykusuz göz- lerinden yaşlar akıyordu. Evet ağlı- yorlardı... Sevinçten, bu günleri gör- düklerinden ağhyorlardı... • Turan Güneş birinin omuzuna elini koyarak okşadı. O da benim gibi duy- ğulanmışü. - Geri döndük. Ben Başbakan'ın ya- nına gittim. İçeri girdım. Yanında Orhan Eyüboğlu vardı. Beni görünce yerinden kalktı. Birbirimizi yanaklan- mızdan öptük. Ben onu kutladım, o da beni kutladı. Kıbns'tan haber yok Daireme döndüğümde vaziyeti sor- dum. Harekât gelişiyordu. Bölük pör- çük haberler alıyorduk, ama askeri harekâü takip etmek olanağına sahip değildik. Arada Genelkurmay'a tele- Ibn ederek vaziyeti soruyordum. Ce- fcıret verici sözler ahyordum. öğleden $onra durum değişti. Hiç haber alamı- yordum. Büyükelçiliğimizin lelsizı an- ra yapüğından onlarla irtibatımız ke- silmişti. Genelkurmay'ın teması var- dır diye onlardan yararlanmak iste- dim. Onlann da irtibaU kesilmişti. Bu kopukluk, kâh onlarda kâh bizde kâh da ikisi bir arada zaman zaman vuku buluyordu. Bu habersiz durum, akşama kadar sürdü ve geceyle birlikte kendini büs- bütün hissettirmeye başladı. Merak içindeydik. Bu arada New York'tan Güvenlik Konseyi'nin toplanmak üzere olduğuna dair haberler geliyor- du. Makarios, adadan kaçtıktan sonra New York'a giüniş ve Güvenlik Kon- seyi'nin toplanmasını istemişti. Dar- beden sonra darbecilerin Makarios'u öldürdüklerine dair çıkan haberler ve Rum radyosunun bu yolda yapüğı açıklamalar doğru çıkmamış ve sara- ymdan kaçarak Akrotiri Üssü'ne sı- ğınmak suretiyle hayaünı kurtaran Makarios'u İngilizler ada dışına çıkar- mışlardı. Makarios, 19 temmuzda Güvenlik Konseyi'nde Yunan cuntasını itham ederek, Kıbns'ın Yunanistan tarafın- dan istila edildiğini söylemiş ve Rum halkının birbirini nasıl kırdığtnı anlat- mışü. Bu nedenle konsey bu darbeyle ilgili olarak konuyla meşgul durumda bulunuyordu. Türk çıkarmasımn baş- laması üzerine konsey yeniden topla- nıyordu. Işık'ın 6. Filo merakı Milli Savunma Bakanı Hasan Işık sık sık bakanlığımıza uğruyor ve özel- likle Amerikan 6'na Filosu'nun duru- muyla ilgileniyor, bu fılonun bulundu- ğu yerden aynbp aynlmadığını soru- yordu. Güvenlik Konseyi'nin toplan- üsını duyunca endışeyle kanşık bir ilgi gösterdi. Kendisine konseyin hemen toplanmasının normal olduğunu, bu- nu beklediğimi anlaünaya çalışüm. Güvenlik Konseyi'nin toplanü hab'n- de olduğunu sanıyor, Amerika ile Tür- kiye arasında 7 saatlik fark olduğunu hesaba katmıyordu. Amerika'da sa- bah idi ve Türkiye saatiyle gece yansı- na doğru toplanabilirdi. Demek ki ertesi sabaha kadar vaktimiz vardı. Kaldı ki şimdiye kadarki tecrübele- rimizle konseyin bu gibi durumlarda ilk önce ateşkes karan aldığını biliyor- duk. Bu kararlara derhal riayet hiçbir zaman göstenlmezdi. Bu iübarla biz de birkaç gün kazanacak şekilde hare- ketimizi planlayabilirdik. Bu nedenle ben endişe duymuyordum. İki üç gün nasıl olsa durumu idare eder, askeri harekâün hedefine ulaş- ması için vakit kazanabibrdik. Hasan Işık beni pek dinlemiyordu. Daha doğrusu söylediklerime aldınş etmi- yordu. Endişeli görünüyordu. Ben ise New York'taki daimi delegemiz Os- man Olcay'm bize vakit kazandıracak şekilde azami gayreti göstermek gibi bir ihtiyacı bizden tabmat almadan bi- le duyacağından şüphe etmiyordum. Nitekım öyle oldu. Güvenlık Kon- seyi'nin karan ertesi sabah bize intikal etti. Sir Horrace'ın ricası Sabaha karşı saat 04.30'da İngiliz Sefiri, yanında Deniz Ataşesi olduğu halde, odama geldi. Hükümetinden aldığı ani bir mesaj üzerine yatağından kalkarak giyinmiş, hangi saatte olursa olsun Türk hükümetiyle temasa gec- mesini isteyen hükümetinin talimaünı yerine getiriyordu. Uyku tuünayan gözlerimle kendisini karşıladım. Otur- duk. anlatmaya başladı. Hariciye'den yetişen Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık (soMa), Turan Güneş'in (sağda) yokluğunda D^şleri BakanbğTna vekalet ediyordu. İngiliz hükümeti, Girne'de yaşayan ve hayatlan tehbkede olan 1500 kadar İngiliz vatandaşını tahbye etmek isti- yordu. Bu tahliyenin emniyet içinde yapılabilmesi için İngiliz hükümeti as- keri harekâün birkaç saat için durdu- rulmasını Türk hükümetinden insani- yet namınaricaediyordu. Çıkarma piajı İngiliz Büyükelçisi Sir Horrace'a tahliyesıni düşündükleri İngilizlerin Girne'nin ne tarafında oturduklannı sordum. Çıkarma plajı Girne'nin baü- sında idi. Eğer daha baüda oturuyor- larsa iş daha az zor olabilirdi. Düşün- düğûm gibi çıkmadı. Girne'nin doğu- sunda ikamet ettiklerini söyledi. Halbuki. askeri kuvvetlerimiz çıkar- madan sonra Girne'ye doğru ilerle- miş, şehre girmek yerine Girne boğan- na yüklenmeyi planlamışlardı. Girne'yi ele geçirmek için girişilecek bir şehir harbi, asker kaybına sebep olacağı için şehri bir nevi abluka altına alarak harekâü devam etürmek daha doğruydu. Harekât gündüz buna göre gelışmış ve Girne'nin doğusunda düş- man mukavemeüyle karşılaşıldığın- dan doğuya doğru ancak üç kilometre ilerlenebilmişü. Sabah şafakla birbkte doğuya doğru taarruza geçilerek Gir- ne boğazına girecek kuvvetlerimizin harekâü emniyet alüna abnacaktı. Sir Horrace'ın sözleri keyfımi kaçırdı. - Sayın Büyükelçi, dedim, bizden ne istediğinizin farkında mısınız? Bir as- keri harekât en hararetli anında nasıl durdurulur? Kıbns'ta fıbn çevirmiyo- ruz ki ara verelim. - Durumunuzu anbyorum dedi. Ama siz de bizi anlayınız lütfen. Bu bir insani konudur. Harekâtla hiçbir ilgjsi obnayan masum İngiliz vatandaşlan korku içinde yaşıyor. Bunlar çoğun- lukla yaşb kimselerdir. Kaçmak istese- ler bile bunu yapamazlar. Türk hükü- metinin insani mülahazalan, her şeyin üstünde tutacağından eminiz. Horrace bastırıyor İngiliz Sefiri'ne bu talebin yerine ge- tirilmesine imkân göremediğimi anlat- maya çabştım, ama dinletemedim. Fakat kendisine bu vesileyle hayran kaldığımı da itiraf etmebyim. Bir bü- yükelçi nihayet hükümetinin talimatı- nı yerine getirmekle işinin biüniş oldu- ğunu düşünebilir, her şeyin bir hudu- du olduğunu, kendisinden isteneni yapüğını, ama anlayış göremediğini tespit ederek kalkar gider ve durumu hükümeüne rapor ederdi. Sir Horrace öyle yapmadı. Konuya yapışü ve öylesine yapışü ki netice al- madan gitmeye hiç niyeti obnadığı anlaşıbyordu. Beoim için ise yapacak bir şey kalmamışü. Keyfiyeti bakana intikal ettireceğimi söyledim. Cevabı- mı, odamda bekleyeceğini ifade etti. Bakanın odasına girdim. Turan Gü- neş duş abyordu. Odama döndüm, vaziyeti anlattım. Bir müddet bekle- dikten sonra tekrar gittim. Bakana İngiliz hükümetininricasımintikal et- tirdim ve İngiliz Sefiri'nin odamda beklediğini söyledim. Turan Güneş sempatik hareketle- riyle, nemli saçlannı ensesine doğru şöyle eliyle kaşıdı, bıyıklannı bir müd- det büktükten sonra, - Yahu, böyle şey olur mu dedi ve ben diplomaside daha neler öğrenece- ğim diye deilave etti. - Ben de öyle, ama insani konu deyip başka bir şey söylemiyor, dedim. Turan Güneş bir müddet yanaklan- nı kaşıyıp, gözlüklerinı çıkararak göz- lerini avuçlanyla ovduktan sonra Genelkurmay Başkanı'yla görüşeyim dedi. Telefonla kendisini arattı ve du- rumu anlattı. Neler konuştuklannı bilmiyorum. Beni tekrar çağırdığında Sancar Paşa'- nın Deniz Kuvvetleri Kumandanı'na durumu intikal ettirdiğini, İngiliz Se- firi'nin gidip onu görmesini sabk ver- diğini söyledi. Bunu Sir Horrace'a anlatüm. Mem- nuniyetinden uçacak hale geldi. Deniz Ataşesi'ni alarak doğruca Deniz Kuv- vetleri Komutanbğı'na gitti. Harekât duruyor Sonrasını tabiaüyla takip etmedim. Ama ne olduğunu sonradan öğren- dim. Evet, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin kumandanlan, askeri harekâü birkaç saat durdurdular ve Girne açıklanna gelen İngiliz gemilerinin İngiliz vatan- daşlannı tahliye etmelerine müsaade ettiler. Böylesine senyörcehareketintarihte bir benzeri daha olabileceğine ihtimal veremiyorum. Bize barbar diyenlerin tarihinde, acaba böylesine civanmert bir davranış var mıdır, doğrusu mera- ka değer. Tahliyenin nasıl yapıldığını, harekât Dairesi Başkanı Tümgeneral Hasan Sağlam'dan daha sonra dinledim. Ak- rotiri üssünden gelen İngiliz gemileri bir müddet harekât sahası dışında bekledikten sonra harekâün durdu- rulması üzerine Girne'nin doğusuna yönelmişler, gemilerin yavaş seyir et- meleri tarafımızdan istendiği halde, yapüklan sürat yüzünden meydana gelen dalgalar sahile vurduğunda, bi- zim çıkarma araçlanmız fındık kabu- ğu gibi çalkalanarak sahildeki kayala- ra bindirme tehbkesi geçirmişler. Sisco Ankara'da Harekâün başladığı 20 temmuz gü- nü akşamı Sisco, Aüna'dan Ankara'- ya döndü. Havaalanlanmız kapab olduğundan uçağına iniş izni veribne- sini istiyordu. Bizimkiler Sisco'nun avdetinden memnun kaknadılar. Ge- bp işleri berbat eünesinden çekinüi- yordu. Bu yüzden uçağına ilk önce iniş müsaadesi verilmedi. Sisco, uzun süre havada kaldı. Sonunda izin verildi ve Ankara'ya geldi. O gece hemen hükü- metimizle temas istedi. Amerikan bü- yükelçiliğinin üst üste yapüğı müraca- atlannarağmenTuran Güneş kendisi- ne randevu vermiyordu. Bu yüzden Sisco geceyi Amerikan Büyükelçiliği'- Geneikurmay BaşkanlığL, tngütere'nin Ankara Büyükeiçisi Sir Horrace'ın basvurusu üzerine harekâtı bir süre dur- durarak Kraliyet Ordusu'na ba^ı biıükkrin çıkarmanın yapddığı Girne'deki Ingiüzleri kurtarmasına izin verdi. nde hükümetimizle temas edemeden geçirmek zorunda kaldı. Sabah erkenden büyükelçibk, yeni- den randevu talep etti. Aksi taİcdirde Sisco'nun aynlacağını bildirdiler. Dı- şişleri'ndeki arkadaşlar, Sisco'nun Ankara'ya kadar gelip hükümetimizle temas imkânı kendisine veribnemesi yüzünden ülkemizden aynlmak zo- runda kalmasırun doğru olmayacağını söyleyerek, benden Turan Güneş'i ik- na eünemi isüyorlardı. Ben de onlar gibi düşünüyordum. Uçağa iniş müsaadesi verildikten son- ra kendisiyle görüşmekten kaçınıbna- sıru anlamsız buluyor ve ABD'nin özel görevli bir temsilcisine bu şekilde kıncı bir muameleyi yakışıksız buluyor- dum. Bakanın yanına gittim ve düşün- celerimi kendisine anlatarak Sisco'yu kabul etmesini istedim. Turan Güneş'in zekâsı Bu vesileyle şunu beürteyim ki mes- lek hayaumın en güç devTesini muhak- kak ki Kıbns olaylan sırasında yaşadı- gım halde, bu kadar rahat çahşüğım bir devrevi de haürlamıyorum dersem mübalajja etmiş obnam. Bunun başlı- ca nedeni, Turan Güneş'ten gördü- ğüm anlayışür. Hiçbir talebimi geri çevirdiğini ha-' ürlamıyorum. Üstebk görüş ve düşün- celerimi ona izahu hiç güçluk çekmez- dim. öyle insanlar vardır ki, görüşleri- nizi kabul etürmek için güçlük çekersi- niz, meramınızı anlatabilmek için göbeğiniz çatlar. Turan Güneş böyle bir kimse değil- di. Ben daha anlaürken sözlerimin ardında nasıl bir meramın yattığını keskin zekâsıyla derhal kavrar ve beni fazla konuşturmadan isteğime uygun karar, dudaklanndan dökülürdü. Ta- bii onun bu hab işlerimi kolaylaştınr, çabşmalanmda sürat ve verimlibği sağlardı. Cin gibi bir insandı ve benim de cin gibi fikirlerim vardı. Barutçu devreye giriyor NATO Bakanlar Konseyi'nin 1974 bahar toplanüsı münasebetiyle Ot- tawa'da bulunurken Yunan Dışişleri Bakanı Tetenes ile yaptığımız Türk- Yunan görüşmelerinden dönüşte kal- dığımız Brüksel'de, otomobilde bera- ber gjdiyorduk. Eşi Nermin Hanıme- fendi de bizimle beraberdi. - Beyefendi, dedim. Bizim Kıbns konusunda kabplaşmış bir politıka- mız vardır. Senelerden beri bu hep böyle devam etmiştir. Bu poliüka o kadar kabplaşmışür ki Kıbns'la ilgili yeni bir olay çıkü mı veya yeni bir du- rum belirdi mi, bizim ne şekilde hare- ket edeceğimızi Makarios peşinen bi- br. Çünkü bu kalıbın dışına çıkama- yız. Bunu kırmak lazım. Ne yapacağı- mızı, ne şekilde hareket edeceğimizi kimse bibnemeli. Bu bize manevra için elastikiyet kazandınr, takük hareket- ler yaparak karşımızdakileri şaşırtabi- liriz. Onlann şaşkınbğından biz de isti- fade ederiz. Makarios'a kanca - Ne yapabiliriz, mesela diye sordu. - Makarios'a kanca atabm, dedim. O sıralarda Makarios'un Yunan Cuntası'yla arası iyi değildi. Maka- rios'u, Yunan Cuntası ile mücadele- sinde desteklemeyi veya hiç değilse, onun Yunanistan'la mücadelesinde Türkiye'nin kendisi için bir tehlike teş- kil etmeyeceğini kendisine ihsas etme- yi düşünüyordum. Bakana bunu an- latüm. - Kancayı nasıl atacağız diye sordu. - Lefkoşa'daki maslahatgüzanmız, Makarios'a itimatname takdim etsin. Eğer Rauf Denktaş'ı itimatname tak- dimi merasimi sırasında, anayasa ge- reğince yanına abrsan büyükelçimiz sana itimatname verecek diyelim, de- dim. Bu bir bakıma 1960 Anayasası'na dönmek için bir adım anlamına gele- cekti. Türkiye için aradan on sene geç- tikten sonra 1960 Anayasası'na avdet bir başan olurdu. Aradan geçen sene- ler içinde Kıbnsb Türklerin haklan iyice erozyona uğramış ve Türk toplu- mu ada üzerindeki anklavlarda dağı- nık şekilde etkisiz hale gelmişti. Bu nedenle 1960 Anayasasfna avdet Rumlara tükürdüklerini yalatmak olacağı için Türkiye'de herkes mevcut şartlar içinde böyle bir şey karşısında şapkasını havaya fırlaürdı. Bir gün Hasan Işık'tan duymuştum. "1960 Anayasf na dönüşü sağla, başımın üs- tünde yeri var" demişü. StlRECEK . . ANKARA NOTLARI MUSTAFA EKMEKCİ Halit Çdenk'in Anlatüklan. Prof. Necla Arat'la birlikte, "Insan Haklan" konulu açıko- turuma başlamadan önce, Halit Çelenk'in, Kartal Rıhtm Parkı'nda, imza günü vardı. Kitaplarım, "Gün Ola Harman Ola", "Uyanın Heeyyy", bir de "Kılçıklı Balıklar" tükendi- ğinden, yeni baskıları da yapılmadığından, imza günü yapmıyordum. Belediye Başkan Yardımcısı Celal Ülgen, bir muziplik düşünmüş, bir gün önce yayımlanan "Aya- küstü Konuşmalar..." başlıklı "Ankara Notlan"nın çoksa- yıda fotokopisini yaptırarak getirmişti. Ben de okurlara, o yazımı imzalayacaktım. Böylece, kitap imzalayanların ya- nında, kendimi çocuksuz kadın gibi duymayacaktm, içim- deki burukluk gitmiş olacaktı! Hoşuma gittt! Halit Çelenk'e kitaplarım imzalatanlar, ba- na da yazımı imzalatıyorlardı. Orada öğrendim, Istanbul'- da KMP Anadolu TV, adıyla, özel-yerel bir TV kurulmuştu. Kurucusu Asım Beyler adresini yazdı, bu TV'nin telefonu 30611 11'di. Tutacak mı, tutmayacak mı diye ikircikliydiler. KMP Anadolu TV'nin bayan görevlisi, Halit Çelenk'e soru- lar soruyor, yanıtlar alıyordu. - Geçen günlerde yapılan Deniz Gezmiş belgeseliyle il- gili düşünceleriniz nelerdir? - Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Inan'la ilgili bel- geseli gördüm. Ben de o belgesel içerisinde konuşmalar yaptım. Bu belgesel, büyük bir gereksinmeye karşılık ver- mektedir. Ancak, bu belgesel daha yeterli olabilirdi, çünkü devlet arşivlerinde, Deniz Gezmiş olayıyla ilgili birçok bel- ge vardır; sanıyorum ki, belgeseli hazırlayanlar, bu belge- lerden yararlanamadılar. lleride bu belgeler ortaya çıktığı ve devletin arşivlerinden yararlanma olanağı bulunduğu zaman, bu belgeselin çok daha geçerli, çok daha yeterli bir hale getirilebileceğine, hatta yeni belgeseller yayınla- nabileceğine inanıyorum. - Erdal öz'ün kitabındaki bir anlatımda, Deniz Gezmiş'in Erdal ûz'den zehir istediği belirtiliyor. Sizce bu açıklama doğru mu? - Bu iddia asılsız, gerçeğe aykırı bir iddiadır! - Peki, doğru değilse, bu konuyu kendi kitabınızda açık- ladınız mı? - önce, şunu söylemek istiyorum; şimdi böyle bir iddia, Deniz,Yusuf ve Hüseyin'in dünya görüşüne ve inançlarına, düşünsel yapılarına aykırı ve ters düşen bir iddiadır. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Inan, Türkiye'nin bağım- sızlığını kendilerine şiar edinmiş eski deyimiyle; yani bunu kendileri için bir izlenmesi gereken yol olarak kabul etmiş gençlerdi. Ve yaşamlannı verdiler bu amaçla. Yani, Tür- kiye'nin bağımsızlığı ve Türkiye'de demokratik bir düze- nin, insan haklanna dayalı bir düzenin kurulması için 20-22 yaşlarında, kendi yaşamlannı verdiler. Bu kadar inançlıy- dılar. Bu kadar inançlı olan insanların zehir içerek intihar etmelerini düşünemiyorum. Kaldı ki, gerek dava öncesin- de, gerekse dava sırasında, cezaevinde ve mahkemeler- de ben her zaman onların yanlarında bulundum. Her zaman görüştüm. Ta infaz gecesi idamlara kadar yanla- rındaydım. Benden hiçbir şeylerini saklamıyorlardı. Her şeylerini bana anlatıyorlardı. Eğer böyle bir olay olsaydı, bunu muhakkak bana anlatırlardı. Bu nedenle de böyle bir iddianın doğru olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki, bu iddiayı ileri sürenler, tarihler incelendiği zaman, o sıralarda tahli- ye edilmişlerdi; yani cezaevinde değillerdi. Ayrıca, idam hükmü alan kişiler, cezaevinin belli koğuşlarına kapatılı- \orlar, kimseyle görüştürülmüyorlardı avukatları dışında. Onun için herhangi bir kimsenin, onlarla görüşmeleri bu açıdan da mümkün değildi. Bu konuda Muzaffer llhan Er- dost, Yenigündem dergisinde, neden böyle bir iddianın geçersiz olduğunu, tarihlere ve belgelere dayanarak ya- yımladı. Bu itibarla, buna kesinlikle inanmıyorum, bu id- diayı reddediyorum, isteyenlerodergiyi deokuyabilirler... Genç bayan TV görevlisi, Halit Çelenk'e başka sorular da sordu; bunların arasında, Halit Çelenk'in yaşamöykü- sü, yapıtları, insan haklan üzerine düşünceleri de vardı. - Sayın Çelenk, henüz kurulan ihsan Haklan Bakanlığı yararlı olabilecek mi? - İnsan Haklan Bakanlığı, inancıma göre, yeterli olama- yacaktır. Çünkü, bu bir bakanlık olarak görev yapıyor. Yani bir Devlet Bakanlığı'na, insan haklan üzerine, çalışma yapması görevi veriliyor. Aslında insan haklan, toplumda egemen sınıfların temsilcisi oian devlet tarafından ihlal edilir. Yani, dünyanın hiçbir yerinde, devlet insan haklarını korumuyor. Koruması da mümkün değil, çünkü insan hak- larını ihlal eden devlettir. Bu, belli bir sınıf anlayışına daya- lı, daha doğrusu, belli bir sınıfın çıkarlarını, siyasal planda temsil eden, devlet daima, işkenceleri,baskıları yapmakta- dır. Onun için insan haklannın ihlalini önleme devletin görevi olamaz. Olsa olsa, insan haklarını dernekler, vakıf- lar, diğer kuruluşlar yani, halkın içinden çıkan insanlar, insan haklarını savunurlar, özgürlükleri savunurlar; dev- letin böyle bir şeyi savunması mümkün değil bu, devletin tabiatına, yapısına ters düşmektedir. Bu nedenle, insan haklarını korumasını üstüne alan bakanlığın ciddi ve so- nuç verici bir çalışma yapacağına inanmıyorum... O günkü "insan Haklan" konulu açıkoturumda Prof. Necla Arat'tan başka Nevzat Helvacı ile Prof. Aydın Aybay da olacaklardı. Nevzat Helvacı'nın eşi Sevda Helvacı, say- rıydı. Nevzat Bey, o nedenle Ankara'dan pek ayrılamıyor- du. Cumhuriyet'te o gün, bir gün önceki "Kentleşme" açıkoturumunun izlencesi, saati yazılmış, Prof. Aydın Ay- bay belki de o yanlışlık nedeniyle gelmemişti. Geç vakit, Çamlıbelde'ye haberler geldi; direnişçi işçile- rin çatışmaya varan eylemleri dolayısıyla, şenliğin tüm açıkoturumları iptal edilmişti, yapılmayacaktı... BULMACA SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 1/ Gezmeye çıkan padişahın giysilerini ve öteki eşyalarmı hazırlamak, koru- mak ve padişahın kahvesini pişirmekle görevli olan, Topka- pı Sarayı'ndaki hiz- metlilere verilen ad. 2/ Asya'da bir ır- mak... Boksta vuru- lan bir yumruk çeşi- di. 3/ Bir mal ya da paranın emek veril- meden sağladığı ge- lir... Köpek. 4/ Ge- nel kural. 5/ Yapıt... İpliklerin bo- yanmak istenmeyen bölümlerinin ağaç kabukları, yapraklar ya da bal- mumuyla sanlarak boyaya batınlma- sı yoluyla uygulanan bir tür boyama tekniği. 6/ Bir hayvan... Futbolda bir mevki... Güney Afrika Cumhuriye- ti'nin plaka işareti. 7/ İşyeri... Ruh. 8/ Eskiden çocuklar okula başlarken yapılan tören. 9/ Kızgm bir demirle vurulan damga... Ahlak, karakter. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Göziin saydam tabakası... Şöhret. 2/ Göçebelerin konak ye- ri... Bitkilerde gaz alışverişine yarayan aralıklar. 3/ Dinç, can- lı... Hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki. 4/ Bir akışkanın enerjisini dönme hareketine çeviren makine. 5/ İlave... Bir şe- yin özünü oluşturan ana öğe. 6/ Endişe verici durum...'Adlan sıfat yapan bir yapım eki. 7/ Dışarıda kalmış ağaç kökü... Halk müziğine özgü telli bir çalgı. 8/ Uğra?... Melih Cevdet Anday- ın, Yusuf Kurçenli tarafından sinemaya da aktarılmış bir roma- nı. 9/ Hayat arkadaşı... Tanıtlamaya yarar belge.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle