Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
İAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ1992 PERŞEMBE
12 DIZIYAZI
Türkiye, Girne'deki İngiliz vatandaşlann kurtanlması için harekâta birkaç saat ara verdi
Ingilizlere ceııtilmeıılik örneği
K I B R I S B A R I Ş
H A R E K Â - T I
V E S O N R A S I
ECMEL BARUTÇU
Askerleri gemilere bindirip indir-
miş, gemileri denize yollamış, geri çek-
mış, ama bir türlü Kıbns'a çıkarma
yapamamışük. O yıllar Kıbns mesele-
sinin ilk ortaya çıktığı zamandı ve ben
Birlcşmiş Mületler'de Güvenlik Kon-
seyi'nde Kıbns meselesinin müzakere-
lerini yaşıyordum. Türkiye'nin, başı
ucundaki adada, haklannın çiğnen-
. mesi karşısında hiçbir şey yapamama-
sının ezikliği içindeydik. Güvenlik
Konseyi'ndeki müzakereleri takip için
New York'a gelen Nihat Erim bizim
üzüntülü halimizi görmüştü. Tür-
kiye'nin haarlıksız bir durumda yaka-
landığını, kafi benzin stokumuzun
dahi olmadığmı söylemek suretiyle bi-
zi teselliye çalışıyordu.
öğrendlere abluka
Kıbns'ta 1960 antlaşmalan gereğin-
ce bulunan 650 askerden ibaret alayı-
mızın belli sürelerle yapılan değişimi
her seferinde mesele olurdu ve Maka-
rios bu alayın değişimini kendine uy-
gun gelen koşullara bağlamak isterdi.
Bir defasında zamanın Genelkurmay
Başkanı Cemal Tural, Makarios'un
dayatması üzerine, alayı göndereceği-
ni ve Magosa'da alayın gemiden inişi
sırasında Rumlar mesele çıkanrsa ge-
miyi açığa alıp Magosa'yı bombalaya-
cağını söylemiş olmasına rağmen deği-
; şime üç gün kala gözü kesmemiş ve
meselenin diplomasi yoluyla hallini
Hariciye'den istemişti.
Her şey eninde sonunda Makarios'a
' dayamyordu.
Ya Erenköy'de sıkışıp kalan 500
mücahit öğrenci olayına ne demeli?
Türkiye'den gönderilen üniversiteli
bu gençler, Erenköy'de aylarca abluka
altında kalmışlardı ve umutsuz bir du-
rumda Türkiye'den bir türlü gelmeyen
yardımı bekliyorlardı. Ve onlan saran
Rum cephesinden şarkılar duyuyor-
lardı:
Bekledim de gelmedin,
Hiç mi beni sevmedin...
Onlan da ancak Makarios'un mü-
saadesiyle Türkiye'ye alabilmiştik.
Bütün bu haysiyet kıncı durumlar
gözlerimin önünden geçiyordu.
Ama 11 yılın hayal kınkbğı artık sı-
bniyordu. Şimdi yeni bir devre açıh-
yordu önümüzde ve Türk ordusu
kendisine verilen görevin üstesinden
gelecekti. Bu konuda en ufak bir te-
reddütüm yoktu. 1964'ten bu yana
120 adet çıkarma gemisi yapmıştık.
Bunu ABD Başkanı Johnson'un mek-
tubuna borçluyduk. Bu mektup gözle-
rimizi açmıştı. Dışa bağunlı olarak
yaşamarun hareket serbestimizi nasıl
kısıtladığı ilk bu mektupla ortaya çık-
mışü. Arada geçen yıllar askeri bakım-
dan oldukça iyi değerlendirilmişti.
Evde iki saat kadar uzanarak kestir-
dim. Sonra bakanlığa döndürn. Bir
değişiklik yoktu. Turan Güneş'in ya-
nına gjrdim. O da haberlere ıntizar
halinde koltuk üzennde uzanmıştı.
Kıbns-Yunan Dairesi'ndeki arkadaş-
lan ziyaret etmeyi kendisine teklif et-
tim.
Yûzlerce mesaj
Başka dairelerden resmen ve gönül-
lü olarak vuku bulan iltihaldarla be-
nim dairemin mevcudu 65 kişiye yük-
selmişti. Bakanlığa gelen muhaberaün
hemen tamamı bizim daireye geliyor-
du. Muhaberat servisi normal dağıtı-
mı yapamıyordu. Gelen şifre ve telg-
raflann içinde. hemen hemen hepsinde
Kıbns sözcüğü geçtiği için tüm muha-
berat bana geliyordu. Yûzlerce mesajı
okumam ve bize ait olmayanlan ayık-
lamam gerekiyordu. Bunun altından
çıkmak kolay değildi. Üstelik fazla in-
san da keşmekeş yaratıyordu ve bu
kalabalık içinde doğru düriist bir iş
bölümü yapmak fırsaünı da bulama-
mışüm. Bu konuda Gündüz Tunçbi-
lek'in büyük yardımını gördüğümü
belirtmeliyim.
Bakanla birlikte daireye uğrayarak
arkadaşlann haünnı sormak için kori-
dora çıküğımız zaman gördüğüm
manzarayı unutamam. Koridorda ka-
pı pervazlanna dayalı durup bekleyen
genç arkadaşlar vardı ve uykusuz göz-
lerinden yaşlar akıyordu. Evet ağlı-
yorlardı... Sevinçten, bu günleri gör-
düklerinden ağhyorlardı...
• Turan Güneş birinin omuzuna elini
koyarak okşadı. O da benim gibi duy-
ğulanmışü.
- Geri döndük. Ben Başbakan'ın ya-
nına gittim. İçeri girdım. Yanında
Orhan Eyüboğlu vardı. Beni görünce
yerinden kalktı. Birbirimizi yanaklan-
mızdan öptük. Ben onu kutladım, o
da beni kutladı.
Kıbns'tan haber yok
Daireme döndüğümde vaziyeti sor-
dum. Harekât gelişiyordu. Bölük pör-
çük haberler alıyorduk, ama askeri
harekâü takip etmek olanağına sahip
değildik. Arada Genelkurmay'a tele-
Ibn ederek vaziyeti soruyordum. Ce-
fcıret verici sözler ahyordum. öğleden
$onra durum değişti. Hiç haber alamı-
yordum. Büyükelçiliğimizin lelsizı an-
ra yapüğından onlarla irtibatımız ke-
silmişti. Genelkurmay'ın teması var-
dır diye onlardan yararlanmak iste-
dim. Onlann da irtibaU kesilmişti. Bu
kopukluk, kâh onlarda kâh bizde kâh
da ikisi bir arada zaman zaman vuku
buluyordu.
Bu habersiz durum, akşama kadar
sürdü ve geceyle birlikte kendini büs-
bütün hissettirmeye başladı. Merak
içindeydik. Bu arada New York'tan
Güvenlik Konseyi'nin toplanmak
üzere olduğuna dair haberler geliyor-
du.
Makarios, adadan kaçtıktan sonra
New York'a giüniş ve Güvenlik Kon-
seyi'nin toplanmasını istemişti. Dar-
beden sonra darbecilerin Makarios'u
öldürdüklerine dair çıkan haberler ve
Rum radyosunun bu yolda yapüğı
açıklamalar doğru çıkmamış ve sara-
ymdan kaçarak Akrotiri Üssü'ne sı-
ğınmak suretiyle hayaünı kurtaran
Makarios'u İngilizler ada dışına çıkar-
mışlardı.
Makarios, 19 temmuzda Güvenlik
Konseyi'nde Yunan cuntasını itham
ederek, Kıbns'ın Yunanistan tarafın-
dan istila edildiğini söylemiş ve Rum
halkının birbirini nasıl kırdığtnı anlat-
mışü. Bu nedenle konsey bu darbeyle
ilgili olarak konuyla meşgul durumda
bulunuyordu. Türk çıkarmasımn baş-
laması üzerine konsey yeniden topla-
nıyordu.
Işık'ın 6. Filo merakı
Milli Savunma Bakanı Hasan Işık
sık sık bakanlığımıza uğruyor ve özel-
likle Amerikan 6'na Filosu'nun duru-
muyla ilgileniyor, bu fılonun bulundu-
ğu yerden aynbp aynlmadığını soru-
yordu. Güvenlik Konseyi'nin toplan-
üsını duyunca endışeyle kanşık bir ilgi
gösterdi. Kendisine konseyin hemen
toplanmasının normal olduğunu, bu-
nu beklediğimi anlaünaya çalışüm.
Güvenlik Konseyi'nin toplanü hab'n-
de olduğunu sanıyor, Amerika ile Tür-
kiye arasında 7 saatlik fark olduğunu
hesaba katmıyordu. Amerika'da sa-
bah idi ve Türkiye saatiyle gece yansı-
na doğru toplanabilirdi. Demek ki
ertesi sabaha kadar vaktimiz vardı.
Kaldı ki şimdiye kadarki tecrübele-
rimizle konseyin bu gibi durumlarda
ilk önce ateşkes karan aldığını biliyor-
duk. Bu kararlara derhal riayet hiçbir
zaman göstenlmezdi. Bu iübarla biz
de birkaç gün kazanacak şekilde hare-
ketimizi planlayabilirdik. Bu nedenle
ben endişe duymuyordum.
İki üç gün nasıl olsa durumu idare
eder, askeri harekâün hedefine ulaş-
ması için vakit kazanabibrdik. Hasan
Işık beni pek dinlemiyordu. Daha
doğrusu söylediklerime aldınş etmi-
yordu. Endişeli görünüyordu. Ben ise
New York'taki daimi delegemiz Os-
man Olcay'm bize vakit kazandıracak
şekilde azami gayreti göstermek gibi
bir ihtiyacı bizden tabmat almadan bi-
le duyacağından şüphe etmiyordum.
Nitekım öyle oldu. Güvenlık Kon-
seyi'nin karan ertesi sabah bize intikal
etti.
Sir Horrace'ın ricası
Sabaha karşı saat 04.30'da İngiliz
Sefiri, yanında Deniz Ataşesi olduğu
halde, odama geldi. Hükümetinden
aldığı ani bir mesaj üzerine yatağından
kalkarak giyinmiş, hangi saatte olursa
olsun Türk hükümetiyle temasa gec-
mesini isteyen hükümetinin talimaünı
yerine getiriyordu. Uyku tuünayan
gözlerimle kendisini karşıladım. Otur-
duk. anlatmaya başladı.
Hariciye'den yetişen Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık (soMa), Turan Güneş'in (sağda) yokluğunda D^şleri
BakanbğTna vekalet ediyordu.
İngiliz hükümeti, Girne'de yaşayan
ve hayatlan tehbkede olan 1500 kadar
İngiliz vatandaşını tahbye etmek isti-
yordu. Bu tahliyenin emniyet içinde
yapılabilmesi için İngiliz hükümeti as-
keri harekâün birkaç saat için durdu-
rulmasını Türk hükümetinden insani-
yet namınaricaediyordu.
Çıkarma piajı
İngiliz Büyükelçisi Sir Horrace'a
tahliyesıni düşündükleri İngilizlerin
Girne'nin ne tarafında oturduklannı
sordum. Çıkarma plajı Girne'nin baü-
sında idi. Eğer daha baüda oturuyor-
larsa iş daha az zor olabilirdi. Düşün-
düğûm gibi çıkmadı. Girne'nin doğu-
sunda ikamet ettiklerini söyledi.
Halbuki. askeri kuvvetlerimiz çıkar-
madan sonra Girne'ye doğru ilerle-
miş, şehre girmek yerine Girne boğan-
na yüklenmeyi planlamışlardı.
Girne'yi ele geçirmek için girişilecek
bir şehir harbi, asker kaybına sebep
olacağı için şehri bir nevi abluka altına
alarak harekâü devam etürmek daha
doğruydu. Harekât gündüz buna göre
gelışmış ve Girne'nin doğusunda düş-
man mukavemeüyle karşılaşıldığın-
dan doğuya doğru ancak üç kilometre
ilerlenebilmişü. Sabah şafakla birbkte
doğuya doğru taarruza geçilerek Gir-
ne boğazına girecek kuvvetlerimizin
harekâü emniyet alüna abnacaktı. Sir
Horrace'ın sözleri keyfımi kaçırdı.
- Sayın Büyükelçi, dedim, bizden ne
istediğinizin farkında mısınız? Bir as-
keri harekât en hararetli anında nasıl
durdurulur? Kıbns'ta fıbn çevirmiyo-
ruz ki ara verelim.
- Durumunuzu anbyorum dedi.
Ama siz de bizi anlayınız lütfen. Bu bir
insani konudur. Harekâtla hiçbir ilgjsi
obnayan masum İngiliz vatandaşlan
korku içinde yaşıyor. Bunlar çoğun-
lukla yaşb kimselerdir. Kaçmak istese-
ler bile bunu yapamazlar. Türk hükü-
metinin insani mülahazalan, her şeyin
üstünde tutacağından eminiz.
Horrace bastırıyor
İngiliz Sefiri'ne bu talebin yerine ge-
tirilmesine imkân göremediğimi anlat-
maya çabştım, ama dinletemedim.
Fakat kendisine bu vesileyle hayran
kaldığımı da itiraf etmebyim. Bir bü-
yükelçi nihayet hükümetinin talimatı-
nı yerine getirmekle işinin biüniş oldu-
ğunu düşünebilir, her şeyin bir hudu-
du olduğunu, kendisinden isteneni
yapüğını, ama anlayış göremediğini
tespit ederek kalkar gider ve durumu
hükümeüne rapor ederdi.
Sir Horrace öyle yapmadı. Konuya
yapışü ve öylesine yapışü ki netice al-
madan gitmeye hiç niyeti obnadığı
anlaşıbyordu. Beoim için ise yapacak
bir şey kalmamışü. Keyfiyeti bakana
intikal ettireceğimi söyledim. Cevabı-
mı, odamda bekleyeceğini ifade etti.
Bakanın odasına girdim. Turan Gü-
neş duş abyordu. Odama döndüm,
vaziyeti anlattım. Bir müddet bekle-
dikten sonra tekrar gittim. Bakana
İngiliz hükümetininricasımintikal et-
tirdim ve İngiliz Sefiri'nin odamda
beklediğini söyledim.
Turan Güneş sempatik hareketle-
riyle, nemli saçlannı ensesine doğru
şöyle eliyle kaşıdı, bıyıklannı bir müd-
det büktükten sonra,
- Yahu, böyle şey olur mu dedi ve
ben diplomaside daha neler öğrenece-
ğim diye deilave etti.
- Ben de öyle, ama insani konu deyip
başka bir şey söylemiyor, dedim.
Turan Güneş bir müddet yanaklan-
nı kaşıyıp, gözlüklerinı çıkararak göz-
lerini avuçlanyla ovduktan sonra
Genelkurmay Başkanı'yla görüşeyim
dedi. Telefonla kendisini arattı ve du-
rumu anlattı.
Neler konuştuklannı bilmiyorum.
Beni tekrar çağırdığında Sancar Paşa'-
nın Deniz Kuvvetleri Kumandanı'na
durumu intikal ettirdiğini, İngiliz Se-
firi'nin gidip onu görmesini sabk ver-
diğini söyledi.
Bunu Sir Horrace'a anlatüm. Mem-
nuniyetinden uçacak hale geldi. Deniz
Ataşesi'ni alarak doğruca Deniz Kuv-
vetleri Komutanbğı'na gitti.
Harekât duruyor
Sonrasını tabiaüyla takip etmedim.
Ama ne olduğunu sonradan öğren-
dim. Evet, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin
kumandanlan, askeri harekâü birkaç
saat durdurdular ve Girne açıklanna
gelen İngiliz gemilerinin İngiliz vatan-
daşlannı tahliye etmelerine müsaade
ettiler.
Böylesine senyörcehareketintarihte
bir benzeri daha olabileceğine ihtimal
veremiyorum. Bize barbar diyenlerin
tarihinde, acaba böylesine civanmert
bir davranış var mıdır, doğrusu mera-
ka değer.
Tahliyenin nasıl yapıldığını, harekât
Dairesi Başkanı Tümgeneral Hasan
Sağlam'dan daha sonra dinledim. Ak-
rotiri üssünden gelen İngiliz gemileri
bir müddet harekât sahası dışında
bekledikten sonra harekâün durdu-
rulması üzerine Girne'nin doğusuna
yönelmişler, gemilerin yavaş seyir et-
meleri tarafımızdan istendiği halde,
yapüklan sürat yüzünden meydana
gelen dalgalar sahile vurduğunda, bi-
zim çıkarma araçlanmız fındık kabu-
ğu gibi çalkalanarak sahildeki kayala-
ra bindirme tehbkesi geçirmişler.
Sisco Ankara'da
Harekâün başladığı 20 temmuz gü-
nü akşamı Sisco, Aüna'dan Ankara'-
ya döndü. Havaalanlanmız kapab
olduğundan uçağına iniş izni veribne-
sini istiyordu. Bizimkiler Sisco'nun
avdetinden memnun kaknadılar. Ge-
bp işleri berbat eünesinden çekinüi-
yordu. Bu yüzden uçağına ilk önce iniş
müsaadesi verilmedi. Sisco, uzun süre
havada kaldı. Sonunda izin verildi ve
Ankara'ya geldi. O gece hemen hükü-
metimizle temas istedi. Amerikan bü-
yükelçiliğinin üst üste yapüğı müraca-
atlannarağmenTuran Güneş kendisi-
ne randevu vermiyordu. Bu yüzden
Sisco geceyi Amerikan Büyükelçiliği'-
Geneikurmay BaşkanlığL, tngütere'nin Ankara Büyükeiçisi Sir Horrace'ın basvurusu üzerine harekâtı bir süre dur-
durarak Kraliyet Ordusu'na ba^ı biıükkrin çıkarmanın yapddığı Girne'deki Ingiüzleri kurtarmasına izin verdi.
nde hükümetimizle temas edemeden
geçirmek zorunda kaldı.
Sabah erkenden büyükelçibk, yeni-
den randevu talep etti. Aksi taİcdirde
Sisco'nun aynlacağını bildirdiler. Dı-
şişleri'ndeki arkadaşlar, Sisco'nun
Ankara'ya kadar gelip hükümetimizle
temas imkânı kendisine veribnemesi
yüzünden ülkemizden aynlmak zo-
runda kalmasırun doğru olmayacağını
söyleyerek, benden Turan Güneş'i ik-
na eünemi isüyorlardı.
Ben de onlar gibi düşünüyordum.
Uçağa iniş müsaadesi verildikten son-
ra kendisiyle görüşmekten kaçınıbna-
sıru anlamsız buluyor ve ABD'nin özel
görevli bir temsilcisine bu şekilde kıncı
bir muameleyi yakışıksız buluyor-
dum. Bakanın yanına gittim ve düşün-
celerimi kendisine anlatarak Sisco'yu
kabul etmesini istedim.
Turan Güneş'in zekâsı
Bu vesileyle şunu beürteyim ki mes-
lek hayaumın en güç devTesini muhak-
kak ki Kıbns olaylan sırasında yaşadı-
gım halde, bu kadar rahat çahşüğım
bir devrevi de haürlamıyorum dersem
mübalajja etmiş obnam. Bunun başlı-
ca nedeni, Turan Güneş'ten gördü-
ğüm anlayışür.
Hiçbir talebimi geri çevirdiğini ha-'
ürlamıyorum. Üstebk görüş ve düşün-
celerimi ona izahu hiç güçluk çekmez-
dim. öyle insanlar vardır ki, görüşleri-
nizi kabul etürmek için güçlük çekersi-
niz, meramınızı anlatabilmek için
göbeğiniz çatlar.
Turan Güneş böyle bir kimse değil-
di. Ben daha anlaürken sözlerimin
ardında nasıl bir meramın yattığını
keskin zekâsıyla derhal kavrar ve beni
fazla konuşturmadan isteğime uygun
karar, dudaklanndan dökülürdü. Ta-
bii onun bu hab işlerimi kolaylaştınr,
çabşmalanmda sürat ve verimlibği
sağlardı. Cin gibi bir insandı ve benim
de cin gibi fikirlerim vardı.
Barutçu devreye giriyor
NATO Bakanlar Konseyi'nin 1974
bahar toplanüsı münasebetiyle Ot-
tawa'da bulunurken Yunan Dışişleri
Bakanı Tetenes ile yaptığımız Türk-
Yunan görüşmelerinden dönüşte kal-
dığımız Brüksel'de, otomobilde bera-
ber gjdiyorduk. Eşi Nermin Hanıme-
fendi de bizimle beraberdi.
- Beyefendi, dedim. Bizim Kıbns
konusunda kabplaşmış bir politıka-
mız vardır. Senelerden beri bu hep
böyle devam etmiştir. Bu poliüka o
kadar kabplaşmışür ki Kıbns'la ilgili
yeni bir olay çıkü mı veya yeni bir du-
rum belirdi mi, bizim ne şekilde hare-
ket edeceğimızi Makarios peşinen bi-
br. Çünkü bu kalıbın dışına çıkama-
yız. Bunu kırmak lazım. Ne yapacağı-
mızı, ne şekilde hareket edeceğimizi
kimse bibnemeli. Bu bize manevra için
elastikiyet kazandınr, takük hareket-
ler yaparak karşımızdakileri şaşırtabi-
liriz. Onlann şaşkınbğından biz de isti-
fade ederiz.
Makarios'a kanca
- Ne yapabiliriz, mesela diye sordu.
- Makarios'a kanca atabm, dedim.
O sıralarda Makarios'un Yunan
Cuntası'yla arası iyi değildi. Maka-
rios'u, Yunan Cuntası ile mücadele-
sinde desteklemeyi veya hiç değilse,
onun Yunanistan'la mücadelesinde
Türkiye'nin kendisi için bir tehlike teş-
kil etmeyeceğini kendisine ihsas etme-
yi düşünüyordum. Bakana bunu an-
latüm.
- Kancayı nasıl atacağız diye sordu.
- Lefkoşa'daki maslahatgüzanmız,
Makarios'a itimatname takdim etsin.
Eğer Rauf Denktaş'ı itimatname tak-
dimi merasimi sırasında, anayasa ge-
reğince yanına abrsan büyükelçimiz
sana itimatname verecek diyelim, de-
dim.
Bu bir bakıma 1960 Anayasası'na
dönmek için bir adım anlamına gele-
cekti. Türkiye için aradan on sene geç-
tikten sonra 1960 Anayasası'na avdet
bir başan olurdu. Aradan geçen sene-
ler içinde Kıbnsb Türklerin haklan
iyice erozyona uğramış ve Türk toplu-
mu ada üzerindeki anklavlarda dağı-
nık şekilde etkisiz hale gelmişti. Bu
nedenle 1960 Anayasasfna avdet
Rumlara tükürdüklerini yalatmak
olacağı için Türkiye'de herkes mevcut
şartlar içinde böyle bir şey karşısında
şapkasını havaya fırlaürdı. Bir gün
Hasan Işık'tan duymuştum. "1960
Anayasf na dönüşü sağla, başımın üs-
tünde yeri var" demişü.
StlRECEK
. .
ANKARA NOTLARI
MUSTAFA EKMEKCİ
Halit Çdenk'in Anlatüklan.
Prof. Necla Arat'la birlikte, "Insan Haklan" konulu açıko-
turuma başlamadan önce, Halit Çelenk'in, Kartal Rıhtm
Parkı'nda, imza günü vardı. Kitaplarım, "Gün Ola Harman
Ola", "Uyanın Heeyyy", bir de "Kılçıklı Balıklar" tükendi-
ğinden, yeni baskıları da yapılmadığından, imza günü
yapmıyordum. Belediye Başkan Yardımcısı Celal Ülgen,
bir muziplik düşünmüş, bir gün önce yayımlanan "Aya-
küstü Konuşmalar..." başlıklı "Ankara Notlan"nın çoksa-
yıda fotokopisini yaptırarak getirmişti. Ben de okurlara, o
yazımı imzalayacaktım. Böylece, kitap imzalayanların ya-
nında, kendimi çocuksuz kadın gibi duymayacaktm, içim-
deki burukluk gitmiş olacaktı!
Hoşuma gittt! Halit Çelenk'e kitaplarım imzalatanlar, ba-
na da yazımı imzalatıyorlardı. Orada öğrendim, Istanbul'-
da KMP Anadolu TV, adıyla, özel-yerel bir TV kurulmuştu.
Kurucusu Asım Beyler adresini yazdı, bu TV'nin telefonu
30611 11'di. Tutacak mı, tutmayacak mı diye ikircikliydiler.
KMP Anadolu TV'nin bayan görevlisi, Halit Çelenk'e soru-
lar soruyor, yanıtlar alıyordu.
- Geçen günlerde yapılan Deniz Gezmiş belgeseliyle il-
gili düşünceleriniz nelerdir?
- Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Inan'la ilgili bel-
geseli gördüm. Ben de o belgesel içerisinde konuşmalar
yaptım. Bu belgesel, büyük bir gereksinmeye karşılık ver-
mektedir. Ancak, bu belgesel daha yeterli olabilirdi, çünkü
devlet arşivlerinde, Deniz Gezmiş olayıyla ilgili birçok bel-
ge vardır; sanıyorum ki, belgeseli hazırlayanlar, bu belge-
lerden yararlanamadılar. lleride bu belgeler ortaya çıktığı
ve devletin arşivlerinden yararlanma olanağı bulunduğu
zaman, bu belgeselin çok daha geçerli, çok daha yeterli
bir hale getirilebileceğine, hatta yeni belgeseller yayınla-
nabileceğine inanıyorum.
- Erdal öz'ün kitabındaki bir anlatımda, Deniz Gezmiş'in
Erdal ûz'den zehir istediği belirtiliyor. Sizce bu açıklama
doğru mu?
- Bu iddia asılsız, gerçeğe aykırı bir iddiadır!
- Peki, doğru değilse, bu konuyu kendi kitabınızda açık-
ladınız mı?
- önce, şunu söylemek istiyorum; şimdi böyle bir iddia,
Deniz,Yusuf ve Hüseyin'in dünya görüşüne ve inançlarına,
düşünsel yapılarına aykırı ve ters düşen bir iddiadır. Deniz
Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin Inan, Türkiye'nin bağım-
sızlığını kendilerine şiar edinmiş eski deyimiyle; yani bunu
kendileri için bir izlenmesi gereken yol olarak kabul etmiş
gençlerdi. Ve yaşamlannı verdiler bu amaçla. Yani, Tür-
kiye'nin bağımsızlığı ve Türkiye'de demokratik bir düze-
nin, insan haklanna dayalı bir düzenin kurulması için 20-22
yaşlarında, kendi yaşamlannı verdiler. Bu kadar inançlıy-
dılar. Bu kadar inançlı olan insanların zehir içerek intihar
etmelerini düşünemiyorum. Kaldı ki, gerek dava öncesin-
de, gerekse dava sırasında, cezaevinde ve mahkemeler-
de ben her zaman onların yanlarında bulundum. Her
zaman görüştüm. Ta infaz gecesi idamlara kadar yanla-
rındaydım. Benden hiçbir şeylerini saklamıyorlardı. Her
şeylerini bana anlatıyorlardı. Eğer böyle bir olay olsaydı,
bunu muhakkak bana anlatırlardı. Bu nedenle de böyle bir
iddianın doğru olduğuna inanmıyorum. Kaldı ki, bu iddiayı
ileri sürenler, tarihler incelendiği zaman, o sıralarda tahli-
ye edilmişlerdi; yani cezaevinde değillerdi. Ayrıca, idam
hükmü alan kişiler, cezaevinin belli koğuşlarına kapatılı-
\orlar, kimseyle görüştürülmüyorlardı avukatları dışında.
Onun için herhangi bir kimsenin, onlarla görüşmeleri bu
açıdan da mümkün değildi. Bu konuda Muzaffer llhan Er-
dost, Yenigündem dergisinde, neden böyle bir iddianın
geçersiz olduğunu, tarihlere ve belgelere dayanarak ya-
yımladı. Bu itibarla, buna kesinlikle inanmıyorum, bu id-
diayı reddediyorum, isteyenlerodergiyi deokuyabilirler...
Genç bayan TV görevlisi, Halit Çelenk'e başka sorular
da sordu; bunların arasında, Halit Çelenk'in yaşamöykü-
sü, yapıtları, insan haklan üzerine düşünceleri de vardı.
- Sayın Çelenk, henüz kurulan ihsan Haklan Bakanlığı
yararlı olabilecek mi?
- İnsan Haklan Bakanlığı, inancıma göre, yeterli olama-
yacaktır. Çünkü, bu bir bakanlık olarak görev yapıyor. Yani
bir Devlet Bakanlığı'na, insan haklan üzerine, çalışma
yapması görevi veriliyor. Aslında insan haklan, toplumda
egemen sınıfların temsilcisi oian devlet tarafından ihlal
edilir. Yani, dünyanın hiçbir yerinde, devlet insan haklarını
korumuyor. Koruması da mümkün değil, çünkü insan hak-
larını ihlal eden devlettir. Bu, belli bir sınıf anlayışına daya-
lı, daha doğrusu, belli bir sınıfın çıkarlarını, siyasal planda
temsil eden, devlet daima, işkenceleri,baskıları yapmakta-
dır. Onun için insan haklannın ihlalini önleme devletin
görevi olamaz. Olsa olsa, insan haklarını dernekler, vakıf-
lar, diğer kuruluşlar yani, halkın içinden çıkan insanlar,
insan haklarını savunurlar, özgürlükleri savunurlar; dev-
letin böyle bir şeyi savunması mümkün değil bu, devletin
tabiatına, yapısına ters düşmektedir. Bu nedenle, insan
haklarını korumasını üstüne alan bakanlığın ciddi ve so-
nuç verici bir çalışma yapacağına inanmıyorum...
O günkü "insan Haklan" konulu açıkoturumda Prof.
Necla Arat'tan başka Nevzat Helvacı ile Prof. Aydın Aybay
da olacaklardı. Nevzat Helvacı'nın eşi Sevda Helvacı, say-
rıydı. Nevzat Bey, o nedenle Ankara'dan pek ayrılamıyor-
du. Cumhuriyet'te o gün, bir gün önceki "Kentleşme"
açıkoturumunun izlencesi, saati yazılmış, Prof. Aydın Ay-
bay belki de o yanlışlık nedeniyle gelmemişti.
Geç vakit, Çamlıbelde'ye haberler geldi; direnişçi işçile-
rin çatışmaya varan eylemleri dolayısıyla, şenliğin tüm
açıkoturumları iptal edilmişti, yapılmayacaktı...
BULMACA
SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5
1/ Gezmeye çıkan
padişahın giysilerini
ve öteki eşyalarmı
hazırlamak, koru-
mak ve padişahın
kahvesini pişirmekle
görevli olan, Topka-
pı Sarayı'ndaki hiz-
metlilere verilen ad.
2/ Asya'da bir ır-
mak... Boksta vuru-
lan bir yumruk çeşi-
di. 3/ Bir mal ya da
paranın emek veril-
meden sağladığı ge-
lir... Köpek. 4/ Ge-
nel kural. 5/ Yapıt... İpliklerin bo-
yanmak istenmeyen bölümlerinin
ağaç kabukları, yapraklar ya da bal-
mumuyla sanlarak boyaya batınlma-
sı yoluyla uygulanan bir tür boyama
tekniği. 6/ Bir hayvan... Futbolda bir
mevki... Güney Afrika Cumhuriye-
ti'nin plaka işareti. 7/ İşyeri... Ruh.
8/ Eskiden çocuklar okula başlarken
yapılan tören. 9/ Kızgm bir demirle
vurulan damga... Ahlak, karakter.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Göziin saydam tabakası... Şöhret. 2/ Göçebelerin konak ye-
ri... Bitkilerde gaz alışverişine yarayan aralıklar. 3/ Dinç, can-
lı... Hayvan yemi olarak yetiştirilen bir bitki. 4/ Bir akışkanın
enerjisini dönme hareketine çeviren makine. 5/ İlave... Bir şe-
yin özünü oluşturan ana öğe. 6/ Endişe verici durum...'Adlan
sıfat yapan bir yapım eki. 7/ Dışarıda kalmış ağaç kökü... Halk
müziğine özgü telli bir çalgı. 8/ Uğra?... Melih Cevdet Anday-
ın, Yusuf Kurçenli tarafından sinemaya da aktarılmış bir roma-
nı. 9/ Hayat arkadaşı... Tanıtlamaya yarar belge.