Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA CUMHURİYET 25ARALIK1992CUMA
OLAYLARVE GORUŞLER
Troya Savaşı olmasa dahaiyi değil mi?
MELİH CEVDET ANDAY
E
rol Güney yazın ("geçtı-
ğimiz yaz" demem) İs-
tanbul'daydı, Türkiye'-
deydi. "Kim Erol Gü-
ney?" diye soracaksınız
beİki; öyle ya. yeni kuşak-
lar onu nerden bilsin! Eski arkadaşım-
dır. Tercümedergisinde, Yaprak gaze-
tesinde çalışmıştı. Aynca onunla bir-
likte yaptığımız nıce çeviri vardır;
bunlar arasında Gogol'un bütün
oyunlannı sayabilirim. Ama Erol Gü-
ney"\, özellikle şiir okuruna en iyi ansı-
tacak olan Orhan Veli'nin ünlü şiiri-
dir. Bu şiirin uzun bir adı var, önce
onu yazayım: "ErolGüney'inkedisinin
hahur mevsiminde ve toplum meseleleri
karsısında ıcıkındığı tavrı anlaiır şiir-
dir\
Bir erkek kediyle bir parça ciğer;
Dümadan bütün beklediği.
Ne İyi!
Erol Güney'in kedisinin hamileliğim
anlaiır şiirdir.
Çıkar tnısın bahar günü sokağa,
işte böyle olursun.
Böyle yattığın yerinde
Düsünür düsünür
Dunırsun.
Sonra ne oldu. Erol Güney, Tercü-
me Bürosu'ndaki işinden çıkanldı ve
bunun üzerine çalışmaya başladığı
Agence France Press'ten onu Başba-
kan Adnan Menderes sınırdışı etti.
Erol Güney o gün bu gün İsrail'de ya-
şıyor.
Yazın geldiğinde, bana İngilizce bir
şiir seçkisi armağan etmişti Erol, adı:
War Poetry (Savaş Şiirleri). Bu addaki
savaş sözcüğü beni irkiltmişti, bu söz-
cüğün şiir sözcüğü ile yanyana bulun-
ması yadırgatıcı idi; fakat kıtaba ilk
gözgezdirişimde gördüm ki, dünyanın
en ünlü şairlerinin şiirleri var bu seçki-
de. Örneğin, Homeros'un İlyada'sın-
dan alınma bir parça yer alıyordu
başta. Robert Fitzgerald"ın Yunanca-
dan çevirisi.
Ackilles with wildfury in his heart
pulled in upon his chest his beautiful
shield,
hishelmet...
Nereye gidiyor Akhilleus? Troya
prensi Hektorileçarpışmaya. Eskiden
böyle imiş, iki düşman ordu karşı kar-
şıya geldi mi, önce onlann kahraman-
lan çatışırlarmış. Sonra ne oldu; kıral-
lar. sultanlar, ölümden korktuklan
için ordulannı gırtlak gırtlağa bıraktı-
lar. Artık her şey savaş alanında olup
bitiyor, yenen yenilen orada belli olu-
yordu. Bu ordulann ülkeleri ise çok
gerideydi. oralardaki halklar savaştan
haber beklemekle yetiniyordu. Demek
o zaman cephe ve cephe gerisi vardı.
Bakın siz şu gelişime ki. bugünkü
savaşta bu bölünme ortadan kalkmış-
tır artık; cephe ve cephe gerisi yok,
dahası kimi durumlarda cephe. cephe
gerisinden daha güvenli duruma geldi.
Bugün cephede çarpışanlar. kendile-
rinden çok. geride bıraktıklan yakın-
lannı düşünüyorlar. Hava saldınlan
yüzünden, geride kalanlann kaçı öl-
müş, kaçı kalmıştır kim bilir! Ana ba-
ba mı cephedeki oğlunu merak etsin.
cephedeki oğul mu geride kalan anası-
nı babasını?.. Savaş alanı neresi?
Bugün bir "savaş suçu"ndan söze-
dilmesi ne anlama gelmektedir?
İlhan Selçuk'un geçen haftaki yan-
lanndan birinde bu konu üzerinde
duruluyordu. İlgjyle okudum. Birleş-
mış Milletler Örgütü 1968 yılında biı
hukuk belgesi imzalıyor; bu belgede
sapıanan suçlar üçe ayrılıyor;
1- Banşa karşı suçlar.
2- Savaş kurallannın çiğnenmesin-
den doğan suçlar,
3- İnsanhğa karşı işlenen suçlar.
Bu tabloda bana ilginç gelen. sava-
şın artık suç olmaktan çıkanlmasıdır
Gerçi. '"Banşa karşı suçlar" deniyor.
ama açık seçik bir anlatım değil bu
Savaşı çıkaranın kim olduğu nasıl
hangi yöntemlerle belirlenecektir? Bu-
güne değin gördüğümüz şu: Yenen.
yendiğini suçlu gösteriyor. Burada
hak, hukuk kurallannın nesnelliği, ge-
nelliği üstüne doyurucu hiçbir bügi
verilmemektedir.
Bundan da şaşırtıcı olan, "savaş ku-
rallannın çiğnenmesinden doğan suç-
lar" maddesidir. Açarsak, savaş çıka-
rabilirsiniz. ama savaşın kurallannı
çiğnemeyeceksiniz. Kuralı olan bir ey-
lem. varlığı benimsenen bir eylem
demektir çünkü. Savaş vardır. ona
kimse bir şey diyemez. yeter ki kuralı-
na göre yapılsm! "Savaş kurallannın
çiğnenmesinden" sözetmek. savaşın
doğru ve haklı olduğunu açıklamak-
tan başka nedir ki! Savaşacaksın. fa-
kat onun kurallanna uyacaksın?
Buradan üçüncü maddeye geçer-
sek... Düşmanı savaş kurallanna uy-
gun olarak öldürürsen, bu yaptığın
insanhğa karşı işlenmiş suç sayılmaz.
Gördünüz mü. savaş suçu ortadan
kalktı gitti.
Yüzyılımızda "topyekun savaş" ne-
yi savunmak için atıldı ortaya? Karşı
yanın savaşı besleyen bütün güçlerini
yok etmek için değil mi°
Burada insanca olanla olmayanı na-
sıl ayırdedeceğız? Nitekim edemiyo-
ruz.
Biz şimdi gene Akhilleus'la Hek-
tor'a dönelim.
Yukarda da söylediğim gibi, o za-
manki gelenek göreneğe uyarak, bu iki
kahraman Troya kentinin surlan
önünde teke tek karşılaşıp savaşa gıri-
şirler. Fakat sonuç önceden bilinmek-
tedir. tannlar Hektor'un ölümüne
karar vermişlerdir. İşte İlyada'nın en
dramatik sahnesi buradadır. Akhille-
us. öldürdüğü Hektor'un cesedini ara-
basının arkasına bağlayarak dokuz
gün surlann önünde sürükler. Onuncu
gün akşam Hektor'un babası kıral
Priafnos, Akhilleus'un barakasına gi-
der. yumuşaur onu. oğlunun cenazesi-
ni alır, kente getirir. Akhilleus'un er-
demli eşi Andromakhe, şu acıklı ağıdı
söyler:
Erkeğim benim, göçüp gittin gençya-
şında,
gittin, evintizde dul bıraktın beni,
Çocuğıımu: da ufacık, körpecik,
bizden olan, kara talihli ikimizden,
bilmem, gençlik çağına erer mi ki,
bu şehiryerle bir olacak baştan aşağı,
sen öldün, onun kontyucusu, bekçisi,
Dile gelmez acılar bıraktın anana,
babana,
ama bana kaldı en büyük acı.
Ölüm döşeğinde uzatmadın ellerini
bana,
şöyle güzel bir söz söylemedin ki,
gözyaşı döke döke gece gündüz ana-
yım onu.
Homeros'tan sonra başka şairler.
yazarlar da ele almışlardır bu konuyu.
Jean Anouilh'un "La Guerre de Troie
n'aura pas lieu" adlı oyunu (Troya Sa-
vaşı Olmayacak) bunlann bıldiğimce
sonuncusudur. Demek insanhk bu sa-
vaşta ölenler için yüzyıllarca gözyaşı
dökmüş.
Çağımızın savaşlan için neden des-
tanlar yazılmıyor?
Çağımızın savaşlannda, savaş ku-
rallanna uygun olarak. milyonlarca
insan can verdiği için destan şairi apı-
şıp kalıyor mu yoksa? Yoksa ölenlerin
sayısı milyonlan bulunca dramatik et-
ki sıfıra mı iniyor?
Erol Güney'in armağan ettiği "Sa-
vaş Şiirleri Seçkisi" adlı kitap kafamda
bu sonılan uyandırdı. Demek kurala
uygun olarak öldürmek. destan sana-
tını ortadan kaldırdı.
ARADABIR
İLHAN MİMAROĞLU
(Ne\v York 'tan)
Postmodern Nedir?
Önceki bir yazımda Bill Clinton'u postmodern bir baş-
kan olarak gördüğümü belirtip bu görüşün üzerinde dü-
şünmenizi önerirken ben de düşünüyordum. Gecikerek
de olsa, içinde yaşadığım çağa postmodern dendiğini
oğrenmiştim. Postmodern bulduğum bir örneğe baş-
kalarını da ekleyerek çağdaşlık bilincimi geliştirmem
gerekiyordu. Bunun üzerine, çağına paleolitik dendiğini
öğrenememiş insana kıyasla kendimi bir ayrıcalık için-
de de görerek, çevremdeki olguların gözlemine girişip
postmodernin ne olduğunu, ne anlama geldiğini öğren-
meye başladım. İşte edindiğim bilgilerden birkaçı:
- Postmodern modernin postu kaptırmasıdır:
- Postmodern birgünlerin gericisi tutucusudur;
- Postmodern resim yapmadan resim sergisi açmak-
tır:
- Postmodern göğsü kertenkeleli mintandır;
- Postmodern kolesterol sakıncasıdır;
- Postmodern ozon deliğidir;
- Postmodern yağmur ormanıdır;,-^,.. ^. . v -ir~..
- Postmodern çanak antendir;
- Postmodern "talk show "lardır;
- Postmodern Boris Yeltsin'dir. (Gorbaçef mi? O da
kim?)
- Postmodern komünizm artıklarının bit pazarlarında
satılmasıdır;
- Postmodern Ninja Kaplumbağalan'dır;
- Postmodern Madonna'nın kitap yazmasıdır;
- Postmodern Madonna'nın yazdığı kitabın 50dolarfi-
yatla kapışılmasıdır;
- Postmodern müzik setidir;
- Postmodern bilgisayarlardır;
- Postmodern bilgisayar oyunlarıdır;
- Postmodern 900'lü telefon numaralarıdır;
- Postmodern sigara içme yasağıdır;
- Postmodern Laz inşaatıdır (buna proto-postmodern
demeli. modern henüz post olmadan başladığı için);
- Postmodern beyzbol kasketidir;
- Postmodern ters giyilen beyzbol kasketidir,
- Postmodern Eiizabeth Taylor'un ikide birtelevizyona
çıkıp prezervatif kullanılması ve uyuşturucu iğnesinin
paylaşılmaması uyarısında bulunmasıdır;
- Postmodern dizleri ve kıçı yırtık blucindir;
- Postmodern Timberland'dır;
- Postmodern Benetton'dur;
- Postmodern engebesel gönderimlerin neostrüktü-
ralist benzeşimlerindeki seriüzzeval pekinleşmelerin
tüm ve gayrımahdut olgusallıklanndaki soyut ikitleşim-
lerin izmihlalını özümleyen tefehhümsel tekilleşimlik-
lerdeki antropoiknografik simgeselliğin refraksiyonu-
dur:
- Postmodern ibrahim Tatlıses'tir;
- Postmodern Luciano Pavarotti'dir;
- Postmodern İbrahim Tatlıses ile Luciano Pavarotti'-
nin birlikte şarkı söyleyip CD'sini, kasetini ve videosunu
çıkarmalarıdır (Bu henüz yapılmadıysa postmodernin
ömrü uzun olduğu içindir);
- Postmodern beyaz şaraptır;
- Postmodern kızların ellerinde bir şişe Evian suyuyla
gezip tozmalarıdır;
- Postmodern Saddam Hüseyin'dir;
- Postmodern Wynton Marsalis'tir;
- Postmodern Amerika'da ve Rusya'da yüz binlerce
kişinin evsiz kalıp sokağa düşmesidir;
- Postmodern Bosna-Hersek'tir;
- Postmodern Somali'dir;
- Postmodern Mozart'tır;
- Postmodern deri kafalı Neo-Nazi'lerdir;
- Postmodern kabak kafalı kartalı koruma eylemcili-
ğidir;
- Postmodern küresel ısınmadır;
- Postmodern "rainbovv curriculum"dur (Açıklamak
gerekirse, bu terim "alâimisema müfredatı" anlamına
gelip Amerika'daki okullarda eşcinsellik dersleri veril-
mesi tasarılarını tanımlar);
- Postmodern "Susam Sokağı"dır (Çocuğunuzun "Su-
sam Sokağı'ndan ahmakçıkmadığına şükrediyorsanız,
postmodern değilsiniz);
Bütün buörneklervedahabirçoğu, postmodernin "mo-
dern sonrası" anlamında odaklandtğına göre:
- Postmodern ölümden sonra yaşamaktır.
OKURLARDAN
Ne zaman gelecek?
Uışarda tedavi edilmesi için PTT polikliniğinden aldığım
belgeylealt-üstdiş tedavimi tamamlayıp3 Kasım 1992"
tarihinde 2.150.000TLtutarakarşılık Emekli Sandığı'na
gönderdiğim fatura bedeli bugüne kadar larafıma ulaşmadı.
Emekli Sandığı sanmm 750 bin lirasını ödcyccckmiş. Fakat
iki ayayakın bir zamandır hiç bircevapgelmedi vezor
duruma düştüm.İlgililercsoruyorum;nczaman birccvap
cclccck?
Faik Mutlu Balçova/Izmir
TARTIŞMA
Okuyucu mektuplarmın satır altları
C
umhuriyel
gazetesinin
"Taruşma"
sütununda
zaman zaman
Şehir
Tiyatrolan'nın iç sorunlanyla
ilgili öyle okur yazılan yer
alı> or ki. ister istemez
hayranlıkla taaccüp arasında
kalıyor insan. Emekli
öğretmen. mimar-mühendis
vb. un\ anlar taşıyan kimi
imzalann. başka basın
organlannda da. hemen hemen
aynı ifadelerle. aynı olayları
sözkonusucderekelealdıkları
liyatro konularının. özellikle
Şehir Tivatroları'nın hukuksal
ve lekniİc iç sorunlanndan.
asıllı asılsız kurum içi
söy lentilerine. dedikodulanna
kadar uzanması çok ilgi çekici.
Üstelik bu derin ilginin. özel ya
da ödenekli başka hiçbir
liyatroya yönelik olmayıp,
sadece Şehir Tiyatrolan'na
inhisar etmesi. gazete
sütunlannda yalnızca Şehir
Tiyatrolan'nın sorunlanna ilgi
duyan tiyatro meraklılannın
yazılanna rastlanması daha da
ilgi çekici.
Tiyatroyla. seyirci olmaktan
ötc bir ilişkisi bulunmayan
kişilenn. Şehir Tivatroları'nın
tüm girdi çıktısına derin
vukufu, bu kurumla yakında
uzaktan ilgili her konu
karşısındaki kurcalayıcı
merakı. dikkati. kılı kırk
yancılığı ŞehirTiyatroları
Genel Sanat Yönetmenı olarak
beni nasıl duygulandırmaz!
Ama bir an sonra ayılıyorum:
akıl var yakın var. yönetmelik
maddelerini tiyatronun içinde
bile ancak yönetimde görevli.
sorumlu kişilerinin bilebilcceği
aynntılanyla tanıyan. irdeleyen
birseyirci... Beşyıl önceki bir
gala temsilinde. zamanın
belediye başkanının
konuşmasını virgülünc kadar
anımsayan bir
mimar-mühcndis... Hiç
inandıncı gelmiyor.
Konumuz tiyatro ya; bu ilgili ve
bilgili vatandaşlann. emekli
öğretmen. mühendis-mimar
\b. kisvelerialtından. kalıptan
kalıba girmeye alışık bir aktör
çıkmasın sakın! Rolünü pek
beceremeyen. makyajını iyi
yapmamış. oldukça accmi bir
aktör belki. ama stili hep aynı.
Kendini Şehir Tiyatrolan'nın
meselelerine ateşİi bir taraftar
sanılacak kadar kaptırmış biri
değil de belki. bizzat bir
•'laraf'... Fantazi buya...
Mimarlar Odası'nda kaydını
bulamamışolmamız, 11 Arahk
1992 tarihli Cumhuriyet
gazetesinde "Talk-Sho\v'un
Satır Altlan" başlıklı bir yazısı
yayımlanan Hayrettin
Emekçioğlu'nun
Mühendis-Mimarolmadığını
göstermez; televizyonda
izlediği bir söyleşi
programındaki konuklara
hayali replikler ve satır altlan
yakıştırması da aktör olduğunu
göstermez elbet.
Ancak. Haldun Dormen'in
başlangıçta "Lüküs Hayaf'ı
sahnelemek isıemediği ve
sonunda benim ısrarlarımla
kabul ettiği gerçeğini.
televizyon seyirci leri,
Emekçioğlu'nun yazısından
önce. programda bizzat
Haldun Dormen'in ağzmdan
öğrenmişlcrdizalcn. "Oysa
Gürün. Dalanın ısrarlan
karşısında bu opereıi
Dormenc sahnclctmek üzcrc
nc kadar uğraşmış. Dormen
onu yönetmemek için ne kadar
direnmişii.ıiyatro
çcvrclcrindcn biliyoruz"
demekle Emekçioğlu malumu
ilan etmiş olmuyor mu° Söz
konusu operetin bana ve
Haldun Dormen'e "mal
edilmesi"negelince. buda
televizyon programının
gözbağcılığı marifctiyie olmasa
gerck. Bir o> unun sahibi. o
oyunu sahneyelendir elbet.
Tiyatro meraklısı Emekçioğlu.
programda "Evita" konusunu
oldukça iyi dinlemiş ve ana
hallanyla doğru da
anlayabilmiş görünüyor. Ama.
"EvilaCRRKS'daoynanırsa
sahnenin veakustiğin
bozulmayacağını" benim
•"duygusai nedenlerle"
Evita'nın sahnelenmesine
(Evita bir resim kolleksiyonu
olmadığına göre,
Emekçioğlu'nun dediği gibi
"sergilenmesi" değil.
sahnelenmesi söz konusu
olabilir ancak ı engel olduğuna
dair bir tek sözçıkmadığı da. o
aygıtlar marifetiyle müsbittir.
Emekçioğlu'nu "en çok
şaşırtan" sözlerim ise. "Bana üç
tiyatro yeter. Ben niceliğe değil.
niteliğe bakanm" şeklinde
aktanhyor.ŞehirTiyatrolan
V önetmeliği'nin amaç
maddesini de özel ilgisi gereği
nitelikten yana bir insanım.
Çoğalmaktan ziyade.
derinleşmekten. kökleşmekten
ve iyileşmekten yanayım.(...)
Onun için keşkeçeşitli
belediyeler salonlar yapsalar ve
oralarda da yerel tiyatrolar olsa
diye düşünürüm" şeklinde olan
sözlenmin. "...tiyatronun'
toplumsal görevine uygun
olarak halkın küllüreİ
üretiminin. çağdaş eğitiminin,
sanat düzeyi ve bilincinin
yükseltilmesine katkıda
bulunmak..." şeklinde
alıntılanan amaç maddesine ve
SHPbelediyesininyaygın
BOb ZİBPİny IILLUSTRATION AMERICANSHOVVCASE
"yetkili ağız'ımdan öğrenmiş
olması biraz tuhaf. Birsahnede
oynanan oyunun. o sahnenin
akustiğini bozması, ancak
notalann salonu terketmeyi
reddedip orayı mekân
tutmalan ile kabil olabilir ki. ne
Filiz Ali o zaman böyle
fantastik bir tehlikeyı aklına
geiirmişveönesürmüştünede
ben böyle bir "absürd"e karşı
teminat verdim! Emekçioğlu.
mimari tahsili sırasında akustik
bahsini ıskalamış olsa gerek.
Seslcr çok şükür tiyatro ve
konsersalonlannda akustiği
tehdit edecek bir kalıcılık
taşımıyorlar. ama kayıt
aygıtlanyla tesbitleri mümkün.
Benim ağzımdan Filız Ali'nin
"subjektif nedenlerle" ya da
çok iyi bilen Emekçioğlu'nun
aklına her nedense. programın
kaydedilmişolabileceği ve
oradan benim gerçek
sözlenmin aynen aktanlarak
kendisininmahçup
edilebileceği ihtimali gelmemiş.
"Ben Şehir Tiyatrolan'na
geldiğimdeüçsahnemizvürdı.
o zaman çok daha fazla
provalara gidebiliyor.
aynntılarla uğraşabiliyordum"
nerede. "Bana üç liyatro yeter"
nerede!
Kaldı ki, ŞehirTiyatrolan'nın
sahnesayısınınaltıya
çıkarılması. benim yönetimim
zamamnda olmuştur. Sonra
aslı: "Ben nitelik ve nicelik
karşılaştınldığı zaman.
kültür politikasına nasıl "ters
düşmüş" olabileceğini anlamak
olanaksız. Herhalde tiyatro
meraklısı mimar-mühendisin.
sözlerimi -kimbilir hangi
amaçla- çarpıtan bellek
kayıtlan açısından bir "ters
düşme" söz konusu olsa gerek.
Satır altlannı okumak iyi hoş
da. altını okuyayım derken
satırlann kendilen gözden
kaçmasa! Aslında "Ayinesi iştir
kişinin..." ama. kötü niyeti
aşikar olan birilerinin
mesnetsiz suçlamalarda
bulunarak kafa bulandırmalan
üzücü.
Gencay Gürün
Şehir f iyatroları Genel
Sanat Yönetmeni
Kıbns'ı doğru tarüşmıyoruz
D
üşündürücü bir
örnek: Eski
Dışişleri Bakanı ve
Başbakan.
Anamuhalefet
Partisi Genel
Başkanı Sayın Mesut Yılmaz. 9
Aralık 1992 tarihinde bir
gazetede yayımlanan
demecinde:
. "Kararın vahim birdiğer
unsuru da. eskiden alınan
birçok kararlar teyid edilirken.
Rumlann hoşlanmadığı önemli
birkarannatlanmasıdır. Bu
karar 1990'da kabul edilen 649
sayılı karardır. İlk kezçözümün
iki bölgeli, iki toplumlu bir
federasyonda yattığını
vurgulayan bu karar. bu kez
zikredilmemiştir. Bu
kasıtlıdır."
. Şimdiye kadar varılacak
çözümün "integrated whole"'
esasına dayanacağı ifadc
ediliyordu. Yanibirpaket. Bu
karar da ilk kez genel birçözüm
çerçevcsinde olmaksızın asker
çekmckten bahsedilmekıcdir.
BöylcccTürkiye birkısım
askeri çözüm beklemeden gen
çekccekıir."
. "Karar bir bütün olarak
değerlendirildiğinde müzakerc
edecek birşcy kalmadığı
anlaşılır"dcmiştir.
Gcrçekler:
Karar; başıan sona. Fikırlcr
Dizisi(FD)adh. lOOmaddelik
bir metin ile ilgilidir. Mart
1993'deyapılacak
müzakerelerde nihai bir
anlaşmaya vanlmasını.
"mutabık kalınan" (agreed)
metnin imzadan sonra
relerandumlarla iki toplumun
onayına sunulmasını
öngörmektedir.
Bu nedenle FD müzakereye
açıktır. Aynca Türk tarafı 100
maddeden 9 l'ini kabul
etmiştir. 649 sa> ılı Karar da,
"Integraıed whole" sözcükleri
de FD'nin birinci sayfasında
vardır!FD. bütünsellik
yaklaşımı ile. iki bölgeli. iki
toplumlu. eşit statüde iki federe
devletten oluşan bir federasyon
öngörmektedir. Asker sayısı
eşit olacaktır. Anlaşma
imzalanıp referandumlardan
olumiu sonuç alınmadan önce
asker çekılmesi söz konusu
değıldir. Karşılıklıgüven
ortamının sağlanması
amacıyla. anlaşma
kesinleştikten sonra asker
sayısında karşılıklı olarak
önemli ölçüde indirim
yapılacağının önceden beyan
edilmesi önerilmektedir.
Sayın Yılmaz demeciniya
FD'yi okumadan vermiştir? Ya
okumuş ama anlamamıştır' Ya
da gerçekleri bilerek
saptırmaktadır?
İhtimallerinüçüdevahimdir.
Mehmet Arif Demirer
Naylontorba?..
S
üpermarketlerimiz
çoğaldı. Alış-veriş
sonrası gereğinden
fazla naylon torbayla
evlerimize
döndüğümiiztıir
gerçek. Doğanınen
büv ük düşmanı olan bu
birikimi sonunda çöp
kutularımıza atmak zorunda
kalıyoruz.
Yubancı ülkelerdeki
süpermarketlerde isleyenc para
karşılığında büyük naylon
torbalar satılmaktadır.
Bu karar, hem süpermarkete
birgelirsağlamakta, hemde
doğamıza gereğinden fazla
naylon atık kanşmasını
önlemektedir.Gelin.
marketlere giderken evde
birikmiş naylon
torbalarımızdan hiç olmazsa
iki adet alalım ve daha az
naylon tüketmeyeyönelelim.
Yurdumuzu vedoğalyapısını
korunıak içinçabasarfedelim.
Gülümser Lretmen
PENCERE
Çahşmanın Anlamı!..
Pencereden sokağa bakıyorum...
Birköylügeçiyor...
Peki, nasıl anladım adamın köylü olduğunu? Göğsün-
de bir yafta mı asılıydı?
Hayır.
Yaşadığı hayat, adamın görüntüsünü bir ressam gibi
biçimlendirmişti; tarlanm yakıcı güneşi yüzünü karart-
mış, çizgilerini derinleştirmişti; nasırlı elleri uzaktan
ayrımsanıyordu; yürüyüşü, davranışları, giyimi kuşamı
ve her şeyiyle adam bir köylüydü...
Tarım emekçisi..
Çoğu zaman hiç tanımadığımız bir kişiyi bize tanıtan,
yaşadığı hayattır, yaptığı iştir..
Küçükmemur...
Maden işçisi...
Esnaf...
Kişi hangi sınıfın ya da katmanın adamı? Bakar oak-
maz belli olmaz mı? Büyük burjuva, küçük burjuva, pro-
leter gibi Frenkçe sözcüklerle vurgulanan tiplemelerin
kaynağı hayattır.
Yaşamın acımasız elleri, bir heykelci ustalığıyla in-
sanları yoğurur.
•
Toplumsal sınıflar, hayatın türetimidir. Ne yazık ki ül-
kemizde uzun yıllar boyu 'sınıf sözcüğü yasaklanmıştı;
çok partili dönemde de bu yasağın ağırlığı, fikir dünya-
mızın üstüne lök gibi çöktü, düşüncemizi kısırlaştırdı,
güdükleştirdi. Oysa sınıfsal yaklaşım olmadan çağdaş
dünyada neler olup bittiğini anlamak olanaksızdır.
Meclis, ILO sözleşmelerini onayladı...
Çalışma Bakanı Moğultay'ın bu sözleşmelerin çıkma-
sında çok emeği vardı.
Moğultey'ı işçi sendikaları destekledi, işveren sendi-
kaları yerdi; sınıfsal ayrım hemen ortaya çıktı. Sorumsuz
Cumhurbaşkanı Özal, ILO sözleşmelerinden birini veto
etti, hangi sınıfın yanında olduğunu bir kez daha vurgu-
ladı.
Sınıf kavramını anahtar gibi kullanmadan ne ülkedeki
olayların anlamını açabilirsin ne de dünyadaki gelişme-
lere akıl erdirebilirsin. Sovyetler Birliği yıkılsa da Yeltsin
Amerika ya teslim olsa da bu gerçeklik sürüyor; çünkü
siyasetin, devletin, dış politikanın ve ülkelerin ötesinde,
insanlığın sağladığı bir aşamayı vurguluyor.
Ampulün icadı gibi bir şeydir. sınıfsallığın toplumbi-
limdekeşfi...
•
Moğultay, evrensel demokrasinin hukukunu benim-
seyerek emekçi sınıfının yanında yerini aldı; özal, ser-
maye sınıfının çıkarlarını savunduğu için ILOsözleşme-
sine karşı vetosunu kullandı. Peki, TÜSİAD Başkanı
Bülent Eczacıbaşı ile TOBB Başkanı Yalım Erez'in kav-
gası nasıl açıklanacak?
İkisi de sermaye sınıfından değil mi?
Evet...
Ama, her sınıfın katmanları var; bu yüzden 'kahraman
bakkal süpermarkete karşı
1
savaşıyor.
12 Eylül'den bu yana ülke ekonomisinde tekelcilik ağır
bastı; gazeteler TÜSİAD ın (TürkiyeSanayici ve Işadam-
ları Derneği) yirmi a'lenin elinde olduğunu yazıyorlar.
Orta ve küçük sermaye katmanları tekelleşme sürecin-
de eziliyor, yok oluyor, yaşama savaşı veriyor; sonunda
TÜSİAD ile TOBB (Türkiye Odalar Borsalar Birliği) ara-
sınâa çatışma ister istemez gündeme girdi.
Demokrasilerde bu çatışmalann anlamlan var. Sınıf-
lar ve katmanlar arasındaki paylaşım kavgaları. tarihin
bir aşamasında demokrasiyi oluşturmuştur. Bugün Tür-
kiye'de en büyük sorunlardan biri -belki de birincisi- ulu-
sal gelirin sınıflar, katmanlar ve kişiler arasında nasıl
paylaşılacağıdır.
•
Türkiyedegelirdağılımı çokbozuk...
Adaletsizlik aldı yürüdü...
Tekelci büyük sermaye lokomotif rolünü üstlenip eko-
nomiyi sürükleyemiyor; orta ve küçük sermaye kesimin-
de bile tedirginlik izleniyor.
Madanoğlu
Amlar 1911-1953
y
aftp rtçreyvgviûfvzegi btr sotu
atı yondmadan
i t b i k i
m
EVRİM Yayınevi Ltd. Şti.
Kadıköy İş Merkezi
Neşet Ömer Sok. 10/74
Kadıköy-İSTANBUL
Tel.: 347 49 63
Faks: 347 76 12
1
DILFEflÜZMfiN KfiDRO İLE ŞİMDİDE
GÜZEL SfîNfîTLfîRfî HfîZIRLIK
HER B O L U M IÇIN OZEL ÇALIŞMALAR
» RESİM • ENDÜSTRİ TASARIN/
» İÇ MİMARLIK • TEKSTİL
• GRAFİK • SERAMİK VE DGEBLERI
KAYITLAR BAŞLAMIŞTIR.
Tel: 260 77 46 - 259 75 29
1*
1Mİ
YUZYUZE
Atillâ Dorsay
20.000 lira (KDV içinde)
Çağdaş Yayınlan Türkocağı Cad. 39-41 Cağaloğlu-htanbul
Ödemeli gönderilmez.