Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CUMHURİYET/10 PAZAR YAZILARI 28 OCAK 1990
Boston'dan
Bir deniz
ülkesinde
Annabel LeeYüksek sesle şarkı söyleyen ayyaşlar, gemici
fenerleri, esrar ve hüzün, her şey, evet her şey
yüz seksen yıl önce bu kentte doğan Edgar
Alan Poe'yu anımsatıyor.
Madrid'den
Piano Bar'da 'klark' çekmekKlarkçı Lenor, iki şarkı arasında biryantinli
saçlarını sıvazlayarak az sonra söyleyeceklerinin
önemini belirtmek içinhafifçe öksürdü.
NEDIM GURSEL
BOSTON — Limanda, dev
vinçlerle depoların arasına sıkış-
mış basık bir meyhanede anımsa-
dımonu. Yüz seksen yıl önceydi.
"Se»elerce senelerce evveldi / Bir
deniz ülkesinde / Yaşayan bir kız
vardı bileceksiniz / tsmi Annabel
Lee". Evet yüz seksen yıl önce
burada, okyanusun dalgalanndan
korunmak için yelkenli gemilerin
demir attığı bu kuytu limanda
doğmuştu. Babası alkolikti, anne-
si güzel mi güzel bir tiyatro oyun-
cusu. Babasıııın sonunu bilmiyo-
ruz, annesiyse yirmi dördünde ve-
remden öldüğünde gece ayışığın-
da açan bir nilufer kadar beyaz ve
guzeldi. "Aldılar gotürdüler el iis-
liinde / Koyup gittiler beni / Me-
zan oradadır şiradi / O deniz ül-
kesinde."
Boston'da bir liman meyhane-
sinin tahta masasına oturmuş her
biri sirke kupıi biıyüklüğündeki
biralarıdevırirken'Annabel Lee'
nin şairini ammsamamak müm-
kün mü? Yüksek sesle şarkı söy-
leyen ayyaşlar, gemici fenerleri,
esrar ve hüzün, her şey, evet her
şey yüz seksen yıl önce bu kentte
doğan Edgar Allan Poe'yu anım-
satıyor. Onun fantezilerle dolu
öykülerini, şiirlerindeki ince bel-
li, uzun siyah saçlı solgun kadın-
ları, küf kokan odaları, alkol de-
nizinde boğulan mutsuz insanla-
rı. Bir cesetle birlikte duvara örü-
len kara kediyi, yarasa ve karga-
ları. Evet özellikle de bir kış ge-
cesi, bu geceki gibi aralık ayında
bir gece yarısı pencereye vurup
içeri girdikten sonra başucu-
nuza tuneyerek cırlak sesiyle
"Nevernıorel" (Bir daha asla!)
diye haykıran o uğursuz kuşu.
Yaşam tum acıları, yitirdiğiniz
tüm sevdalarıyla bu sestedir artık.
Gece, lambanın ışığında kuzguni
bir kargadan başka konusabilece-
ğiniz tek canlı yaratık yoktur. O
da "Nevermore!" diye yanıtlar
her sorunuzu. Ne ölüler canlanır
ne bir haber geJir yitirdiklerinden.
Edgar Allan Poe önce annesi-
ni, sonra uvey annesini, ilk âşık
olduğu kadını, sonra da çocuk
yaştaki karısı Virginia Clemm'i yi-
tirdi. Sevdiği kadınlann ölümü
kahredici, yıkıcı bir pişmanlık
duygusuna yol açmadı onda. Tam
tersine ölumle tanışmasını, gide-
rek aşkın ölumle özdeşleşen yüzu-
nü benimsemesini kolaylaştırdı.
Öyku ve şiirlerinde kadınlann
ölümü bir derin mutluluk gibi ya*
şamalan, dünyayı genç yaşta bı-
rakıp gitmeden önce kendilerini,
bedenlerinden, giderek cinsel is-
teklerinden soyutlamaları, her
türlü kötülükten arınmış duru ve
saydam yaratıklara dönüşmeleri
bundandır. "O çocuk ben çocuk
/ Memlekelimiz o deniz ülkesiy-
di / Sevdalı değil kara sevdalıy-
dık / Ben ve Annabel Lee." Ez-
bere bildiğinı ender şiirlerdendi
"Annabel Lee". Yıllarca önce
ben, Balıkesir'de ilkokul oğrenci-
siyken dillerden düşmezdi. Herkes
kendine göre okur kendine göre
ağlardı. Ne güzel, unutmamışım.
Şimdi Boston'da, okyanusun bi-
le soğuktan donduğu bu deniz ül-
kesinde, dinlemekten bıkmadığım
bir kış masalı gibi ısıtıyor içimi:
"Biz daba bahtiyardık melekler-
den / Onlar kıskandı bizi / tşte
bu yüzden göze geldi / Şahidim-
dir herkes ve o deniz ülkesi / Üşö-
dü ru'zgftnndan bir bulutun / Gii-
zelim Annabel Lee." Bu doku-
naklı dizelerin şairini Boston'da
bir meyhanede düşunüyorum.
Sevme isteğinin özyıkıma dönüş-
tüğu, her satınnda ölüm kokan şu
mektubu yazıyor sevgilisi Annie
Richmond'a:
"Upuzun ve igrenç bir mulsuz-
luk gecesi boyunca yattım ve ag-
ladım. Gıin doğunca kalktım ve
açık havada hızlı bir gezüitiyle ka-
famı sakinleşlirerek rahatlamaya
çalıştım, ama hiç işe yaramadı;
şe>tan acı çektirme>i siirdiirdii.
Sonunda iki ons lavdanum aldım
ve otele uğraroadan Boston'a
donmek için posta arabasına bitı-
dim. Boston'a vannca size kalbi-
mi açıp çektiğira acılann direnme
giicumü aştığını belirten bir mek-
tnn v»7Hım At-rt.nri»n. avnlırken
Edgar Allen Poe (1809-1849)
bana verdiğiniz son kutsal sözü,
her koşulda ölum döşeğimde be-
ni görmeye gdeceğinize ilişkin sö-
zunüziı anımsattım. Beni Bos-
lon'da nerede bulacağınızı belir-
terek gecikmeden gelmeniz için
yalvardım. Mektubu bitirince lav-
danumun >ansını içip postaneye
koştum; öbiir yanstnı sizi görnıe-
den içraeye niyetim yoklu, çünkü
Annie'nin sözünıi tutacağından
bir an bile kuşku duymadım. An-
cak ilacın etkisini besaplajama-
mışım, çünkü postaneve varma-
dan tüm bilincimi yitirdiğimden
mektubu yollayamadım."
Mektup, Annie'ye ulaşamadı-
ğı için Annie, Eddy'yi görmeye
gelmemiş. Bunun üzerine ölüver-
mış Eddy'cik. Aşın alkolden ve
kırk yaşında Boston'da bir liman
meyhanesinde kafalar dumanlı,
kadehler boş. Kimsenin umurun-
da değil Eddy'nin sonu. Oysa o
buralarda dolaştı, bu sokaklarda
yürudu, bu limandan demir alan
bir gemiyle atalarırun yurdu İngil-
tere'ye yelken açtı. Onu püriten
Boston burjuvazısi anlamadı ama
bir başka şair, toplumun katı ku-
rallanna uyamadığı için dışlanan
"Albatros"un yazarı Baudelaire
bağrına bastı. Ne var ki Baude-
laire de kırk altısında içkiden 61-
dü. Demir alıp yaşamı boyunca
düşlediği deniz aşırı ulkelere va-
ramadan, felçli ve kahır içinde.
Garson bira getir!
MİNE G. SAULNIER
MADRİD — Rüzgârlı ve yağ-
murlu Madrid gecesiyle Piano
Bar'ın arasında bir çift yaylı kapı
ve vestiyerci kız var. Sıcacık ve es-
mer. Nedense hep kadın olur ves-
tiyerciler. Hanırnlar tarafından so-
yulmak daha nu hoş acaba? İçe-
risi tıklım tıklım. Saat gece yarı-
sı, bire geliyor. Köşedeki piyano-
da yaşlı bir adam. Siyah smokin
giymiş, kol ağızlan hafif parlama-
ya yüz tutuk. Gozlerinde kırk yıl
önceki se\da dolu pırıltıyla, yanın-
da ayakta duran tombulca kadı-
na ilk notaları veriyor. Kalın kır-
•nızı dudaklannı aralayıp, yumu-
şak gerdanından suzülen güzel se-
sini koyveriyor. "Piano Bar"ın
özelliği, haftanın belli gunlerinde
özgün operet parçalarının çalınıp
söylenmesi. "Zarzuela" adı veri-
len bu operetleı öylesine Madrid
ki!
Piano Bar'ı dolduran Madrid-
lilerin hemen tümü bu Zarzuela"
şarkılarını ezbere biliyor ve orta
yaşlı mezzo sopranodan sonra bir
kaşıyla "klark" çekip gıdısını çı-
kara çıkara solo yapan Lenor*a eş-
lik ediyorlar.
Klarkçı Lenor, iki şarkı arasın-
da biryantinli saçlarını sıvazlaya-
rak az sonra söyleyeceklerinin
onemini belirtmek için hafifçe ök-
surdü. Bu gece muşteriler arasın-
da pek değerli bir Zarzuelacı ar-
kadaşlan vardı. Çok çok alkışlarla
çağırırsak, belki bir iki şarkı söy-
lemek üzere sahneye gelmeyi ka-
bul edebilirdi. Adı Adolfo idi ve
bizi kırmamalıydı. Biz dinleyicile-
rin yüreklendirici alkışlan altında
ve sıradan insanlann arasmdan
1.80 boylarında pek yakışıklı bir
New York'tan
Feminist tarih anlayışıTarihçi Marija Girnbutas, Yunan Barış Kuşu
Tanrıçası'nın silahlı, savaş başlıklı Atina
tanrısı haline getirildiğini ortaya çıkardı.
ŞEBNEM ATİYAS
NEW YORK — "Milattan
4500 yıl önce, sadece tannçalann
yöneftiği dunyaya barış ve buzur
hâkimdi. Insanlar, öldurmek için
silah uretmek yerine muhtesem ta-
pınaklar, estetik harikası evter,
birbirinden güzel testiler, vazolar,
heykeller yarattılar. Yarabcılıgın
ve istikrann egemen olduğu yüz-
yillar yaşandı. Kimse aklına savaşı
getirmedi. Şiddet bilinmedi. Top-
rağa baglı topluluklar kadınlann
egemenlikleri altında banş içinde
yaşadılar. Kadınlann egemenliği
Güneydoğu ve Orta Avnıpa'da
milattan önce 7000 ile 3500 yılla-
n arasında, Batı Avnıpa'da ise
4500 ile 2500 yıllan arasında de-
vam etti. Daha sonra göçlerle bir-
likte tanrılı loplumların işgalleri
başladı. O gun bugündür dünya
saldırgan erkek geleneği ile yası-
yor. Şiddete dayalı olmayan, dün-
ya merkezli gerçek Avrupa kültür
gelenegi ise günümüzde yeni >eni
keşfedili>or."
Çocuklar bundan sonra tarihi
boyle öğrenecekler. Şimdiye değin
büyuk çoğunluğu erkek tarih bi-
limciler tarafından yazılan kitap-
lara alternatif, tarihi "feminist"
bakışia inceleyen kadın tarihbilim-
cilerin araştırmaları yayımlanma-
ya ve henuz çok etkin oimamak-'
la birlikte okul ders kitapları ara-
sına girmeye başladı. Yukanda
ozetlenen araştırma UCLA Üni-
versitesi'nde ders veren tarih bi-
limci Marija Gimbutas'a ait.
Gimbutas Yugoslavya, halya ve
Yunanistan'da 16 yıl boyunca ta-
rih araştırmaları yaptı, 20 kadar
kitap yazdı, iki düzine yabana dil-
de araştırmalannı sürdürebiliyor.
Kısacası tarih bilimcilerin ciddiye
aldıkları bir araştırmacı. Yaptığı
ZürihHen
Isviçrelileştirilenler2. Dünya Savaşı'ndan sonra İsviçre uyruğuna
geçenlerin çoğunluğunu Doğu Bloku
ülkelerinden bir yolunu bulup buraya kapağı
atanlar oluşturuyor.
DOGAN ABALIOĞLU
ZLTdH — Pazartesi günü kent
evinde, yöneticilerin de katılunıy-
la 261 kişinin tsviçreli oluşlan tö-
renle kutlandı. 1989'da ortaya çı-
kan bu sayı, salt Zurih'e ait, di-
ğer kantonlardaki çizelgede yer al-
mıyor. Her yıl yinelenen şenlik ol-
dukça problemli bir işlem, öyle
her isteyenin onaylanması söz ko-
nusu değil. Genelde 10 kere 365
gün bu ülkede kesintisiz kaldığı-
nızı belgelemeniz geTekiyor. Kent
yönetimi tarafından görevlendiri-
len bir kişi (ki sonradan vaftiz ba-
bası örnegi babanız diye adlandı-
nlıyor) çevrenizde soruşturmaya
başlıyor. Bir gün de evinize geli-
yor, aile içi düzeninizi, okuduğu-
nuz kitapları inceliyor, poütik du-
şüncelerinizi, görüşlerinizi de içe-
ren sorular yöneltiyor size.
Aradan belli biı süre geçince bu
kez kabul edilmeniz için hazırlı-
ğa başlamanız öneriliyor. Koşul
şu: İsviçre Vatandaşlık Kanunu'n-
dan haberdar olmanız, İsviçre
ağzıyla konuşulanlan anlamanız,
yanıtlamanız.
Doğal orta öğrenime geri dö-
nuşle; golleri, akarsulan, dağla-
n, tepeleri, Jürg Jenatsch'tın ki-
şiliğini, VVilhelra TeM'in elmayı
vuruşunu, tsviçre'yi ve kenti yö-
netenleri de bilmeniz gerekiyoı.
Böylece bayanların sorunlan
bitiyor. Baylarda ise yaşın sonu-
cu askerlik, sivil savunma, gönül-
lü itfaiyecilik gibi her Isviçrelinin
zorunlu gorevlerine katkı var.
Özellikle lkinci Dünya Sava-
şı'ndan sonra İsçivre uyruğu-
na geçenlerin çoğunluğunu Doğu
Bloku ülkelerinden bir yolunu bu-
lup buraya kapağı atanlar oluştu-
ruyor.
İmdi konu değjşti. Orta Avru-
pa'nın bitki ve küçük hayvanlar
için yaşam koşullannın en elverişli
olduğu; kimsenin yaklaşamama-
sı nedeniyle milli park konumu-
na erişen araJıklı iki-üç sıra dikenli
tellerle sapfanan sınır (çizgisi de-
meyelim) kuşağı yer yer delindi.
Yani bundan böyle İsviçreliyiın
diyebilmck için aranan özellikle-
rin en önemüsi değişti.
Beni sorarsanız, hâlâ T.C. va-
tandaşıyım. Gerçi AT'nin İsviç-
re'yi ekonomik yönden bir ada
görünümüyle kuşatması örneği,
son Avusturya vizesi biz sade va-
tandaşı da mavi pasaportuyla kıs-
kıvrak bağladı. Artık kendi ülke-
mize bile sorunsuz gidebiliyoruz
diyemeyeceğim. Bazılarımızın
uçaktan inişte başma gelerJeri du-
yuyonız, okuyoruz. Yani kente-
vinde, "tsviçrdiyim, kıvançlıyım"
sözlerine karşılık biz halen, "Ne
mutlu Türkum diyene" demeye
uğraşıyoruz. Bizi bu duruma du-
şürenlerin utanmasını ise bekle-
mek boşuna.
Ahmet Erdoğdu
Em. J. Tegmen .
Unutmayacağız...
AİLESİ
Ocakl982
MAMAK CEZAEVİ
Ahmet Erdoğdu
Em. J. Teğmen
Ocakl982
MAMAK CEZAEVİ
Karanlıklarda yine senin
şarkını söyleriz...
söyleyeceğiz...
Arkadaşlan Adına
TUSUPÇAKER
Ahmet Erdoğdu
Em. J. Teğmen
Occ*1982
MAMAK CEZAEVİ
Karanlıklarda yine senin
şarkını söyleriz...
söyleyeceğiz...
Arkadaşlan Adına
NECATİÖZKAN
'/ v ;
NEÇMETTİN
BÜYÜKKAYA'yı
Aramızdan koparılışının 6. yılında
anıyor ve yüreğimizde yaşatıyoruz.
Vedat Aydın, Mu«a Çelik, Hatip Dicle,
Özgttr Gencan, Fethi Cümü«. Şerif
Cttndttz. Talat Inanç. Ha«im
Özkoyuncu, Nureltin Salmaç. Salih
k, Sez^in Tanrıkulu, Lmil l »lun.
Mehmeı VtıraK Beşir ) ılnıaz.
M A N A G E R S
A leading firm in Marmaris, operating in the
yacht tourism sector is looking for:
| OPERATIONS MANAGER
Responsibte for the overall management and
coordination of a marine-oriented tourism
business, the successful candidate will
possess follovving qualifications:
» University graduate.
» Excellent command of English language.
™ Professional or amateur experience in
yachting vvithin Turkey or abroad.
^ Pleasant personality required for leadership
I and public relations.
B ASSISTANT MANAGER
> (Finance&Administration)
Responsible for every aspect of financial
management and marketing of services
rendered by the company, the successful
candidate should possess the follovving profile:
™ University degree in BA.
™ Minimum 10 years of experience in
accounting, cost control, budgeting and
admınistration.
" Famıliarity with personal computer systems.
Attractive salary and fringe benefits vvill
commensurate with experience.
All applic.ants are requested to submit their
resumes and recent photos to:
ROM AJANSA.Ş.
AhularSokağı,No.18 Ettler 80630 İSTANBUL
Applıcatıons vvıll be treated ın strıct confıdence.
Notre Dame de Sion ve Filoloji mezunu
öğretmenden Fransızca dersler.
Tel: 346 86 10
araştırmalarda iki bin yıl boyun-
ca Avrupa'yı etkisi altında buiun-
duran tanrıçanın, MÖ 4300 yılla-
nnda tanrıya donuştüğunü, Yu-
nan Banş Kuşu Tanrıçası'nın ise si-
lahlı, savaş başlıklı Atina tanrısı
haline geldiğini ortaya çıkardı.
Gimbutas, neolitik dönemin
toprak çanaklarını ıncelerken.
semboUerin zaman içinde kendi-
lerini nasıl tekrarladıklanna baka-
rak bulmacayı çözdüğünü söylü-
yor: "Semboiierin inanılraaz şekil-
de zaman içindeki tekran sadece
geometrik grafitiden ibaret olma-
dıklannı kanıtlıyordu. Bu da bi-
zim en eski insan kökenimizin tan-
nça kultürünc dayandığını, bunun
Avrupa'nın işgaline değin sürdü-
ğiinii ve nihayej Stalin ve Hitler gi-
bi diktatörlerin ortaya çıkügını
kanıtlıyor. Yapılması gereken kö-
kenimize geri donmektir."
Aynı sekilde kadın araştırmacı-
lann artması ile psikanaliz dahn-
da ortaya çıkan "feminist
yaklaşımh" incelemeler eğitım
dünyasına katılıyor. Kadınlan ze-
kâca eksik, ahlakça bavağı" ola-
rak tanımlayan Freud'ün çalışma-
larının etkin olduğu psikanalizden
feminist diskurun yaygmlaştığı ye-
ni bir döneme giriliyor.
Freud'ün öğretisinin "kadınla-
nn 'erkeklik' organlannın eksik-
liğinden dolayı sakat olduklan"
anlayışının tersi olan yeni disku-
ra gore "erkekler annelerinin gü-
cünden ötüriı dehşete duşmuş, ka-
dınlara karşı içerlerais durumda-
lar."
Giderek daha sık söz edilen bu
tur "feminist bakışlı" araştırma-
ların her gün biraz daha kurum-
sallaşmakta olduğu ve klasik eği-
tim araçlan arasına girdiği göru-
lüyor. tyimser feministler kadın
bakış açısının politikaya daha faz-
la yansımasının kaçınılmazlığın-
dan kalkıp, 199O'lı yıllar için şöy-
le bir öngörüde bulunuyorlar:
"1990'n yıllarda kadınlardan da-
ha çok söz edilecek. Kadınlar ilgi
konusu olaeak, kadınlar yeniden
keşfedilirken, erkeklere olan ilgi
azalacak, erkekler giderek daha az
ilgi çeken. sıkıcı bir cins durumu-
na düşecekler."
Adolfo ayağa kalktı ve spor ceke-
tinin önünu ilikleyerek hanım
müşterilerin hayran bakışlan doğ-
rultusunda piyanoya yaslandı.
Doğrusu Adolfo'nun sesi de ken-
disi kadar hoştu.
tlk şarkısım yüzakıyla bitirip
karşı cinsten aldığı çılgın alkışlar
yüzünden ikincisine başlayan
Adolfo'ya serzeniş dolu laflar atıl-
maya başladı: "Haydi Adolfo iki
kişilik, sana da yeter bana da!.."
"Saçlan da mis gibi canım!"
Masalar şöyle bir karıştı ve
Madridli kadınlar, dirsek atmak-
tan sıkıca çimdiklemeye varan bir
dizi uyarıyla Madridli erkekleri
susturdular. Müziğe ara verilip
gülmeler ve konuşmalar doldu-
runca salonu gördüm onları. Da-
ha doğrusu önce kulağıma sesle-
ri çarptı, sonra görüntülerini ara-
dım.
Benim de ardadığım üçüncü bir
dil konuşuyorlardı.
— Dogu'daki gelişmeler hak-
kında ne düşünüyorsunuz peki?
— Umunımda değil. Fidel'e bir
şey olursa... Çok üzuleceğim ama.
Sustular. Bir yasak kapıya ku-
lak dayamışçasına, utançlı bir il-
gi, ürkek bir heyecanla dinliyor-
dum onları. Aşık, hatta arkadaş
bile değildiler. Sanki kadın önemli
biriydi ve erkek, işyeri tarafından
ona "bir gece Madrid", göster-
mekle görevlendırilmişti. Kadın
bir ara ayak değiştirdi. Erkeğin
gözleri, kadının her an açılıp ka-
panan dizlerine takıldı. Sigarası-
nı yakarken sordu kadın: "Evli
misiniz?" Sonra yanlış anlaşri-
maktan korkarak ekledi: "Çocuk-
lannız var mı?"
Yaşlı ve kambur piyanist, eski
smokini içinde guzel bir "swing"
çalmaya başlamıştı. Dansa kalk-
tılar. Dudakları yine gülumseye-
rek açılıp kapanıyor, ama Fidel
Castro'dan mı, yoksa yiten genç-
liklerinden mi söz ettiklerini du-
yamıyordum.
Avnıpa'da trafik sorununun hiçbir şekilde bulunmadıgı tek başkent Tiran. Arnavutluk'ta özel oto satın alınamı>or.
Tiran'dan
Dünyadan habersiz gibiTiran'da kiminle konuşsak Enver Hoca ve
yeni lider Ramiz Alia'nın 'yuceliğinden' söz
ediyor. Doğu Avrupa'daki gelişmeleri 'çok
komik' buluyorlar.
STELYO BERBERAKİS
TtRAN — Doğu Avrupa'da
esen fırtınalı "pereslroyka" rüz-
gârlannın 3 milyon nüfuslu Arna-
vutluk diyannı etkilemediği ilk
bakışta anlaşılıyor. Arnavutluk'-
un Yugoslavya ve Yunanistan ile
oluşturduğu sınır kentlerinde, 200
kadar yabancı basın mensubu ül-
keye giriş yapmayı beklerken Ati-
na'dan hareket eden bir "turistik"
otobüs Arnavutluk sınırıru geçi-
yordu. Son zamanlarda özellikle
Yugoslav basınında da ve bundan
alıntılar yapan Yunan basınında
Arnavutluk'ta "bir şeyler oluyor"
yolunda çıkan haberler, dunya ka-
muoyunu yakından ilgilendirme-
ye başlamıştı bir kez...
Doğu Avrupa'daki' gelişmeler-
den sonra, uygulamalı Marksist-
Leninist yönetiminin ayakta kal-
dığı tek ülke Arnavutluk olduğu
için dünya yayın organlan, bütün
dikkatlerini bu ülkeye çevirmiş,
kendilerine yeni "raalzeme" ara-
maya koyulmuşlardı.
Bu nedenle, Atina'dan hareket
eden "turistik" otobüsün içinde-
ki "gözlemciler" de bu ülkede ne-
ler olup bittiğini yakuıdan görmek
istiyordu. Bu gözlemcilerin arasın-
da biz de yer alma fırsatını elde
ettik.
Dünya kamuoyuna Arnavutluk
hakkında birçok çelişkili haberler
verilirken, Arnavutluk kendine
özgü yaşamını sürdürüyordu. Ar-
Belgrad'dan
Büyük-küçük20bindinar
Belgradlılar yüzbinJerle ifade edilen
enflasyona rağmen lüks tüketim mağazalannı
hiç boş bırakmıyorlar.
ÜMİT ASLANBAY
BELGRAD — Kentin içinde
Tuna ve Sava nehirlerinin sarmaş
dolaş olduklan yere çöken sis
miydi bu kadar hüzun veren?
Yoksa eski taş binalarla çevrelen-
miş, parke taşlı sokaklara yetme-
ye çalışan cılız ışıklar mı?
Nostalji solunan, tarihi ve se-
vimli restoranda, hareketli Balkan
müziğine çırpılmayan eller neden,
"Hür Dünya "ya öykündüğü her
halinden belli "Taş Kulüp" adlı
tek diskotekte, çılgınlıktan uzak
bir sınırlı özgurlükle bacaklaıa
uygun deviniyordu? Kalçaların
hareketi neden son derece terbi-
yeli ve olçulüydü?
Tuna ile Sava'mn sularını ay-
rıştırmak kadar zor muydu bu so-
ruların yanıtları?
Ama yöneticilerin bildikleri bir
şey vardı:
— Doğu Avrupa ulkelerindeki-
ne benzer bir patlama olmaz Yu-
goslavya'da...
Neden mi?
— Çünkü Doğu Avnıpa'nın
yaşadıgı patlama, Yugoslavya'da
yavaş ve yumuşak bir evrimle ger-
çekleşmişti.
Sorun bu kadar basit de değil
tabii.
6 bağımsız cumhuriyet, 2 özerk
bolgeden oluşan Yugoslavya'ya,
çok partili sistem gelirse ne olur?
Yanıtı bilinmeyen bir soru da
bu.
Yüzde binlerle ifade edilen enf-
lasyonun durdurulması için Baş-
bakan Ante Markoviç'in 3 ayı
var. Devlet hizmetlerinin fiyatla-
n ile birlikte ücretleri de dondur-
duğu için sendikalar bu kadar sü-
re tanımış kendisine. Hadi hadi
bu bir 3 ay daha uzatılabilirmiş.
Yoksa eski başbakan gibi grevler-
le duşmesi, içten bile değil.
"Tuvalet" büyuk-kuçuk 20 bin
dinara, bir ayakkabı l milyon 120
bin dinara. Bu fiyatlara rağmen
Belgradhlar, lüks tüketim malla-
rı satan mağazalan hiç boş bırak-
mıyorlar. Ortaiama milli gelir 2
bin 500 dolar çunkü. Yani Türki-
ye'nin 2 katından fazla. Hal böy-
le olunca paralardan 4 sıfır atıl-
mış. Şimdi herkes önce fiyatlann
yanına 4 sıfır ekJeyip hesabıru öyle
yapıyor. Turistler ise ayrıca dola-
ra çeviriyor.
Belgrad'ın ortasında Cumhuri-
yet Meydanı'nda kurulan açık ha-
va sahnesinde, hava kararınca ha-
reket başhyor. Romanya ile daya-
nışma için şarkılar söyleniyor, şi-
irler okunuyor. Eksi 4-5 derece-
de toplanan genç yaşlı herkes al-.
kış tutuyor. Minik Aieksandr'ı
babası koltuk altlarından tutarak
havaya kaldınyor, daha iyi gör-
mesi için.
Soluk renkli paltosunun bir ce-
bine bir elini sokmuş, kızıl sakal-
lı şair, Bükreş'e sesleniyor, ama
"Yugoslavlann" anlamasını isti-
yor; Aşağı yukarı şöyle:
— Selam sana Bükreş
Neden Belgtıd'dan gorünmu-
yorsun?
navutluk'ta tek bir yaprak bile kı-
pırdamıyordu adeta. Sınır bölge-
sinden sonra izlediğimiz Sarande-
Tiran güzergâhında, işçi ve köy-
lülerin fabrika ve tarlalarda
"disiplinli" bir biçimde çalışma-
larım sürdurdukierini, köy ve kent
meydanlannda halkın "dünyadan
habersiz" dolaştığını gordük. Ka-
rayolu, ana cadde, sokak, fabrika
ve ev duvarlarında olduğu gibi,
yöre dağlarda her yerde, Enver
Hoca ve yeni lider Ramiz Ab'a'nın
sloganlan yazılmış, kazıruruş. Kal-
dığımız oteller tertemiz. Ama zi-
yaret etmemize izin verilmeyen
köy ve kent evlerinin dış görünü-
mü son derece "içler aeısı." Tanış-
tığınıız, sohbet etmeye çalıştığımız
insanlar son derece misafirperver.
Ama insanlann dış gorunüm iti-
barıyla son derece "yoksnl" ol-
duklan izlenimi doğuyor. Kimin-
le konuşsak, Enver Hoca ve onun
izleyicisi Ramiz Alia'nın "yöceli-
ğinden" söz ediyor. Adeta iğnesi
takılmış bir plak gibi Doğu Avru-
pa ülkelerindeki gelişmeleri "çok
komik" karşılıyorlar. Bu ülkeleri
"komünizme ihanet eden ülkeler"
olarak gormek istiyorlar.
Arnavutluk halkı, Yunan azın-
lığıyla, dinleri 1967'den bu yana
yasaklanan Hıristiyan ve tslam
adını taşıyanlarıyla sanki "tek
vücut" halinde bugünkü rejimle*
rinden memnun olduklarını gös-
termeye çalışıyor. Kilise ve cami-
ler, ahır ya da konutlara; bunlar-
dan "tarihi eser" olarak ilan edi-
len bazısı ise müzelere dönuştürul-
müş. Yılda ancak 20-25 bin turist
kabul eden Arna\utluk'un otelle-
ri, büyük, görkemli, konforlu;
odalarında TV'leri bile var. Özel
oto satın almamayan bu ülkede
toplam 100 otonun bulunduğun-
dan söz ediliyor. Yayalar ve bisik-
let sürucüleri, baa durumlarda
100 metre kare içinde 50'yi bulu-
nuyor. Otel lobilerinde geleneksel
folk muziğin yani sıra 1960'lı yıl-
ların Beatles türu muziği ve şim-
dilerde yabancıları '•memnun
etraek" amacıyla son moda
"Lambada" da eklenmiş.