20 Mayıs 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Pazar 27 Aralık 2015 haber EDİTÖR: HAKAN AKARSU TASARIM: ŞÜKRAN İŞCAN 12 azeteci dostlarımızın, zekice bir kelime oyunuyla Sabahattin Ali’nin ünlü dizesinden basına “teslim olma” mesajı üretmesine şapka çıkardım. Bu dize, şimdi bir nokta eksiğiyle Silivri kapısındaki Umut Nöbetçilerinin çadırının kapısında asılı... Sabahattin Ali o dizeyi yazdığında 27 yaşındaydı. Sinop Cezaevi’ndeydi. Orada Anadolu insanıyla tanıştı. Sonra şiirlerine, romanlarına konu olacak insanlarla... Edebiyatımızın, sanat dünyamızın pek çok ustası zindanlarda demlendi, yattığı cezaevini, bir akademiye, atölyeye, üretim merkezine çevirdi. Nâzım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları” da mahpuslukta tanıştığı karakterlerden derlenmişti; Yılmaz Güney’in “Yol”unun kahramanları da... Ruhi Su’nun türkülerinde, Kemal Tahir’in romanlarında hep o mahpusluk devrinin izi vardı. Onlarla birlikte aynı koğuşta yatıp aynı çileye ortak oldukları için bütün o karakterler o kadar gerçek, samimi, kanlıcanlı idi. Biz, bir pazar günü ilk kez güneşe çıkarılmanın nasıl bir ferahlık olduğunu, camı olmayan koğuş penceresinden sızan ayazın nasıl dondurduğunu, görüşmecinin getirdiği yeşil soğanın kokusunu, Mamak’a sonbaharın geldiğini haber veren kömür deposunu hep hapishane edebiyatıyla tanıyıp öğrendik. Mahpusluk çileli işti, koşullar ağır, cezalar uzundu. Ama paylaşılan bir çileydi bu... Koğuş, kendi içinde yardımlaşır, yemek ortak pişirilir, voltada hüzün üleşilirdi. Deniz’ler mavra, Mahir’ler maç yapardı. Savunmalar birlikte yazılır, edebiyatçılara arzuhalci muamelesi yapılırdı. Bu yüzden yazar için mahpus damı, aradığı konunun ayağına geldiği bir insan madeniydi. G Basın öne eğilmesin Nasıl “askerlik yapmayana kız vermezler”se, “hapis yatmayana da yazar demezler”di. Eski zindanların duvarlarında bu ülkenin büyük ustalarının izi, sesi, sözü vardır. Onlar, cezaevinden bir edebiyat fakültesi yaratmışlardır. Fakat... Gün geldi, devlet bunu fark etti. İçeri giren, daha da donanımlı çıkıyordu dışarı... Tahliye değil, mezun oluyordu sanki; kariyerinde bir eksiği tamamlamış gibi. Koğuş, bir “ıslah” alanı olmak yerine bir terapi merkezine dönüşüyordu. Bastırılmaya çalışılan isyanı hepten büyütüyordu. Artık kaba dayak, işkence de yasaktı. O halde mahkumu hizaya sokacak başka bir yol gerekiyordu. Foucault’nun “Hapishanenin Tarihi”ndeki tabiri ile söylersek “zindan mahkumun dışındayken içine yerleştirildi.” Şimdi binalar modern, gardiyanlar şık, musluk suyu sıcak... Ama insanla temas yasak. Ekmek, bir kapının bölmesinden uzanıyor içeri, gardiyanla sohbet yasak. Siz görüşe çıkarken koridordaki diğer tutuklular bir odaya alınıyor; karşılaşmak yasak.. Görüşte sevdikleriniz kalın bir camın ardında; temas yasak... Görüşmeciniz yeşil soğan gönderse alamazsınız; içeri sokmak yasak... Kömür deposu boşalsa ruhunuz duymaz; dışarı çıkmak yasak. Roman mı yazacaksınız, şiir mi, savunma mı; 1940’larda Nâzım’a, 1971’de Deniz’e, 1980’de Ecevit’e serbest olan daktilo size yasak... Pencerede cam var artık, ama her an gözetim altındasınız; perde yasak... Bir kavanoza hapsedilmiş okyanus balığı gibi biçare dolanıp durmanız isteniyor. 21. yüzyılın devlet aklı, bir önceki asrın verimli hapishanesinin yerine bu taştan kibrit kutularını koyarak sadece bir geleneği değil, onun edebiyatını, şiirini, türküsünü de bitirdi. HHH Yeni bir yoldaşın var şimdi: Sen... Sancılı CHP’de kurultaya doğru... ötü kalpli, habis ruhlu, hilebaz adamların kol gezdiği Cumhuriyet yazıişleri bir hamle yaptı: “Abi, Güneydoğu’ya gitsen, ‘Bölgede genç olmak ne demek’ konulu röportajlar yapsan” dediler. Bu dönemde Diyarbarkır’a, Silvan’a, Cizre’ye, Nusaybin’e, Şırnak’a ha? Topu taca attım: “Belim ağrıyor, oradan oraya koşturamam” dedim. Hazırlıklıymışlar. Sırıttılar: Peki abi, o zaman hafta sonu CHP İstanbul il kongresi var. Cumartesi, pazar. Hareketli geçecek... Onu izlersin, izlenimler filan yazarsın... Sonuç: Hafta sonunu önüm arkam, sağım solum CHP olarak geçiriyorum. Siz bu yazıyı okurken ben yine kongre salonundayım. Yeni il başkanı, il yönetim kurulu üyeleri kurultay delegeleri filan bu yazıya yetişmez. Ama “genel olarak CHP” yetişir... Buyrun... HHH CHP 1960’ların sonundan bu yana sosyal demokrat bir parti olma çabasında. Bazan çok içten, bazan göstermelik... Neredeyse 50 yıllık bir çabadan söz ediyorum. Gün oldu sosyal demokrat çizgiyi adeta reddetti. “Sosyal demokrat partiler Marksizm kökenli ve işçi sınıfına dayanan partilerdir. CHP ise köken olarak da, kurucu ve üye tabanı ile de klasik sosyal demokrat partilerden ayrılıyor” doğru tespitinden yola çıkıldı. Bu teşhis ve tanımlamanın sahibi Ecevit’ti. Neyse ki CHP’lilere bu çizgiyi benimsetemedi; partiden koptu ve kendi partisini (DSP) kurdu. Zikzaklar da çizse, parlamento dışı kalacak kadar inişli çıkışlı dönemler de yaşasa “Ecevit’siz CHP” hem varlığını, hem sosyal demokrat parti olma iddia ve hedefini sürdürdü... CHP’nin yakın tarihçesini bir gazete yazısına sığdırmak olanaksız. Kanımca gerek de yok. Ancak Deniz Baykal’ın ezici ağırlığı sona erip delege hesaplarında uzmanlaşmış ekibi etkisizleşince ve ardından kendilerini ulusalcı olarak tanımlayan “aşırı milliyetçi” unsurlar uzaklaştırılınca ve Kemal Kılıçdaroğlu genel başkan seçilip partinin başına geçince CHP’de yeni bir dönem başladı... Halen o dönemi yaşıyoruz ve CHP’deki sahici bir sosyal demokrat partiye dönüşüm çabaları sürüyor. Sonuç ne olacak? Yani CHP yine hemşeri derneklerinin, siyaseti bölgecilik üstünden yapmayı huy edinmişlerin, ihalelerde tramplen olarak partiyi, partili belediyeleri kullanmaktan medet uman küçük ve orta boy müteahhitlerin, parti içi iktidar yarışını ince ve ilkesiz delege hesapları üstüne kuranların partisi olarak mı kalacak? Yoksa sosyal demokrasinin doğuş ilkelerine yaslanan, hem Sosyalist Enternasyonal üyesi, hem ulusalcı olmak gibi berbat bir ideoloji salatasından arınmış sosyal demokrat bir partiye mi dönüşecek? İstanbul il kongresi bu yönde bir fikir verebilir deniyor. Bu yargı doğruysa eğer onu siz bu yazıyı okurken sürmekte olan İstanbul il kongresinin sonucunda söyleyebileceğiz... Gün ola yarın ola... K Tecriti keşfettiler Koğuş sistemini yıkıp “suçlu”yu küçük hücrelere tıktılar. Artık asıl ceza, yalnız bırakmaktı. 21. yüzyılla birlikte, 20. yüzyılın mahpusluk öyküleri, gardiyan türküleri, o volta resimleri bitti. Devlet, elindeki tutsağı, F tipi bir izolasyona sokarak cezayı “eza”ya çevirdi. Kalın soğuk duvarlar ardına beton hücreler inşa edildi, her tarafa kameralar yerleştirildi, mahkumlar arasındaki ilişki kesildi. Tecrit, seni senle baş başa bırakarak ıslah etmeye, diz çöktürmeye çalışıyor. İşte orada, kalabalıkta fark etmediğin kendinle karşılaşıyorsun. Kendinle savaştaysan, yaralanma ihtimalin yüksek... Kendinle barışıksan, yararlanma ihtimalin büyük... Akşam çöküp el ayak çekilince, kendinle baş başa kalınca, kalabalık içinde onu epeydir ihmal ettiğini, nicedir konuşup dertleşmediğini fark ediyorsun. Sohbetin sıkıcıysa, yandın. Kendini çoğaltabiliyorsan, yaşadın. Aynayı içine tutma süreci bu; karanlıksa gördüğün, hepten için kararır. Aydınlıksa; hücren aydınlanır. Zindanı içine tıkmak şöyle dursun; seni alır, dışarı çıkarır. HHH Tam 21. yüzyıl hapishane edebiyatının ağırlıkla bir iç muhasebeler manzumesi olacağını düşünürken ağır demir kapının bölmesi aralandı ve hücrede infaz memurunun sesi yankılandı. “Mektubun var.” Sonra o bölmeden içeri, kâğıttan bir musluk açılmış gibi mektup yağmaya başladı. Issız hücre insanla doldu birden, zarf zarf, sayfa sayfa, satır satır yüzlerce insan... Çiçekle, şiirle, sohbetle yalnızlığını paylaşmaya koşmuş, el yazıları... “Başın öne eğilmesin” feryatları... Koğuş edebiyatı ölürken, bitti sanılan mektubun muhteşem dönüşü... Avucumda insan kokusu... Özeti şu: Ne yapsan, el ele tutuşmanın bir yolunu buluyor insan... “Görülmüştür” bu... Can Dündar 9. Bölüm A 1 / 5 Silivri / İstanbul R E L İ C E : T E Z GA YKIRDI HA YANSAK DA DOKUNACAĞIZ 30. günde 30 adım yürüyüşü yapan gazeteciler, Dündar ve Gül dahil tutuklu 34 gazetecinin serbest bırakılmasını istediler ‘Adım adım, birlikte’ E Aslı Gül ‘Başkaldırmak gerekiyor’ Ferhan Şensoy, ‘Ferhangi Şeyler’in 2000. kez temsilinde Dündar ile Gül’e dayanışma mesajı gönderdi. Sahnenin önündeki iki koltuğa ise Dündar ile Gül’ün adları yazılarak boş bırakıldı. CEREN ÇIPLAK erhan Şensoy’un, siyasi figürleri bolca taşladığı tek kişilik oyunu “Ferhangi Şeyler” önceki gece 2000. kez seyirciyle buluştu. Bostancı Gösteri Merkezi’nde yaklaşık 2 bin 500 koltuk dolu, iki koltuk ise boştu... Gazetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile Ankara Temsilcimiz Erdem Gül’e ayrılan koltuklar boştu... Ferhan Şensoy, Dündar ile Gül’e dayanışma mesajı vermek için en öndeki iki koltuğa adlarını yazarak boş bıraktı ve oyunda da Dündar ile Gül’e dayanışma mesajı gönderdi. Şensoy, oyunda, gazetelerden haberleri okuyup değerlendirme yaptığı bölüme Cumhuriyet gazetesi ile başladı. Can Dündar ile Erdem Gül’ün 30 gündür tutuklu olduğu haberini okuduktan sonra seyirciye bakarak “Neden? İşlerini doğru yaptıkları için” dedi. Oyundan sonra yanına gittiğimiz Ferhan Şensoy, “Can ile Erdem’in gelemeyeceklerini biliyorduk o zaman koltukları boş dursun diye düşündük. Durumlarının altını çizmek için” dedi. Ferhan Şensoy’a “Peki Türkiye’nin bugünkü manzarası nasıl?” diye sorduk ve şu yanıtı aldık: “Manzara çok kötü, görüyoruz. Buna direnmek gerekir, başkaldırmak gerekir.” F an Dündar ve Erdem Gül’ün gazeteci arkadaşları, tutuklanmalarının 30. gününde, Tünel Meydanı’nda bir araya gelerek, ‘30 adım’ yürüyüşü yaptı. “Yansak da Dokunacağız” yazılı pankart açan gazeteciler, Can Dündar ve Erdem Gül dahil tutuklu 34 gazetecinin serbest bırakılmasını istediler. Yürüyüşte Can Dündar ve Erdem Gül’ün mektupları okundu. Dündar, “Çamurdan bir havuzda olmaktansa, onurlu bir tecritte sizlerle yoldaş olmayı tercih ediyorum” dedi. Gül de “Ben de aynı saatlerde burda size doğru adım atıyor olacağım... Adım adım da olsa hep beraber yol almak dileğiyle...” diye yazdı. Can ve Erdem’in gazeteci arkadaşları ise iktidara seslendi: “Bu HİLAL dava nereye kadar giKÖSE derse biz de peşindeyiz. Meslektaşlarımızı yalnız bırakmayacağız. Biz gazeteciyiz. O nedenle ‘yansak da dokunacağız’.” Eyleme CHP milletvekilleri Barış Yarkadaş, Gürsel Tekin, Sezgin Tanrıkulu, eski CHP milletvekili Melda Onur, Tarık Akan, Rutkay Aziz, Melike Demirağ, gazetemiz İcra Kurulu Başkanı Akın Atalay, gazetemiz Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Tahir Özyurtseven, çizerimiz Musa Kart, Nebil Özgentürk, Ataol Behramoğlu, gazeteciler Ayşenur Arslan, Nedim Şener, Murat Yetkin, Mirgü Cabas, Melis Alphan’ın da aralarında bulunduğu çok sayıda aydın, sanatçı, yazar ve gazeteci katıldı. C rdem Gül’ün mektubunu ise eşi Aslı Gül okudu. Erdem Gül, “Dışardaki Arkadaşlara” diye başladığı mektubunda, “Ben size ‘adımlarınızı dikkatli atın’ desem, ahkam kesmek olur. Çünkü burada adım atarken dikkatli olmak gibi bir sorun yok. Bir, iki, üç, dört, beş... duvar. Ama orası öyle mi? Sizi uyaracak bir duvarınız bile yok. Öyle görünüyor ki, uyarı filan dinleyeceğiniz yok. Adımlarınızı atacaksınız. O halde ben de aynı saatlerde burda size doğru adım atıyor olacağım... Adım adım da olsa hep beraber yol almak dileğiyle... Herkese dostça selamlar” diye yazdı. Dilek Dündar ‘Serbest bırakın’ dına yazıyor, söylüyor, yürüyoruz. Mesele bizim tutsak olmamız değil. Haberin tutsak edilmesi. Mesele bizim tutukluluğumuz değil. Bir halkın bilgiden, haberden, gerçekten mahrum edilmesi. Yalana mahkum edilmesi. O halk o yalanlardan kurtulana kadar pes etmeyeceğiz. Bir avuç da olsak gazeteciliğin hakkını vereceğiz. Hakikat için mücadele edeceğiz. Çamurdan bir havuzda olmaktansa, onurlu bir tecritte sizlerle yoldaş olmayı tercih ediyorum. Ve sonunda gerçek suçluların yargılandığını göreceğiz. Buna yürekten inanıyorum. Hepinizi coşkuyla selamlıyorum.” ‘Çamurlu havuzda olmaktansa’ an Dündar, eşi Dilek Dündar’ın okuduğu mektupta meslektaşlarına şöyle seslendi: “Sevgili dostlar, 5 yıl önce, ben sizlerle, ağzımda bir siyah bantla, Nedim Şener için, Ahmet Şık için, özgür medya için yürümüştüm. Elimizde ‘bugün Ahmet, Nedim, yarın kim?’ yazılı pankartlar taşıyorduk. Cevap benmişim. Hapishane nöbetini onlardan devraldım. Senaryo o günküyle aynı. İftira, tehdit, adaletsiz yargı, hapis... Cevabımız da o günküyle aynı. Kararlılık, cesaret, direnç, inadına gazeticilik. Bizi sindirmeye, korkutmaya çalışıyorlar. Sinmiyoruz, korkmuyoruz. İna C Ceyda Karan 25 gündür bekliyoruz azetemiz Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmasının ardından başlatılan ve tüm tutuklu gazetecilerin serbest bırakılması için Silivri Cezaevi önünde devam eden ‘Umut Nöbeti’ni dün, opera sanatçısı Cem Şenler ile Basın Konseyi Genel Sekreteri Sevda Kalkan tuttu. Kalkan, nöbeti devralmak için yurt dışından bile çok sayıda gönüllünün aradığını söyleyerek, nöbetin gazeteciler özgürlüklerine kavuşuncaya kadar devam edeceğini söyledi. Silivri Cezaevi önünde gazeteci Mete Akyol’un başlattığı, Basın Konseyi’nin organizasyonuyla devam eden Umut Nöbeti’nin 25. günü geride kaldı. Dünkü nöbeti devralan Basın Konseyi Genel G Sekreteri Sevda Kalkan, konsey olarak gazetecilik faaliyetinden dolayı tutuklu olan tüm gazetecilerin serbest bırakılmasını istediklerini ifade etti. Silivri önündeki nöbete, basın özgürlüğüne destek vermek için geldiğini söyleyen sanatçı Cem Şenler de herkesi nöbete destek vermeye çağırdı. Nöbette bugün Umut Nöbeti’ni bugün Evrensel Gazetesi Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Vural Nasuhbeyoğlu, Dış Haberler Editörü Özlem Temena, öldürülen gazeteci Metin Göktepe’nin kız kardeşi Meryem Göktepe, Türk edebiyatının unutulmaz kalemlerinden Orhan Kemal’in oğlu yazar Işık Öğütçü tutacak. an ve Erdem’in Gazeteci Arkadaşları adına basın açıklamasını gazetemiz yazarı Ceyda Karan okudu. Türkiye’de gazetecilik yapmanın her zaman zor olduğunu söyleyen Karan, Abdülhamit devrinde de, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de de hiçbir iktidarın soran, sorgulayan gazeteciyi sevmediğini dile getirdi. Daha birkaç yıl önce Odatv, KCK, Ergenekon davalarında haksız yere tutuklanan gazeteciler için sokaklarda adaletin tecellisi için mücadele ettiklerini anımsatan Karan, “Bizi birleştiren Cumhuriyet’ten meslektaşlarımız Erdem Gül ve Can Dündar’ın casusluk suçlamasıyla tutuklanmaları. İkisi de bir aydır Silivri’de tutuluyor. Neden? Kaçma şüphesi mi var? Delilleri karartma durumları mı var? Karartılacak delil, gazete nüshası. Zaten basılmış. Kaçma şüphesi var deniyorsa, bu iki gazeteci kendi ayaklarıyla ‘adalet’e gittiler” dedi. Bu tutuklamaların yalnız Dündar ve Gül’ün özgürlüğünü kısıtlama amacı gütmediğinin aşikâr olduğunu vurgulayan Karan, şöyle devam etti: “Erdem ve Can’ın tutuksuz yargılanmalarını talep ediyoruz. Yalnız onların değil bugün tüm tutuklu gazetecilerin serbest bırakılmasını talep ediyoruz.” C C M Y B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear