25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 AĞUSTOS 2010 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr Viyana’da kahvehane kültürü Leopold Hawelka, 1925 yõlõnda Bohemya’dan Viyana’ya geldiğinde 14 yaşõndadõr. Bir kunduracõnõn oğlu olan Leopold iş hayatõna lokantacõ olarak atõlõr. 1936’da evlendiği Josephine ile aynõ yõl Café Alt Wien’i açar, üç yõl sonra da Dorotheer Sokağõ’ndaki başka bir kahvehaneyi devralõr ve adõnõ Café Hawelka koyar. Ancak 1939’da Rus cephesine yollanmasõyla kahvehane 1945’e kadar kapalõ kalõr. Savaşõn hemen ardõndan kapõlarõnõ tekrar açan Café Hawelka kõsa sürede ünlenir, kent merkezinin çok sevilen bir edebiyatçõlar, ressamlar ve gençler kahvehanesi olur. Ernst Fuchs, ressam Hundertwasser, aktör Qualtinger, Oskar Werner, müzisyen Danzer ve André Heller sürekli müşterileri arasõndadõr. Elias Canetti, Andy Warhol, Henry ve Arthur Miller Viyana’ya her gelişlerinde Leopold Hawelka’ya bir merhaba demeden edemezler. Kentin ünlü politikacõ ve gazetecilerine de orada mutlaka rastlanõr. Akşamlarõ masalarõ daha çok aydõn gençler doldurur. Geçenlerde yine bir uğradõğõm Hawelka’da hüzün var. Nedeni de, bir süre önce tüm Avusturya’da başlayan sigara içme yasağõ! Bereket hava güzel, herkes dõşarõda oturuyor, içerde birkaç masa dolu. Yaşlõ Hawelka yine köşesinde, büfenin hemen yanõndaki rahat kanepesine kurulmuş. Oğlu Günter acõ kahvesini, yanõnda küçük bardak soğuk su, mermer masaya bõrakõyor. İlk adõmõmõ 60’lõ yõllarõn sonunda babamla attõğõm, sonraki yõllarda her Viyana ziyaretimde uğramadan edemediğim Café Hawelka’da değişen hiçbir şey yok. Jugendstil kahvehane 1945’ten bu yana çok az elden geçmiştir, iç dekorasyonu, mobilyalarõ hâlâ o yõllarõ anõmsatõr. Tahta sandalyelerden masalara, rahat kanepelerden ağaç kaplama duvarlardaki resimlere, tablolara, fotoğraflara her şey Leopold Hawelka ile yaşlanmõştõr. Yanõna ilişip, kahvehanesine ilk geldiğim yõllarõ anlatõyorum. “Bir sokak ötedeki Pension Alt Wien’e inerdik hep,” diyorum. “Günde iki kez uğrardık size.” Hawelka gözleri ötelerde bir yerlerde: “O günler artık çok uzaklarda,” diye mõrõldanõyor. Haklõ, pansiyonun tarihi binasõnõ da yõllar önce zengin bir İranlõ alõp, halõcõ dükkânõna çevirmişti... Az ötede, duvarda, Hawelka’yõ karõsõyla birlikte gösteren kocaman bir fotoğrafõ dikkatimi çekiyor. Önlerindeki mermer masada iki fincan kahve duruyor. Josephine biraz düşünceli. “Annem o gün bu fotoğrafı çekmemi hiç istememişti,” diye anlatõyor oğlu Günter. “Kısa süre sonra da bizlere veda etmişti.” Stephan Katedrali’ne üç adõm ötedeki Café Hawelka mutlaka uğranmasõ gereken bir Viyana orijinali! 60 yõl boyunca her gününü kahvehanesinde geçiren Leopold Hawelka, eşi Josephine’nin 2005’te vefatõyla sorumluluğu oğlu ile torunlarõna devretmiş. Geçen Nisan’da 99 yaşõna girdi, fakat yine de her gün Dortheer Sokağõ’na uğramadan edemiyor. Avrupa’nõn göbeğinde yaşamalarõna karşõn rahat, düşsel ve hafif bir günlük yaşamõ yeğleyen Viyanalõlar bakalõm bu sigara yasağõna nereye kadar uyacaklar? Leopold Hawelka’nõn müşterilerinin yüzde seksenini sigara içenler oluşturuyor. “Sigara içemeyeceksen kahvehanede ne işin var?” diye soruyor yaşlõ Hawelka. Oğlu, 1912 yapõmõ bina koruma altõnda olduğu için özel izin almayõ ümit ettiklerini söylüyor. Bu yasa Viyana’da kahvehane kültürünü öldürecek gibi! Bir süre önce Cumhuriyet’te çõkan bir habere göre Danõştay, kahvehanelerde sigara yasağõnõ anayasaya aykõrõ bularak yasanõn iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Çünkü yasak kahvehane işleticilerinin çalõşma özgürlüklerini sõnõrlamaktaydõ. Viyana’nõn keyfine düşkün insanlarõ sabah kahvaltõlarõnõ, öğle yemeklerini burada alõr, akşamüstüleri piyano müziği eşliğinde çaylarõnõ yudumlar. Yazarlar, sanatçõlar, işadamlarõ rahat koltuklara kurulup, iş görüşmeleri yapar, kitap okur, mektup yazar. Viyana’da Arthur Schnitzler, Stefan Zweig, Franz Werfel günlerinin önemli bölümünü kahvehanelerde geçirirdi. Stefan Zweig için gençliğinde saatler geçirdiği, dostlarõ ile söyleştiği kent kahvehaneleri, bir “okul” olmuştu... www.ahmet-arpad.de Avrupa’da aşõrõ sağ ve Danimarka Bizim evin hemen arkasõnda bir lise var. Sabah 8 sularõnda gençler akõn akõn civar yollardan dolanarak okula giderler. Havalar elveriyorsa bir kõsmõ otobüs durağõnõn dibindeki fõskiyenin kenarõna üşüşüp son bir sigara tüttürürler. Benim otobüs zamanõnda gelmezse veya saatleri karõştõrmõşsam birkaç dakika çocuklarõn, her daim neşeli ve heyecanlõ sohbetlerine isteyerek kulak misafiri olurum. Tatil başlamak üzere olduğundan o sabah kalabalõktõlar. Kaldõrõmõ epeyce işgal etmişlerdi. Yaşlõca bir adam aralarõndan geçmekte azõcõk zorlandõ. İyi duyamadõğõm, “Bir de sigaraları var! Yazık yazık körpecik ciğerlerine yazık!” gibisinden laflar etti. Gençler hemen arkasõndan, “Hadi ordan faşist, yoluna” diye bağõrdõlar. “Faşo, sen kendine bak! Yüz yıl mı yaşayacağını sanıyorsun?” sözleriyle dalgalarõnõ geçtiler. Sonra adamõ unutup kendi dünyalarõna daldõlar. Bir an 60’lõ, 70’li yõllara döndüm. “Biz kime faşist derdik”, diye düşündüm. Zor ve sõnõrlõ bir sõfat veya isimdi “faşist”. Öyle kolay kolay herkese, her durumda kullanmazdõk. Sözcüğün anlamõndan öteye kendince bir yeri, “onur”u vardõ. Sevgili okur hemen dellenme lütfen, “faşist” onurlu demedik... Şimdilerde “faşist” en sõradan küfürlerden birine indirgendi, sõradanlaştõ. Ak parti, pardon akkoyun, karakoyun hepten birbirine karõştõ. Bizim “faşist” diyebileceklerimiz, bize “faşist” demeye başladõ. Basit bir Amerikalõ veya ne kadar iyi İngilizce konuştuğunu göstermek isteyen gençler gibi virgül, nokta yerine “F..k” kullanmak kadar olmasa da, geleneksel olarak anaya bacõya, dine imana sövmeye bayõlan birtakõm kültürlerde dahi “faşist, faşo” küfrü dillere yerleşti. İnanõn bu olgu yalnõzca Fransa veya Türkiye’ye has bir olgu değil, adeta evrensel bir salgõn. Kuşkusuz birileri bu gelişmeyi kolaylaştõrdõ. Adamlar sizin oralarda çok saygõn aydõnlarõ, görevini en iyi biçimde ifa etmekten başka kaygõsõ olmayan gazeteci veya örneğin memurlarõ fazla “muhalif ve eleştirel” bulduklarõ için Ergenekon çamuruna bulaştõrõp “faşist” ediverdiler. Bir avuç “taraf”lõ sol liberalin yanõ sõra, kocaman bir “modern” liberal muhafazakâr sağ cephe bu bulanõklaşmaya, kavram kargaşasõna çanak ve alkõş tuttu. Hiç endişelenmeyin şu güzelim pazar gününde “faşist”in kim olduğunu belirleyecek “turnusol kâğıdı”nõ sunmak gibi bir niyet veya iddiamõz yok. Birkaç cümleyle buralardaki “Akkoyunlar”õn kimlere “faşist” diyerek ne kadar “küresel”leştiklerini aktarmak istiyoruz. Fransa’da yaklaşõk bir aydõr Cumhurbaşkanõ Nicolas Sarkozy’nin etrafõnda fõrtõnalar kopuyor. O hiç üstüne alõnmadan maşalarõna pis işleri devredip, gerekirse sövdürüyor, gerekirse dövdürüyor. Buralarda mecazi sopa bile biraz zor olduğundan, kim Başkan’õ ciddi üzerse ufkunda bir sövgü bulutu peydahlanõveriyor. Le Monde’un eski Genel Yayõn Yönetmeni Edwy Plenel’in 2008’de kurup yönettiği Mediapart internet sitesi başta, Marianne dergisi, Libération gazetesi birinci elden belgeler, ses kayõtlarõ, tanõklarla Sarkozy ve yakõn çevresini kõstõrõnca fedailerin dili bozuluverdi. Eski bakanlardan, iktidar partisi UMP’nin Genel Sekreteri Xavier Bertrand gazetecileri “faşist” yöntemler kullanmakla suçladõ. Haşin kõzlardan Aileden Sorumlu Devlet Sekreteri Nadine Morano da Mediapart ile 1930’lu yõllarõn Nazi ve Troçkist faaliyetleri arasõnda paralellik kurdu. İşgüzar Sanayi Bakanõ Christian Estrosi de sözü edilen yayõn organlarõnõ 30’lu yõllarõn faşist ve antisemit (Yahudi karşõtõ) aşõrõ sağcõ basõnõna benzetti. Ve bizzat başkan, yaklaşõk 3 hafta önce F2 kamu televizyon kanalõnda keyfince yürüttüğü “Kendin Sor, Kendin Söyle Sarkoshow”unda bir avuç fesat gazeteci bozuntusunun “iftira ve yalan”larõnõn eridiğini, cezalandõrõlacaklarõnõ duyurdu. Halbuki gerçek çok farklõydõ. İktidarõn tüm gücünü kullanarak örtbas etmeye çalõştõğõ skandal, olayõn merkezindeki eski Bütçe yeni Çalõşma Bakanõ Eric Woerth’in adõndan hareketle “WoerthGate”e dönüştü. 14 Temmuz’da İnsan Haklarõ’nõn simgesi Fransõz Devrimi’nin 231. yõlõnõ kutlayan Fransa ciddi bir demokrasi sõnavõnõn eşiğinde. Bağõmsõz basõnõn, ifade özgürlüğünün kalesi Fransa bu süreçten alnõnõn akõyla çõkabilecek mi? Acaba hiç eksilmemesi gereken bir cesaretle görevini yerine getirme mücadelesi veren basõn mõ;yoksa onu susturmak, “faşist” suçlamasõyla kamuoyunda yõpratmak, küçük düşürmek için debelenen “iktidar” mõ bu sõfata daha yakõn? ugur.hukum@gmail.com İsveç’e gitme hazõrlõklarõnõ sürdürürken Adana’da, Elif’le de vedalaşmak istedim. Günübirlik Kõz Kalesi’ne giderken Gülseren’i de çağõrdõ. Yolda, Elif’e şakayla; “Gülseren, hep böyle bekçi gibi tepemizde mi olacak; kendimi gardiyan gözetiminde ziyaretçi gibi hissediyorum” dediğimde, “Arkadaşıma laf yok; O, benim koruyucu meleğim, namus bekçimdir” dedi. Kõz Kalesi’nde, avuçlarõndaki taşlarõ tek tek denize doğru fõrlatõrken, “Demek sen de gidiyorsun!” diye yineledi. “Evet, gidiyorum!” “Tükenmeye, yok olmaya gidiyorsun!” dedi, “12 Eylül’den öncesi olaylarda 5 bin devrimci öldü. Onlar dövüşerek öldüler. Ancak hiç kimse, yurtdışına giderek oralarda yitenlerin hesabını tutmadı. Sizin kaybınız bir başka acı!” Sustum!... Yüzüme hüzünle bakarak sözlerini sürdürdü: “Gidenlerin ülkeyi terk etmesi, sinsice hazırlanmış başka bir bitirme planı sanki. Bilinmez ülkelerin, bilinmedik köşelerinde, kiminiz kalpten, kiminiz kanserden, kiminiz beyin kanamasından gideceksiniz... Öldüğünüzü kimse duymayacak. Başucunuzda ağlayanınız olmayacak, tabutlarınız gelmeyecek, oralarda kalacaksınız....” Avucuyla kumlarõ topladõ, öbek haline getirdi, başucuna da küçük bir gazoz kapağõ yerleştirdi. Gülseren sordu: “Ne bu?” Beni gösterdi: “Onun mezarı!...” Gözlerimi yakalamaya çalõştõ: “Gitmesen olmaz mı?” dedi. “Gitmeliyim!” dedim. “Biliyorum, ülkenin durumu hiç de iç açıcı değil” dedi, “12 Mart’ın acılarını çabuk atlattık. Ancak 12 Eylül’ün travmasından bir türlü kurtulamadık. 12 Eylül’ü de çabuk atlatacağımızı sandık, ama öyle olmadı. 12 Eylül, kurumsallaştı, etkileri belki de daha on yıllarca sürecek. Ancak kaçmak çözüm mü? Siz, kaçtınız, kurtuldunuz diyelim. Peki, ya geride kalanlar ne olacak; bizler ne olacağız?” Havayõ biraz yumuşatmak istedim: “Olmazsa siz de gelirsiniz!” “Hayır!” dedi, “kesinlikle hayır! Kim giderse gitsin, ben gitmem! Ömrümün sonuna dek bir devrimci olarak yaşayacağım ve bu ülkeden ayrılmayacağım.” Ertesi sabah, Avukat Ziya Yergök ve Ali Şahin’le aynõ kattaki bürosunda buluştuk. Gülseren: “Elif, senin ahkâm kesmelerinden bıktık. Ali’yi bugün de Baraj yolunda gezdirelim. Gideceği ülkelerde bu güzellikleri bir daha bulamaz” dedi. Yol kenarõndaki bir gözlemeciden onlara gözleme aldõm, kendim yemedim. Aksi bakõşlõ gözlemeci köylü kadõnõ, gözünü bana dikti: “Herif! Karılara gözleme yediriyon, kendin niye yemiyon?” Adanalõlõğõm tuttu: “Ben, yemesini değil, karılara para yedirmesini seviyom teyze!” dedim. “İyi pok yiyon” dedi, “sen bu kafayla daha eşeği çok boş sürersin!..” Şaşõrdõm, ne yanõt vereceğimi bilemedim Yanaklarõm kõpkõrmõzõ oldu. Elif’le Gülseren gülmekten yerlere yattõlar; “Köylü kadınla kafa bulmaya çalışırsın ha, aldın mı ağzının payını!” dediler... Elif, Baraj gölünün durgun sularõna bakarak Kavafis’in o ünlü şiirini okudu: “Yeni bir ülke bulamazsın/ Başka bir deniz bulamazsın/ Bu şehir ardından gelecektir/ Sen aynı sokaklarda dolaşacaksın yine/ Aynı mahallede yaşlanacaksın/ Aynı evlerde ak düşecek saçlarına/ Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda/ Başka bir şey umma/ Bineceğin gemi yok/ Çıkacağın yol yok/ Ömrünü nasıl bitirdinse burada, bu köşede/ Öyle tüketeceksin demektir yeryüzünde de...” Gece, “Gidip de gelmemek, gelip de görmemek var” diyerek, hüzünlü bir vedalaşma ile ayrõldõm... İsveç’e geldikten sonra, ilk yõllarda on, on beş kişiyle mektuplaşõrdõm. Sonraki yõllarda yazõştõğõm arkadaş sayõsõ bire, ikiye düştü. Sonunda bir tek Elif kaldõ. O, bana Türkiye’nin hallerini yazõyordu; ben, ona İsveç’in yapay güzelliklerini anlatõyordum. İkimiz de, söylememiz gereken asõl şeyi birbirimize söyleyemedik gibi geliyor bana... Bir gün okuldan döndüm, 10 Temmuz 1991 akşamõydõ. Osman İkiz, İsveç Merkez Radyosu Türkçe Yayõnlar Servisi’nde akşam haberlerini okuyordu: “İnsan Hakları Derneği Adana Şubesi Başkanı Avukat Elif Tuncer, yönetim kurulu üyesi arkadaşları Yusuf Üzüm, Hasan Üzüm, İmam Turan ve Celal Ölçmez’le birlikte, Halkın Emek Partisi (HEP) Diyarbakır Şubesi Başkanı Vedat Aydõn’ın cenaze törenine giderken Urfa yakınlarında geçirdikleri trafik kazasında öldüler!..” O an “Elif!” diye bir çõğlõk bile atamadõm; atsam bile sesimi kim duyardõ sanki. Arkadaşõm Mustafa Doğan’dan sonra Elif Tuncer’i de trafik kazasõnda yitirmiştim... Elif ve dört arkadaşõ, Adana’da, annemle babamõn da bulunduğu Buruk Mezarlõğõ’nda yatõyorlar... Aradan 19 yõl geçti... Elif’i hiç unutmam! Ona adressiz mektuplar yazdõğõm olur; ulaşõr mõ, ulaşmaz mõ, bilemem... alinergis@yahoo.se Jobbik, Ataka, Özgürlük, Flaman Menfaatõ veya İleri Cephe, Türkiye topraklarõnda yaşayan çoğumuza ne ifade ediyorsa, Andersen’in Danimarkasõ’na giderken benim için de pek fazla anlam taşõmayan kavramlardõ. Fakat Avrupa’nõn bir ülkesine yerleştikten sonra bu gibi siyasi partilerin yükselişi hayatõnõzda yer etmeye başlõyor ve süreci daha da yakõndan takip ediyorsunuz. Hollanda’da 9 Haziran tarihinde gerçekleşen erken genel seçimler, yaşlõ kõta Avrupa’da gidişatõn göçmenler açõsõndan daha da kötüleşeceğinin sinyallerini vermeye başladõ. Her ne kadar, Hollanda’da kurulacak koalisyon hükümetinde, Avrupa Birliği dõşõndan gelen göçmenler ve İslam dini ile ilgili oldukça õrkçõ çõkõşlarda bulunan Geert Wilders başkanlõğõndaki Özgürlük Partisi’nin yer bile bulamayacağõ öngörülse de göreceli değil fiiliyatta da tehlikeli politikalar gütme amaçlõ bu ve bunun gibi partilerin mercek altõnda tutulmasõ önem arz ediyor. Hollanda’daki Özgürlük Partisi’nin Danimarka’daki adaşõ Danimarka Halk Partisi ya da Avrupa genelinde yükselme trendine giren aşõrõ sağcõ eğilimin, Avrupa’da 11 Eylül sonrasõ kõtasal muhafazakârlaşma ile birlikte ortaya çõkan Neo-Nasyonal Sosyalist (Çağdaş Nazizm olarak görebiliriz) yaklaşõmlarõn, o ülkelerde yaşayan Müslümanlarõ değil, siyasi görüşü ya da inancõ ne olursa olsun Avrupa’da yaşayan “Ötekiler”’i de hedef almaya başladõğõnõ buralarda yaşayõnca hissedebiliyorsunuz. Hollanda’da gerçekleşen siyasi gelişme, Danimarka Halk Partisi’nden nasõl tepki gördü diye sorarsanõz en başta liderleri Pia Kjaesgaard olmak üzere Avrupa’daki diğer aşõrõ sağcõ partiler Amsterdam’a kutlama mesajlarõ gönderdiler. Danimarka Halk Partisi, Wilders ve partisini her platformda seçim öncesinde de seçim sonrasõnda da destekledi. Ortaya çõkan sonuç ürkütücüydü. Hollanda’daki aşõrõ sağcõlar son seçimlerde oylarõnõ yüzde yüz on arttõrõyor, Sosyal Demokratlar ise umut olmaktan çõkõp kaybedenler kervanõna katõlõyordu. 2. Dünya Savaşõ’ndan tam altmõş beş sene sonra bir kez daha Neo-Nazizmi hortlatan bu tehlikeli girişimler, ülkesindeki yabancõlarõ kendilerinden gören ve homojenliğin sõkõcõlõğõndan sõyrõlõp heterojen bir topluma dönüşebilme çabasõ içinde olan kesimlerin (zira bu kitle ülkenin nereden bakõlõrsa bakõlsõn yüzde 85’ini temsil ediyor) de ellerini kollarõnõ bağlamakta. Dünyanõn gelişmekte olan toplumlarõ, insan haklarõ, katõlõmcõ demokrasi, yabancõ düşmanlõğõna karşõ sõfõr tolerans ve hukuk devleti ilkesinin uygulanmasõ için mücadele verirken, medeniyetin beşiği olarak görülen Avrupa’da cereyan eden bu talihsiz “siyasi başarılar”, beraberinde de modernleşme ve Batõlõlaşma arzusu ile kurumlarõnõ zedeleyen ulus- devletlerin sorunlarõna her gün yenisini ekliyor. Danimarka Halk Partisi ve Avrupa’daki kopyalarõna karşõ, tõpkõ bundan on sene önce Avusturya’da kurulan koalisyon hükümetinde yer alan aşõrõ sağcõ Jörg Haider ve onun Özgürlük Partisi’ne, 14 AB ülkesinin takõndõğõ tutuma benzer bir duruş gösterilmelidir. Fakat ne yazõktõr ki bundan 10 sene önce var olan idealist birliğin yerinde yeller esmektedir. Gelecek seçimlerde Danimarka Halk Partisi daha da güçlenerek çõkarsa hiç şaşõrmam. Aşõrõ sağ gücünü ekonomik krizlerden ve sosyal güvensizlik ortamõndan alõyor ve almaya devam edecek. Avrupa Birliği gibi uluslararasõ oluşumlar yerine kendi ülkelerinin kimliklerini korumayõ tercih eden aşõrõ sağ, bundan sonraki dönemlerde hem Avrupa Birliği hem de kendi ülkelerinde daha fazla söz sahibi olacaktõr. Ve bundan ötesi, mesela benim yukarõda ifade ettiklerim onlar için lafügüzaf. berkcoker@yahoo.co.uk KOPENHAG BERK ÇOKER Elif!.. Elif!.. Faşist kim? PARİS UĞUR HÜKÜM VİYANA AHMET ARPAD MALMÖ ALİ HAYDAR NERGİS
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear