Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 1 AĞUSTOS 2010 PAZAR
10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr
Viyana’da kahvehane kültürü
Leopold Hawelka, 1925 yõlõnda
Bohemya’dan Viyana’ya geldiğinde 14
yaşõndadõr. Bir kunduracõnõn oğlu olan
Leopold iş hayatõna lokantacõ olarak atõlõr.
1936’da evlendiği Josephine ile aynõ yõl
Café Alt Wien’i açar, üç yõl sonra da
Dorotheer Sokağõ’ndaki başka bir
kahvehaneyi devralõr ve adõnõ Café Hawelka
koyar. Ancak 1939’da Rus cephesine
yollanmasõyla kahvehane 1945’e kadar kapalõ
kalõr. Savaşõn hemen ardõndan kapõlarõnõ
tekrar açan Café Hawelka kõsa sürede
ünlenir, kent merkezinin çok sevilen bir
edebiyatçõlar, ressamlar ve gençler
kahvehanesi olur. Ernst Fuchs, ressam
Hundertwasser, aktör Qualtinger, Oskar
Werner, müzisyen Danzer ve André Heller
sürekli müşterileri arasõndadõr. Elias Canetti,
Andy Warhol, Henry ve Arthur Miller
Viyana’ya her gelişlerinde Leopold
Hawelka’ya bir merhaba demeden edemezler.
Kentin ünlü politikacõ ve gazetecilerine de
orada mutlaka rastlanõr. Akşamlarõ masalarõ
daha çok aydõn gençler doldurur.
Geçenlerde yine bir uğradõğõm Hawelka’da
hüzün var. Nedeni de, bir süre önce tüm
Avusturya’da başlayan sigara içme yasağõ!
Bereket hava güzel, herkes dõşarõda oturuyor,
içerde birkaç masa dolu. Yaşlõ Hawelka yine
köşesinde, büfenin hemen yanõndaki rahat
kanepesine kurulmuş. Oğlu Günter acõ
kahvesini, yanõnda küçük bardak soğuk su,
mermer masaya bõrakõyor. İlk adõmõmõ 60’lõ
yõllarõn sonunda babamla attõğõm,
sonraki yõllarda her Viyana
ziyaretimde uğramadan
edemediğim Café Hawelka’da
değişen hiçbir şey yok. Jugendstil
kahvehane 1945’ten bu yana çok
az elden geçmiştir, iç dekorasyonu,
mobilyalarõ hâlâ o yõllarõ anõmsatõr.
Tahta sandalyelerden masalara,
rahat kanepelerden ağaç kaplama
duvarlardaki resimlere, tablolara, fotoğraflara
her şey Leopold Hawelka ile yaşlanmõştõr.
Yanõna ilişip, kahvehanesine ilk geldiğim
yõllarõ anlatõyorum. “Bir sokak ötedeki
Pension Alt Wien’e inerdik hep,” diyorum.
“Günde iki kez uğrardık size.” Hawelka
gözleri ötelerde bir yerlerde: “O günler artık
çok uzaklarda,” diye mõrõldanõyor. Haklõ,
pansiyonun tarihi binasõnõ da yõllar önce
zengin bir İranlõ alõp, halõcõ dükkânõna
çevirmişti... Az ötede, duvarda, Hawelka’yõ
karõsõyla birlikte gösteren kocaman bir
fotoğrafõ dikkatimi çekiyor. Önlerindeki
mermer masada iki fincan kahve duruyor.
Josephine biraz düşünceli. “Annem o gün bu
fotoğrafı çekmemi hiç istememişti,” diye
anlatõyor oğlu Günter. “Kısa
süre sonra da bizlere veda
etmişti.”
Stephan Katedrali’ne üç adõm
ötedeki Café Hawelka mutlaka
uğranmasõ gereken bir Viyana
orijinali! 60 yõl boyunca her
gününü kahvehanesinde geçiren
Leopold Hawelka, eşi
Josephine’nin 2005’te vefatõyla
sorumluluğu oğlu ile torunlarõna devretmiş.
Geçen Nisan’da 99 yaşõna girdi, fakat yine de
her gün Dortheer Sokağõ’na uğramadan
edemiyor. Avrupa’nõn göbeğinde
yaşamalarõna karşõn rahat, düşsel ve hafif bir
günlük yaşamõ yeğleyen Viyanalõlar bakalõm
bu sigara yasağõna nereye kadar uyacaklar?
Leopold Hawelka’nõn müşterilerinin yüzde
seksenini sigara içenler oluşturuyor. “Sigara
içemeyeceksen kahvehanede ne işin var?”
diye soruyor yaşlõ Hawelka. Oğlu, 1912
yapõmõ bina koruma altõnda olduğu için özel
izin almayõ ümit ettiklerini söylüyor.
Bu yasa Viyana’da kahvehane kültürünü
öldürecek gibi!
Bir süre önce Cumhuriyet’te çõkan bir habere
göre Danõştay, kahvehanelerde sigara
yasağõnõ anayasaya aykõrõ bularak yasanõn
iptali için Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu.
Çünkü yasak kahvehane işleticilerinin
çalõşma özgürlüklerini sõnõrlamaktaydõ.
Viyana’nõn keyfine düşkün insanlarõ sabah
kahvaltõlarõnõ, öğle yemeklerini burada alõr,
akşamüstüleri piyano müziği eşliğinde
çaylarõnõ yudumlar. Yazarlar, sanatçõlar,
işadamlarõ rahat koltuklara kurulup, iş
görüşmeleri yapar, kitap okur, mektup yazar.
Viyana’da Arthur Schnitzler, Stefan
Zweig, Franz Werfel günlerinin önemli
bölümünü kahvehanelerde geçirirdi. Stefan
Zweig için gençliğinde saatler geçirdiği,
dostlarõ ile söyleştiği kent kahvehaneleri, bir
“okul” olmuştu...
www.ahmet-arpad.de
Avrupa’da
aşõrõ sağ ve
Danimarka
Bizim evin hemen arkasõnda
bir lise var. Sabah 8 sularõnda
gençler akõn akõn civar yollardan
dolanarak okula giderler. Havalar
elveriyorsa bir kõsmõ otobüs
durağõnõn dibindeki fõskiyenin
kenarõna üşüşüp son bir sigara
tüttürürler. Benim otobüs
zamanõnda gelmezse veya saatleri
karõştõrmõşsam birkaç dakika
çocuklarõn, her daim neşeli ve
heyecanlõ sohbetlerine isteyerek
kulak misafiri olurum. Tatil
başlamak üzere olduğundan o
sabah kalabalõktõlar. Kaldõrõmõ
epeyce işgal etmişlerdi. Yaşlõca
bir adam aralarõndan geçmekte
azõcõk zorlandõ. İyi duyamadõğõm,
“Bir de sigaraları var! Yazık
yazık körpecik ciğerlerine
yazık!” gibisinden laflar etti.
Gençler hemen arkasõndan,
“Hadi ordan faşist,
yoluna” diye bağõrdõlar.
“Faşo, sen kendine bak!
Yüz yıl mı yaşayacağını
sanıyorsun?” sözleriyle
dalgalarõnõ geçtiler. Sonra
adamõ unutup kendi
dünyalarõna daldõlar.
Bir an 60’lõ, 70’li yõllara
döndüm. “Biz kime faşist
derdik”, diye düşündüm. Zor ve
sõnõrlõ bir sõfat veya isimdi
“faşist”. Öyle kolay kolay
herkese, her durumda
kullanmazdõk. Sözcüğün
anlamõndan öteye kendince bir
yeri, “onur”u vardõ. Sevgili okur
hemen dellenme lütfen, “faşist”
onurlu demedik... Şimdilerde
“faşist” en sõradan küfürlerden
birine indirgendi, sõradanlaştõ. Ak
parti, pardon akkoyun, karakoyun
hepten birbirine karõştõ. Bizim
“faşist” diyebileceklerimiz, bize
“faşist” demeye başladõ. Basit bir
Amerikalõ veya ne kadar iyi
İngilizce konuştuğunu göstermek
isteyen gençler gibi virgül, nokta
yerine “F..k” kullanmak kadar
olmasa da, geleneksel olarak
anaya bacõya, dine imana
sövmeye bayõlan birtakõm
kültürlerde dahi “faşist, faşo”
küfrü dillere yerleşti. İnanõn bu
olgu yalnõzca Fransa veya
Türkiye’ye has bir olgu değil,
adeta evrensel bir salgõn.
Kuşkusuz birileri bu gelişmeyi
kolaylaştõrdõ.
Adamlar sizin oralarda çok saygõn
aydõnlarõ, görevini en iyi biçimde
ifa etmekten başka kaygõsõ
olmayan gazeteci veya örneğin
memurlarõ fazla “muhalif ve
eleştirel” bulduklarõ için
Ergenekon çamuruna bulaştõrõp
“faşist” ediverdiler. Bir avuç
“taraf”lõ sol liberalin yanõ sõra,
kocaman bir “modern” liberal
muhafazakâr sağ cephe bu
bulanõklaşmaya, kavram
kargaşasõna çanak ve alkõş tuttu.
Hiç
endişelenmeyin şu
güzelim pazar
gününde
“faşist”in kim
olduğunu
belirleyecek
“turnusol
kâğıdı”nõ sunmak
gibi bir niyet veya
iddiamõz yok. Birkaç cümleyle
buralardaki “Akkoyunlar”õn
kimlere “faşist” diyerek ne kadar
“küresel”leştiklerini aktarmak
istiyoruz. Fransa’da yaklaşõk bir
aydõr Cumhurbaşkanõ Nicolas
Sarkozy’nin etrafõnda fõrtõnalar
kopuyor. O hiç üstüne alõnmadan
maşalarõna pis işleri devredip,
gerekirse sövdürüyor, gerekirse
dövdürüyor. Buralarda mecazi
sopa bile biraz zor olduğundan,
kim Başkan’õ ciddi üzerse
ufkunda bir sövgü bulutu
peydahlanõveriyor. Le Monde’un
eski Genel Yayõn Yönetmeni
Edwy Plenel’in 2008’de kurup
yönettiği Mediapart internet sitesi
başta, Marianne dergisi,
Libération gazetesi birinci elden
belgeler, ses kayõtlarõ, tanõklarla
Sarkozy ve yakõn çevresini
kõstõrõnca fedailerin dili
bozuluverdi. Eski bakanlardan,
iktidar partisi UMP’nin Genel
Sekreteri Xavier Bertrand
gazetecileri “faşist” yöntemler
kullanmakla suçladõ.
Haşin kõzlardan Aileden Sorumlu
Devlet Sekreteri Nadine Morano
da Mediapart ile 1930’lu yõllarõn
Nazi ve Troçkist faaliyetleri
arasõnda paralellik kurdu.
İşgüzar Sanayi Bakanõ Christian
Estrosi de sözü edilen yayõn
organlarõnõ 30’lu yõllarõn faşist ve
antisemit (Yahudi karşõtõ) aşõrõ
sağcõ basõnõna benzetti. Ve bizzat
başkan, yaklaşõk 3 hafta önce F2
kamu televizyon kanalõnda
keyfince yürüttüğü “Kendin Sor,
Kendin Söyle Sarkoshow”unda
bir avuç fesat gazeteci
bozuntusunun “iftira ve
yalan”larõnõn eridiğini,
cezalandõrõlacaklarõnõ duyurdu.
Halbuki gerçek çok farklõydõ.
İktidarõn tüm gücünü kullanarak
örtbas etmeye çalõştõğõ skandal,
olayõn merkezindeki eski
Bütçe yeni Çalõşma Bakanõ Eric
Woerth’in adõndan hareketle
“WoerthGate”e dönüştü.
14 Temmuz’da İnsan Haklarõ’nõn
simgesi Fransõz Devrimi’nin 231.
yõlõnõ kutlayan Fransa ciddi bir
demokrasi sõnavõnõn eşiğinde.
Bağõmsõz basõnõn, ifade
özgürlüğünün kalesi Fransa bu
süreçten alnõnõn akõyla
çõkabilecek mi?
Acaba hiç eksilmemesi gereken
bir cesaretle görevini yerine
getirme mücadelesi veren basõn
mõ;yoksa onu susturmak, “faşist”
suçlamasõyla kamuoyunda
yõpratmak, küçük düşürmek için
debelenen “iktidar” mõ
bu sõfata daha yakõn?
ugur.hukum@gmail.com
İsveç’e gitme hazõrlõklarõnõ
sürdürürken Adana’da, Elif’le
de vedalaşmak istedim.
Günübirlik Kõz Kalesi’ne
giderken Gülseren’i de çağõrdõ.
Yolda, Elif’e şakayla;
“Gülseren, hep böyle bekçi gibi
tepemizde mi olacak; kendimi
gardiyan gözetiminde ziyaretçi
gibi hissediyorum” dediğimde,
“Arkadaşıma laf yok; O,
benim koruyucu meleğim,
namus bekçimdir” dedi. Kõz
Kalesi’nde, avuçlarõndaki taşlarõ
tek tek denize doğru fõrlatõrken,
“Demek sen de gidiyorsun!”
diye yineledi.
“Evet, gidiyorum!”
“Tükenmeye, yok olmaya
gidiyorsun!” dedi, “12
Eylül’den öncesi olaylarda 5
bin devrimci öldü. Onlar
dövüşerek öldüler. Ancak hiç
kimse, yurtdışına giderek
oralarda yitenlerin hesabını
tutmadı. Sizin kaybınız bir
başka acı!” Sustum!...
Yüzüme hüzünle bakarak
sözlerini sürdürdü: “Gidenlerin
ülkeyi terk etmesi, sinsice
hazırlanmış başka bir bitirme
planı sanki. Bilinmez ülkelerin,
bilinmedik köşelerinde, kiminiz
kalpten, kiminiz kanserden,
kiminiz beyin kanamasından
gideceksiniz... Öldüğünüzü
kimse duymayacak.
Başucunuzda ağlayanınız
olmayacak, tabutlarınız
gelmeyecek, oralarda
kalacaksınız....”
Avucuyla kumlarõ
topladõ, öbek haline
getirdi, başucuna da
küçük bir gazoz
kapağõ yerleştirdi.
Gülseren sordu: “Ne
bu?” Beni gösterdi:
“Onun mezarı!...”
Gözlerimi yakalamaya
çalõştõ: “Gitmesen olmaz mı?”
dedi. “Gitmeliyim!” dedim.
“Biliyorum, ülkenin durumu
hiç de iç açıcı değil” dedi, “12
Mart’ın acılarını çabuk
atlattık. Ancak 12 Eylül’ün
travmasından bir türlü
kurtulamadık. 12 Eylül’ü de
çabuk atlatacağımızı sandık,
ama öyle olmadı. 12 Eylül,
kurumsallaştı, etkileri belki de
daha on yıllarca sürecek.
Ancak kaçmak çözüm mü? Siz,
kaçtınız, kurtuldunuz diyelim.
Peki, ya geride kalanlar ne
olacak; bizler ne olacağız?”
Havayõ biraz yumuşatmak
istedim: “Olmazsa siz de
gelirsiniz!” “Hayır!” dedi,
“kesinlikle hayır! Kim giderse
gitsin, ben gitmem! Ömrümün
sonuna dek bir devrimci
olarak yaşayacağım ve bu
ülkeden ayrılmayacağım.”
Ertesi sabah, Avukat Ziya
Yergök ve Ali Şahin’le aynõ
kattaki bürosunda buluştuk.
Gülseren: “Elif, senin ahkâm
kesmelerinden bıktık. Ali’yi
bugün de Baraj yolunda
gezdirelim. Gideceği ülkelerde
bu güzellikleri bir daha
bulamaz” dedi. Yol kenarõndaki
bir gözlemeciden onlara gözleme
aldõm, kendim yemedim. Aksi
bakõşlõ gözlemeci köylü kadõnõ,
gözünü bana dikti: “Herif!
Karılara gözleme yediriyon,
kendin niye yemiyon?”
Adanalõlõğõm tuttu: “Ben,
yemesini değil, karılara para
yedirmesini seviyom teyze!”
dedim. “İyi pok yiyon” dedi,
“sen bu kafayla daha eşeği çok
boş sürersin!..”
Şaşõrdõm, ne yanõt vereceğimi
bilemedim Yanaklarõm
kõpkõrmõzõ oldu. Elif’le Gülseren
gülmekten yerlere yattõlar;
“Köylü kadınla kafa bulmaya
çalışırsın ha, aldın mı ağzının
payını!” dediler...
Elif, Baraj gölünün durgun
sularõna bakarak Kavafis’in o
ünlü şiirini okudu: “Yeni bir
ülke bulamazsın/ Başka bir
deniz bulamazsın/ Bu şehir
ardından gelecektir/ Sen aynı
sokaklarda dolaşacaksın yine/
Aynı mahallede yaşlanacaksın/
Aynı evlerde ak düşecek
saçlarına/ Dönüp dolaşıp bu
şehre geleceksin sonunda/
Başka bir şey umma/ Bineceğin
gemi yok/ Çıkacağın yol yok/
Ömrünü nasıl bitirdinse
burada, bu köşede/ Öyle
tüketeceksin demektir
yeryüzünde de...”
Gece, “Gidip de gelmemek,
gelip de görmemek var”
diyerek, hüzünlü bir vedalaşma
ile ayrõldõm... İsveç’e geldikten
sonra, ilk yõllarda on, on beş
kişiyle mektuplaşõrdõm. Sonraki
yõllarda yazõştõğõm
arkadaş sayõsõ bire,
ikiye düştü. Sonunda
bir tek Elif kaldõ. O,
bana Türkiye’nin
hallerini yazõyordu;
ben, ona İsveç’in
yapay güzelliklerini
anlatõyordum. İkimiz
de, söylememiz
gereken asõl şeyi birbirimize
söyleyemedik gibi geliyor
bana...
Bir gün okuldan döndüm, 10
Temmuz 1991 akşamõydõ.
Osman İkiz, İsveç Merkez
Radyosu Türkçe Yayõnlar
Servisi’nde akşam haberlerini
okuyordu: “İnsan Hakları
Derneği Adana Şubesi Başkanı
Avukat Elif Tuncer, yönetim
kurulu üyesi arkadaşları Yusuf
Üzüm, Hasan Üzüm, İmam
Turan ve Celal Ölçmez’le
birlikte, Halkın Emek Partisi
(HEP) Diyarbakır Şubesi
Başkanı Vedat Aydõn’ın cenaze
törenine giderken Urfa
yakınlarında geçirdikleri
trafik kazasında öldüler!..” O
an “Elif!” diye bir çõğlõk bile
atamadõm; atsam bile sesimi kim
duyardõ sanki. Arkadaşõm
Mustafa Doğan’dan sonra Elif
Tuncer’i de trafik kazasõnda
yitirmiştim... Elif ve dört
arkadaşõ, Adana’da, annemle
babamõn da bulunduğu Buruk
Mezarlõğõ’nda yatõyorlar...
Aradan 19 yõl geçti... Elif’i hiç
unutmam! Ona adressiz
mektuplar yazdõğõm olur; ulaşõr
mõ, ulaşmaz mõ, bilemem...
alinergis@yahoo.se
Jobbik, Ataka, Özgürlük, Flaman
Menfaatõ veya İleri Cephe, Türkiye
topraklarõnda yaşayan çoğumuza ne
ifade ediyorsa, Andersen’in
Danimarkasõ’na giderken benim için
de pek fazla anlam taşõmayan
kavramlardõ. Fakat Avrupa’nõn bir
ülkesine yerleştikten sonra bu gibi
siyasi partilerin yükselişi hayatõnõzda
yer etmeye başlõyor ve süreci daha da
yakõndan takip ediyorsunuz.
Hollanda’da 9 Haziran tarihinde
gerçekleşen erken genel seçimler,
yaşlõ kõta Avrupa’da gidişatõn
göçmenler açõsõndan daha da
kötüleşeceğinin sinyallerini vermeye
başladõ.
Her ne kadar, Hollanda’da kurulacak
koalisyon hükümetinde, Avrupa
Birliği dõşõndan gelen göçmenler ve
İslam dini ile ilgili oldukça õrkçõ
çõkõşlarda bulunan Geert Wilders
başkanlõğõndaki Özgürlük Partisi’nin
yer bile bulamayacağõ öngörülse de
göreceli değil fiiliyatta da tehlikeli
politikalar gütme amaçlõ bu ve bunun
gibi partilerin mercek altõnda
tutulmasõ önem arz ediyor.
Hollanda’daki Özgürlük Partisi’nin
Danimarka’daki adaşõ Danimarka
Halk Partisi ya da Avrupa genelinde
yükselme trendine giren aşõrõ sağcõ
eğilimin, Avrupa’da 11 Eylül sonrasõ
kõtasal muhafazakârlaşma ile birlikte
ortaya çõkan Neo-Nasyonal Sosyalist
(Çağdaş Nazizm olarak görebiliriz)
yaklaşõmlarõn, o ülkelerde yaşayan
Müslümanlarõ değil, siyasi görüşü ya
da inancõ ne olursa olsun Avrupa’da
yaşayan “Ötekiler”’i de hedef
almaya başladõğõnõ buralarda
yaşayõnca hissedebiliyorsunuz.
Hollanda’da gerçekleşen siyasi
gelişme, Danimarka Halk
Partisi’nden nasõl tepki gördü diye
sorarsanõz en başta liderleri Pia
Kjaesgaard olmak üzere
Avrupa’daki diğer aşõrõ sağcõ partiler
Amsterdam’a kutlama mesajlarõ
gönderdiler. Danimarka Halk Partisi,
Wilders ve partisini her platformda
seçim öncesinde de seçim sonrasõnda
da destekledi.
Ortaya çõkan sonuç
ürkütücüydü.
Hollanda’daki aşõrõ
sağcõlar son
seçimlerde oylarõnõ
yüzde yüz on
arttõrõyor, Sosyal
Demokratlar ise
umut olmaktan
çõkõp kaybedenler
kervanõna katõlõyordu. 2. Dünya
Savaşõ’ndan tam altmõş beş sene
sonra bir kez daha Neo-Nazizmi
hortlatan bu tehlikeli girişimler,
ülkesindeki yabancõlarõ kendilerinden
gören ve homojenliğin sõkõcõlõğõndan
sõyrõlõp heterojen bir topluma
dönüşebilme çabasõ içinde olan
kesimlerin (zira bu kitle ülkenin
nereden bakõlõrsa bakõlsõn yüzde
85’ini temsil ediyor) de ellerini
kollarõnõ bağlamakta.
Dünyanõn gelişmekte olan toplumlarõ,
insan haklarõ, katõlõmcõ demokrasi,
yabancõ düşmanlõğõna karşõ sõfõr
tolerans ve hukuk devleti ilkesinin
uygulanmasõ için mücadele verirken,
medeniyetin beşiği olarak görülen
Avrupa’da cereyan eden bu talihsiz
“siyasi başarılar”, beraberinde de
modernleşme ve Batõlõlaşma arzusu
ile kurumlarõnõ zedeleyen ulus-
devletlerin sorunlarõna her gün
yenisini ekliyor. Danimarka Halk
Partisi ve Avrupa’daki kopyalarõna
karşõ, tõpkõ bundan on sene önce
Avusturya’da kurulan koalisyon
hükümetinde yer alan aşõrõ sağcõ Jörg
Haider ve onun Özgürlük Partisi’ne,
14 AB ülkesinin takõndõğõ tutuma
benzer bir duruş gösterilmelidir.
Fakat ne yazõktõr ki bundan 10 sene
önce var olan idealist birliğin yerinde
yeller esmektedir. Gelecek
seçimlerde Danimarka Halk Partisi
daha da güçlenerek çõkarsa hiç
şaşõrmam. Aşõrõ sağ gücünü
ekonomik krizlerden ve sosyal
güvensizlik ortamõndan alõyor ve
almaya devam edecek. Avrupa Birliği
gibi uluslararasõ oluşumlar yerine
kendi ülkelerinin kimliklerini
korumayõ tercih eden aşõrõ sağ,
bundan sonraki dönemlerde hem
Avrupa Birliği hem de kendi
ülkelerinde daha fazla söz sahibi
olacaktõr.
Ve bundan ötesi, mesela benim
yukarõda ifade ettiklerim onlar için
lafügüzaf.
berkcoker@yahoo.co.uk
KOPENHAG
BERK ÇOKER
Elif!.. Elif!..
Faşist kim?
PARİS
UĞUR HÜKÜM
VİYANA
AHMET ARPAD
MALMÖ
ALİ HAYDAR
NERGİS