25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 30 MAYIS 2010 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ 11 B ayar, duraksamalõ, gerilim- li ve her şeyin olup bitme- sine kõsa sürenin kaldõğõ sõrada, bir muhakeme yaptõ: “Dışarıda müsademeyi kabul etmek olanaksızdı.” Köşk’ü sa- vunacak askeri güçler ihtilalciler- le birliktiler. Ardõndan ihtilalci bir grubun kendisi ile görüşmek istediği haberi geldi. Bayar anlatõyor: “İhtilalciler bir heyet halinde geldiler, başlarında bir paşa var- dı.” “Burhanettin Uluç Paşa?” “Evet, o ve diğerleri geldiler. Ve ben cebimde revolverimi, böyle tutuyorum... (Bayar o an- da tabancayı nasıl tuttuğunu gösterdi: Sol eli ceket cebinde ve tabancanın namlusu içerden ih- tilalcilere çevrili.) . Paşa, geldi bana doğru. ‘Sizi götüreceğiz, misafir edeceğiz’ de- di. Buna bilinen cevabımı ver- dim, ‘Milli irade ile geldim, git- mem’ diye karşıladım. Etrafındakilere bir işaret yap- tı, beni kavrasınlar diye. He- men tabancamı çektim. O anda ateş etmek gibi bir fikir uyandı bende. Dört kurşunu karşım- dakilere kullanayım, beşincisini kendime alıkoyayım. Bu iki fikir, hızla, birden geçti aklımdan... Sonra... Sonra kan dökmeye- yim, intihar edeyim, nasılsa öle- ceğim diye düşündüm. Taban- cayı burama (sol şakağını göste- rerek) koydum. ‘Olan oldu!’ Hücum ettiler, kaptılar. Sol bileğime sarıldılar. Birkaç gün sonra Harp Oku- lu’nda iken, daima nöbet tutan subaylardan birisi benimle dost- ça konuştu. Harp Okulu’nda, Yassıada’ya nispetle daha ra- hattık. Daha henüz her türlü tedbiri almamışlardı, tazyik ted- birlerini... Benimle dostça ko- nuşan o subay dedi ki: ‘Toplu idi tabancanõz, bir miktar tetiği çek- mişsiniz. Oynamõş kurşun, orta yere gelmiş namluda. Bir küçük ha- reket daha olsa patlayacakmõş, de- di. Bu halde bulduk tabancanõ- zõ...’ Kısacası ilk evvel onlara sui- kast yapmak, sonra kendimi öl- dürmek istiyordum. Fakat son kararım, anlattı- ğım gibi değişik oldu...” Bu açõklamalarõ yaparken bana, yanõnda kõzõ Nilüfer Gürsoy var- dõ. İhtilal, DP devrinin çok yönlü liderini, cumhurbaşkanõnõ işte böy- le teslim almõştõ... Bayar, açõklamalarõnõ sürdürdü: “Evvela benim iki koluma gi- rerek götürmek istediler. Bırakınız, dedim sertçe. Bı- raktılar... O anda bana fena bir davranış göstermediler. Sert bir hareket yapmadılar. Hakaret etmediler. Kendi aralarında kı- sa bir konuşma geçti. ‘Hakaretten çok çekiniyor, yapmayalõm’ dedi- ler aralarında. İşittim bunu... Sonra bir otomobile bindirdi- ler. İki yanımda geliyorlardı. Harp Okulu’nda ilk önce okul kumandanının odasına aldılar, sonra daha geniş, salon biçi- minde brifing yapıldığı söyle- nen bir başka yere naklettiler...” “Adnan Menderes’i hiç gör- dünüz mü Harp Okulu’nda?..” “Bizi muhafaza altında tuva- lete götürüyorlardı. Bir defa- sında, Harp Okulu’nda ikinci gün galiba, tuvalete gittim. Mu- hafızlarımız içeri girmiyorlardı. İçeri girdim. Lavabonun başın- da birisi elini yüzünü yıkıyordu. Baktım, hayretle gördüm, Adnan Bey’di. O da durdu ve bana baktı... ‘Olan oldu..’ dedim Mende- res’e. ‘Şimdi artõk metin ve sakin olmak lazõm Adnan Bey..’ Baktı yüzüme ve sadece ‘Öyle efen- dim..’ dedi. O çıktı, ben kaldım içeride. Adnan Bey’le son konuşma- mız, işte bu ve bu kadar oldu...” 14 Mayõs 1950’de Bayar’a “İk- tidardayız beyefendi” diyen bir Adnan Menderes ve Uğur adõ ve- rilen cipiyle Meşrutiyet Cadde- si’ndeki gösterişsiz evine giden Cumhurbaşkanõ ile 27 Mayõs 1960’ta, iktidara gelişlerinden on yõl 13 gün sonra “Olan oldu” di- yen Bayar’a, eli yüzü sular içinde “Öyle efendim” yanõtõnõ veren bir Başbakan, Adnan Menderes! İ stanbul’da, Çiftehavuzlar’da eşi Reşide Bayar’a ait olan evde, kõzõ Nilüfer Gür- soy ve damadõ Ahmet İhsan Gürsoy’la oturan Celal Bayar’la görüşürken, yõllardõr, herkesin kafasõnõ kurcalayan soruyu birçok kez sordum: 1957’de, 1958’de ve hele 1959’u 60’a bağ- layan heyecanlõ, karmaşõk ve siyasal açõdan çok çekişmeli geçen günlerde DP iktidarõna bir ihtilal hazõrlõğõ bildirilmiş miydi? Daha sonraki bölümlerde, bu sorunun yi- nelendiğini görecek ve o günkü DP üst yö- netiminin değerlendirmelerini Bayar’õn açõk- lamalarõnda bulacaksõnõz. Şimdi olaylarõ, 27 Mayõs sabahõnõn 18-20 saat gerisine kaydõrõyorum. Bayar’a soruyo- rum, anlatõyor : “O gün, 26 Mayıs günü ‘bir hareket ola- bilir’ diye bir haber, bilgi gelmedi’ mi?” “Hayır gelmedi.” “Herkesin bildiği ve yazdığı bir nokta var ki önemli. Bir ihtilalin olacağı o denli bel- liydi ki..” dedim Bayar’a. “Bunu DP iktidarı bir türlü görüp kabul etmedi. Siz de bir ih- tilalin gelmekte olduğunu sezmiyor muy- dunuz?..” Celal Bayar şu açõklamayõ yaptõ: “Bir hareket vardı meydanda... Hareketin belirli olması üzerine bizim ya- ver jandarmaya emir veriyor. Geliyorlar, Çankaya Köşkü’nde cephe alıyorlar. Sü- varileri de yaver getiriyor. Bizim yaverin getirttiği süvariler hem bizi, hem de Baş- vekâleti bekliyorlar...” Duruyor bu anda Bayar, gözlerini kapõyor, “Yatıp uyuyorum, emniyet içinde uyuyo- rum” diyor. “Muhafaza altında olduğunuzu bile- rek?..” “Evet, muhafaza altında... Sonra diyo- rum ki çıkıp tenkil edelim.” Bayar’dan, sabahtan itibaren ihtilalin baş- ladõğõ dakikalara değin, Çankaya Köşkü’ndeki yaşantõyõ öğrenmek istiyorum. Bayar’õn anlattõklarõndan edindiğim izlenim, Çankaya Köşkü dõşõnda parolalarõn alõ- nõp verildiği, birliklerin harekete hazõr hale getirildiği sõrada, Bayar’õn çevre- sine “normal bir günün esnekliği” egemendi. Yeni bir gün daha doğmuş, bir yeni gece gelecekti Ankara’ya. Böyle dü- şünenler çoğunluktaydõ. Hükümetin ba- şõ ve kimi bakanlar Eskişehir’deydi... Başkentte, İstanbul’da ve Eskişehir’de derin bir sessizlik. Direniyorum 26 Ma- yõs gününün tüm ayrõntõlarõnõ Bayar’dan alabilmek için... Genelkurmay Başkanı komutanlara nasihat ediyor Bayar, o günü kafasõnda ayrõntõlarõyla can- landõrmaya çalõşõyor, bu uğraşõyõ seziyo- rum. Topluyor anõlarõnõ, belki her dakikayõ ye- niden yaşamõyor ama sõralõyor, “ayrıntı- lar” yerine en önemlilerini noktalõyor. Ses al- ma makinesi bu anlamlõ sessizliği kaydedi- yor... Sonra, Bayar, anõlarõn ürperten baskõ- sõndan bir anda silkinerek kurtulmuş gibi, cümleleri kõsa kõsa veren, dalgõn bir sesle, 26 Mayõs’õn Çankaya’sõnõ anlatõyor, yavaş yavaş: “Günün tafsilatına girmeyeceğim. Fakat şu kadarını söyleyeyim: 26 Mayıs günü (Genelkurmay Başkanı demiyor) Erkânı Harbiye Reisi Erdelhun Paşa bana geldi. ‘Kumandanlarõ, kumandan seviyesindeki yüksek rütbeli subaylarõ toplayõp kendileri ile konuşacağõm, onlara nasihat edeceğim’ de- di. ‘Bir tedbirdir, yapabilirsiniz’ dedik. O gün toplandılar. Erkânı Harbiye Reisini dinlemişler, Er- delhun Paşa da kendilerine tavsiyelerde bu- lunmuş. Geldi tekrar ve toplantıdan sonra bana.. Anlattı toplantıyı. Sordum: İtiraz eden oldu mu içlerinde?.. ‘Dikkatle dinle- diler, itiraz eden de olmadõ’ dedi. Böyle bir vaka geçti o gün, hatırlıyorum.” “Erdelhun Paşa’nın diğer paşalara an- lattığı neydi?..” “Bu türlü ve böyle nümayişler, bu ha- reketler doğru değildir. Ordunun bu me- seleler, bu nümayişler ile alakadar olma- ması lazımdır şeklinde konuşmuştu. Sadece dinlemişlerdi. 26 Mayıs günü kayda değer bir başka hadise olmadı, şimdi hatırlamı- yorum..” “Siz durumu takip ediyor ve değerlen- diriyordunuz?..” “O günler sakin gidiyordu vaziyet. İs- tanbul’daki öğrenci nümayişleri durmuş- tu, Ankara sükûnet bulmuştu. İstanbul mutlak sükûnet bulmuştu. Lazım gelen mukabil hareketlerle, kabuğunun içerisi- ne çekilmişti. Yeni hareketler olmayınca mesele bit- miştir diye, kabuğuna çekilmiştir gibi o is- tikamete meyil vermiştir, o tarafa teveccüh etmiş diye hükmolunabilirdi. Arkasından darbe geldi...” “26 Mayıs’ta başka bir temasınız oldu mu?..” “Olmadı.” “O gece Namõk Gedik (İçişleri Bakanı) Köşke, telefon etmiş diyorlar. Mustafa Tayyar ve Cumhurbaşkanlığı Genel Se- kreteri Munis Faik Ozansoy ile konuşmuş. ‘Kimi gelişmeler var’ demiş. Size ihtilal gi- rişimi başlamadan önce böyle bir bilgi verildi mi?..” “Hiç hatırlamıyorum. Yat- tım ve uyudum. Uykumdan kaldırdılar.” Bayar’a bakõyorum. Olayõn ayrõntõlarõnõ, ihtilalin kapõya da- yandõğõnõ anlattõğõ sõralarda, yor- gun, üzgün ve çeşitli duygularõn etkisinde... Eski Cumhurbaşka- nõ, durum özetlerinde, sorunla- rõ kendi açõsõndan değerlendiriyor. Cümleler canlõ, vurucu. 27 Mayõs’õn öncesine gidiyoruz. 15-25 Mayõs 1960 günleri arasõndaki olay- larõn aydõnlõğa çõkmamõş bölümlerini, o gün- lerin gergin ortamõnõ Bayar’la konuşuyoruz: “15-25 Mayıs günlerine geçiyorum. De- ğerlendirmeleriniz neydi? Menderes ile ko- nuşmuş, ona ‘git, halka dön’ demişsiniz?..” “Adnan Bey geziye çıkmayı kendisi ar- zu etti. Bana geldi. Kendi tedbiri olarak söyledi. İlk önce İzmir’e gitti. Tamamen kendi kararıdır.” Herkes ‘fena gidiyor’ diyor, ama ‘vaziyeti idare eden’ yok H alkı ikaz etmek istiyordu. Halkın belki de ken- disine ve hükümete olan muhabbetini görmek ve göstermek istiyordu. Gezilere devam etme- yi düşünüyordu. Çünkü Adnan Bey’e İzmir’de muazzam tezahürat yaptılar...” İzmir’deki müthiş kalabalõğõ anõmsayõnca, bir sevinç dalgasõna kapõldõ Bayar. “İzmir mitingi müthiş bir şey- di!” “Bu gezilere çıkılmadan önce Prof. Ali Fuat Başgil’i ça- ğırmışsınız” diye sorunca Bayar anlattõ: “Bu görüşme daha evveldir. İstanbul’da bulunduğu- muz bir gündür. Ben çağırmadım Başgil’i, kendi- liğinden geldi. İstanbul’daki nümayişleri görmüş ve ürkmüştü. ‘Çok heyecanlõdõrlar, çok kararlõdõrlar, hükümetin istifa etmekten başka çaresi yoktur’ tezini takip ediyordu. Başgil’in bu tezini kabul etmedim. Etmedim, çünkü böyle bir zamanda vaziyet dediği gi- bi dahi olsa, bunlar, demektir ki durmayacaklardır. Hükümetin istifası ile mesele bitmez. Ve bu hareketi, nümayişleri durdurmak lazımdır. Nitekim İstan- bul’da neşrettiğimiz beyanname ve sonra, hareket duruyor. Demek ki Başgil’in tavsiyesi bir tedbir değil. Bila- kis hükümet istifa edince sahipsiz kalır memleket.. ve her tarafa yayılırdı ihtilal... Hükümet istifa etmeden, İstanbul’u durdurduk, son- ra darbe geldi. İstanbul hareketinden ayrı geldi ihtilal. Nüansa dik- kat ettiniz mi?.. Başgil’in teklifine taraftar olmadım, ‘Katiyen doğ- ru değildir’ dedim ama hükümet isteseydi istifa ede- bilirdi. (27 Mayıs’tan önce hükümet istifa etseydi darbe olmazdı diyenlere yanıt veriyor.) Ben hükü- meti, Adnan Bey’i tutmaya muktedir değildim. Ve hükümet istifa etmedi. Bu tutumumu Adnan Bey’e karşı bir fenalığım olarak söyler hasımlarım. Anlı- yorsunuz değil mi?..” “Adnan Bey istifa etmek istedi. Bayar mani oldu di- yorlar...” diye sürdürdüm. Bayar: “Menderes istifa etmedi ve hatta halka hitap etti. İzmir mitingi daha sonradır. Diğer mitingler de da- ha sonra oldu. İstifa temayülü olsa idi, bu miting- lere gitmeye lüzum görür müydü? Bir mütalaa... Sonra bildiğiniz olaylar oluyor.. Adnan Bey ile 25 Ma- yıs’ta konuştum, Eskişehir’e gideceğini söyledi..” “O kadar?..” “O kadar.. Söyledi ve ben de muvafakat ettim.” Bakan ama görmeyen gözler kadrosu 26 Mayıs’ta Eskişehir’de olan Adnan Bey’le bir telefon görüşmesi yapmadım. Derler ki, Ce- lal Bayar, gece, telefonla, harekâtın olacağını Adnan Bey’e bildirdi: Hayır, katiyen yok böyle bir şey. Derler ki Isparta’dan bir emniyetçi imzası ile darbenin 29 Mayıs’ta olacağı hükümete ihbar edil- miş. Bana intikal etmiş. Etmedi!. Sonra, o zaman bana böyle bir ihbar intikal etse bi- le.. herkes bir şeyler söylüyor... Yani fena gidiyor di- yorlar, vaziyeti idare eden yok...” “Herkes fena gidiyor diyor ama vaziyeti idare eden yok” sözü üzerine karşõlõklõ gülüyoruz Bayar’la.. İhtilalin “geliyorum” demesine karşõn, bu gerçeği, DP üst yönetiminin görmemesine -Bayar’õn anlattõklarõnõ da din- ledikten sonra- gülüyorum, hâlâ gülüyorum. Bayar da gülüyor ama o, etrafõndaki “gaflet” içinde olanlarõn o günlerdeki tutarsõz durumunu sonradan de- ğerlendirdiği, kimi sonuçlara vardõğõ için gülüyor. Sanki çevresiyle eğleniyor gibi... Konuşmayõ sürdürdüğümüz salonun öteki yanõnda, 1960’ta üç beş yaşõnda olan Bayar’õn torunlarõ, tarih- sel değerdeki söyleşiden habersiz, piyano çalõyor, gü- lüşüyorlar. Bir süre sonra yineliyor: “Vaziyeti idare eden yok” diyor Bayar. Yine gülüyoruz. Bu anlatõmlardan bir sonuca varõyorum. Hayret içinde konunun üzerinde bir kez daha duruyo- rum: “Yani, önlem söyleyen yoktu değil mi, efendim?..” di- yorum. Bayar, evet diyor, başõnõ sallayarak... “Bakan, ama görmeyen gözler kadrosu bu” diye ge- çiriyorum içimden. Bayar’õn açõklamalarõndan ihtilali sezinlediğini anlõyorum. Bu sezinlemenin altõnda milli iradeye dokunulama- yacağõna dayanan inanç yatõyor. O günlere dönüyorum... SÜRECEK 26 Mayıs 1960 günü Çankaya’da durum ‘Dört kurşun onlara biri bana’ Celal Bayar, cebine revolverini koymuş, sol eli ceket cebinde ve tabancanõn namlusu içerden ihtilalcilere çevrili
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear