18 Aralık 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CUMHURİYET/14 20NÎSAN1991 Sovyetbayanlann sınırticareti KARADENİrİN DOGUSUNDA Gülten Kazgan Bizim turu düzenleyen şirketin hesapça Batum'da bir komisyoncusu vardı; hesap- ça gelip bizi alacak ve ihtiyaçlarunızı kar- şılayacaktı. Bitmek bilmeyen yagmur altın- da epey bekledikten sonra, gelmelerinden umudumuz kesildi. (Dönüşte de aynı şekil- de, gelmeleri gerekirken kimse gözükmedi). Aniaşılan, glasnost-perestroyka özel sektörtt bu biçim çalışıyordu. Ne var ki taksi şoför- lerinin özel sektörcfllük oyununa diyecek yoktu. Yağmur aitında ortada kaldığırmzı • görünce, etrafımızı sardılar ve pazarlık baş- ladı. Adam başına 4.S dolar, taksi başma 4 kjşi hesabıyla bizi sırur kapısından Ba- tum'a götürrneyi teklif ettiler; bu fiyat, pa- zarlıkla taksi başına 6 dolara indi. Neyse, 3 taksiye dolup yola düzüldük. Zaten topu topu 20 dakikalık bir yolumuz vardı, kent merkezine kadar. Bizim taksinin soförü 40-50 kelimelik Türkçe konuşabiliyordu. Yaptığı ilk iş, yo- la çıkar çıkmaz, arabanın tavanından sar- •kan küçük bir kitapçığı sallayarak, "Kuran bu, ben Mnslüman" demek oldu. Böylece 70 yühk Sovyet komünizminin, sisteme yol- daş yerine, bize dindaş yetiştirdiğini öğren- miş olduk. Ancak işin içinde bir bit yeniği olduğunu biraz sonra öğrenecektik. ldeo- lojik olarak bizi tavladıktan sonra sıra ti- carete geldi. Tıpkı Ingilizlerin dediği gibi ti- caret, bayrağı izleyecekti. Bizden 10 dolar bozdurmanuzı istiyordu; karşılığında 150 ruble, yani resmi kurun yaklaşık 10 katı rub- le venneye hazırdı. (Bu fiyat, Batum'daki otelde 1 dolara 20 nıbleye, Krasnodar'da 26 rubleye çıktı). 100 rublelik ve 50 rublelik banknotlan sallayarak gösteriyordu. Allah- tan, işin içindeki bit yeniği konusunda uya- nlmıştık rehber tarafından. Gorbaçov, hal- kın elindeki aşın nakit birikimini çekmek istiyordu; bir yandan da elinde büyük 100 ve 50 rublelik banknot birikimi olan karaborsaa-mafya takımı ile mücadele et- mek. Bu nedenle üç gün içinde bu banknot- lann yürürlükten kaldırılacağı bildirilmiş- ti. Bunlann yerine yenileri verilecekti. Elin- deki banknotlan nasıl kazandığmı ispatla- mak kaydıyla 1000 rubleyi aşan birikim de değiştirilebilecekti. Karaborsaa-mafya ta- knıu kazanç yollannı gösteremeyeceğine gö- re de bunlann beli kınlmış olacaktı. 'Diyalektik 1 kural Ancak bu uyguiamayı getirenler diyalek- tik kuralı unutmuşa benziyorlardı; zehir kendi panzehirini yaratnuştı. Uyguiamayı yürürlüğe girmezden önce haber alan karaborsacı-mafya takımı, ellerindeki ku- pürleri çeşitli yollardan değiştirmişti. Bizim gibi sının yeni geçip de karaborsa kurunun cazibesine kapüacak olanlan kolayca tuza- fa düşürmüşlerdi. Söylentiye göre bu ara- da pek çok Türk de ütülmüştü. Sovyet hal- kı ise paniğe kapümıştı; hatta bir ara işçi- KrasMrtv Novorassisk Suhumi Türk-Sovyet sınırında eski model Ladaları süren şişman Sovyet bayanların otomobilleri naylon torba, karton kutu ve bavuilarla doluydu. Bu kadınlar antik çağ Amazonlarının torunları olmalıydı. Ne savaştan ne heyelandan korkulan vardı. Girişken tüccar görünümlü bu bayanlarla Sarp sınırındaki baskıcı bürokrat erkek Sovyet polisi ve askerleri tam bir karşıtlık oluşturuyordu: Birinciler tipik kapitalist, ikinciler ise bu an gibi çalışkan, kâr için canını ortaya koyan bayanları sınırlamaya çalışan bürokrat sınıfı oluşturuyor olmalıydı. Sınır ticaretine konu olan metalar ise karşılaştırmalı üstünlükler hakkında genel dengeleri kurmaya gerek kalmadan iyi bir fikir veriyordu. Görünüşe göre esas girişimci - faal tüccar pozunda Sovyet sosyalistleriydi; bizim tarafın girişimcilik düzeyi daha geride kalmış gözüküyordu. Yani alan da satan da onlardı. Sadece bizim tarafta bazı intibak süreçleri yaşanıyordu. EBSüm • Samsun Hopa lerin sadece 1000 ruble tutarında değiştir- me haklan olacağı söylentisi paniği iyice arttırmıştı. Birçok Sovyet cumhuriyeti - Kazakistan, Ermenistan, özbekistan, Rus- ya Federasyonu gibi- bu üç gunlük süreye uymayacaklannı bildirdiler. Kısacası Sovyet para ve döviz piyasaları tuzaklarla dolu gözüküyor, gözü açık dav- ranayım derken, insanlan gafil avlayabili- yordu. Ama istihbarat teşkilatı güçlü olan karaborsacıiar paçayı kurtarabüiyordu. Sınır ticareti Sarp sınır kapısının açılmasını izleyerek başlayan sınır ticareti, bu ticaretin faal ki- şileri, karşılaştırmalı üstünlükler, cinsiyete göre iş yaşamına katılma, gözüpek-beceri düzeyi yüksek girişimcilik yetenekleri ko- nusunda görerek, sorarak pek çok şey öğ- renmek mümkiin oldu. Hopa-Sarp yolunun tenhalığ) bizi yanılt- mıştı; gerçekte canlı bir sırur ticareti sürdü- rüJüyordu Gürcistan ile aramızda. Ama he- yelandan ürken bizim "erkek" tüccarlar o gün yola çıkmamıştı. Sarpi'de, yani Sarp 1 ın Sovyet sınırındaki kesiminde, otobüsleri dolduran, yollarda bize refakat eden eski model Ladalan süren şişman Sovyet bayan- lanysa, sınır ticaretinin elemanlanydı. Za- ten onca naylon torba, karton kutu, bavul dolusu eşyanın kişisel kullanım için olama- yacağı belliydi. Bu kadınlar antik çağ Ama- zonlanmn tonınlan olmalıydı; ne Batılı tu- ristler gibi Saddam'ın füzelerinden korkup Türkiye'den kaçıyorlardı ne de bizim "erkek" tüccarlar gibi heyelandan çekindik- leri vardı. Yolda kınlıp dökülmüş eski mo- del Ladalara rastlamadığımıza göre bunlar da ralli arabalan gibi son derece dayanıkb olmalıydı. Girişken tüccar görünümlü bu bayanlar- la, Sarpi sınırındaki baskıcı bürokrat erkek Sovyet polisi ve askerleri tam bir karşıtlık oluşturuyordu: Birinciler tipik kapitalist, ikinciler ise bu an gibi çalışkan, kâr için ca- nını ortaya koyan bayanlan sınırlamaya ça- lışan bürokrat sınıfı oluşturuyor olmalıydı. Sınır ticaretine konu olan metalar ise kar- şılaştırmalı üstünlükler hakkında -genel denge modelleri kurmaya gerek kalmadan- iyi bir fikir veriyordu. Bizim kamyon şoför- leri kapak lastikler takıp depodaki mazotu gerekli en aza indirip sının geçiyorlardı. Ta- bii, dolarlar da karaborsadan bozdurulu- yordu. Batum'da lastikler değişiyor, depo- ya mazot dolduruluyordu. Böylece "yenileme" maliyeti bizdekinin sadece yüz- de 10-15'ine gerçekieştirilebiliyordu. Ama- zon bayanlann kutulanndaysa deterjan, sa- bun; naylon torbalarda bol bol battaniye, giyim eşyalan görüJebüiyordu. Trabzon'daki pazardaysa, bunlar gelip iğneden sürmeye her şey satıyorlar, kazandıklannın karşılı- ğında mal aüp gidiyorlardı. Görünüşe göre esas girişimci-faal tüccar pozunda Sovyet sosyalistleriydi; bizim ta- rafın girişimcilik düzeyi daha geride kalmış gözüküyordu. Yani alan da satan da onlar- dı; sadece bizim tarafta bazı intibak süreç- leri yaşanıyordu; kahvehanelerin deri eşya pazanna dönüştürülmesi gibi. Şaka bir yana, sınır ticareti Karadeniz'in Doğu sahilinin durgun ekonomik yaşamı- na canlılık getirmiş. Hükümet de altyapı- nın eksikliğini gidermek için Sarp'ta bir ti- caret merkezi kurma ve gümrük alanını ye- niden düzenleme karan almış. Yani onlann ticaret hevesi, bizim tarafı-özel ve tüzel- harekete sevketmiş. Anlaşılan Gorbaçov, glasnost ve perestroykayı ilan ederken Sov- yet halkımn hiç olmazsa bir kısmındaki bu girisim gücünü fark etmiş. Komşular yaman tüccar olacağa benziyor. Bir hayaiet otel Batum'un en iyi oteli dedikleri Inturist Oteli'ne doğru yolda giderken bazı gözlem- ler de yapabildik. Burası bizim Hopa- Sarp arasındaki çetin arazi koşullanndan uzak, ama o kesitûı ılunan iklim koşullanm taşı- yan güzel bir doğal çerçeveye sahipti. 1U- ristik bir bölge olmamn bütün koşullanm taşıyor gibiydi. Evler iki katlı, zarif bir mi- mari zevke göre yapıimıstı, bizim taraftaki yoz mimariden eser yoktu. Kentin yeşil do- kusu olağanüstü güzeldi: Yollann iki yanın- da ökaliptüs ağaçları, manolya ağaçlan ve palmıyeler dizilmiş uzanıp gidiyorlardı. Sa- hildeki kordon boyunda kurulmuş yemye- şil bir parkm bitki örtüsü bir başka güzel- likteydi. Kent Osmanlılardan Ruslara geç- • tikten sonra söylediklerine göre yıkılıp ye- oyulmuş, içinden plastikler dışarı fırlamış- tı. Resepsiyonda duran yaşlı adam paltosu ve kalpağıyla oturuyordu. Rehberimiz,resepsiyongörevlisine yemek yemek ve gece kalmak istediğimizi bildir- dL Görevli bizi atlatmak istiyordu. Otel yaz- lıktı, müşteri kabul etmiyordu. Oysa bu ara- da sürekli yukardan aşağı birileri iniyor, dı- şardan gelenler yukan çıkıyordu. Yani tam gaz bir trafik sürüyordu. Neyse, rehberimiz gitti, bir saat kadar sonra bürokrat kılıklı bir adamla birlikte geri geldi, adam bizde- ki belediye başkan yardımasımn yardıma- sı gibi bir konuma sahipmiş. Resepsiyon gö- revlisine bir şeyler söyledi, bu kez işler de- ğişti, odala: hazırlanacak, yemek servisi ya- pılacaktı. Peki, ya valizler ne olacaktı? Gö- revli hırsızlık olabileceğini, vaüzlerin ora- da duramayacağını söylüyordu. Hırsızlık konusunda daha önce uyanlmış olduğumuz için bu kez, otdin depo görevlisini bekle- meye başladık. O da bir yanm saat aradan sonra çıkageldi elinde anahtanyla. Böyle-niden yapıimıstı. Bunca güzelliğe rağmen kentte bir gariplik sezinlememek de müm- ce yemek yeme yolundaki bir diğer engel da- kun değildi. thmale uğramış bir güzellikti ha ortadan kalkmış oldu. Âdeta G.C Me- bu, aynca sanki nötron bombası düşmüş gi- notti'nin "Konsolos" operasını seyreder gi- bi etrafta in cin top oynuyordu. biydik; işler bir türlü yürumüyordu. Sınır Yaklaşık 20 dakika süren bir yolculuktan ticaretinde gözlediğhniz gnişkenlikle burada sonra Inturist Oteli'ne vardık. Bahçesi pal- yaşadığımız atlatmacüık birbirine hiç uy- miye ağaçlarıyla çevrili, öne doğru bir ya- muyordu. nm daire biçiminde uzanan, iki yanında sü- Neyse sonunda bütün engeller aşıldı ve tunlanyla görkemli bir binaydı bu. Otelin yemek salonuna ulaştık. Restoranın görü- lobisine girdiğimizde, bu görkemli görün- nüşü, bu çelişkiler diyarına bir yeni tablo tüyle bağdaşmayan bir perişardıkla karşı- ekliyordu. Art nouveau-art deco tarzında laştık. Lobi karanlıktı, ışıklar yanmıyordu. -Çubuklu'daki Hidiv Kasn'nın büyuk ye- Oysa akşam saatiydi ve karanhk basmıştı. mek salonunu andıran - bir yerdi burası. Bizi görünce ışıklan yaktılar, ama ampul- Lobideki perişanlıkla hiç ilgisi yoktu. Ta- ler kesinlikle 10 mumdan fazla ışık vermi- vandaki bronz-kristal kanşımı nefis avize- yordu. Içerisi de buz gibiydi. Yerde, çok de- ler zarif tavan tezyinatını aydınlatıyordu; ğerü gibi duran eski ve güzel halılar seriliydi, yerde, bugune dek görmediğim güzellikte buna karşılık, kirli san vinilex gibi bir mad- bir parke, gece mavisi kumaşla kaplı art de- deyle kaph koltuklann kol yerleri yuvarlak co tarzında koltuklar, beyaz keten örtülü masalar müşteri beküyordu. Koca salonda, sadece 5-6 masa doluydu. Koltuk örtüleri renginde birörnek tayyörler giymiş, bakımb garson hammlar servis yapıyordu. Salon bu kadar boşken, yemek servisi yapılırken re- sepsiyon görevlisi bizi niçin atlatmak iste- yebUÎrdi ki? Işin içinde bir bit yeniği vardı, ama anlamak kolay değildi. Yemek yiyip odamıza çıktığunızda, lobi- deki perişanhk aynen devam etti. Oda buz gibiydi, tavandaki ampuller 10 mumluk da- hi ışık vermiyordu, banyodaki havlular kir- liydi vesaire, vesaire... Milliyetçilik ve cezası Odanın soğuğundan kurtuluşu kat kori- donındaki lobide oturmakta bulduk. Zaten herkes orada toplanmıştı. Televizyon vardı, kat görevlisi bir bayan fokur fokur kayna- yan semaverden isteyene çay servisi yapıyor- du. Bu bayan dahil herkes gerci sokak kı- yafetiyle, başı gözü sanh oturuyordu, ışık yine çok azdı, ama hiç olmazsa sohbet et- me imkânı vardı. Biraz sonra, genç iki Türk çıkageldi; kat görevlisi bayanla can ciğer dosttular. Gece ilerleyip sohbet koyulaştıkça, oteldeki aca- yipliğin nedeni anlaşılmaya başladı. Gürcis- tan'daki milliyetçilik hareketine merkezi Sovyet hükümetinin tepkisi elektriği kesmek ve petrol vermemek yönünde olmuştu. Onun için otel ısıtılamıyor ve aydınlatüamı- yordu. Birkaç gün karanlıkta kaldıktan son- ra bize başvurmuşlardı elektrik almak için. Türk hükümeti elektrik vermişti, ama an- laşılan alınan elektrikle aydınlatma da an- cak o kadar olabiliyordu. Karşılıklı etkileş- me, tepkileşme sürecinde, bura halkı da In- turist Oteli'ni boşlamıştı; bu oteli merkezi Sovyet hükümetinin bir uzanüsı sayıyorlar, işte o biçimde işletiyorlardı. MiUiyetçilikle bir diğer karşılaşma saba- ha karşı başladı, yakın bir yerde silahlı ça- tışma oluyordu. Birileri bir yerleri tanyor, tek tük silah atışlanyla sanki diğerleri kar- şılık veriyordu. Çatışma, 15-20 dakika ka- dar sürdükten sonra süahlar sustu. Biraz sonra odadaki banyonun lavabo muslukla- nndan şakır şakır sular akmaya başladı, kaynar sular geliyordu. İşin ilginci, grup- taki herkesüı musluğunda aynı olay olmuş- tu. Bu oteldeki teknolojiyi de anlamak mümkün değildi. Voltaj düşüklüğünden elektrik ampulleri ölü gözü gibi ışık veri- yor, ama bütün elektrikli aletler -televizyon, asansör, semaver- tıkır tıkır işliyor, kapalı musluklar kendi kendine açılıp ısıtılmayan otelde kaynar sular akıyordu. Batum Havaalanı'na gittiğimizde aynı pe- risanhğın devam ettiğine tanık olduk. Ter- minal binası dökülüyordu, pislik içindeydi; bütün koltuklar kırık döküktü, plastikler yırtılmış, örtülerin altından fu-lamıştı. Ana- dolu kasabalanndaki otobüs terminallerin- de dahi görülmeyecek bir perişanlıktı bu. Bir köşedeki tezgâhta satışa sunulan eşya- lar hiç kimsenin iltifat edeceği cinsten de- ğildi, zaten kış ortasında yazhk eşya sergi- lenmişti. Söylediklerine göre Gürcüler, Aeroflot'u da kendilerinin saymıyorlar, Inturist Ote- li'ne bakmadıklan gibi hava meydanını da boşluyorlardı. Anlaşılan "Gürcistan HııvayoUan" kuruiuncaya kadar ne termi- nal binasından ne hava meydanından geri- ye pek bir şey kalacağı yoktu. Yann: Sovyetler'de ekonomik çelişkiler HABERLERİN DEVAMI SHP'nin6 Laiklik Raporu' hazır (Baştarafı 1. Sayfada) Türk toplumunun ve T.CÎnin din efitimi ve öğretimi gibi bir yükümlülük yıiklenmez. 82 Anayasası'yla böyle bir yiiknm- liilük yüklendiği yönünde düşü- nenler ise yanılnmktadıriar. Bu anayasada yer aldığı haliyle bu öğretimin niteliği genel kültür edindimıe oJup, bdü bir dine ait bügilerin özel olarak ögretihnesi gibi bir içerige sahip degildir. Ancak böyle düşünenlerin hak- lı olduklan bir nokta vardır; ...Lygulama belli bir dinin öğ- retilmesi seklinde ortaya çık- makudır. — 24. maddenin gerekçesin- de, din kültürü derslerinden gayri müslimlerin muaf tutula- cağı belirtilerek, bu derslerde belli bir dinin öğretileceği ima edilmektedir. Laik bir devletin okullannda belli bir dinin öğre- timinin üstlenmesi laikliğe aykı- ndır. — Ne laiklik bahane edilerek dini inanca ve ibadetin yerine getirilmesine kuskuyla yaklaşıl- nudı ne de din istismar edilerek, insanlar belli doğnıltularda sı- nırbuKunlmalı, baskı altına alın- malıdır." aleyhine olduğu açıktır. — Çağdaş ölçülere göre inanç özgürliiğii, demokratik bir top- lumda kamu duzeninin ve öte- ki özgürlüklerin korunması ve başka inanç ve görüşler için ay- nı özüriüğiin saglanabilmesi amacıyla kimi sınırlamalara baglıdır... Yoksa yaratıian bu kargaşa ortamında, demokratik suurlar içinde dininin gereUerini yerine getiren ve bu doğrultuda faaüyetlenk bulunaniarla, zaten var olan din ve inanç özürliigü yokmuş gibi bir mücadeleye gi- rerek kamu düzenini, toplumsal bireysel özgörlükleri tehdit edenleri aynı kefeye koymak gi- bi bir yanılgıya düşülecektir. — Türkiye'nin özgül konu- munda, lslamhğın özel konumu ve geçirmiş olduğu tarihsel sü- reçler nedeniyledir ki din, dev- let işlerinden ayn ya da onun ra- kibi bir güç konumunda hiçbir zaman olmamıştır. — tslam dininde nıhbanlar •anıfımn balunmamasuıın yarat- tıö sonuç. din işlerini yünitecek J~l î ^ î u. • V örgütün Dijanet İşleri Başkan- IdeOİOJlk bOŞİllk hğı çerçevesinde devlete bağlı olarak görev yapması olmuştur. — Şündi yapılması gereken, örgütsüz diğer mezhep ve dinsel inanışların da Sünni tslam ya- nında, Diyanet Işleri Başkanh- ğı çatısı aitında temsil edilmesi- nin sağlanması olmalıdır. — Günümüzün toplumu, ulusal düzeyde bir biriiği aynı zamanda çeşitliliğin güvence al- tına ahnmasım ve saglanmasınj gerektirir. — Türkiye'nin laikleşme ve çağdaşlaşma siireci, Osmanlı İmparatorlnğu'nun içinde bu- lunduğu iç ve dış koşulların ve onun coğrâfi ve kUltürel evrimi- nin bir uzanüsı olarak da karşı- mıza çıkmaktadır. — 1928'de, "devletin dini, din-i Islamdır" diyen anayasa- nın 2. maddesi kaldınlmışür. 1937 yüında AUtttrk'ün agır hasta oldugu dönemde laiklik il- kesi kesin olarak anayasal gü- venceye baglanmak istenmiş ve anayasa maddderi haline getiril- mistir. — 61 Anayasası'nda devlete Daha sonra, 1965 güz seçim- lerine kadar hüküm süren ana poh'tikanın 'dini siyasete aiet et- memek olduğu' vurgulanarak 1967'den itibaren dinin siyasal- laşması anlamında önemli geliş- meler yaşandığına, Milli Nizam Partisi'nin kuruluşuna dikkat çekiliyor. Bu partinin devamı ni- teliğindeki MSP'nin 12 Mart sonrasının siyasi koşullannda sürekli koalisyon ortağı olarak iktidarda buiunmasımn devlet- le 'böyle bir hareket' arasında- ki uyuşmazlığı belli ölçülerde çözdüğü kaydediliyor ve özetle şu görüşlere yer veriliyor: "Söz konusu karsıthğın çözii- lüp neredeyse örtüsmeye dönöş- mesi ve bunun meşnıiyet kazan- nıası ise 1980 sonrası gelismeler- le olmuştur... Bu dönemde sos- yal demokrat düşünce ve faali- yetlerin smırlanmış olması dik- kat çekicidir. Gerek 12 Mart, ge- rekse 12 Eyliil askeri darbeleri için benzer saptamalar yapmak mümkiindür. Temel kaygı sol ideoloji ile mücadele olmuş ge- niş balk yıgiDİannın kabulünü görecek ideoloji olarak da tsfaun kabul edilmiştir." Raporda, Türk-Islam sentezi- nin devletin resmi görüşü hali- ne getirilerek, çoğulcu olmayan demokrasi anİayışınm yerleştiril- meye çahşıldıfc belirtilivor. Daha sonra üzerinde durulan görilşler özetle şöyle: y "Dini, kendi bireysel ve ma- nevi dünyası ile ilgili bir alan ve laikliği de bu inancın özgürce yaşayabilmesinin teminatı ola- rak gören insanlann oluştur- dukian biriikler, demokratik toplum kurumlandır... Bugiin- kii haliyle bunlann pek azım si- vü toplum oluşumian olarak de- gerlendirebiliyoruz... Tek tip inanma ve yasama biçiminin sa- vnnuculugunu yapan bu olo- şumlann, vicdan özgüıiiigünü tehdit ettikleri bir gerçektir. Geleneksel ilişkiler eski lop- lumun ideolojisi olan dinle uyum içindediıier». Gerçekte bir azınlık olan şeriat özlemcileri, (başta köylülük, aracı ve üretici küçük işletmecilik) bu kesimle- rin inançlannı kullanarak top- lumsal destek aramakta ve kimi zaman da bulabilmektedir. TC bir devrim uriiniidiir... Teknik zortnkiar yanında, kül- türel olarak da böyle bir devri- me hazır olmayan, demokrasi geJenegi bulunmavan bir millet- le... ÇaJtsılan amaclara bir çırpı- da ulaşılamazdı elbette... ...Yalnız Tiirkiye'de değil bü- tün diinyada dinsel yükselişierin nedenini biraz da aşırı yalnızlaş- tıncı ve maddeci ozellikleri de bünyesinde banndıran kapitalist sistemde aramak gerekmekte- dir." 12 Eylül askeri rejiminin 1980 öncesinden hak ve özgürlükler duzeninin yani sıra sol düşünce ve eylemi sorunlu tuttuğu görü- şü savunulan raporda, sol dü- şüncenin beslenme kaynaklan kurutulurken, ağır baskı da uy- gulandığı anlatılıyor. Raporda şöyle deniliyor: "Yaratıian ideolojik boşluk önemli ölçüde dinsel ideoloji ile doldunılmak istenmiştir. Hava- tın tüm alanlarını kapsayacak şekilde dinin insanlara hâkim İulınmasının sessiz ve istikrariı bir toplum yaratacağı düşünüle- rek seçilen bu yöntem, dinin si- yasal iktidar tarafından kullanıl- masından başka bir şey degil- dir." Tevhid-i Tedrisat Kanunu'na aylan olarak, yüksek öğrenime öğrenci yetiştiren imam-hatip okullannın, denetimsiz Kuran kurslannın bu dönemdeki artı- şına da dikkat çekilen raporda, ortak bir kültürel kimlik olma özelliğine sahip dinin yurtdışın- daki vatandaşlar için de kulla- nıldığı vurgulamyor. Raporda, imam hatip okulla- nnın 1979-80*de 249 olan sayı- suım 1989-90 döneminde 366'ya çıktığı, 1988 yılında üniversite- lere giren imam hatip kökenli öğrencüerinin sayısmın ise 9 bin 931 olduğu belirtilerek şu görüş- lere yer verildi: "Toplam mezun sayısımn 16 bin olduğu düşunülünce bunun çok büyuk bir başan olduğu dikkat çekmektedir. Bu başan- nın nedeni, Milli Eğitim Bakan- lıgı'mn bu okullara gösterdiği duyarlılık, öğretmen sayısımn da diğer okullara göre daha ye- terli düzeyde olması ve bu okul- larda açılan bedava üniversite sı- navlanna hazırhk kurslandırf SHP'nin Laikiik Komisyonu ise şu üyelerden oluşuyor: Ab- dülkadir Ateş (başkan), Seyfi Oktay, Lütfü Doğan (eski Diya- net İşleri Başkanı), Türkân Ak- yol, Necdet Uğur (eski Milli Eği- tim Bakanı), Ali Topuz, Turan Beyazıt. Raporun "Laik ve Şer'i Dü- zenlerin Temel Farklılıklan" başlığını taşıyan bölümünde, modern dünyada siyasallaşan Js- lamın, "tktidar Allah'a aittir" ya da "Kuran anavasadır" diyerek sorulara yanıt bulamayacağına işaret ediliyor. Raporda, Islam- cı çevrelerde "Temsili gnıplann iktidan" konusunda farklı gö- rüşlerin olduğu ifade ediliyor ve bu paradoksal yapının, radikal bazı kesimleri tarihsel olarak ne olduğu belli olmayan b.r "asr-ı saadet" arayışına ittiği belirtili- yor. — Siyasal iktidar sorununu "Is- lam ülkelerinin" değişik şekiller- de çözdüğü (Suudi Arabistan- da monarşi, İran'da din adam- lan hiyerarşisi) ortaya konulan raporda, bu nedenle bütün dün- ya için tek bir tslam devleti sa- vunuculuğunu anlamanın zor olduğu kaydediliyor. îstanbul Kongresi'ne üç seçenek (Baftara/ı I. Sayfada) te sayısımn birden fazla olma- sına karşı değilim. Ama partinin menfaatleri de Semra Hanıni- ın il başkanlığını kazanmasında yatıyor. Ben gerekli uzlaşmayı sağJamak için Kadıköy Üçe Baş- kanı Mustafa Çebi ile Bakırköy llçe Başkanı Kadir Coşkun'u öneriyonım. Bu arkadaşlar tes- pit edecegimiz çözüm yolunu gerçekleştirmek için herkesin biıiestigi bir listeyi oluşluracak- lar." Bu arada yemekte baştan be- ri sessiz kaldığı gözlenen Semra Özal söz alarak Beykoz llçe Baş- kanı Osm»n Ceylan'ın da bu ekibe katılmasımn iyi olacağını belirtti. Bu gelişmenin üzerine Turgut özal, "O zaman ekibi çiftkmekte yarar var. Bu ekibe Şişli İlçe Başkanı Alaattin El- mas da dahil olsun" dedi. Da- ha sonra il kongresinin uzlaş- mayla sonuçlandınlması için ge- rekli olasılıklar ilçe başkanlann- ca gündeme getirildi. Bu geliş- me üzerine üç olasılıkta karar kıhndı. Bu olasılıklar şöyle: 1) Talat Yılmaz istifaya ikna edilir. Bu gerçekieşirse diğer iki şıkka gerek kalmaz. Problem çözülür. 2) Semra Özal'ın listesinde yer alan isimlerden yarısından bir fazla» istifalannı hâkime verir. Böylece Semra Özal'ın listesi ye- niden oluşlunılur. Burada yapı- lacak olan da bütün ilçe başkan- larının ortak katılımıdır. Bu maddenin kabulu halinde ise il- çelerden delege ağırlığına göre isimler tespit edilir. 3) Her iki adayın da Usteleri- ni çekmesiyle gerçekleşir. Tek bir liste yeniden oluşturulur ve kongreye tek liste ile girilir." Semra özal ise ilçe başkanla- nnın sağduyularma güvendiği- ni belirterek bu makama Iâyık olan kişinin seçüeceSne inandı- ğım belirtti. Semra özal'ın kısa süren bir konuşmasından sonra Cumhurbaşkanı Turgut Özal tekrar sözü olarak şöyle konuş- tu: "Tabii Semra Hanım'ın baş- kanlığında bir liste oluşturulur- ken kendisine de 3-5 kişilik bir kontenjan tanınmalı. Partinin gelecekteki variığını daha rasyo- nel kılmak için yapmanız gere- ken, ortak bir listede birleşmek- rir. Böyle bir karann partinin ge- lecegini de etkileyeceği kuşku- suzdur." Antalya'daki bu gelişmeler üzerine görüşünü aldığımız Ta- lat Yılmaz ise adaylıktan çekil- mesinin söz konusu olmadığını bir kez daha yineieyerek şunla- n söyledi: "Benim söyleyeceğim şey şu: Daha demokratik toplumlann olduğu bir dünyada, antidemok- ratik düzenlerin yıkıldıgı bir dünyada. ANAP gibi bilinçli bir iktidar partisinin İstanbul gibi büyük bir ilde gerçekleştirecegi kongrede, adil ve demokratik bir seçim yapılmalı. Delegenin hür iradesiyle verdiği oya saygı gös- terilmelidir. Bunun dışında hiç- bir şey beni ilgilendirmiyor. Bu ise başlarken biz teşkilatın, onu oluşturan tabanın istekleri para- lelinde hareket ettik. Bugune ka- dar da verdikleri destek her gün artarak sürdü. Konuyu cumhur- başkanımn el koyması olarak degerlendirmiyorum. Bir tavsi- ye olarak değerlendirebiliriz. Bütün tavsiyelere de sayguıyız. Ancak karanmızda bir değişik- lik olmaz. Sonuna kadar devam için bu işe başladık. Bitirecegiz de. Taban bir kez daha davası- na sahip çıkıp kongrede gerekli dersi verecektir. Hiçbirteklifbe- ni yolumdan alıkoyamaz." Bu arada yemekte tespit edi- len 4 kişinin oluşturduğu komi- tenin çalışmalarına Semra Özal'ın yann tstanbul'a gelme- sinden sonra başlayacağı öğre- nildi. Komitenin ilk kez Talat Yılmaz'la gönlşüp ikna etmeye çahşacaklan öğrenildi. Komiteye baştan beri Semra ÖzaFın ya- nında yer alan Sanyer tlçe Baş- kanı Erdal Aksoy'un dahil edil- memesi, uygulanacak yeni tak- tiğin bir gereği olarak değerlen- dirildi. Nancy'nîn Frankla ilişkisi neydi? (Baştarafı 1. Sayfada) ka'da yaJnızca bir "dünya olayı" haline gelen Salman Rüsdö'nün "Şeytan Ayetleri" adlı kitabı bir hafta süre içinde aynı satış dü- zeyine ulaşmıştı. Kelley'nin da- ha önce "olay" haline gelen ki- taplarından biri de uzunca bir süre önce yayımlanan "Frank Sinatra'nın Resmi Olmayan Bi- yografısi"ydi. Kitty Kelley'nin Nancy Rea- gan kitabından sonra gazeteci- ler onun peşine düştü... News- vveek dergisinin son sayısında yer alan haberinde şöyle deni- yor: "Biz de Kelley gibi, 'resmi olmayan' bir biyografi yazmak- tan korktuk. Ortahgı sürekli ka- rıştırmayı başarabilen bu kadı- na yakın olmak istiyorduk, onu tanımak ve sorular sormak isti- yorduk. Bu biyografileri nasıl yazıyordu? Dedikoduları nasıl öğreniyordu? Yayıncısı bütün göruşmelerini iptal etmişti. Ama o son anda konuşmak istediği- niaçıkladı." 600 sayfayı aşkın kitapta, Nancy Reagan'ın çocukluğun- dan bugune dek her türlü aynntı yer alıyor. Amerika'nın eski "First Lady"si hakkında soylen- miş her türlü dedikodu, herhan- gi birinin ağzından çıkmış küçu- cük bir söz... Kitap piyasaya cık- madan önce, TV ve basın kitap- ta yer alan en ilginç bölümleri reklam konusu yaptı. Bunlann başında da Kelly'nin "Nancy üe Frank" iddiaları geliyordu. Kitabın yayımlanmadan önce nasıl "korundugu" da bir baş- ka öykü: Her zaman olduğu gi- bi, kitabın kopyalan bir süre ön- ceden eleştirmenlere gönderil- medi. Yalnızca beş kopya çoğal- tıldı, yayıncı firma Simon ve Schuster yetkilileri kopyalan ak- şam evlerine giderlerken birlik- te götürdüler... Bir tek kişi kita- bı "önceden" okuyabildi -daha doğrusu bir göz atabildi- o da ünlü "Doonesbııry" çizgi bant- larını çizen karikatürist Garry Tnıdeau'ydu, bantların kitabın çıktığı günlere tesadüf edebüme- si için... Nancy Reagan biyografisinin kapağında, kitap yazılmadan önce 1000 kişi ile röportaj yapıl- dığı bildiriliyor. Kelley kitabın Talat Yılmaz'ın yanında yer alan Gaziosmanpaşa llçe Başka- nı İbrahim Yıldız ise Antalya- daki gelişmeleri şöyle değerlen- dirdi: "Toplantıya sayın cumhur- başkamnın elini öpüp bayram- laşmak için gıttim. Teklif teklif- tir. Kendi arzulandır. Delegenin sagduyusu paralelinde demok- rasi için gerekenler yerine geti- rilecektir. Listeye biz isim vere- cegiz. Neden vermeyelim ki? Semra Hanım'ın listesi degise- cek. Antalya'daki yemegin içe- rigi zaten buydu. Tamamı degi- şecek. Bizim öncelikle tabanda- ki sesi dinlememiz lazım. Öyle de yapacagız. Yeni gelişmeleri delegelere, partililerimize akta- racağız. Talat Bey'in listesi tni Semra Hanım'ın listesi mi degi- şecek buna tabanla gorüştükten sonra karar verilecek. Liste iki tane olacak. Çünkü Talat Yıl- maz Bey aynlmayacaklar. Sem- ra Hanım h'stesini yaparken 14-15 tane ilçeyi kaale almadı. Bizim yerimize bakan ve millet- vekillerinden isim alındı. Bu çok yanlıştı. Önceki gün sayın cum- hurbaşkanımızın söyledigi şey, Semra Hanım iki üç arkadaşıy- la çalışsın. Onun dışındaki ilçe başkanlan ilçe büyüklflklerine göre isim versinler. Biz şimdi bu arkadaşlarımıza isim verecegiz. Sonra tabii listeyi görecegiz." önsözünde ise bu sayının tam olarak 1002 olduğunu belirtiyor. Kelley hepsine "yardımlan için" teşekkür ediyor. Nancy Reagan- ın üvey oğlu Micbael Reagan'ın da adı var bu listede, ancak Re- agan, Kelley ile hiç konuşmadı- ğını, hatta hiç karşılaşmadığım söylüyor. Ronaid Reagan'ın birkaç gün önce başına yaptığı açıklamaya karşm, Nancy Reagan henüz bir açıklamada bulunmadı, sessiz kalmayı yeğliyor. Ancak yakın çevresi, onun çok sarsıldığı yo- lundaki dedikoduları yapmaya başladı bile. Nancy Reagan'ın üvey oğlu Michael ise şöyle di- yor: "Dedikodu bir şey, iftira başka bir şey. Bu tamamen ifti- ra, pislik..."
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear