23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

11 TEMMUZ 2008 CUMA haberler YORUMLAR OSMAN ÇUTSAY C 7 Ölüme bir adım kala serbest bıraktılar Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alındıktan sonra sağlığı bozulan ve yaşamını yitiren Okkır’ın eşi Cumhuriyet’e konuştu: SİBEL BAHÇETEPE Meltem YILMAZ EDİRNE Ergenekon operasyonu kapsamında “örgüte finansal destek sağlama” suçlamasıyla 13 ay önce tutuklanan, cezaevinde akciğer kanseri olan Kuddusi Okkır yaşamını yitirmeden 15 saat önce eşi Sabriye Okkır ile birlikte Edirne’deki Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Onkoloji Servisi’ndeki odasındaydık. 20 Haziran 2007 sabah saat 03.00 sıralarında gözaltına alındıktan sonra kısa kollu kareli gömleği, kırmızı pantolon askıları ve sağlıklı görüntüsü basın organlarına yansıyan 60 yaşındaki Okkır, 40 kiloya düşmüş, yaralar içinde, bilinci kapalı ve tanınamayacak halde çaresiz bakışlarla yatıyordu. Geçen mayıs ayında beynindeki urlara karşın ağır depresyon tanısı konularak cezaevine gönderilmiş, bakımsız bırakılmış, akciğer kanseri olduğu anlaşıldığında ise çok geç kalınmıştı. Hastanede 2976 nolu odada yatan eşinin başından bir an olsun ayrılmayan Sabriye Okkır, saat 14.00 sıralarında yaptığımız söyleşide, “Ölüme bir adım mesafede serbest bıraktılar” diyordu. Söyleşimizden kısa bir süre sonra sabah 06.00 sıralarında Kuddusi Okkır’ın yaşamını yitirdiğini öğrendik. Danışmanlık şirketi sahibi bir işadamıyken Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanan Kuddusi Okkır, “örgüte finansal destek sağlamakla” suçlanıyordu ama, BağKur borçları nedeniyle sosyal güvenlik şemsiyesi dışında kalmıştı. Sabriye Okkır, evlendikleri günden bu yana kirada oturduklarını ve sıradan bir yaşama sahip olduklarını, eşinin Ergenekon operasyonu kapsamında “vatan hainliği” suçlamasıyla karşı karşıya kalarak üzüntüden kansere yakalandığını söylüyordu. Sabriye Okkır, sorularımızı yanıtlarken AKP hükümetinin Ergenekon kavramını, vatanseverleri sindirmek adına yarattığını savunarak, “AKP hükümeti bir kılıf hazırlıyor.. ancak ortada minare yok. Korkarım bu minare hiçbir zaman da olmayacak” diye konuştu. Sabriye Okkır, fizikmatematik mezunu, işletme yüksek lisansı yapmış olan Kuddusi Okkır ile üniversite yıllarında tanıştıklarını, 33 yıl önce evlenerek bir erkek çocuk sahibi olduklarını anlattı. Eşinin 20 Haziran 2007 tarihinde sabah saat 03.00 sıralarında evi basan 12 polis tarafından apar topar gözaltına alınmasına bir anlam veremediğini belirten Okkır, o gece yaşadıklarını şöyle anlattı: “O gece sabaha karşı sivil polisler geldiler. Evi tam 3.5 saat aradılar. Geliş sebeplerinin Muzaffer Tekin’den kaynaklandığını, Kuddusi’nin Kuvayı Milliye Derneği ile ilişkisinin sorgulanacağını söylediler. Eve gelen 12 polis evi didik didik TAM Skandalı ve Dil arkadaşıyla veya öğretmeniyle, bankaoakmi görevliyle vb aynı havada kullanamaz. Kullanılan dil Türkçe veya Almanca olabilir, ama konuşulan kişi ve yaşam alanı ortak dilin farklılaştırılmasını gerektirir. Herkesle ve her ortamlda hep aynı dili kullananlara “gelişmiş“ gözüyle bakamıyoruz. Bu, TAM skandalının, bizi üzerinde düşünmeye ittiği çeşitli konulardan sadece biri. Bir başka şey daha var; doğrusu, eklemeden geçemeyeceğiz. İsim vermeden de olsa değinmek durumundayız: Alman medyasına dökülüp, TAM’ın yaptığı araştırmaların, irili ufaklı neredeyse binlerce raporun, yeterince bilimsel olmadığını söyleyen eleştirel ve “Türk asıllı“ profesörler de çıktı; malum. Bazı Alman gazeteleri de bu tür “açıklamaların” üzerine mal bulmuş mağribi gibi atladı. Bunlara ne diyeceğiz? Pek bir şey söyleyemeyeceğiz. Ama bir hizmetleri oldu: Örneğin, çağdaş Türk gericiliğinin heykeli dikilecek “bilim insanı“ Murat Belge ve türünün Batı akademyasına dağılmış kafadarlarının ne kadar derin olabileceğini bir kez daha gördük. Bunların hepsi AKP döküntüsüdür. AKP entelektüel âleme en fazla çöp kapısından girebilirken, bu partinin Avrupa kürsülerindeki utangaç (liberal ve hatta “solcu”) destekçilerinin ne kadar ciddiye alınabileceği başlı başına irdelenmesi gereken bir konudur. TAM’ın hazırladığı binlerce sayfayı yeterince bilimsel bulmayanlara bir bakın. İçiniz kalkmazsa, yaptıklarını/yazdıklarını bir elden geçirin ve sorun: “Yahu bunca yıldır siz neden daha iyisini yapıp da TAM’ı gereksizleştirmediniz?” Eleştirelmişler, ama Alman dostları geçmişte bu eleştirilerini dikkate almamış! İyi. İyi, çünkü Türkiye’nin önemsizleştirilmesi ve Türklerle Kürtleri hem kendi ülkelerinde hem de Avrupa’da uşaklığa mahkum etme operasyonlarının bu “entel” kahramanları, böylesi bayağılıklara “tevessül” etmeyeceklerdi de, kendine ait bir belkemiği ve beyni olan aydınların onuruyla ayağa kalkıp, sahnelenen şu rezalete reddiye mi çıkaracaklardı? Kendilerinden bekleneni yaptılar, yapıyorlar. TAM ve Faruk Şen ise ürettikleriyle gündemdeki yerini koruyor. cutsay?gmx.net ‘Bir ayda ne değişti de tahliye edildi?’ Kuddusi Okkır’ın son derece sağlıklı bir insan olduğunu, hayatı boyunca sigara dahi içmediğini vurgulayan Sabriye Okkır, “Herkesin bildiği üzere de gözaltına alınırken tutulan sağlık raporunda hiçbir rahatsızlığı çıkmamıştı. Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne ateş ve kusmuklar içerisinde getirildiğinde hasta bakıcıları onunla iki saatten fazla ilgilendi, bütün bu süreçte bize ilk kez insan gibi davranılmıştı. Hastane başhekimine eşimin yanında kalmak istediğimi söylediğimde, savcılıktan bir yazı alarak onun yanında kalmamın doğru olacağını, bana ihtiyacı olduğunu söyledi. O güne kadar kimse ona yaklaşmama izin vermemişken Trakya Üniversitesi’nde ilk kez tutuklular servisinde onun yanında kalabildim” açıklamasını yaptı. Bu süreç boyunca Kuddusi Okkır’ın tutukluluğunun devam ettiğini söyleyen Okkır, eşinin adına 4 kez tahliye talebinde bulunduğunu, ancak bu talebinin her defasında “delilleri karartabileceği” gerekçesiyle reddedildiğini belirtti. Durumu her geçen gün ağırlaşan ve son olarak bitkisel hayata girerek yaşamını kaybeden Kuddusi Okkır’ın sağlık sorunları nedeniyle tahliyesine 1 Temmuz’da karar verilmesine de değinen Sabriye Okkır, “Ne tesadüftür ki eşim son gözaltıların yapıldığı 1 Temmuz günü tahliye ediliyor. 1 ayda ne değişti de tahliyesine karar verildi” sorusunu yöneltti. MR ÇEKİLSEYDİ FARKLI OLURDU Kuddusi Okkır’ın son olarak kaldırıldığı Edirne Tıp Fakütesi’nin Onkoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hakan Kadragöl, Okkır’ın ölümünden birkaç saat önce sorularımızı yanıtlayarak, hastanın kanserin son evresinde olduğunu ve ona uzun bir ömür biçemeyeceğini söylemişti. Doç. Kadragöl, “Üniversitemize getirilmeden önce hastaya mutlaka MR çekilmesi gerekirdi. Ancak çekilmemiş. Çekilseydi süreç olumlu yönde daha farklı işleyebilirdi” dedi. Geçen yıl cezaevine yürüyerek giren Okkır, 1 Temmuz’da ölüm döşeğinde tahliye edildi. aradı. En çok da kitapların içerisine baktılar. Eşim ve ben şok içerisinde etrafımızda olan biteni izliyorduk.” Sabriye Okkır, eşinin gözaltı süreci sonrasında tutuklanarak Bayrampaşa Cezaevi’ne konulduğunu, oradan da Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nde tek kişilik bir hücreye kapatıldığını söyledi. Bayrampaşa’da yatarken kusma ve konuşma zorluğu belirtileriyle Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne kaldırılarak, orada “majör (ağır) depresyon” tanısı konulduğunu ifade etti. Sabriye Okkır, şöyle devam etti: “Buradan Bayrampaşa Cezaevi’ne geri gönderilen eşimi görmeye gittiğimde onu bir koridorun köşesinde, yerden 5 parmak yüksekliğinde pislik içinde bir sedyede saçları kazınmış, bıyıkları kesilmiş, gözleri tavana bakar, bilinci yarı kapalı, tanınamayacak bir halde buldum. Gözlerinden tanırım sanmıştım ama göz çevresi de simsiyahtı. Orada yaşadığım şaşkınlığın etkisiyle kulağına eğilip ‘İyileşeceksin, bugünleri atlatacağız’ diyebildim. Bunun üzerine cezaevi müdürüne onun mutlaka tedavi görmesi gerektiğini, bunun depresyondan öte bir hastalık olduğunu söyledim. Bayrampaşa Devlet Hastanesi’ne gönderilerek ciğerlerinde su toplandığı öğrenilen eşim, buradan da Haseki Hastanesi ile Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastanesi arasında defalarca dolaştırıldı. Bu sürede eşimin rahatsızlığı hakkında hiçbir bilgi alamadım, kendisi ile temas kuramadım. Uzun uğraşlardan sonra eşimin izini buldum. Savcılığın da devreye girmesiyle Tekirdağ Cezaevi’ne ve Tekirdağ Devlet Hastanesi’ne sevk edildi, son olarak ise 11 Haziran’da Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde akciğer kanseri, beyin ve kemik metastazı tanısı konularak tedavi altına alındı. Oysa ki eşimde ilk gün ortaya çıkan rahatsızlığın nedeni majör depresyon değil, beyindeki urlarmış. Beyindeki urları anlamak için bir RM’nin çekilmesi yeterliymiş, oysa yalnızca tomografiyle yetindiler.” ‘AİHM’ye başvuracağım’ Sabriye Okkır, eşinin tutukluyken yakalandığı hastalık süresince hiçbir siyasiden, dernek üyesi ya da basın mensubundan ilgi ve yardım göremediğini dile getirerek, ona yardımcı olan tek ismin CHP Konya Milletvekili Atilla Kart olduğunu söyledi. Meclis’in İnsan Hakları Komisyonu’na konuya ilişkin bir dilekçe sunduğunu, ancak dilekçenin olumsuz yönde cevaplandığını, İnsan Hakları Derneği ile Türk Tabipleri Birliği’ne de şikâyette bulunduğunu, önümüzdeki günlerde ise Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvuru yapmaya hazırlandığını ifade eden Okkır, “Eşim kendisini savunamadan gözü açık gidiyor. Savunma şansı vermediler. Onu sorgusuz, yargısız mahkum ettiler. Bunun hesabını versinler. Ben bu ihmalin nedenini araştırıyorum. Gerekli suç duyurularında bulunacağım ve hakkımızı arayacağım. Bu aşamadan sonra AİHM’ye bu hafta içerisinde başvuracağım” dedi. Okkır, Kuvayı Milliye Derneği’nin bir gecesinde Oktay Yıldırım, Fikri Karadağ, Hüseyin Görüm, emekli Yüzbaşı Muzaffer Tekin’le birlikte çekilen bir fotoğrafın bulunmasının ardından eşinin gözaltına alınmasıyla ilgili ise şu değerlendirmelerde bulundu: “Bize yapılan açıklamada, eşimin Kuvayı Milliye Derneği gecesinde çekilmiş bir fotoğrafta Ergenekon’la bağlantısı olduğu öne sürülen isimlerle yan yana olmasıydı. Benim, eşimin bu geceye gittiğinden haberim bile yok, bizim için bu kadar önemsiz bir konu işte... Ayrıca bu dernek illegal midir? İllegal ise neden faaliyet gösteriyor? Bu soruların yanıtlarını kim verecek? Eşim, Muzaffer Tekin’le belki bir vesile ile mutlaka tanışmıştır, ancak bu tanışma suçlu olduğu anlamına mı geliyor? Evet, Tekin’le ardından görüşmüşler, yemeklere çıkıp sohbet etmişler ancak daha ötesi yok, en son 2004’te görüştüklerini biliyorum. Kuddusi 2004’te artık ona zaman ayıramayacağını söyleyerek görüşmemeye başladı ve hepsi bu. Bunun üzerine 3 yıl sonra, 2007’de tutuklanmasına hiçbir anlam veremedim.” ‘Finansör iddiaları gülünç’ Sabriye Okkır, eşinin majör depresyon tanısıyla, hastaneye ilk kez kaldırıldığı günden bu yana hayata karşı “tek kişilik bir savaş verdiğini” söyleyerek “AKP hükümeti ve onun kolluk kuvvetleri, iddianamesi olmayan bir dava kapsamında kocamı sağlıklı bir haldeyken bir sabaha karşı gelip evimizden aldı. Tesadüfe bakın ki, tam da ölmeden önce bırakıyor, ellerinde ölmesinden korkar gibi... Bu 1 yıl içerisinde kimsenin bana ne yiyip içtiğimi, nasıl ayakta kaldığımı sormadığı gibi, kocamın hastane masraflarını nasıl ödeyeceğim sorulmuyor. Tutukluyken Adalet Bakanlığı ödemişti ama.. serbest bırakıldıktan sonraki masrafları nasıl ödeyeceğiz? Kuddusi’nin de, BağKur primlerini ödeyemediği için bir sosyal güvencesi yok. Bütün bu olanlardan sonra hayata karşı nasıl plan yapabilir, kendim için nasıl bir hayat tasarlayabilirim?” diye konuştu. Kuddusi Okkır’ın Ergenekon terör örgütünün finansörü olduğu yolundaki iddiaları “hayli acı ve gülünç” bulduğunu dile getiren Okkır, evlendikleri günden bu yana Erenköy’de kirası son olarak 1000 YTL olan bir evde yaşadıklarını, eşinin tutuklanmasının ardındansa kirayı karşılayamadığı gerekçesiyle bahsi geçen evden taşınmak zorunda kaldığını, Yalova’da bir akrabasının yanına yerleştiğini söyledi. Okkır, tutuklamanın ardından elde ettiği tek gelirin emekli maaşı olduğunu, eşinin sahibi olduğu danışmanlık şirketiyle ise “zor bir dönemden geçtikleri için” ilgilenemediğini, dolayısıyla şirketten de bir gelir elde edemediğini dile getirdi. Okkır, tutuklama olayından önce de bu şirketin günlük ihtiyaçları dahi karşılayamayacak derecede az kazanç sağladığını söyleyerek “Tersi bir durum olsaydı şu an karşı karşıya kaldığım hastane masrafları için endişelenmez, insanlardan yardım istemezdim. Her gün gerek Adalet gerekse Sağlık Bakanlığı’na sesleniyorum, ne olur eşimin tedavi masraflarını üstlenin, onu siz bu hale getirdiniz. AKP hükümeti insanları dinle, inançla bölme ürkiye Araştırmalar Merkezi’ni yaratan adamın, Prof. Dr. Faruk Şen, maruz kaldığı muamele, her biri diğerinden çirkin, ucuz ve temelsiz suçlamalar, özellikle de “antisemitizm” komedisi, bir konuyu göz ardı etmemize neden olmasın: Dil. TAM Direktörü Prof. Dr. Şen, Türkiye’deki bir ekonomi gazetesinde (“Referans”) yayımladığı makalesinde her nasılsa ve birdenbire “antisemitizm” keşfedenleri yanıtlarken, açıkça olmasa da, dillerin “tarihsel suçlarla” bağlantılı yaşam alanları olduğuna dikkat çekmek zorunda kaldı. Saldırgan cahillerin unuttuğu şeyler vardı. Gerçekten de, geçmişinde bir soykırım (“Holocaust”) utancı olmayan Türkçede, Yahudilikle ilgili olarak, soykırımın icra edildiği dilden çok farklı bir duyarlılığın hazır bulunacağı açıktır. (Son dönemdeki “soykırım” saldırılarının sadece emperyalizmi aklamaya değil, Türkçe ve Türkiye’nin belini kırmaya yönelik olduğunu da böylece söylemiş oluyoruz.) Yani?.. Yani, toplumsal tarihin ürünü dillerin gelişim sürecini ve birbirleriyle ilişkisini fark edemeden konuşanlar, kullananlar, hatta bu alanda pek kârlı siyasi, akademik, edebi kariyer yapanlar var; biliyoruz. Bunlar, “soykırım” gibi bir ifadenin içerdiği asıl suçlamayı hiç anlayamadılar. Belki bu yüzden, bir cahil cüretiyle, Faruk Şen’in iki ayrı dil kullandığını iddia edebildiler. Böyle iddialar, hangi dili kariyerleri için ne ölçüde kullanırlarsa kullansınlar, bir genelleme olarak dilin nasıl bir yaşam alanı olduğunu bilmediklerini kanıtlıyor. Her uşak kadar duyarsız ve duygusuzdurlar. Pazarcı (“piyasacı“) mantığına daha iyisi yakışmıyor... Peki, ne oluyor? Şu: Türkçe, Almancadaki bazı tuzaklara sahip olmadığı, yani çok farklı bir toplumsallığın ve tarihselliğin ürünü olduğu için bazı ifadeleri rahatça kullanabilirsiniz ve derdinizi de daha rahat anlatabilirsiniz. Ama Almancada bazı ifadeleri kullanamamak Almanlık adına işlenmiş tarihsel suçların bir sonucudur. Diller böyle... Farklı... İnsanlar bir ve aynı dilin içinde bile alanlara, “muhataba” göre değişen diller kullanırlar. Kimse, örneğin Türkçeyi, annesiyle, babasıyla, çocuğuyla, hayat T Türk bilim adamına Humboldt Araştırma Ödülü Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat Berker, bilime yaptığı katkılardan ötürü, Almanya’nın bilim ödüllerinden “Humboldt Araştırma Ödülü” ile onurlandırıldı. Prof. Berker, ödülünü Almanya Cumhurbaşkanı Horst Köhler’in de katıldığı toplantıda aldı. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nihat Berker’e bu ödül, temel bilimsel buluşları, geliştirdiği yeni teoriler ve kendi alanında olduğu gibi kendi bilimsel alanının ötesinde önemli etkileri olan katkılardan ötürü verildi. Okkır uğurlandı Ergenekon soruşturması kapsamında gözaltına alınarak tutuklanan ve sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen işadamı Kuddusi Okkır (60), tedavi gördüğü Edirne’deki Trakya Üniversitesi (TÜ) Tıp Fakültesi Hastanesi Medikal Onkoloji Bölümü’nde yaşamını yitirdi. Okkır’ın cenazesi Edirye çalışıyor. Geçmişte terör kullanılıyordu, şimdiyse din kullanılıyor. Hani insanlar suçları ispatlanana kadar suçsuzdu? Hani ellerinde kuvvetli deliller vardı, nerede o deliller?” diye konuştu. Kuddusi Okkır’ın “hiçbir şekilde darbe özlemi içerisinde olmayan, demokrat ve çalışkan” bir insan olduğunu söyleyen Okkır, eşinin uzun yıllar Küçük ve Orta Boy Sanayi İşletmeleri’nin (KOBİ) yurtdışına açılması için proje geliştirdiğini, bu projelerden bazılarını ise dönemin Sanayi Bakanı Ali Coşkun’la paylaştığını belirtti. Okkır, “O, bir yandan KOBİ projesi üretip Sanayi Bakanı’yla görüşürken diğer yandan ülkeyi bölmeyi mi planlıyordu? Bu iddiaların hiçbir tutarlılığı yok” dedi. Kuddusi Okkır’ın tek şikâyetinin haksız yere cezaevine konulmak olduğunu belirterek yaşadıkları bir anıyı şöyle anlattı: “Bir gün gazetede Kuddusi’nin Ergenekon’un anayasasını yazdığı yolunda bir haber okudum. Eşimi görme ne’deki Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nden Maltepe Merkez Camisi’ne getirildi. Buradaki törenin ardından Okkır’ın cenazesi Yalova’daki Subaşı Köyü’nde toprağa verilmek üzere alkışlarla uğurlandı. Siyasi çevrelerden katılımın olmadığı cenaze törenine CHP Üsküdar İlçe Başkanlığı çelenk gönderdi. (Fotoğraf: SİBEL BAHÇETEPE) ye gittiğimde ise ona bu durumu anlattım. O ise bu duruma gülerek ‘Ergenekon gerçekten var mıymış? Bunun bir de anayasası mı varmış?’ diye karşılık verdi. Demek istediğim biz hayli trajikomik bir haldeydik.” Okkır, eşinin suçsuzluğundan emin olduğunu belirterek “kaldı ki ortada bir terör örgütü olduğundan bile emin değilim. Ergenekon nedir, neyi amaçlar, ne tür bir vatan hainliği yapar bimiyorum. Tek bildiğim AKP hükümetinin vatanını seven insanları sindirme politikası güttüğü ve gerek insanların gerekse basının bu konuda ürkütücü derecede suskun olduğu, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş kadar suskun olduğu” diye konuştu. Okkır, eşinin bu operasyonda psikolojik eziyet çektiğini, hastalığının bu nedenle ortaya çıktığını belirterek, eşinin nedeni ve amacı belli olmayan bir operasyona kurban gitmeye tahammül edemediği için rahatsızlandığını ifade etti. Atatürk ‘Madame Tussauds’da Almanya’nın başkenti Berlin’de açılan “Madame Tussauds” müzesinde Atatürk’ün heykeli, George Bush, Mihail Gorbaçov, Helmut Kohl, Angela Merkel, Nicolas Sarkozy ve Konrad Adenauer gibi dünyanın tanınmış politikacılarının balmumundan yapılmış heykellerinin bulunduğu bölümde yer alıyor. Dünyada 8 şubesi bulunan “Madame Tussauds” müzelerinde, tanınmış politikacı, sanatçı ve sporcuların balmumundan yapılmış heykelleri bulunuyor. (Fotoğraf: AA)
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle