29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 C GÜNCEL CÜNEYT ARCAYÜREK haberlerin devamı Erol Mütercimler gözaltı sürecini anlatırken kendisini çırılçıplak ve âciz hissetiğini söyledi 11 TEMMUZ 2008 CUMA GÜNDEM MUSTAFA BALBAY ‘Tesadüfün’ Bu Kadarı on gelişmelerin odak noktalarının birinde Nokta dergisi duruyor. Dergide iki darbe girişimi hazırlıklarını açığa vuran, üstelik emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen bilgisayara kayıtlı günlük notlar, tartışılan güncel konuların başında geliyor. Öyle böyle değil, günü gününe kuvvet komutanları arasında darbeyle ilgili gelişmeleri, söyleşileri içeren notlar… Bir yıl geçti aradan, günlük notlar Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli oramirale aitti, değildi tartışmaları sürüp gidiyor. Böylesi önemli açıklamaları değil, çok daha basit darbe söylentilerini ihbar diye kabul eden savcılar, emekli oramirali hiç değilse bilgisine başvurmak üzere savcılığa çağırmadı. Emekli Oramiral Özden Örnek bilgisayarında, bilgisayara kaydedilen darbe günlüklerinin de kendisine ait olmadığını söylüyor. Kamuoyunun Özden Örnek’in yalanlamalarını inandırıcı bulduğu söylenebilir mi? İnandırıcı bulunmadığı için oramiralin yakındığı gibi “bugün medya bu iddialara dayanarak yorumlar yapıyor”. Elbette günlüklerin Özden Örnek’e ait olduğunu kanıtlayan bir mahkeme kararı yok; yok ama Ergenekon soruşturması bu günlüklerdeki bilgilere dayanıyor... Ergenekon soruşturması bir çete bulgusu ile başlayıp 20032004 yıllarında komuta kademesinde darbe görüşmelerine, darbe önderleri olduğu söylenen komutanlara kadar uzanıyor. Emekli Oramiral Özden Örnek günlükleri bilgisayarına yazmadı ise… şimdi şu soruya birilerinin, devleti yönetenlerin araştırıp yanıt vermesi gerekiyor: Öyleyse sayfalar dolusu, üstelik tarih ve saat gösterilerek yazılan günlükleri kim yazdı? O kadar geniş bilgiyi, komutanlar arası görüşmeleri hayal gücü olağanüstü olan acaba kim kaleme aldı? Sarı Çizmeli Mehmet Ağa mı? ??? Akla bin bir soru geliyor. Örneğin din hesabına siyaset yapan gruplar oramirale ait olduğu söylenen bilgisayara olağanüstü teknikten yararlanarak darbe günlüklerini mi yazdılar? Günlük tartışmaları gündemdeyken emekli oramiralin iki oğlunun iktidarın himayesine mazhar yeşil sermaye ile iç içeliğini yansıtan ilişkileri Fatih Altaylı açıkladı. 4 Temmuz tarihini taşıyan açıklamalar 4 gündür yalanlanmadı ve bu konularda açıklama yapılmadı. Emekli oramiralin oğullarından biri film yapımcısı. İki belgesel çekmiş, biri Hititler, diğeri Gelibolu. Her iki belgeselin sponsorları arasında ATV ve Sabah’ı iç ve dış kredi bulmalarını sağlayan Başbakan’ın damadının baş yönetici olduğu Çalık Grubu bulunuyor. İstikbal bulunuyor, Nur İnşaat ve AKP’li İstanbul Belediyesi bulunuyor. Gelibolu belgeselinde her şey var; Avustralyalı askerlerin dramını anlatıyor, savaş sahneleri yer alıyor ve lakin Çanakkale Savaşları’nın kahramanı Mustafa Kemal’den ne söz ediliyor ne de tek bir karede gösteriliyor. Belki senaryonun akışı böyleydi, olabilir diyeceklere bir anımsatma yapalım: Kimi örneklerle kanıtlandı; dinci gruplar Çanakkale Savaşları’nda Mustafa Kemal’in başarılarını göstermek, görmek ve söylemek istemezler. Örnek amiralin ikinci oğlu ise, RTE’nin damadı Berat Albayrak’ın 1. derece imza yetkisiyle danışmanlık yaptığı Çalık Grubu’na ait bir başka şirkette yönetim kurulu üyesi. Yadsınan günlüklerle bağlantılı darbe senaryoları, Ergenekon soruşturması, oğulların RTE’ye yakın şirketlerle çok yakın ilişkileri… Altaylı’nın yazdığı gibi belki “tesadüf”, tesadüfün bu kadarı olmaz demeyin; herhalde tamamen rastlantı, tesadüf! Korku imparatorluğu İstanbul Haber Servisi Ergenekon soruşturmasında uygulanan yöntemlerin, Türkiye’de bir “korku imparatorluğu” oluşturmaya başladığı belirtildi. Soruşturma kapsamında gözaltına alınıp serbest bırakılan eski asker, akademisyen ve yazar Erol Mütercimler, gözaltı sürecini anlattığı bir televizyon programında, “Nefret ettim. İnternetten de nefret ettim, cep telefonundan da. Artık cep telefonu kullanmayacağım” dedi. Ergenekon soruşturmasında gelinen noktayı “Ülkemiz gerçekten bir korku imparatorluğuna mı dönüştürülüyor” sorusuyla değerlendiren Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök bazı sorgulamalarda belge diye ortaya konan şeylerin, sorulan soruların samimi bir araştırmadan çok, etkili bir “sindirme” operasyonu izlenimi yarattığını belirtti. Gözaltı sürecini SKY Türk televizyonunda katıldığı canlı yayında anlatan yazar Mütercimler, polislerin biri hariç hepsinin çok kibar olduğunu belirterek, “14 polis eve geldi. Eve girerken istisnasız hepsi ayakkabılarını çıkardı. Bir kişi hariç hepsi çok nazikti. Ben bu işin dersini veriyorum. Tabii iyi polis kötü polisi oynayacaklar ki, karşılarındakini çözebilsinler” dedi. ENDIMİ ÂCİZ HİSSETTİM’ Gözaltında kaldıkları hücrenin çok temiz olduğunu dile getiren Mütercimler, hücreyi şöyle anlattı: “Aslında hücre demek haksızlık olur. Çok temiz iki kişilik odalar. Ama biz tek kişi kaldık. ‘24 saat sıcak su var. İstediğiniz zaman banyo yapabilirsiniz’ dediler. Orada otururken ‘Benim burada ne işim var?’ diye düşündüm. Hiçbir şey bulamadım. Ama bana yöneltilen suçlamayı öğrendiğimde yıkıldım. Terör örgütünün üyesi olarak karşılarındaydım. Teröristtim yani. İBDAC’ci, PKK’li gibiydim... İçim acıdı... 25 senemi verdim. Atatürk biyografisinin sonuna geldim. Bir Türk’ün S Gözaltına alınıp serbest bırakılan eski asker, akademisyen ve yazar Erol Mütercimler, gözaltı sürecini anlattığı bir televizyon programında, “Nefret ettim. İnternetten de nefret ettim, cep telefonundan da. Artık cep telefonu kullanmayacağım” dedi. Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, Ergenekon soruşturmasını “Ülkemiz gerçekten bir korku imparatorluğuna mı dönüştürülüyor” sorusuyla değerlendirdi. hazırladığı ilk Atatürk biyografisi olacak ve terörist olarak suçlanıyorum... Emniyette ifade verirken susma hakkımı kullandım. İfade alanların karşısında siz hamamböceğisiniz... Çok ustalar. ‘Zevk almasak yapar mıyız’ dediler. Nefret ettim. İnternetten de nefret ettim, cep telefonundan da. Artık cep telefonu kullanmayacağım. Gördüm ki özel hayatımız diye bir şey yok. İnsanların sevgilisiyle konuşması, mahremi, küfürleri her şey ellerinde. İnsan orada kendini çırılçıplak istiyor. Kendimi çok âciz hissettim.” DERSTE NASIL DARBECİ OLUNMAZ’ Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök de “5 derste nasıl darbeci olunmaz?” başlıklı yazısında Türkiye’de birçok kişinin, “Konuştuğumuz şeyler acaba hangi tarafa çekilir, altında neler aranır, nelere yorulur ve hangi dosyalara sağlam delil olarak girer” endişesini taşıdığını söyledi. Mustafa Balbay’ın sorgulanmasının, bu endişenin yersiz olmadığını kanıtladığını yazan Özkök, yazısında Balbay’ın sorgulanmasından çıkardığı sonuçları sıraladı. Özkök şunları yazdı: “Bir: Artık hiçbirimiz kendimizi emniyette hissedemeyiz. Hepimiz her an evimizden alınıp götürülebiliriz. İki: Artık telefonda bırakın darbe şakası yapmayı, AKP’ye yönelik en küçük eleştiriyi bile yapmamalıyız. Çünkü bu eleştiri, yarın bir gün önümüze ‘darbe delili’ olarak çıkabilir. Üç: Okuyuculardan gelen fakslara, gönderilen davetiyelere çok dikkat etmemiz gerekir. Çünkü, herhangi birinin bize gönderdiği davetiye, bir yorum, tutuklanma nedenimiz olabilir. Dört: Kimlerle konuştuğumuza, davet edildiğimiz yerlerde kimlerle yan yana geldiğimize dikkat etmeliyiz. Çünkü o insanlardan herhangi biri terör örgütü mensubu ilan edilirse, bu bize de bulaşabilir. Zaten ‘Medya ayağı eksik’ diyen bir koro, her gün gammazlamaya devam ediyor, hayatımız anında kayabilir. Beş: Yabancı büyükelçiliklerden, özellikle de ABD Büyükelçiliği’nden gelen davetlere kesinlikle katılmamalıyız. Hatta mümkünse, davetiyeleri geri gönderip, bunu da dinlenen telefonumuz aracılığıyla hakkımızda dosya hazırlayanlara iletmeliyiz. Tabii bütün bunları yapmak yine de yeterli olmayabilir. Başka biri başka biriyle konuşması sırasında, sizin adınızı da telaffuz etti mi, ayvayı yediniz demektir.” ‘5 ‘K BAHÇELİ’NİN TESPİTİ Ülkede yaratılan ürkütücü ortamın, soruşturmanın itibarını ve gücünü azaltacağına yönelik endişeler taşıdığını anlatan Özkök, yazısında MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tespitini yineledi: “Şu ana kadar soruşturmanın yürütülüş biçimi, sızdırma yöntemleri, uçurulan balonlar ve bazı sorgulamalarda belge diye ortaya konan şeyler, sorulan sorular, biz de samimi bir araştırmadan çok, etkili bir ‘sindirme’ operasyonu izlenimi yarattı. Böyle olunca da ister istemez insanın aklına Devlet Bahçeli’nin tespiti geliyor: ‘Ülkemiz gerçekten bir korku imparatorluğuna mı dönüştürülüyor?’” Hürriyet gazetesi yazarı Cüneyt Ülsever ise “Kafam Çok Karışık” başlıklı yazısında, Ergenekon soruşturması ile ilgili yayımlanan birçok haberle “bilgi kirlenmesi” yapıldığını söyledi. Ülsever, Ergenekon soruşturmasındaki en önemli gelişmenin iki emekli orgeneralin tutuklanması olduğunu söyledi. Ülsever, şunları söyledi: “Sanki darbe sorgulanmıyor da, anneler çocukların oynadıkları darbecilik oyununu sorguluyorlar. Bu 2 ‘paşa’ görevleri sırasında darbe yapmaya kalktılarsa davanın askeri savcılıkta görülmesi gerekmez mi? Madem onlara Hilmi Özkök engel oldu, neden onun ifadesine başvurulmaz? Tekrar soruyorum, darbelerin günlüğünü yazan Özden Örnek nerelerde? Yok, esas mesele Sarıkız veya Ayışığı kod adlı darbe girişimleri değil de ortaya yeni çıkan ve emeklilik dönemi için planlanan Eldiven kod adlı darbe girişimi ise, 40 ilde kaos çıkaracak kadro nereye kaçtı? Darbe yapacak kadrolar bu kadar ödlek mi ki Tuncay Özkan’ın mitingine sadece 250 kişi katıldı? ADD veya ATO darbe yapamayacağına göre, darbecilerin TSK içinde uzantıları kimler? Görevdeki generaller darbe yapacaklarını bizimle birlikte gazetelerden öğrenmiş olabilirler mi?” Hürriyet gazetesi yazarı Enis Berberoğlu da medyanın Ergenekon soruşturmasına mesafeli yaklaştığını, Susurluk ile Ergenekon olayları arasındaki farkın soruşturma tekniği olduğunu yazdı. Berberoğlu, soruşturmanın birçok davayı da kapsayacak şekilde genişletilmeye çalışıldığnı, ancak bu davalarla ilgili yargının hüküm verdiğini ifade etti. Kendimi Arıyorum... Ulaşamıyorum! Cep telefonumu veriyorum: 05333188486... Yasal izin alınarak dinlenen bu telefonum halen İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele (TEM) şubesinde gözaltında... Serbest bırakılma kararından sonra 5 gündür tanış olduğumuz polislere sordum: Cep telefonumu alabilir miyim? “Hayır” dediler, “cep telefonunuzun incelemesi henüz bitmedi”... Ne zaman biter diye sordum: “Biz sizi ararız” yanıtını verdiler. Cep telefonumdan kendimi aradım. Benimle muhatap olmuyor. Şu kayıt çıkıyor: “Sinyal sesinden sonra mesajınızı bırakınız. Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor. Mesajınız kendi tarifeniz üzerinden ücretlendirilerek kaydedilecektir.” Haydi dedim kendime bir mesaj geçeyim: “Balbay’cığım geçmiş olsun. Bizi biraz üzdün ama olsun... Bu da geçer. Gözaltındayken aleyhinde çıkan haber ve yorumlara ya da sessiz kalanlara aldırma. Az da olsa lehine çıkan yazılar her şeyi özetliyor! Sakın kafanı sürekli bu olayla meşgul edip kafayı yeme. Sen bize lazımsın!” Olmadı, kendime ulaşamadım... Mesaj kutusu dolmuş, “Daha sonra tekrar arayın” diyor! Kendimi aramaya devam edeceğim... Gözaltı süresince bana iyi davranan TEM polislerinin cep telefonuma da aynı özeni göstereceklerine inanıyorum. ??? İstanbul Adliyesi’nde gerek Cumhuriyet Savcısı’na gerekse nöbetçi mahkeme başkanına ifademi verdikten sonra, dışarıda bu ifadelerle ilgili ayrıntılı yorum yapmamamın daha sağlıklı olacağı yönünde değerlendirme aldım. Haklı olduklarını düşündüğüm için “Tabii ki” dedim... Soruşturmanın gizliliği esası bunu gerektiriyor. Adliyeden çıktık, gazeteye geldik. Sarılıp hasret gidermelerden sonra kısa da olsa, günlük yazımı ihmal etmedim. Taşraya yetişmedi ama, şehir kalıplarında günlük yazım yayımlandı. Arkadaşlarla vedalaşıp Ankara’ya dönmeye hazırlanırken, birkaç gazete yöneticisinin şu mesajı ilettiğini öğrendim: “Balbay’a söyleyin, savcılıkta ve mahkemede verdiği ifade elimizde... Bu bir gazetecilik olayıdır. Haber haline getireceğiz.” Ne diyebilirim ki? Ben daha Ankara’ya dönmeden ifademiz gazete merkezlerine ulaşmış! Bolu dolaylarında da sevgili dostum Fikret Bila, Ankara’ya birlikte geldiğimiz arkadaşların cep telefonundan bana ulaştı, dedi ki: “Balbay’cığım geçmiş olsun. Çok sevindim. Bizim İstanbul’a senin ifaden ulaşmış. Başlığa çıkaracakları bölümü söylüyorum...” Savcılık ve nöbetçi mahkeme makamına verdiğim söz havada kaldı. Bana yöneltilen soruları ve verdiğim yanıtları anlatmazsam, medyada yer alan şeklini tümüyle kabul etmiş olacağım. O yüzden ben de olabildiğince ayrıntılı bilgi verme gereği duydum. Elimde bazı gizli belgelerin olması sorgulama konusu yapılmıştı. Bana bunu yapan makamın gizli sorgusu birkaç saat sonra gazete bürolarına ulaşıyor! Ne yaman çelişki... ??? Meslekte sevmediğim durumlardan biri şudur: Gazetecinin kendisinin haber konusu olması! Hiç onaylamadığım bu durum, seçeneği olmayan bir zorunluluk nedeniyle benim başıma geldi. İnsan bazen sadece yazdıklarıyla, ulaştığı bilgilerle değil, yaşadıklarıyla da haber üretebiliyor. 5 günlük yakalama, sorgu, mahkeme huzuruna çıkma sürecinde yaşadıklarım Türkiye’nin nasıl bir iklimde olduğunu da ortaya koydu. AKP ve medyasının oluşturmak istediği havayı, toplumun ve dış basının yutmadığı anlaşılıyor. Oluşturulmak istenen korku imparatorluğu kâğıttan bir kule gibi çökecek! [email protected] Hukuki ve tıbbi ihmal kuşkusu TTB Başkanı Prof. Gürsoy, tahliye edilir edilmez yaşamını yitiren Okkır’ın akciğer kanseri hastalığının son aşamaya kadar teşhis edilememiş olmasını anlaşılır bulmadığını söyledi Meltem YILMAZ Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, Ergenekon soruşturması kapsamında hayatını kaybeden Kuddusi Okkır’ın (60) “hastalığının geç teşhis edilmesini” inandırıcı bulmadığını ifade ederek “Kanser, modern araştırma ve tanı teknikleriyle günümüzde erken teşhis edilebilecek bir hastalık haline gelmiştir. Okkır olayının tıbbi ayrıntılarını bilmiyoruz ancak hastanın ölümünün ihmalden kaynaklanabileceğini düşünüyoruz” dedi. Okkır’ın cezaevinde yaşadığı stresten ötürü akciğer kanserine yakalandığı yönündeki iddialara ilişkin İstanbul Üniversitesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Kemal Arıkan da “Stresin DNA üzerindeki etkisi hayvanlarda yapılan deneylerle kanıtlandı. Kanserin genetik bir hastalık olduğu ve stresin, bu genlerin kırılma noktasında rol oynadığına inanıyorum” değerlendirmesini yaptı. TTB Başkanı Prof. Gürsoy, Okkır olayının tıbbi ayrıntılarını bilmediğini ancak akciğer kanseri hastalığının son aşamaya kadar anlaşılmamış olmasını, hastanın götürüldüğü hastanelere ve bu hastanelerin tıbbi olanaklarına bakarak anlaşılır bulmadığını ifade etti. Prof. Gürsoy şöyle devam etti: “Bu durumda Okkır’ın ihmal edilmiş olma ihtimali ortaya çıkıyor. Hastanın, gerek hukuki gerekse tıbbi anlamda ihmal edildiğine ihtimal veriyoruz. Tedaviyi yürüten doktorlar hakkında gereken hukuki işlemin başlatılması için Okkır’ın ailesinin soruşturma talebinde bulunacağını düşünüyoruz. TTB olarak gözaltına alınan kişilerin sağlık durumu, öncelikli konularımız arasında. Yetkili birimlere açıklamalar gönderdik ancak konuya ilişkin henüz yanıt almış değiliz. Aile soruşturma açtıktan sonra TTB olarak ne yapacağımıza karar vereceğiz.” (Fotoğraf: CİHAN ORUÇOĞLU) Kuddusi Okkır’ın eşi Sabriye Okkır İHD’de basın toplantısı düzenledi. ‘Durumunu gizlediler’ S abriye Okkır, soruşturma için HSYK’ye başvururken Bakanlık iki müfettiş görevlendirdi rı Hastanesi tarafından düzenlenen raporla, “Yoğun bakım ünitesi bulunan bir hastanede acil olarak tedavisinin devam etmesi gerektiği”nin tespit edilmesine karşın cezaevinde tutulduğunu belirterek “Eşimin tedavisini geciktiren ve onu ailesinden kaçırarak Trakya F Tipi Cezaevi’ne naklini isteyen Cumhuriyet Savcılığı hakkında Adalet Bakanlığı’nın gerekeni yapmasını umuyorum” dedi. Sabriye Okkır son olarak, eşinin durumunun kendisine bildirilmediği ifade ederek “Kuddisi Okkır’ın durumu tarafımızdan gizlenmiştir. Yaptığımız başvurular neticesinde tarafımız oyalanmıştır. Bu hususta da sorumlular yargılanmalıdır” diye konuştu. Adalet Bakanlığı da bu konuda çıkan haberler üzerine bir açıklama yaptı. Açıklamada, 23 Haziran 2007 tarihinde tutuklanan Okkır’ın, tutuklu bulunduğu süre içinde geçirdiği hastalıklar ve uygulanan tedaviler anlatıldı. Okkır’ın 8 Mayıs 2008 tarihinde Bayrampaşa Devlet Hastanesi’nde yapılan muayenesinde “majör depresyon + solda bronşektazi” tanısı ile ilaç tedavisi önerilerek ceza infaz kurumuna iade edildiği belirtilen açıklamada Kuddusi Okkır’ın ölümüyle ilgili olarak tedavi sürecinde aksaklık olup olmadığı ve sorumluların ihmalinin bulunup bulunmadığının belirlenmesi amacıyla iki müfettiş görevlendirilerek, soruşturma başlatıldığı bildirildi. İSTANBUL/ANKARA (Cumhuriyet) Ergenekon operasyonu kapsamında tutuklanıp cezaevine konan, burada akciğer kanseri olan ve tahliye olduktan sonra tedavi gördüğü Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde hayatını kaybeden işadamı Kuddisi Okkır’ın eşi Sabriye Okkır, eşiyle ilgili işlem yapan, karar veren hâkim ve savcılar hakkında disiplin soruşturması yapılması için Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na şikâyette bulunduklarını söyledi. Adalet Bakanlığı ise Okkır’ın ölümüyle ilgili iki müfettişin görevlendirildiğini ve soruşturma başlatıldığını bildirdi. İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nde konuşan Sabriye Okkır, yaşanan süreçte çok sayıda hak ihlali yaşandığını belirterek “Kuddisi Okkır’ın sağlık durumu nedeniyle tahliye talebinde bulunmuş olmamız ve tutuklu olan eşimin sağlık durumunun araştırılarak tutukluluk incelemesi talebi yapmış olmamıza karşın, eşimin sağlık durumu incelenmeden savcılık tarafından mütalaada bulunulmuş, nöbetçi hâkimlik tarafından eşimin sağlık durumu incelenmeden karar verilmiştir. Ayakta duramayan, konuşamayan, beslenemeyen, sağ akciğerini yüzde 50 kaybetmiş durumdaki eşimin sağlık durumu, dosyaya doktor raporu ibraz edilmiş olmasına rağmen araştırılmadan verilmiştir. Bu karar hukuka aykırıdır” dedi. Sabriye Okkır, eşinin sağlık durumunun Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkla Ergenekon Soruşturması saptamaya dönebiliriz. Cumhuriyet gazetesi, kuruluşunun gerekçesini oluşturan Aydınlanma devrimi yolunda yürümeye kararlıdır. Baştarafı 1. Sayfada Son günlerde Ergenekon soruşturması nedeniyle gözaltına alınan ve kısa sürede serbest bırakılan arkadaşlarımız da bu yolun yolcusudurlar; hiçbir baskı eylemi bizi yıldıramaz. Yazımızı bitirirken şu uyarıyı yapmayı da görev biliyoruz. Gün geçtikçe daha çok siyasallaşan ve dinci iktidar medyasıyla ortak suçlamaları iddianamesiz bir ortamda öne süren bir soruşturmanın kamu vicdanında tepkiler yaratması doğaldır. Bir dava ya vardır, ya da yoktur; dava iddianame demektir. Cumhuriyet, sürgit Ergenekon soruşturması yapanlara bu gerçeği anımsatmayı görev bilir. C
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle